Musa Cârullah Bigiyef
1875 yılında Rusya’nın Rostov Nadon şehrinde doğdu. Kazan’daki Gölboyu Medresesinde devam ettiren Cârullah burada fazla durmadan İstanbul’a gelir. İstanbul’da da mukavemet edemeyerek Mısır’a gider. Aslında eğitimini tamamladığı söylenemez. Kendi istek ve arzularına uymayan medreseleri terk etmiştir.
Tarihü’l Kur’an ve Mesahif, Rahmet-i İlahiye Burhanları, Islahat Esasları ile birlikte 11 kitabı vardır. 29 Ekim 1949’da Kahire’de ölür. Mısır’da Muhammed Abduh’un ders halkasına katılmıştır. Musa Cârullah Bigiyef’in görüşleri hocası Abduh ile paralellik gösteriyordu.
Musa Cârullah şöyle demektedir: “Saltanat muharebeleri, mezheplerin ayrılmasına ve İslamiyetin parçalanmasına sebeb oldu.” Mezheplerin oluşumunu, bu savaşlara bağlamak herhalde İslam tarihi bilgisi eksikliğinden olsa gerek. Zira mezheplerde temel şartlar aynı olmakla beraber, teferruatta ayrılma vardır. (Ehl-i Sünnet mezhepler için) Musa Cârullah mezheplere dil uzatırken dine de saldırmıştır: “Müslümanlar dört mezhep içinde sıkışıp kalırsa, terakkiye, ilerlemeye imkân olmaz. Aklı, önce dinin esaretinden kurtarmalıdır.” İşte bunu söyleyen sözde din adamı. İslam dini acaba çalışmaya mı mâni, teknolojiye mi? Elbette hayır. İslam, aklı kullanırken aklın kölesi olmaya ve aklı Allah’ın kanunlarının önüne geçirmeye karşıdır. Dört mezhebi terakkiye mâni görenler acaba hangi güzelliği Müslümanlara sunmuşlardır. Asıl terakkiye mani olanlar, fitne çıkarmayı İslam’a hizmet sanan dinde reformculardır. Akıl, dinin önüne geçemez, dine hükmedemez. Çünkü akıl, devire, zamana ve mekâna göre değişir. Lâkin vahiy ise değişmez. Nitekim Kur’an-ı Azimüşşan, zaman ve mekân üstündür.
Musa Cârullah Bigiyef şöyle der: “İslam dini, tek bir adam tarafından ortaya konulmuştur.” Bu iddiaya dinimizin Allah tarafından gönderildiğine dâir şüphesi olan bir ağızdan çıkmıştır. Şurası dikkat çekicidir; Hamidullah da şöyle demişti: “Peygamber geldi, dolaşdı, bilgi topladı ve 40 yaşında peygamber oldu.” Yani; dini tecdid edeceklerini söyleyenlerin lafları sanki aynı ağızdan çıkmaktadır. Bu yüzdendir ki, Musa Cârullah’ı batılılar çok sevmiştir ve ona ‘İslam’ın Lutheri’i demişlerdir. 1917 senesinde Moskova’da toplanan Rusya Müslümanları Kurultayında reform hareketleri konuşulmuştu. Musa Cârullah divan üyesi sıfatıyla katıldığı konuşmada şunu söyler: “Efendiler! Unutmayınız ki, Kur’an’ın bazı kuralları eskimiştir. Bunları tarihin malı saymak lazım.”
Musa Cârullah şöyle demektedir: “‘Evvelki mezheplerin birini taklid etmek vaciptir.’ itikadı İslam dünyasında şu güne kadar devam etti. Şu taklid zilleti bizim fikirlerimize körlük verip, ictimai hallerimize, dünyamıza arlık verdi de, akıbet muciz şeriatımızı da itibardan indirdi. Bize fikir hürriyeti lazımdır, İslamiyetin kudsiyeti de lazımdır. Ben mezhepleri de taklid ederim, İslamiyeti de taklid ederim.” Sanki İslam ile dört mezhep farklıymış gibi algılayan ve bunu anlatan Bigiyef, gerekirse hürriyetten sonra İslamiyet’i de taklid edebileceğini söyler. Hüccetüllah-i Baliğa adlı eserinde Şah Veliyyullah-ı Dehlevî hazretleri şöyle demektedir: “Tanzim ve tedvin olunmuş bu dört mezhebin günümüze kadar taklid edilmesinin cevazı hakkında bu ümmetin ve ümmetten kabul edilen herkesin ittifakı ve icmaı vardır. Bu mezheplerin taklidinde, özellikle azim ve gayretin son derece azaldığı, insanlara heva ve hevesin hâkim olduğu, herkesin kendi görüş ve düşüncesinden başkasını beğenmediği, günümüzde gözardı edilemeyecek faydalar vardır.” Dört mezhebi taklidin gerekliliğini; dinde aklına göre değişiklik ve yenilik yapmak isteyenlerden korunmak içindir.
Musa Carullah Bigiyef’e, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, “Yeni İslam Müçtehidlerinin Kıymet-i İlmiyyesi” adlı tenkit yazmıştır.