Netlik ve Duruş
Bu coğrafya üzerine her türlü oyunun cüretkar veya gizli şekillerde, defalarca sergilendiğini görüp bunun her alana şamil olmadığını düşünmek, tarih ilminin faydasından tatmayanların nasipsizliğidir. Her sahada olduğu gibi dinimiz ve dine hizmet edenler üzerinde de türlü desiseler, din binasını içten yıkmaya yönelik planlar en zirvede devam etmektedir. Bu oyunun pek çok sebebi ve neticesi vardır ve lakin biz iki mesele üzerinde duracağız.
NET OLMAMAK: Burada kastettiğimiz netliği, nifak kelimesi ile beraber düşünürsek izah kolaylaşacaktır. Hayat bazında, amel cihetinden net olmamak değildir kastımız. Amelî manada net olmamak, belki günah, belki gaflet olarak adlandırılır. İfadesine çalıştığımız netlik ise akidevî çizgideki duruştur.
Evet, bu ümmet net olmayanlardan çektiğini kafirlerden, müşriklerden, kahpe Bizans’tan çekmemiştir. Kılıçların kalkmasına, kalktığı vakit inmesine ve hep tereddüde sebebtir net olmamak. Çünkü kimdir, nedir, bizden midir, değil midir, selefi midir sufi midir, şii midir sünni midir? Bir bulanıklık ve heyula içinde olan bu kimliği meçhullere tahammül etmemiz, saygı duymamız, yalan ve iftiralarını görmezden gelmemiz istenmekte ve hatta tahammül hududunu çiğneyip sevmemiz beklenmektedir.
Net olabilmek, erdemin ötesinde delikanlılıktır, mertliktir. Hadi günah olarak yaşanılan veya hissedilen duyguların ifşası, Allah’tan ittika sebebiyle veya halktan ar etme hasletiyle gizlenmektedir ve bu, fıtraten münasiptir. Ya inanılan dava, sahip olunan akide, benimsenen düşünce hangi sebebe mebni gizlenir? Hele ki, aynı dinden insanlara fetva verme, vaaz etme makamında isen? Misal vermek icab ederse; Müslümanlara hoca kılığında ajanlık yapanlara evvelki asırda Lawrence gibileri anlatılırken şu zamanda Fetulah Gülen var. Peki, yukarıda zikrettiğim gibi hakiki düşüncesini ve akidesini gizleyenlerin, net olmayanların ne farkı var bu ikisinden?
Net olmayanlara sözümüz bu kadar. Asıl küskünlüğümüz, tepkimiz bu net olmayanlara karşı NET DURMAYANLARAdır. Net olmayanlara karşı verilen mücadelede kişileri yalnız bırakan, yüzsüzlerle yüz yüze bırakan ve nihayetinde “fitne çıkarmak, vahdeti bozmak” ile itham edilmeye neden olanlaradır sözümüz.
Netlik işi din işi, akide işi. Bu işler ise ulema işi, hocalar işi. Ey ümmetimizin yüce uleması ve muhterem hocaları! Allah, din işini, halkın iman işini sizin omuzlarınıza yük olarak bırakmıştır. Size emanet edilen imanlar iğdiş edilirken, akidesi delikanlılığa sığmayan yollarla tahrif edilirken, sessiz olmak niye? Bidat ehli, nifak ehli, net olmayanlar çocuklarınızın, kızlarınızın, kardeşlerinizin iman hazinesini çalarken, hangi sebeb sükûta, sükût ile geçirilen saatlere neden olabilir ki? Sizin iki cümleniz, net duruşunuz; kaç genç akidesini bu kutta-i tariklerin, akide haramilerinin elinden kurtaracak iken niçin bu tavır? Yoksa arkadaşlık için mi, dünyevî menfaat için mi, tenkide ve hakirliğe maruz kalma korkusu mu? Hakikatler şahıslarla mı mukayyet, şahıslara göre mi tavır belirleniyor?
Geç kalan adaletin, adalet sayılmadığı gibi geç kalan tepkiler ve duruş da mesuliyetten kurtarıcı değildir. Şu dipsiz kuyularda olduğumuz asırda, karanlık gecelerimizi aydınlatacak olan mütefekkirler ve alimlerdir. Biz sadece haddimiz olmayarak bunu hatırlatmak istedik.
VE NET OLMAYAN NUREDDİN YILDIZ
Nureddin Yıldız’a müdellel bir reddiyeyi, evvelden “İttihaddan İhtilafa” isimli eserin son kısmında yazmış ve başımıza da birkaç iş almıştık. Detaylara şimdilik girmemekle beraber çizgi olsun diye birkaç misal vereceğim. Nureddin Yıldız, tepki çeken görüşlerinin olduğu videoları toplatmakla meşhur olmuştur. Kendisinin tevil ve yorumlarına ihtiyaç olmaksızın, somut hatalarına baksak dahi hakikati görmek kâfi gelir. Çeşitli taktikler vardır ve her birine birer örnek vereceğiz sadece:
*Kendisi İbn Arabi’ye olan düşmanlığına delil olarak bu topraklarda İbn Teymiyye’nin geçersiz bir akçe olduğunu bildiği için, İmam-ı Rabbani hazretleri gibi bir hazineyi kullanmaya yeltenir ve Şeyhü’l-Ekber’e dil uzatırken perde yapar. Hâlbuki İmam-ı Rabbani hazretlerinin konuyla alakalı yüce mektuplarına bakan kişi onun İbn Arabi hazretlerine olan hürmetini ay gibi, güneş gibi görecektir.
*İlk önce bir sohbetinde İkinci Abdülhamid Han’a ve hilafetine dil uzatmaya kalkar, sonra tepkiler üzerine o video kalkar yerine Abdülhamid Han’ı övmekle bitiremeyen bir sohbet gelir.
*Son olarak ve kendisinin de hata olarak gördüğümüz son meseleyi yazalım. Dersini yaptığı İmam Gazali hazretleri ve eserleriyle alakalı aşağıda verdiğimiz cümleleri sarf eden Nureddin Yıldız, net olmayanlar sınıfındaki yerini daha sağlamlaştırmıştır.
“Mekasidü’l-Felasife, felsefeyi övdüğü bir kitabıdır. Onu çürütmek için kendi tevbesini yapmış olmak için Tehafeü’l Felasefeni yazmış.” diyen Nureddin Yıldız’ın bu eseri ya batılıların gözüyle okuduğunu veya batılıların düştüğü hataya düştüğünü gösteriyor. Zira İmam Gazali hazretleri eserin mukaddimesinde felsefecileri ileride yazacağı (Tehafüt) isimli eserinde tenkid edeceğini, lakin evvela bu ilmi ve maksatlarını izah etmesi gerektiğini söylüyor:
“Amma, felsefecilerle alakalı bir eser (Tehafetü’l-Felasife) yazıp onların tenakuzunu, iğvalarını, karışık görüşlerini ifşa etmek istiyorum. Onların görüşlerini tanıtmadan, mezheplerini öğretmeden size yardım etme umudu yoktur. Şümullü bir şekilde idrak biçimlerini kavramadan dalalette olan görüşlerine atılmak hatadır.
Evvela filozofların mantık, tabiat ve ilahiyat ilimlerindeki maksatlarındaki tutarsızlıkları veciz bir şekilde, hak ile batıl arasındaki temyize gitmeksizin izah etmeyi uygun buldum. Maksadım; amaçları dışındaki teferruatı ve ayrıntıları zikretmek suretiyle sözü uzatmak değil, yalnızca maksatlarını anlatmaktır.
Filozofların delilleriyle ilişkili olduğuna inandığım metinler ve misaller sunacağım. Kitabın maksadı, ismi olan Felsefecilerin Maksatları’nı anlatmaktır.
…
Tehafutu’l-Felâsife adlı eserimizde bâtıl olduğuna inandığımız hususları açıklayacağız. Biz şimdi, felsefecilerin itikatlarını, doğruluğunu-yanlışlığını araştırmaksızın ve bu görüşlere sahip çıkmaksızın sadece nakletmekle yetineceğiz. Bu kitabı bitirdikten sonra sadece felsefecilerin görüşlerini ciddi bir şekilde eleştireceğimiz Tehafutu’l-Felâsife adlı eserimize başlayacağız inşaallah. Bu kitabın başlangıcı, mantık ilminin anlatılması ve sunulması olacaktır. (Mekasidü’l-Felasife, İmam Gazali, Darul-Kütübü’l-İlmiyye, Lübnan 2008, s.9.)
Şimdi İmam Gazali, mukaddimede bunu dedikten sonra nasıl olur da Arapça bilen ve İmam hazretlerini ders yapmaya kalkan Nureddin Yıldız; “Mekasidü’l-Felasife, felsefeyi övdüğü bir kitabıdır. Onu çürütmek için kendi tevbesini yapmış olmak için Tehafeü’l Felasefeni yazmış.” der?
İmam Gazali hazretlerinin Mekasidu’l-Felasife isimli eseri yazıldıktan 40 sene sonra Latinceye tercüme edilmiş, lakin mukaddimesi edilmemiş veya unutulmuş. İmam Gazali hazretlerinin felsefeyi izah eden bu eseri, Avrupa’da büyük yankı uyandırmış lakin bu mukaddime okunmadığı için İmam Gazali, meşşai sanılmış ve imam muhalif olduğu İbn Sina ve Farabi ile aynı kategoride değerlendirilmiştir. Hâlbuki İmam, mukaddimesinde asıl gayesini izah etmişti. Onu yanlış kategoride değerlendirenlerin İmamın daha sonra yazdığı Tehafüt’ü okumamaları da işin tuzu biberi olmuş. O mukaddimeyi okumayan kiliseye bağlı din, İmam Gazali’yi Meşşai diye tenkid etmiş, kiliseye düşman felsefeciler de onu meşşai sanarak sevmiş ve o eserine sımsıkı sarılmışlar. Kilisenin adamı olan meşhur Romalı Giles felsefecileri tenkid ettiği Errores Philosophorum adlı eserinde İmam Gazali’yi yukarıda zikrettiğimiz hataya mebni tenkit etmiştir.
(Dipnot: İmam Gazali hazretlerinin Mekasidü’l-Felasife isimli eseri elhamdülillah tercüme ettik ve Kayıhan Yayınevi tarafından yakın zamanda neşredilecektir.)
Nureddin Yıldız, aynı sohbetinde şöyle diyor:“El-Mustasfa eseri vardır. Bir usul-u fıkıh eseridir. Bahsettiğim kitaplar yazılma tarihine göre ölümüne yakın yazdığı kitaplardır. En son yazdığı iki kitabı, Minhacü’l-Abidin, son vefatında bir iki hafta önce yazdığı kitap İlcamü’l-Avam fi’l-İlm-i Kelam isimli kitabıdır.”
“İlcamu’l-Avam, Gazali’nin selef-i salihinin akidesine döndüğü kitabıdır. Kelam ilmine ait bütün ekolleri bidat mezhepler olarak görüp İmam Malik’in mezhebine dönüyor. Akide konularında diyorum. Yani Gazali ölürken selefî kafayla öldü. Eşarilik Maturidilik gibi ekollerin hepsini bırakıyor, o tarafa dönüyor (Ahmed bin Hanbel’in ekolüne) ve bir hafta sonra da vefat ediyor. Bu kitaplardaki dönüşüm süreci, zihin karışıklığı sonunda onu Ahmed bin Hanbel’in tarafına çevirip orda bırakıyor. Ruhunu Rabbine öyle teslim ediyor.”
Hâlbuki eser kronolojisine göre son eserinin el-Mustasfa olduğu bilinmektedir. Bu somut hatasından daha mühimi, Eşairiliği ve Maturidiliği terketme meselesi ve İlcamü’l-Avam eserinin çarpıtılmasıdır. İmama Gazali hazretleri bu eserinde, Nureddin Yıldız’ın dediği gibi kelam ilmini reddetmemiş, sadece avamın bu ilimden uzak durması gerektiğini izah etmiştir. İstiva meselesini kelamcılar gibi izah etmiştir.
Velhasıl onlarca meseleye bakış açısını daha evvelden müdellel şekilde ele aldığımız ve bu topraklardaki hâkim fikre ve akideye münasip olmayan düşüncelerini ustalıkla işlediğini anladığımız Nureddin Yıldız budur.
Selefiliğin zihin kodlarını bu topraklara işleyerek Anadolu mayasını bulandırma gayreti, Eşari-Maturidi akide çizgisi ve dört fıkıh mezhebini tahrif etme hamlesi, Maveraünnehir’den Horasan’dan Şer’i Şerif vurgusuyla ve Ehl-i Sünnet hassasiyetiyle karakol karakol gelen Nakşibendiliği hakir görme çabası bu topraklarda tutmayacaktır.
Bazı tekke ve dergahlar üzerinden şiilik, sözde onlara karşı konuşlandırılmış merkezlerden selefilik yayılmaya çalışılıyor, ilki sözde kendi noksan idraki ile anladığı tasavvuf anlayışıyla akideyi tenkid ediyor, diğeri de özde akide muhafazası adına kelam ve tasavvufa karşı savaşıyor. Lakin bunlar, sinsi sinsi icra edilse de er ya da geç böyle açığa çıkıyor.
VE ASIL MUHATABIMIZ NET DURMAYANLAR olduğu için sözü daha fazla uzatmayalım ve yeri göğü yaradan Ulu Perverdigar hakkı için muhterem alimlerimizden ve kıymetli hocalarımızdan duruşları netleştirerek, tevil ve “idare etmek” sanatını, ümmetin evlatlarının efkar ve akaidinin muhafazasını düşünerek icra etmelerini kendilerinden acizane rica ederiz.
Baran Dergisi 581. Sayı