Ali ErenMustafa İslamoğlu

Mustafa İslamoğlu: Abdestsiz Kur’an’a Dokunulabilir – Ali Eren Hocaefendi

Sevenlerinin ve okuyucularının müsamahasına güvenerek, Mustafa İslamoğlu (Arif Çevikel, Sami Hocaoğlu) hakkında iki tenkid yazısını aşağıda dikkatinize arz ediyorum. Yazılar bana ait değil; temkinle okunmasını tavsiye ederim.

Aşağıdaki yazı bir mezhepsize aittir. Bunun cevabı aşağıdadır.

Bilmez ki sorsun, sormaz ki bilsin!
Bugünkü yazımızı, cevabı herkesi ilgilendiren bir “soruya” ayırdık. Hayır hayır, bu bir “soru değil, bu bir “sorun!” Hem de çok ciddi ve adı: “Dini anlama sorunu.” Bu sorun, kimi zaman ortaya birden fazla “din” çıkarıyor ve insanlar “hangi dine” inanacağını şaşırıyor. (Siz ‘yanılmaz’ atalarını pazarlayanların dinine değil, kaynağı Kur’an olan Allah’ın dinine inanın.) Kimi zaman, Allah’ın kitabında yazmayan, Peygamber’in sünnetinde yer almayan “farzlar, haramlar” çıkarıyor.

Düşünebiliyor musunuz; bu nevzuhur farzlardan Hz. Peygamber’in haberi yok! Bizim akıldanelerimizin bildiği bir “farz” düşünün ki, sahabe bilmiyor? Bir “farz” düşünün ki, müctehid imamların bu -sözüm ona- “farzdan” haberi yok! Güldünüz değil mi? Hayır, kimse gülmesin; çünkü kendisi gülünç durumda olanların başkalarına gülme hakkı yoktur ve şu an kendini çok dindar sananların dinleriyle ilgisi hurafe düzeyinde, bilgisi ise efsane niteliğindedir. İnsanlar ibadetleri âdetleştirince âdetleri de ibadetleştirdiler.

Bu satırları sert bulmayın lütfen; imamların birçoğuna göre “mukallid”in tarifi şudur: “Amellerini delilleriyle birlikte bilip, o delilleri değerlendirmede mezhep imamının ictihadını benimseyen kimse.” Söyler misiniz? Bu durumda kendini Hanefi sananların kaçta kaçı Hanefi’dir? Kaçta kaçı Şafii’dir? Bırakın avamı, “hocam” denilenlerin kaçta kaçı “mezheplidir?” Utanmadan yıllar yılı “mezhepsizlik edebiyatı” yapan ‘mezhepçiler’, duygularını, paralarını sömürerek sırtından geçindikleri Müslümanlara kinden, nefretten, cehaletten başka ne verdiler? Tezgâhında mezhep satarak geçinen bu tiplerden oluşan bir cemaat, radyodan ‘düz’ kadın sesine ‘haram’ diyen sözüm ona ilmihaller tezgâhlarken, dansöz pazarlayan TV istasyonuna sahip olmanın fetvasını bulmakta hiç de zorlanmadı. Bu tiplerden kaçını tanıdımsa, hepsi de şarlatandı. Ayak üstü “sübhaneke”nin anlamını sorsanız “kem-küm”den başka cevap alamazdınız. Ama dillerinin keskin yanını koca koca alimlerin enselerinden bir türlü çekmezlerdi. Mevdudi gibi, Seyyid Kutup gibi, nerede imanının bedelini ödemiş bir alim var, onun etini yiyerek semirmeyi beslenme alışkanlığı haline getirmiştiler. Haddini bilmeyen neyi bilir ki?

Bu şarlatanlar, yüreklerinde çamur, sıvayacak alim yüzü aradılar. Ve koca bir toplumu kelimenin tam anlamıyla “mezhepsizleştirdiler.” Ey Hanefiler! Ebu Hanife’ye göre siz Hanefi falan değilsiniz, sizin mezhebiniz falan yok! “Mezhepçilik” yapan şarlatanlar sizi dolmuşa bindiriyor. Avamın mezhebi müftüsünün mezhebidir, demişler. Haydi “doğrudur” diyelim; fakat kaçta kaçınızın “fetva makamı” (müftüsü) var? İçtihat kapısının meccane bekçileri hâlâ neyin edebiyatını yapıyorlar? Cahili cühelasıyla milletin tümü müctehid oldu. Üç beş yetkin alime tahammül edemeyen tulumbacı takımının gözü aydın; Hayreddin Karaman Hoca gibi bir ikisinin tepesine iftira küfelerini boca etmek için hazır beklerlerken, sayelerinde milyonlarca müctehide kavuştuk. Herkes her gün kendi yaptıklarına kılıf bulmak için onlarca ictihat yapıyor, ahkâm kesiyor, fetva veriyor. Okumak mı, öğrenmek mi, bilmek mi, bilenden sormak mı? Hak getire. “Bilmez ki sorsun, sormaz ki bilsin” diyenin hesabı.
“Kur’an okurken abdest almak farzdır” öyle mi?!

Bir okuyucumuz, 18 Temmuz 2000 tarihli Zaman Gazetesi’ndeki bir köşe yazısından alıntı yaparak soruyor: “Kur’an okurken abdest almak, gerçekten de bu yazarın dediği gibi farz mıdır?” Önce mezkur yazıdan ilgili pasajı alalım:

“Hazret-i Kur’an’ı eline alan herkesin abdestli olması farzdır. Abdestsiz Kur’an ele alınamaz. Ancak dini kitaplar için böyle bir mecburiyet yoktur. Dini kitapların sadece içinde bulunan ayetlere elle dokunmak için abdestli olmak gerekir. Ayetten boş olan yerlere, yazılara abdestsiz dokunulabilir, okunabilir. Kur’an’la dini kitap arasında böyle bir ince fark vardır. Kur’an-ı Kerim’in ayetten boş olan kısımları da ayet hükmündedir. Bu yüzden dikişli kabına bile abdestsiz dokunulamaz. Abdestsiz kimseler bir mendil veya temiz bezle tutup bir yerlere koyarlar. Abdestsiz ele alamazlar.”

Allah Allah! “İnce fark”ı da öğrenmiş olduk. Hele “dikişli kabına bile dokunulamaz” cümlesi karşısında bitmemek mümkün mü?

Ben bu zamana kadar ne Kur’an’dan, ne Rasulullah’tan, ne sahabeden ve ne de müctehid imamlardan Kur’an okurken abdestin farz olduğuna dair ‘sahih’ bir şey okumadım, duymadım. Bir şeye “farzdır” demek, helâl ve haram koyma yetkisine girer. Helâl ve haram koyma yetkisinin ise kime verildiği bellidir. Burada “farz olduğu” söylenen bir hüküm olduğuna göre, o hükmü farz kılan delili muhkem ve mütevatir nasslarda bulmamız gerekir. Kur’an’da abdestin sadece namaz için emredildiğini görüyoruz. Bu konuda, çok yaygın bir yanlış anlamaya alet edilen bir ayet vardır: “Ona temiz olanlardan başkası dokunamaz.” (56.79) Birazcık Arapçadan, ilimden, Kur’an’dan, tefsirden nasibi olan kimsenin bu ayetteki “o” zamirinin bir önceki ayetteki “gizli kitab”a gittiğini bilir, bir. Bu ayet Mekke’de, Abdest’in geçtiği tek Kur’an ayeti (5.6) ise Medine’de inmiştir, iki. Ayetteki “dokunmasın” şeklinde yanlış algılanan “la yemessuhu” ibaresi “inşai” değil “ihbari”dir ve “dokunamaz” demektir; oysa ki Kur’an’a münkiri de müşriki de dokunur, üç…

Bilgime güvenmeyip, “Kur’an okumak için abdest farzdır” diyen sahih bir hadis, bir imam, bir alim var mıdır diye Mektebetu’l-Elfiyye’den 400.000 hadisi, bazıları Mebsut gibi 30 cildi bulan 1000’e yakın kitabı, tüm mezheplerin 40’ı aşkın kaynaklarını taradım, böyle bir şey bulamadım. En iyisi, bu konularda en katı davrandığını bildiğimiz Süyuti’nin “Kur’an okumanın âdabı” başlığında yazdıklarını aynen tercüme etmek:

“Kur’an okuma sırasında abdest almak müstehaptır; çünkü tilavet zikirden efdaldir ve Peygamber (sav) temizlenmeksizin zikretmeyi hoş karşılamazdı. İmamu’l-Harameyn dedi ki: “Abdestsiz Kur’an okumak mekruh değildir, çünkü Peygamber abdestsiz okuyordu. el-Mühezzeb Şerhi’nde ise: Eğer kişi Kur’an okurken yellenme ihtiyacı hissetse, yellenme sırasında harfleri doğru telâffuz edemeyeceği ihtimaline karşı okumayı durdurur.” (el-itkan, 1/295)

Buraya, başta Hanefiler olmak üzere, tüm mezhep ve meşreplerin temel referanslarından sayfalarca alıntı yapar, tercüme ederim. Fakat yerim yok, vaktim yok, keyfim yok; lüzum da yok. Tüketenler de, üretenler de hep olacak. Böyle başa böyle tarak. Biraz da insanımız ciddi ve uyanık olsun; bitli baklanın kör alıcısı olmasın.

Şafii’dir, Hanefi’dir meselesi değil bu! Allah’ın emretmediği bir şeyi emretmek, farz kılmaktır ki, bunun vahameti “Kur’an okurken abdest almanın hükmü nedir?” sorusundan çok daha derindir ve problem dinin temelleriyle ilgilidir. Şakası var mı bu işin? Biri kalkıp da “Şu farzdır?” diyorsa, dinini donundan birazcık fazla ciddiye alan bir Müslümanın, “Nerede, hangi delille?” diye sorması “farz olur.” Çünkü, o ünlü usul kuralı gereğince “farzı” bilmek farz olduğu gibi, farz olmayanı farz bilmek de “haram” olur. Eğer o kişi üçüncü, beşinci sınıf ilmihalleri getirip de önünüze koyuyorsa, bu kez sizin “İlmihal yazarlarının farz koyma yetkisi olduğunu bilmiyordum” demeniz “farz” olur. Kaldı ki bunlar arasında “Tevrat’ı abdestli okumak farzdır” diyenini bile gördüm ben.

Bir şeye “farz” demek, “haram” demek ciddi bir iştir; Allah’a atfen verilmiş bir hükümdür, kimse keyfi olarak “farz” ve “haram” ilan edemez. Ne demiştik bir yazımızda: Cahiller dinden ıskonto yaparlar, ham sofularsa dine zam yaparlar; bu ikisi de birdir.

Siz siz olun, etrafınızda ahkâm kesenlere Kur’an’ın öğrettiği gibi sorun:

“Kul hâtû burhanekum in kuntum sadıkîn: De ki: Hadi getirin delilinizi, eğer doğru söylüyorsanız?” ( M.İslamoğlu, 25 Eylül 2000 Akit Gazetesi)

(Yukarıdaki yazı kendilerini dev aynasında gören cücelerden yalnız bir cüce olan neidiğü belirsiz bir ilahiyatçı yazara aittir. Aşağıya aldığımız yazı ise yine aynı gazetede yazan kasaba vaizi türünden kendini dev aynasında görmeyen usül, edeb ve terbiyesi dairesinde kaynaklara bağlı sıradan bir yazara aittir. Bu sıradan kasaba vaizi türünden bir ilimle çok yüksek seviyeden ilme sahip olan bir cüceye verdiği cevap böyle olunca yani bir-iki cevabi yazıda çok affedersiniz …üstüne oturtup daha da bu konuda ses çıkaramayacak bir konuma getirip haddini bildirip susturdu ise; demek ki ehliyetli ulemadan gerekli cevabı almış olsaydı bu toprakları ebedi olarak kendisine zindan edecekti!!!)

CEVAP

“Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in, Kur’an’ın bulunduğu odada uyumayıp, sabaha kadar hürmeten ayakta beklediğini, bunun mükâfatı olarak da onun nesline 6 asır devam eden bir cihan devleti verildiğini, ana-babamızdan kaç kere dinlemiş, kitaplardan okumuş, va’zlarda dinlemişizdir.
Kur’an’a hürmet bu milletin ruhunda var.

Kur’an’ı abdestsiz olarak eline almamak bir tarafa, abdestli de olsa onu göbekten aşağıda tutmaz. Bu kötü bir hal midir? Dine aykırı bir hareket midir? Kur’an-ı Kerim’e hürmet, İslâm’a zıt mıdır? Kur’an’a fazla hürmet yersiz bir şey midir? Asla! Bir evladın, anne ve babasına gösterdiği hürmet ve hizmet ne kadar fazla olursa o kadar değerli olduğu gibi, Kur’an’a gösterilen hürmet de ne kadar fazla olursa, o da Allah indinde o kadar değerlidir.

Gerçek bu iken, din âlimi gözüken bazılarının, Kur’an’a gösterilen bu hürmetten rahatsız olmaları anlaşılır gibi değil…

Mukaddes kitabımıza karşı vazifelerimizin ne olduğu, yüzyıllar önce zaten kitaplara yazılmış. Bilinmeyen bir husus değil… Ama bazıları hem bilip hem de bilmezden gelerek bu kitaplarla alâkası olmayan şeyler söylerse, kim olursa olsun biz ona karşı çıkarız. Doğru yazanları ise tasdik etmek vazifemizdir. Bir zat meselâ şunları yazmış: “Hazret-i Kur’an’ı eline alan herkesin abdestli olması farzdır. Abdestsiz, Kur’an ele alınamaz. Ancak, dini kitaplar için böyle bir mecburiyet yoktur. Dini kitapların sadece içinde bulunan âyetlere elle dokunmak için abdestli olmak gerekir. Ayetten boş olan yerlere, yazılara abdestsiz dokunulabilir, okunabilir. Kur’an’la dini kitap arasında böyle bir ince fark vardır. Kur’an-ı Kerim’in âyetten boş olan kısımları da âyet hükmündedir. Bu yüzden dikişli kabına bile abdestsiz dokunulamaz. Abdestsiz kimseler bir mendil veya bezle tutup bir yerlere koyarlar. Abdestsiz ele alamazlar.”
Bu cümleler baştan sona doğru ve asırlardan beri yazılagelen kitaplara uygundur. İslâmî hükümlerdir. Müslümanların Kur’an’a Karşı tutumunu anlatmaktadır.

Ne var ki, bir zat bu cümlelere çok bozulmuş. Kur’an’ın abdestli olarak tutulmasını hazmedemiyor. “Kur’an’dan, Resûlullah’tan, sahabe ve müctehit imamlardan, abdestin farz olduğuna dair sahih bir şey okumadığını ve duymadığını” söylüyor.

Halbuki, kendisi Resûlullah, sahabe ve müctehitler zamanında yaşamadığı için, duymaması normal. O normal de “Duymadım” demesi ne oluyor? Manen görüştüğünü falan mı îmâ ediyor acaba? “Okumadım” demesine gelince… Kitaplar o meseleyi barım barım bağırıyor ama, siz onları yok sayarsanız kitapların ne suçu var? Gözünü sıkıca kapat, sonra da güneş yok de.!. Ne âlâ iş… Sayın hocamız, bu mesele için 400.000 hadis, bazıları 30 cild olan lOOO’e yakın kitap ve mezheplere ait 40’ı aşkın kaynak taramış; ama abdestin şart olduğu hakkında bir hüküm bulamamış!..

Hani padişah bir suçluya 100 sopa vurulmasını emretmiş de, o da gülmeye başlamış. Niye güldüğü sorulunca “Padişahım ya sen hiç dayak yemedin veya sayı saymasını bilmiyorsun” demiş ya; bu da onun gibi…

Ya hocamızın bir günü 24 değil 240 saat veya kendisine, 950 sene peygamberlik yapan Nuh Aleyhisselam gibi uzun ömür verilmiş ki sadece bir mesele için bu kadar kitap karıştırabilmiş.
Bununla da kalmamış; diyor ki:

“Tüm mezhep ve meşreplerin temel referanslarından sayfalarca alıntı yapar, tercüme ederim.”
Edemezsin demek ne haddimize? Eder mi edersin…

Hocamız sonra yeri, vakti ve keyfi olmadığı için bu tercümeden vazgeçiyor ve tevazu gösterip “in iyisi, bu konularda en katı davrandığını bildiğim” dediği İmam Süyûtî’nin El-ltkan kitabından kısa bir tercüme yapıyor.

Ne var ki, tercüme ettiği yer, Kur’an’a abdestsiz dokunup dokunmamakla değil, abdestsiz okunabileceğine dair.

Ona itiraz eden yok ki. Çünkü âlimlerimiz zaten, ezbere Kur’an okunurken abdestli olmak şarttır demiyorlar. Yüzüne okurken, Kur’an’a dokunulmadığı takdirde abdestli olmak şarttır diyen de yok.
Amma bütün kitaplar, ister okunsun ister okunmasın, “Kur’an’a abdestsiz dokunulmaz” demektedir.
Hocamız bu noktaya cevap vermesi lâzımken, meseleyi başka tarafa çekiyor ve Peygamberimizden misal getirerek kendince kurnazlık yapıyor…

Ama misali geçersiz. Çünkü, Peygamberimiz Kur’an’ı zaten ezbere okuyordu.

400.000 hadisi ve binlerce kitabı taradığı halde, böyle bir hüküm bulamadığını söyleyen hocamız, -hadi yalan söylüyor demeyeyim- gerçekleri söylemiyor. Eğer dediği gibi gerçekten okumuş olsaydı, kaynak gösterdiği “İtkan” isimli meşhur eserin ilerki sahifelerinde, iddiasının tam tersini görecekti.
Madem “ltkan”ı kaynak eser kabul ediyorlar; biz de aynı eserden iktibas yapalım:

“Bizim ve âlimler topluluğunun görüşü, abdestsiz olanın Kur’an’a dokunmasının haram olduğudur. O abdestsiz olan, ister küçük abdest (namaz abdesti) almamış olsun, isterse büyük abdest (yani gusül abdesti). Çünkü Kur’an-ı Kerim’de, ‘Kur’an’a ancak temiz olanlar dokunabilir’ buyurulmaktadır. Sünen-i Tirmizi ve diğerlerinde geçen bir hadis şöyledir: Kur’an’a ancak abdestli olanlar dokunabilir.” (İtkan 2/1188 Dâr-ı İbn-i Kesir/Beyrut)

Hocamız, herhalde bunları yazdığı için İmam Süyûtî’ye, tercüme ettiğimiz için de bize kızmamıştır.
Kitabın dipnotu şöyle: Aynı hadis Dârimî’nin Talak bahsinde “Nikâhtan önce boşama olmaz” babında 2183 numarayla, Dâre Kutnî’de ise Taharet bahsinde “Abdestsiz olanın Kur’an’a dokunmasının yasak olması” babında yer almaktadır.

Ne dersiniz, hocamızın, bu meseleyi 400.000 hadisi taradığı halde bulamadığına inanalım mı? Ve kaynak gösterdiği “İtkan” isimli kitapta açık açık yazıldığı halde, “Bulamadım” demesine mi?
Arapça bilmeyen okuyucularımızın merakını giderelim. İtkan, Madve Yayınları tarafından “Kur’an İlimleri Ansiklopedisi” adıyla tercüme edilmiştir. Arzu edenler, 2.cilt, 44.sahifede bu meseleyi okuyabilirler.

“Kur’an Abdestsiz Ele Alınabilir mi?” başlıklı yazımız eksik kalmış, sütunumuz bitmiş, yazacaklarımız bitmemişti. Bu yazıda, olabildiğince kısa tutmaya çalışarak ilave bilgi vermek niyetindeyim.
Önceki yazımda, “Kur’an’a ancak abdestlî olan dokunabilir” manasındaki hadis-i şerifin bulunduğu üç eser ismi vermiştim, iki isim daha veriyorum:

1) Bedâiüs Sanâyf, 1/33, Beyrut, 1 987,
2) Feyzül Kadir, 6/455.

Aşağıda isimlerini vereceğim Arapça ve Türkçe eserlerin hepsinde de “Abdestsiz olarak Kur’an’a dokunmanın caiz olmadığı” hükmü yer almaktadır.

ARAPÇALAR:

1-Kadı Beyzâvî,
2-Rûhul Meânî,
3-Ruhul Beyan,
4-Ahkâmül Kur’an,
5-Tefsir-i Kebir. (Bu eserlerde Vakıa Sûresi’nin 79. âyetinin tefsirine bakılabilir.)
6-Dürerül Hükkâm,
7-El-Muğnî,
8-Muhit,
9-Kâfî,
10-Hidâye,
11-Merâkıl Felah,.
12-Tahtâvî,
13-EI-Mezâhibül Erbaa,
14-Bedâiü-s Sanâyî,
15-İtkan.

TÜRKÇELER:

1-Elmalılı Tefsiri,
2-Çantay Tefsiri,
3-5 Prof. ve l doçent tarafından hazırlanan TDV meali,
4-Enver Baytan, eski İstanbul Müftüsü A. Fikri Yavuz ve Ahmed Davudoğlu tarafından hazırlanan meallerde, ilgili yere bakılabilir. (Yani Vakıa Sûresi, 79. âyet)
5-Ahmed Zühdü Paşa’nın (Osmanlıca) Mecmua-ı Zühdiye,
6-Numan Kurtulmuş’un Âmentü Şerhi,
7-Fatih devri âlimlerinden Molla Hüsrev’in,
8-Büyük İslâm Fıkhı ismiyle tercüme edilen Dürer Tercümesi, .
9-Mehmet Zihni Efendi’nin Nimet-i İslâm,
10-Eski Diyanet İşleri Başkanlarından Ahmet Hamdi Akseki’nin İslâm Dini,
11-Eski Diyanet işlerj Başkanlarından Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslâm İlmihali Bu eserlerin “Abdest” bahislerine bakılabilir.
12-Prof. İbrahim Canan’ın Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi (4/289),
13-Ibn-i Abidin Tercümesi, (l /l 10, 1/217),
14-İmam Gazâlî Hazretleri’nin İhya u Ulûmiddin Tercümesi (1/797), .
15-Kur’an İlimleri Ansiklopedisi ismiyle tercüme edilen İtkan Tercümesi (2/444).

Okuyucularımıza kolaylık bakımından Türkçeler bana göre daha mühim…

“Abdestsiz olarak Kur’an’a dokunulamayacağı”nı yazan eserler bunlardan ibaret olmayıp, eski yeni birçok eserlerde bu hüküm tekrarlanmaktadır.

Esasen, “El ârîfü yekfihil işâre” kabilinden, tek bir eserde bile yazılı olsa -niyet kabul etmekse-, bu hükmü kabul etmeye o tek eser dahi kafidir-. Daha fazla eser ismi istenirse önümüze Süleymaniye Kütüphanesindeki kitapları da yığsak, -şazlar hariç- “Kur’an’a dokunmak için abdestli olmak şarttır” hükmünden başka bir şey bulamayız.

Prof. Hüseyin Algül, Prof. Yunus Aydın, Prof. İbrahim Kâfi Dönmez, Prof. Mehmet Erdal, Prof. Ömer Faruk Harman, Prof. Ahmet Saim Kılavuz, Prof. Süleyman Uludağ ve İrfan Yücel’den meydana gelen heyetin hazırladığı ve Prof. Hayrettin Karaman, Ali Bardakoğlu ve . H. Yunus Aydın’ın gözden geçirdikleri İLMİHAL İman ve İbâdet isimli yeni eserde bile, Sünnî mezheplere göre “Abdestsiz olanların Kur’an’a dokunamayacakları” vurgulanmaktadır. (1/196)

Sünnî âlimlerin asırlardan beri bize ulaşan kitaplarındaki, “Abdestsiz olarak Kur’an’a el dokunulamaz” hükmü ortadayken, “Bu mesele de nereden çıktı?” şeklinde bir itirazın, Müslümanları şüpheye düşürmekten başka bir şeye yaramadığı görülüyor.

Âlimlerde, ilmin verdiği bir vakar bir ağırlık aranır. Öyleyken, “Üçüncü, besinci sınıf ilmihaller” diye o kitaplarla dalga geçmek, üzücü ve incitici bir hal değil midir?

Rica ederim! “Kur’an’a dokunmak için abdest almak şarttır” dedikleri, daha doğrusu bunu yazan âlimlerin yazdıklarını eserlerine aldıkları için, bir Ahmed Hamdi Akseki’nin, bir Ömer Nasuhi Bilmen’in ilmihalleri üçüncü, beşinci sınıf ilmihaller midir?..

Müslümanlar hakkında reva görülen şu cümlelere de üzülmemek mümkün mü?

“Utanmadan yıllar yılı mezhepsizlik edebiyatı yapan mezhepçiler.”

“Mezhepçilik yapan şarlatanlar sizi dolmuşa bindiriyor.”

“Tulumbacı takımı.”

“Dinini donundan biraz ciddiye alan bir Müslüman…”

“…bitli baklanın kör alıcısı.”

Bu cümleler hiç de hoş ifadeler değil…

Geçmiş âlimleri kabul etmeyip, onların “Kur’an okumakla Kur’an’a dokunmayı birbirine karıştırdıklarını” ve bu hususta “tarihi” bir yanılgı içinde olduklarını” söylersek, bu mantığa göre, onların yazdıklarına nasıl güveneceğiz? Onların yazdıklarına, aktardıklarına güvenmezsek elimizde ne kalır?

Esas mesele, mütekaddimîn ve müteahhirîn ulemânın kitaplarına itimat edip etmemek, kabul edip etmemek meselesi…

Biz, hem itimat ediyor hem de o kitaplardaki meseleleri kabul ediyoruz.

Tarihi bir yanılgı içinde olduklarını da kabul etmiyoruz….

“Müslüman Aklının Yeniden İnşâsı”nda Abdestsizliğin Rolü!*

Her şey, Ahmed Şahin Bey’in Zaman gazetesindeki sütûnunda, bir okurunun suâline verdiği cevâb ile başladı.

İş bu cevâbında Ahmed Bey bir okuyucusunun “dînî kitaplara abdestli dokunulup dokunulamayacağı”na dâir bir suâlini ele almakta ve, hülâsaten, mezkûr kitapların âyet-i kerîme bulunan kısımlarına dokunulmamak kaydıyla bunun olabileceğini, bunların okunabileceğini ama Kur’ân-ı Kerîm’i ele almak için abdestli olmanın farz olduğunu; hiç de abdestsiz mezhepsizlere değinmeden, onlara sövmeden, gâyet halîm selîm bir sûrette beyân etmekteydi![1]

Fakat gelin görün ki buna rağmen mevzûbahis mes’ele, “Müslüman aklını yeniden inşâ etme”(!) heveskârı bir neo-müctehidin pek derin bir karın ağrısının yeniden depreşmesine neden olur! Öyle ki bu zât, Ahmed Bey’in mezkûr yazısının kendilerine jurnallenmesi üzerine hemen kaleme sarılır ve “tezgâhında mezhep satan”, “mezhepsizlik edebiyatı” yapan “utanmaz”, “şarlatan” “mezhepciler”den başlar da, “tulumbacı takımı”nın H.Karaman gibilerine tahammül edemeyip bunların tepesine iftira küfelerini boca etmek sûretiyle nasıl milyonlarca “müctehid” taslağının doğuşuna neden olduklarından[2] çıkar da nihâyet sadede gelir![3] Ve “ümmetin en büyük problemi olan anlama problemi”ni(!) çözmüş bu neo-müctehid “derin bir tefakkuh” ile sorar: “Kur’an okurken abdest almak farzdır” öyle mi?!”[4] Sorar sormasına da biz de; semantik parçalayan, müteşâir, edîb, muhakkik, müdekkik, müverrih vs. sıfatları hâiz bir “müctehid”den (!) nasıl olmuş da böyle bir suâl sâdır olmuş diye taaccüb ederiz?![5]

Bilâhire öğreniyoruz ki M.İslamoğlu’nun -belli ki bir “yara”dan kaynaklanan- bu münâsebetsiz, galîz mezhepsizlik edebiyâtı aslında “Tek kelimeyle “Müslüman aklının yeniden inşası”na katkıda bulunmak” içinmiş. Ve “Bu da ancak, “klâsik Müslüman aklını” tahlile tabi tutmakla mümkün” imiş![6] Hâsılı “Müslümanların dibi delik testisi”nden suâl eyler imiş![7]

“Müslüman aklının yeniden inşâsı” gibi mavalları anlayan ve bunlara itibâr eden çıkar mı bilmem, lâkin bu yaldızlı sözün sâhibinin, Ignaz Goldziher’in Die Richtungen der Islamischen Koran Auslegung nâm meşhur eserinin Arapçasından (Mezâhibu’t-Tefsîri’l-İslâmî) yaptığı tercümeyle (İslâm Tefsir Ekolleri) bu dile olan vukûfiyetsizliğini bihakkın ısbât etmiş iken[8] Tefsir yazma cesâretini gösterebilmiş olduğunu bilirim! Varın bu cesâretin ne cesâreti olduğuna siz kara verin…

Muhterem baba Ahmed İslamoğlu Hoca Efendi’nin teessürü boşuna değil zâhir:

“Muhterem Ali Eren Beyefendi!.. Selamlar, sevgiler, dualar, hürmetler… ALLAH, hidayet ve salah veresice oğlum Mustafa İslamoğlu’na köşenizde verdiğiniz, “Kur’an–ı Kerim’e el sürme” mevzuunda, alimane, arifane, vakıfane cevabınızdan dolayı sizi canı gönülden tebrik eder ve halisane şükranlarımı arz ederim. Hürmet ve dualarımla… Aciz Ahmed İslamoğlu. Mütekait (emekli) imam–hatip ve fahri vaiz. Develi / Kayseri.

Not:

“Muhterem Hocam (Ali Eren)!… Mustafa’nın dâl ve mudılliği, baba olarak bizi çok huzursuz etmektedir. Salahına dua etmekteyiz. Sizlerden de ıslahına dua istirham etmekteyiz. İcap ederse, bu kısa tebrik ve teşekkürnamemi köşenizde dipnot alarak neşredersiniz… Milyonları ifsat ve idlal etmesin… Cevabınız, fakiri pek memnun ve mesrur etti. Hak razı olsun…”[9]

Lafı daha fazla uzatmaya lüzûm görmüyorum. Zâten buna vaktim ve yerim de yok. Biz sâdece muhterem kârîlerimiz “klasik Müslüman aklı”nı tahlîle yeltenenlerin, onu yeniden -sözüm ona- inşâya heveslenenlerin, bu dîn-i mübîni kumaş kendilerini makas zannedenlerin hâlini bir nebze olsun görsün istedik, o kadar… görsün de “bitli baklanın kör alıcısı olmasın”, vesselâm…

Zeyl

Kur’ân-ı Kerîm’e dokunmakla ilgili mezkûr münâkaşa etrâfında gelişen literatür, bizim tesbît edebildiğimiz kadarıyla, aşağıdaki gibidir (bunun evveliyâtı ise zâhirî Muhaddislerle Hanefî Fukahâ arasındaki münâkaşalara kadar uzanmaktadır. Bu münâkaşaların mâhiyeti, kıymeti ve cumhûr ulemâ ile birlikte Hanefî Fukahâ’nın bu mes’eledeki isâbetli tutumu için bkz.: Zekeriya Güler, Zâhirî Muhaddislerle Hanefî Fakihleri Arasındaki Münakaşalar ve İhtilâf Sebepleri, Türkiye Diyanet Vakfı nşr., Ankara, 1417 [1997], 59-70.s.):

1. Ahmed Şahin, “Dinî Kitaplar Abdestsiz Okunamaz mı?”, Zaman, 16 Rebîü’l-Âhir 1421 (18 Temmuz 2000).
2. Mustafa İslamoğlu, “Bilmez Ki Sorsun, Sormaz Ki Bilsin!”, Akit, 27 Cemâziye’l-Âhir 1421 (25 Eylül 2000).
3. Ali Eren, “Kur’an’a Abdestsiz Dokunulabilir mi?”, Yeni Mesaj, 2 Receb 1421 (30 Eylül 2000).
4. Ali Eren, “Kur’an, Abdestsiz Ele Alınabilir mi? (1)”, Akit, 4 Receb 1421 (2 Ekim 2000).
5. Mustafa İslamoğlu, “Bu Ümmetin En Büyük Problemi, “Anlama Problemi”dir”, Akit, 4 Receb 1421 (2 Ekim 2000).
6. Enver Baytan, “Kur’an’a El Sürmek”, Akit, 4 Receb 1421 (2 Ekim 2000).
7. Mustafa Kaplan, “Zemzem Kuyusu…”, Akit, 7 Receb 1421 (5 Ekim 2000).
8. Mustafa Kaplan, “Aya Çıkmaya Gerek Yok”, Akit, 8 Receb 1421 (6 Ekim 2000).
9. Ali Eren, “Kitaplar Ne Yazıyor?”, Akit, 11 Receb 1421 (9 Ekim 2000).
10. Mustafa İslamoğlu, “Bu Köşenin Saygıdeğer Okurlarına!”, Akit, 11 Receb 1421 (9 Ekim 2000).
11. Dücane Cündioğlu, “Kolunu Hızara Kaptıran Ustalarımız Olsaydı…”, Yeni Şafak, 12 Receb 1421 (10 Ekim 2000).
12. Mustafa Kaplan, “Hoca’nın İltifâtı”, Akit, 14 Receb 1421 (12 Ekim 2000).
13. Mustafa İslamoğlu, “Testilerinizin Ahvalinden Sual Eylerim”, Akit, 18 Receb 1421 (16 Ekim 2000) (mes’eleyle bilvesîle ilgili).
14. Ali Eren, “Vaiz Babanın Teşekkür ve Üzüntüsü”, Yeni Mesaj, 23 Receb 1421 (21 Ekim 2000).
15. Burhan Bozgeyik, “Kur’ân-ı Azimüşşan’a Hürmet, Şiârımızdır”, Millî Gazete, 10 Şa’bân 1421 (6 Kasım 2000).
16. Burhan Bozgeyik, “Kur’ân’a Abdestsiz El Sürülemez”, Millî Gazete, 12 Şa’bân 1421 (8 Kasım 2000).
17. Burhan Bozgeyik, “Lafzullah’a ve İsm-i Nebi’ye Hürmet…”, Millî Gazete, 14 Şa’bân 1421 (10 Kasım 2000).

Yûsuf Hanîf

7 Şevval 1421 (3 Ocak 2001)
Dersaâdet
(e.posta: yusufhanif@gmail.com)

* İslâmî Edebiyat, 33. ‘aded, Zilhicce 1421 – Muharrem-Rebiu’l-evvel 1422 (Nisan-Haziran 2001), 93-94.s..

[1] Ahmed Şahin, “Dinî Kitaplar Abdestsiz Okunamaz mı?”, Zaman, 16 Rebîü’l-Âhir 1421 (18 Temmuz 2000).

[2] Bu serzeniş bize cidden pek enteresan geldi! Yâni acabâ hazret, “o tulumbacılar yok mu; bi bırakmadılar ki Karaman hoca ağız tadıyla ictihâd yapsın da millet müctehid görsün. E adama fırsat vermeyince de müctehid taslakları türeyiverdi!” mi demek ister?… O tulumbacılar kimlerdir bilmem ama, etkili ve de yetkili İslâmî çevrelerde sivil “müctehid” H.Karaman’dan gayrı kendisine ve “ictihâd”larına bu kadar perestij edilen (o kadar ki Akit gazetesini açıkça “toplumsal barışı zedelemek” ile ittihâm etmesine rağmen [bkz., “Başka Türkiye Yok”, Ruşen Çakır’ın H.Karaman ile yaptığı mülâkat, Milliyet, 21 Rebîü’l-Âhir 1421/23 Temmuz 2000] yine de bu gazetenin gözdesi olmuş ve makâleleri iktibâs edilmiştir) başka bir ismi hâlâ bilmiyorum!

[3] Mustafa İslamoğlu, “Bilmez Ki Sorsun, Sormaz Ki Bilsin!”, Akit, 27 Cemâziye’l-Âhir 1421 (25 Eylül 2000).

[4] A.g.m..

[5] Ve dahî Ali Eren Bey: “İyi de, “Kur’an okurken abdest almak” nasıl olacak? Yahu, insan Kur’an okurken abdest almak istese bile alamaz ki. (…) Bi kere, bazıları hafızdır; Kur’an’ı ezbere okur. Bazıları Kur’an–ı Kerim’i eline alıp yüzüne bakarak okur. Bazıları da başkasının önündeki Kur’ an’a bakarak eline almadan okur. Bazan da hiç okunmaz da sadece Kur’an–ı Kerim bir yerden alınıp bir yere konulur. Bunların hepsinin hükmü ayrı ayrıdır…” (“Kur’an’a Abdestsiz Dokunulabilir mi?”, Yeni Mesaj, 2 Receb 1421 [30 Eylül 2000]).

[6] M.İslamoğlu, “Bu Ümmetin En Büyük Problemi, “Anlama Problemi”dir”, Akit, 4 Receb 1421 (2 Ekim 2000).

[7] M.İslamoğlu, “Testilerinizin Ahvalinden Sual Eylerim”, Akit, 18 Receb 1421 (16 Ekim 2000).

[8] Ömer Özsoy’un mezkûr tercüme ile ilgili mufassal bir tenkîdi için bkz.: İslâmiyât, Ramazân-Zilhicce 1418 (Ocak-Mart 199 , 1.c., 1. aded, 111-122. s.. Heyhât ki “yeniden inşâcı” neo-müctehidimiz oturup hatâlarını tashih edeceğine, “çok biliyorsan sen çevir de görelim. Hem ben bu tercümenin kâhir ekseriyetini hapishâne köşelerinde yaptım, bilmiyor musun?” meâlinde cevâb vermek (!) sûretiyle (M.İslamoğlu, “Bir Tercümenin Serüveni”, Yeni Şafak, 20 Zilkâde 1418 [19 Mart 1998]) bir kez daha seviyesini izhâr etme yolunu seçmiştir! (D.Cündioğlu’nun da bu mes’eleyle ilgili bir makâlesi Yeni Şafak’ta neşrolunmuştur. Bkz., “Ignaz Goldziher’in “Richtungen”i Türkçe’ye Çevrildi mi?”, Yeni Şafak, 18 Zilkâde 1418 [17 Mart 1998]).

[9] Ahmed İslamoğlu’ndan Ali Eren’e mektub, Ali Eren, “Vaiz Babanın Teşekkür ve Üzüntüsü” içinde, Yeni Mesaj, 23 Receb 1421 (21 Ekim 2000).
__________________
Mustafa SELMAN

Soru: Adet halindeyken oruç tutabilir miyim, dinen bir sakıncası var mıdır?

Cevap: Bu Hz. Aişe’nin kendi yaklaşımını aktardığı bir hadise dayanılarak tüm imamlarımız tarafından bir ruhsat olarak değil sanki bir yasak olarak değerlendirildi. Allah’u alem bizim konuyu Kur’an ekseninde yeniden tarayarak vardığımız sonuç o ki, vahye göre hayız “ezen” yani “rahatsızlıktır”. Hasta bir kimsenin orucunu isterse erteleyebileceği ve gününe gün kaza edeceği, istemezse ertelemeyeceği hükmü ise Bakara 184’ün açık hükmüdür. Bu sorunuzun cevabını ben değil Kur’an böyle vermiştir. Ona sorup cevabını aldınız.

Soru: Hocam; Hz.Peygamber’in gelecekle ilgili hadisleri olabilir mi?

Cevap: Kur’an açıkça Rasulullah da dahil kimsenin geleceği bilemeyeceğini söyler. Efendimiz de bunu tekrarlar (Osman b. Mazun’un hanımına “vallahi yarın bana ne yapılacağını bile bilmiyorum” sözünü hatırlayalım) Kıyamete, onun alametlerine dair hadisler Rasulullah’ın bir tür tahminleri ve bu konudaki nasları ve olayları “OKUMALARI”dır. Ve efendimizin okumaları bizim için çok değerlidir. Kehanet ve gelecekten haber olarak değerlendirilmemelidirler.

CEVABA CEVAP

“O, gaybı”, hissedilemeyen her şeyi “bilendir. Gaybını kimseye göstermez.” Yani onun gösterip açıklamadığı şeylere, yaratıklarından hiç kimse kesin bilgi hasıl edecek bir şekilde muttali olamaz.
“Ancak” risaleti ile ilgili bazı gaybları açıklamak için “seçip beğendiği bir Rasul müstesna.” Cin s. 26-27. a. Ruhu’l Beyan 9/334

O (s.a.v.)’in -Kur’ân’da bildirilenler hariç- ileride vuku bulacağını söylediği gaybî haberlerden birkaçını burada zikredebiliriz:

Bedirde Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in savaş öncesinde –Ebu Cehil, Utbe, Şeybe ve Velid gibi- inkârcıların ileri gelenlerinin öleceklerini yerleriyle birlikte haber vermesi ve bu durumun aynen gerçekleşmesi; vefatından sonra ailesi içinde kendisine ilk kavuşacak olanın Fatıma (r.a.) olacağının haber verilmesi ve altı ay sonra kızının babasına kavuşması; Hz. Hasan daha küçük bir yaşta iken, ona işaretle “Bu benim evladım Hasan, o seyyiddir, Allah onunla iki azim topluluğu birbiriyle sulh ettirecektir.” buyurması ve bu durumun ileride aynıyla tahakkuk etmesi; Ammar b. Yasir’in vuku bulacak bir fitne içinde şehid edileceğinin haber verilmesi; annesi tarafından akrabası olan Ümmü Haram’ın ileride bir sefere iştirak edeceğini haber vermesi ve bu haberin Kıbrıs seferiyle gerçekleşmesi…

NEBİ (S.A.V.) EFENDİMİZİN ALLAH’IN İNAYETİ VE İZNİ İLE GAYBE (BİLİNMEYEN HUSUSLARA) ITTILASI

Bu hususta varit olan hadîsler dibi bulunmayan, suyu bitmeyen bir deniz kadar çoktur…

Bu mucizesi, bize kesinlikle, mütevatiren vasıl olan mucizelerindendir.

Bize, imam Ebu Bekr, Muhammed b. e/- Velid, el- Fihrî, Ebu Bekr, Ali ei-Tüsterî, Ebu Ömer el-Haşimî, El-Lu ‘luî, Ebu Davud, Osman b. Şeybe, Cerir el-A’meş Ebu Vâil (senediyle)
Huzeyfe (radıyallahu anh)’dan. Dedi ki: ‘Resûluİlah bize öyle bir hutbe okudu ki, kıyamet gününe kadar (vaki olacak) hiçbir şey anlatmadan bırakmadı. Onu ezberleyen ezberlemiştir, unutan unutmuştur. Bu arkadaşlarım onu bilmiştir. Öyle şey olur (vaki olur) ki ben onu anlar ve hatırlarım, kendisinden uzak düşmüş kişinin yüzünü hatırından geçirip de bilahare gördüğünde onu tanıyan gibi.”

Sonra Huzeyfe (radyallahu anh) dedi ki:

“Arkadaşlarım unuttular mı, yoksa unutur gibi gözüktüler mi, bilmiyorum; vallahi, Allah’ın Resulü{sallalahu aleyhi vesellem), dünyanın sonu gelinceye kadar fitneye önderlik edecek üçyüz kadar insanın adını söylemeden geçmemiştir. Hemen hepsinin ismini, babasının ve kabilesinin ismini söylemiştir.” (1040).

Siyah sancaklarla Abbasoğulları’nın çıkıp bir öncekilerin mâlik olduktan şeylerin bir kat daha fazlasına mâlik olacaklarını da haber vermiştir (1048),

Mehdî’nin çıkacağını (1049) Ehl-i Beyti’in başına gelecek musibetleri (1050), Ali(k.v.)’nin öldürüleceğini (Taifenin en kötüsü, sakalının başından (akan kanla) boyanmasına sebep olacak olan kimse (İbn-i Mülcem)’ dir.

Ali (k.v,);

“Ateşi bölüştürendir. Dostları cennete, düşmanları ise cehenneme girecektir,” (1051) sözü ile haber vermiştir.

Hazreti Ali’ye karşı çıkanlardan Haricîler, Nasibeler, Rafîzîler’den bazıları olmuştur (onu tekfir etmişlerdir.)…

Hazreti Osman’ın Kur’ân okurken öldürüleceğini söylemiştir. Düşman-larının üzerinden çıkarmak istedikleri gömleği Allah’ın giydireceğini haber vermiştir. Kanının Allah’ın (FESEYEKFİKEHÜMÜLLAHU) kavi üzerine döküleceğini de bildirmiştir (1052).

Ve bütün bu dedikleri olmuştur. Ömer hayatta olduğu sürece fitnenin zuhur etmeyeceğini bildirmiştir (1053). Zübeyr’in Ali’ye karşı (radıyallahu anhüma) çıkıp harp edeceğini (1054), Haveb köpeklerinin hanımlarından birine (o vak’ada) havlayacağını ve o vakıada birçok kimsenin öleceklerini, o hanımının kurtulacağını haber vermiştir. Gerçekten de köpekler Hazret-i Âişe’ye Basra’ya vardığında havlamışlardır (1055).

Şifa-i Şerif Kadi İyaz 337,340. s.

Bunlardan başka onlarca örnek için bkz. Şifa-i Şerif 337-351

Soru: (…) Bile bile ve şartları müsaitken bırakılan “namazın” kazası olur mu?..

Cevap: Evet, İmam İbn Teymiyye, hocası İbnu’l-Cevzi, büyük talebesi ibn Kayyım el-Cevziyye “Bile bile terkedilen namazın kazası olmaz” demişler…

Soru: Sorum Hz.İsa ile ilgili olacak. Onun tekrar geleceğine inanan yakın dostlarıma nasıl anlatayım da veya nasıl cevap vereyim de, biraz da olsa bilgi sahibi olsunlar. (…) Buhari, Müslim gibi zatların hadislerini gösterdiklerinde bu hadisler uydurma diyemiyorum ve yorum yapamıyorum. Çünkü; hadislerin gerçekliğini bilemiyorum. Bana bu konuda yardımcı olabilir misiniz? Ben gelmeyeceğine inananlardan olduğumu ifade ettiğimde bana itikatımdan bahsediyorlar…

Cevap: Aynen ben de öyle yapıyorum. Bu doğru olan. Buhari ve Müslim’deki hadisleri izahın binbir yolu var. İsa’nın gerçek inancı onu takip edenlere dönecek de diyebiliriz. Fakat bu hadisler haber-i vahid. Zan içerir. Yanlış ve yalana ihtimali vardır. Bu tür haberler akideye konu olmazlar. Bu yeterlidir.[1]

Problem:

Benzer örnekler arasından rast gele seçtiğim bu soru ve cevaplar, ciddiye alınması gereken bir “mesele”yle karşı karşıya bulunduğumuzu gösteriyor. Bu köşede fetva sorma/verme konusuyla ilgili birçok yazı okudunuz. Âdâbu’l-müftî ve’l-müsteftî meselesini gömeli hayli zaman oldu. Onu anlıyoruz da, şahsen benim anlamadığım bir şey var: Milyonlarca kişinin kullanımına arz ederek kalıcılaştırdığı bu ve benzeri yanlışların telafisinin olmadığını bu arkadaşımız bilmiyor mu?

Ali el-Karî, “Kim ilimsiz fetva verirse günahı fetvayı verenin boynunadır[2] hadisi üzerinde dururken ilginç bir noktaya temas eder. Hadis iki şekilde anlaşılmaya müsaittir. Birincisi yukarıda verildiği gibidir. İkincisi ise şöyledir: “Kim ilimsiz olarak fetva verirse, günahı, ona fetva soranın boynunadır.”[3] Çünkü fetvaya ehil olmayana soru soran kişi, onu, bilmediği ya da “yeterince” bilmediği bir konuda fetva vermeye teşvik etmiş olmaktadır.

İslamoğlu’nun Anormal İfadeleri

“Muhammed ümmetinin Kur’ân’ı tahrifi”,[65] “tefsir ve te’vil adı altında yapılan tahrif, belki de İslam ümmetinin Yahudileşme alametlerinden birincisi olan tahrif sürecinde en büyük yeri işgal eder.”[66]

“Ümmeti Musa’nın Tevrat’a yaptığının benzerini Ümmeti Muhammed de Kur’an’a yaptı.”[67]

Ümmetin Yahudileşme Temayülüne bir örnek: Cuma suresi,[68]…“Ehli kitaplaşacaksınız,”[69]

Yukarıda bir iki tanesini örnek verdiğim bu ve benzeri ifadeleri çok rahat ve bolca kullanan sayın İslamoğlu, kendisinin de “Ümmeti Muhammed’in” bir ferdi olduğunu unutmuş gibi konuşuyor.
Sayın İslamoğlu’nun dilinden günümüzden başlayarak ta tabiine hatta sahabe’ye varana kadar bir çok İslam alimi kurtulamazken, İslam aleminde ilk defa sapık görüşlerini devlet eliyle halka zorla kabul ettirmeye çalışan ve tarihe mihne olayı diye geçen 15 senelik istibdat döneminin mucitleri olan Mutezile’ye “Dahası Mutezile, değil işgalci emperyalist bir yabancı gücü desteklemek, bazı imamları eliyle yerli yöneticilerin zulümlerine karşı mücadele vermişlerdir.”[70] diye yumuşak bakması, yine kendi ifadesiyle Müslüman bir yöneticiyi ABD başkanına şikayet edecek kadar ecnebi hayranı ve müsteşriklerden beslenen istişraki fikirleriyle Müslümanların gerçek gündemlerini saptıran Fazlurrahman’ı “ilim dünyamızın değerli ismi ve bir yanıyla reformist sayabileceğimiz,”[71] diyerek değer vermesini anlamak gerçekten zor. İnsan “acaba” demekten kendisini alamıyor.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu