Selefilerin Anatomisi

Vahhabilerin Ehl-i Sünnet ve Tasavvuf Ulemasına Kafir Demeleri

Vahhabilerin, ‘Kitab’üt-Tevhid ve Feth’ul Mecid’4 gibi kendi kitaplarına bakıldığı zaman, ehl-i sünnet itikadının doğru gördüğü; şefaat, vesile, mevlid-i şerif, türbe ve türbe ziyareti gibi hususları kabul edenleri puta tapan müşriklerle aynı kategoriye koyarak, küfürle itham ettikleri görülmektedir.

Bunlar, özellikle şefaati ve Meded Yâ Rasulallah! demeyi şirk olarak gördükleri için, dolayısıyla İmam-ı Azam Efendimize de kafir demiş oluyorlar. Çünkü İmamı Azam (Radiyallahu anhu), Rasullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin kabri basma giderek yazmış olduğu,
1 Ali el-Muttaki, Kenzul Ummal, Hadis No: 39059.
2 Sahih-i Müslim, zikir 6.
3 Gümüşhanevi, Râmûzu’l-Ehâdîs, Hadîs No:4076; Taberani, Mu’cem’ul Kebir, Hadis No: 17678.
4 Bu kitaplar hakkında bilgi yukarıda verildi.

inancını ve itikatını açıklayan “ed-Dürrü’1-meknûn” adlı kasidesinin şu beyitlerinde:
Ben tama’ ediciyem senin keremin zerresin, Yok Ebu Hanife için alem içre masiva.
Ben fakire kıl şefaat ya rasulallah meded Kapına yalvarı geldim, dilerem senden ginâ.
Sensin ol safi, müşeffe’ cümleden ekrem meded Ümmetin senden himayet ister, eyler iltica.
Olsun ihsanın bana yarm şefaat eylemek, Ola kim haşrolayım yevmel ceza tahtel liva.”
Demek suretiyle RasuluUah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizden şefaat, meded ve yardım dilemektedir.
İmam-ı Azam Efendimizin geleceğini işaret eden, çok sayıda Hadis-i Şerif nakledilmiştir. Bunlardan en meşhur olam:
Buhari ve Müslim ve diğer bir çok Hadis kitaplarmda, Ebu Hureyre (Radiyallahu anhu) ve sair Ashab-ı Kiram tarafından nakledilen Hadis-i Şerifte RasuluUah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz buyurdu ki:
“Eğer din Süreyya yıldızına gitmiş olsa bile Farslardan bir kimse veya Faris oğullarından birisi muhakkak ona gider ve onu uzanıp alır.”1
1 Sahih-i Buhari, Tefsir’ul-Kur’an 62 (Suret’ul Cuma 1); Sahih-i Müslim, Fedail’us-Sahabe 59 (230); Ahmed Bin Hanbel, Müsned, Hadis No: 7735, 9038; Gümüşhanevi, Ramuzu’l Ehadi, Hadis No: 6126. İbn-i Hacer-i Mekkî Hazretlerinin “Hayrât-til-Hisân” kitabında naklettiği bir Hadîs-i şerifte de:

Safi âlimlerinden olan İmam Suyûti hazretleri buyuruyor ki: Bu Hadis-i Şerifin, İmam-ı Azam’ı gösterdiği söz birliği ile bildirilmiştir. Nu’man Alûsi’de bu Hadis-i Şerifin Ebû Hanife’yi gösterdiğini, dedesinin Faris cinsinden olduğunu yazmaktadır.1
Bu Hadis-i Şerifin de açıkladığı gibi, İmam-ı Azam Efendimiz, ömrünün 17 yılını Hadis-i Şerif aramakla geçiriyor. Ashab’dan bazı kişilerle bizzat görüştüğü için, Tabiin’dendir. Mezhebini de bu Hadis-i Şerifleri ve Ashab’ın yaşantısını, sözlerini örnek alarak oluşturmuştur. Ashab da Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin Hadis-i Şeriflerini ve yaşantısını örnek almıştır.
Ümmü Seleme (Radiyallahu anhâ) rivayeti ile Rasûlulah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
“Her kim alimi severse beni sevdi. Beni seven Allah’u Teâlâ’yı sevdi, yeri cennetir.”2
Bu Hadis-i Şerife göre; Ehl-i sünnet toplumu, İmam-ı Azam Efendimizi örnek almışlardır. İmam-ı Azam Efendimiz de Ashabı; Ashab da Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizi örnek almıştır. Vahhabiler, İmam-ı Azam Efendimize kafir dedikleri için Ashaba da kafir demiş oluyorlar. Çünkü İmam-ı Azam Efendimiz, 17 yıl boyunca mezhebini Ashab-ı Kiram’dan ve onların çocuklarından topladıkları, Hadis-i Şeriflerden bina etmiştir.
1 Burası Ahmed Cevdet Paşa’nm “Faideli Bilgiler” adlı eserinden alınmıştır. İmam-ı Azam ile ilgili geniş bilgi için bkz.: Muhammed bin Muhammed el-Kerderi (ö. m/1424), Menâkib’ul İmam Ebi Hanife Radiyallahuanh, Osmanhcaya Çeviren: Muhammed bin Ömer Halebi, Türkçeye Çeviren: Prof. Dr. Mustafa S. Kaçalin, Misvak Neşriyat İstanbul-2010, (I-II), s. 54-55.
2 Taberani, Mu’cem’ul Kebir, Hadis No: 19345

VAHHABİLERE GÖRE, VAHHABİ OLMAYAN HERKES MÜŞRİKTİR!

Vahhabiler, İmam-ı Azam Efendimiz ve onun kurmuş olduğu Hanefimezhebini, bu mezhep üzere yaşayan bütün Osmanlı’yı ve ayrıca günümüze kadar gelen ehl-i sünnet vel cemaat mezhebinde olan yeryüzündeki bütün müslümanlan velhasılı, vahhabi inancını benimsemeyen herkesi, müşrik olarak görmektedirler. Söyledikleri sözlerin nereye varacağını düşünmeden dolaylı yönden, Ashab-ı Kiram Efendilerimize dahi kafir diyecek kadar ileri gitmektedirler. Aslında bunları ayıktırmanm imkanı yoktur. Bizim amacımız Âyet-i Kerime ve Hadis-i Şeriflerle bunların dalaletini müslüman-lara bildirmektir.
Bunların dinden çıkıp ona geri dönüş yapamayacaklarına dair Buhari’de Ebu Said el-Hudri (Radiyallahu anhu)’dan nakledilen Hadis-i Şerifte Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurmuştur ki:
“(Medine’nin) Doğu (Necid) tarafından bir takım insanlar çıkar. Kur’an okurlar. Fakat okudukları Kur’an boğazlarından aşağı inmez. Okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar ve sonra ona dönüş de yapamazlar… Denildi ki: (Ya Rarasulallah!) Onların simaları nasıldır? Buyurdu ki: Onların simaları, başlarının tıraşlı olmasıdır (yani saçlarının çok kısa kesmeleridir).”1
Ashabı bizzat gören yada Ashabın bizzat çocuklarından Hadis-i Şerif toplayarak mezhebini kuran İmam-ı Azam Efendimizin esas ismi Nu’man olduğu halde bu zat, müslümanlar tarafından, adıyla değilde unvanı olan İmam-ı
1 Sahih-i Buhari, Tevhid 57.

Azam (yani En büyük imam) diye anılmaktadır. Vahhabilere göre, İmam-ı Azam Efendimiz, haşa bu dini anlayamamıştır. O zaman, bu dini, İmam-ı Azam Efendimizden bin yıl sonra ortaya çıkan ve kendinden önceki bütün müslümanlara kafir diyen vahhabiler mi anlamış?
Vahhabiler, bu dini anlamayı bırakın, kasıtlı olarak batıl fikirlerine uymayan her hususu çarpıttıkları için, Abdulkadir Geylani hazretleri ve Muhiddin Arabi hazretleri başta olmak üzere bütün tasavvuf ulemasmı direk küfürle itham ederler. İbn-i Teymiyye, “el-Cevâbüs-sahih fir-Reddi al amen Beddele Dîne’el-Mesih” adlı kitabında Muhiddin ibn-i Arabi, Ömer ibn-i Farız ve başka alimleri bid’at ehlinden sayarak onlar aleyhinde çirkin sözler söyler ve onları küfürle itham eder. Hatta bu kadarla da yetinmeyip İbn-i Teymiyye “Furkaan” adlı kitabında bu zatlara “Şeytanin Velileri” ismini takmıştır.1
Vahhabiler, yukarıda şeytanın velileri diye isim taktıkları bu tasavvuf ulemasından zuhur eden ve güneş gibi aşikar olan kerametleri inkar edemediklerinden, kerametin ancak vahhabi inancmda olanlarda yani kendilerinde olursa hak olacağını, ehli sünnet görüşünde olan tasavvuf ehlinde olursa şeytandan olup istidraç olacağını, iddia ederler. İstidraç ise; Allah’u Teala’ya aşırı derecede asi olup, Nemrut ve Firavun gibi tanrılık iddia eden yada küfürde çok ileri giden, kafirlere şeytanın yardım etmesiyle görülen harkula-de olaylardır. Ancak vahhabiliğin kurucusu Muhammed bin Abdulvahhab dahil, gelmiş geçmiş tüm vahhabi imamlarının tamamında keramet hiç bir şekilde görülmemiştir. Bu durumu sorduğunuzda da, size keramet görülmez, gizlidir derler.
Kendilerinde, sayılamayacak kadar keramet aşikare çıkmış yukarıda saydımız tasavvuf ulemasından hangisi
1 Yusuf Nebhanî, Şevahid’ül-Hakk’dan Vahhabilere Cevaplar, s. 195.

Firavun ya da Nemrud’a benzemektedir? Vahhabi görüşünde olmayan, ehli sünnet vel cemaat inancındaki, gelmiş geçmiş bütün alimlere “Şeytan’m velileri/’ diye büyük bir iftira atarlar. Ehli sünnet vel cemaat mezhebinin kurucu-ları işe; İmamı Azam, İmamı Safi, İmamı Maliki, Ahmet bin Hambel, İmam Maturidi ve İmam Eş’ari gibi ehli sünnet alimleri başta olmak üzere, o zamandan kıyamete kadar, bunların kurmuş olduğu mezhepleriyle amel eden ve edecek olan tüm müslümanları küfürde görüp ayrıca bu görüşteki, kendilerinden keramet zuhur etmiş büyük zaatlara da “Şeytan’m velileri/’ demektedirler.
Abdullah İbn-i Ömer (Radiyallahu anhumâ)’dan (Sened-i Sahih-i Muttasıl ile) rivayet edildiğine göre, Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem):
“Allahım! Şam’ımızı ve Yemen’imizi bize mübarek kıl.” Orada bulunanlar: (Ya Rasulallah!) “Necid’imize de”
dediler. Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) tekrar: “Allahım! Şam’ımızı ve Yemen’imizi bize mübarek kıl,” dedi.” Orada bulunanlar yine: (Ya Rasulallah!) “Necid’imize de” deyince, Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz şöyle buyurdu: Zelzeleler (felaket ve musibetler), fitneler Necid’dedir. Şeytan’nın boynuzu (askeri ve ümmeti) oradan doğacaktır,”1 demiştir.
İşte bu Hadis-i Şerife göre Paygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) aslmda şeytanın askerlerinin bizzat
1 Sahih-i Buhari, Fiten 16; Sahîh-i Buhâri Muhtasarı, Tecrîd-i Sarih, İstiska Bahsi, Hadis No: 545; Sünen-i Tirmizi, Menkıbeler, (4210); Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 5715.

“NECİD”‘den zuhur eden “VAHHABİLER” olduğunu söylemektedir. Gerçekten de durum böyle olmasma rağmen vahhabiler, ehli sünnet toplumuna şeytanm askeri ve şeytanın evliyaları diye hitap etmektedirler, ancak ehli sünnet toplumu şeytanın velileri ve şeytanın askerleri olmadığına göre, aşağıdaki Hadis-i Şerife göre de bizzat vahhabiler şeytanm askerleri olmaktadırlar. Her iki Hadis-i Şerife göre de, ayrı ayrı nedenlerden dolayı bunların şeytanın velileri ve askeri oldukları anlaşılmaktadır.
“Bir adam din kardeşine, ey kâfir derse, bu söz ikisinden birine döner. Eğer böyle denilen kişi söylenildiği gibi ise söz doğrudur; söz yerini bulmuş olur. Aksi takdirde bu sözü söyleyen kimse kafir olur/’1
Sure-i Mücadele, Âyet 19:
“Onların üstüne şeytan çökmüş, Allah’u Teâla’nm zikrini unutturmuştur. Onlar şeytanın askeridir. Bilin ki, şeytanın askeri büyük ziyan içindedirler.”
Vahhabiler, zikrullaha bid’at deyip, şiddetle karşı çıkmak suretiyle müslümanlara unutturmaya çalıştıklarından ötürü, bu Âyet-i Kerimeye göre de Şeytan’in askeri, velisi olmaktadırlar.
Bir müslümana kafir diyen, hakkıyla kafir olur vahhabi inancında olanlarda yukarda saymış olduğumuz ehli sünnet vel cemaat mezhebi inancında olan tüm islam halkma, kafir derler. Dolayısıyla bu mezhebin kurucularına da açık bir
1 Sahih-i Buhârî, Edeb 73; Sahih-i Müslim, İman 111.

şekilde kafir demektedirler. Ancak kendilerine İmamı azam başta olmak üzere diğer ehli sünnet mezhep imamları sorulduğunda ise biz onları iyi biliriz derler. Fakat kıyamete kadar geçerli olacak bu mezhepte olanlara kafir dedikleri için asıl o inancı oluşturup yeryüzüne yayan imamlarına da çok açık bir şekilde kafir demektedirler. Vahhabi inancında olan bu insanların ıslahı mümkün değildir. Bir müslüman olarak bu zavallılara ancak acınır.
Vahhabiler, müslümanların maneviyatım kuvvetlendiren ameller, tasavvuf hayatmda yapıldığı için hem tasavvufu hemde tasavvuf ehlinin yapmış olduğu zikrullah, nafile ibadet, mevlid-i şerif okuma, kandil gecelerini ihya etme ve ilmi ledün gibi hususların tamamını inkar ederler. Halbuki bütün islam alimleri tasavvuf yolunun ve o yolda kazanılan manevi ilmin Kur’an-ı Kerim’de geçen ilm-i ledün ve hikmet ilmi1 diye adlandırılan ilim olduğunu kabul etmişlerdir. Bu husustaki Âyet-i Kerime ve Hadis-i Şeriflerden bazıları şöyledir:
Tarikat yolunun hak olduğuna dair:
Sure-i Maide, Âyet 48:
“Ey Nas! Sizden her bir taife için, bir şeriat ve tarik
(Hakka giden gönül yolu) koydum.”
Sure-i Kehf, Âyet 65-66:
“İlm-i ledünü öğrenmek için Musa (Aleyhis-selam): Allah’u Teala’nm, “kendisine ilmi ledün verdiğimiz
1 Sure-i Bakara, âyet 151,269; Sure-i Kehf, âyet 68.

kullarımızdan bir kul” diye tabir ettiği kul’u (Hızır -Aleyhis-selam’ı-) bularak, sana öğretilen ilmi bana da öğretmen için sana tabi olayım mı? dedi.”
Musa (Aleyhis-selam), ulul azim peygamberlerden olup Allah’u Teala ile bizzat konuştuğu halde bu ilmi bilmiyor. Halbuki kendisi Tevrat’ı ezbere biliyor. Dolayısıyla kendi zamanında kitap ilminde kendisinden daha üstün kimse yok. Ancak ilm-i ledünü bilmediği için Hızır (Aleyhis-selam)’a gidip ondan öğreniyor. Bunun da kitap ilminden çok farklı bir ilim olduğu anlaşılmaktadır.
Sevr (Radiyallahu anhu)’dan Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu:
“İlmi yakini öğrenmeye çalışınız. Kur’ân öğrenmeye çalıştığınız gibi çalışınız. Hatta onu iyice bilesiniz, ben de öğrenmeye çalışıyorum.”1
Sure-i Bakara, Âyet 269:
“Allah’u Azim’uş-şan hikmeti dilediğine verir. Her kime hikmet verir ise ona çok hayır verilmiştir. Bunu ancak halis akıl sahihleri bilirler.”
Enes ibn-i Malik (Radiyallahu anhu)’dan Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
1 Gümüşhanevi, Râmûzu’l-Ehâdîs, Hadis No: 3187.

“İlim ikidir: Biri kalpte sabit olan nâfi ilmi (Batinî Ledün ilmi ve Maneviyat ilmidir). İşte en menfaatti ilim budur. Bir ilim de, lisandaki ilimdir (kitaptır). Bu da Allah’u Teâlâ’mn kullarına hüccetidir (insanları inandıra-bilmek için delildir)/’1
Buhar i’de nakledilen bir rivayette Ebu Hüreyre (Radiyallahu anhu) şöyle buyurmuştur:
“Ben Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’den iki çeşit ilim öğrendim. Bunlardan birini sizlere bildirdim. Eğer ikinci öğrendiğim ilmi, size söylersem, benim şu boğazım kesilir/’2
Bu Hadis-i Şerifte, “Size söylersem, benim şu boğazım kesilir,” diye ifade edilen ilim; zahirde kalan alimler anlayamadıklarından dolayı, Muhiddin-i Arabi, Nesimî ve Mansur-u Bağdadî hazretleri gibi büyük tasavvuf alimlerinin öldürülüp, asılıp, kesilip ve derisinin yüzülmesine neden olan ilimdir.
İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri dahi:
“Son iki yıllım (yani tarikat hayatım) olmasaydı, Numan helake gitmişti,” diye buyurmak suretiyle kendisi çok büyük fıkıh alimi olmasına rağmen, tarikat hayatının önemine işaret etmektedir.
Ulemalar, farz olan ilimlerde ihtilaf ettiler. Kelam sahipleri: “Asıl ilim Allah’ın bir olduğunu delil ile bilmektir,” dediler. Fukaha: “İlmin aslı fıkıhtır. Çünkü
1 Gümüşhanevi, Râmûzu’l-Ehâdis, Hadis No: 2726; Ebu Şeybe, Musannef, Hadis No: 60.
2 Sahih-i Buhari Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Hadis No: 100.

farzı, sünneti, haram ile helali bununla bilirsiniz/’ dediler. Ehl-i Tefsir: “Asıl ilim Kur’an ve Hadis’in manasını ve tefsirini bilmektir, hak bununla bilinir/’ dediler. Sufiler de: “Asıl ilim insanın kendi halini, makamını ve Hakk’a ne ile yakın olunur bunları bilmektir,” dediler. Ebu Hanife (Radiyallahu anhu): “Asıl ilim ve söz, sufilerinkidir,” demiştir.1
Vahhabiler, bu Âyet ve Hadis-i Şerifleri yok sayarak veya çarpıtarak, tasavvuf yolunu inkar edip, o yoldaki bütün evliyalara ve mensuplarına kafir damgası vurarak, asıl kendileri küfre düştüklerinin farkında bile değillerdir.
Ebû Hüreyre (Radiyallahu Anhu)’u Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’den naklettiği Hadis-i Kudsi’de Allah’u Teala bu zatlar hakkında şöye buyurmuştur:
“Her kim benim evliyamdan birine düşmanlık ederse (veya eziyet ederse)2 muhakkak ona harp ilan ederim… 3
Hangi eziyet bu alimleri küfürle itham etmekten ve tamamen islam dairesinin dışına çıkarmaktan daha büyük olabilir.4 Vahhabilik zihniyetinden başka bu tasavvuf ulemasmı küfürle itham eden hiç bir zümre çıkmamıştır. Bunların aşırılıklarına karşı Vahhabilik mezhebinin kurucusu olan Muhammed bin Abdulvahhab’m kardeşi Süleyman ki, kendisi ehli sünnet alimidir. O dahi, onlara reddiye olarak yazdığı “Sevâaik-i ilahiyye fir-reddi alel
1 Muhammed Bilal Nadir (ö. m/1969), Tefsı/ul-Fatiha, (el yazması, Osmanlıca),
Gaziantep, s. 34.
2 Ebu Ya’la el-Mevsili, Mtisned, Hadis No: 6930; Ali el-Muttaki, Kenz’ul-Ummal, Hadis
No: 1157.
3 Sahih-i Buhâri Muhtasarı, Tecrîd-i Sarih, Hadîs No: 2042; Gümüşhanevi, Râmûzu’l-
Ehâdîs, Hadîs No: 4094.
4 Yusuf Nebhanî, Şevahid’ül-Hakk’dan Vahhabilere Cevaplar, s. 195.

vahhabiyye,”1 adlı eserinde vahhabi cemaatine, kardeşine ve onun peşine takılanlara şöyle seslenmektedir: “O kadar aşırı hareket ediyorsunuz ki, küfre bulaşan bir kimseye, üzerinde islam alâmetlerinden bir şey görüldüğünden dolayı, Allah’tan korkup bu insanlara dahi kafir demeyen islam alimlerine bile, siz kafir diyorsunuz.”2
Sünnet ve nafile namaz kılmamaları:
Vahhabiler, bazı nafile namazlarm evlerde kılınması gerektiğine dair rivayet edilen Hadis-i Şerifleri örnek göstererek camilerde sadece farz namaz kılınır diye iddia etmek suretiyle vakit namazlanyla birlikte kılanan sünnet ve nafile namazları kılmazlar. Bu gibi uygulamalar, ehl-i sünnet görüşünün dışında olan vahhabilerin ile, o düşüncede olanların uydurdukları hususlardır. Bunların yanlış fikirlerine delil aldıkları Hadis-i Şeriflerden bazıları şöyledir:
“Biriniz farz namazını mescidde kıldığı zaman, o namazından evine de bir pay ayırsın. Zira Allah Teâlâ bu namaz sebebiyle evinde hayır yaratır/’3
“Namazınızın bir kısmını evlerinizde kılınız da oraları kabirlere çevirmeyiniz/’4
Vahhabiler, sadece doğruların bir kısmını çarpıtarak söyleyip müslümanları kasıtlı olarak yanlışa yönlendirirler. Yada çarpıtma olanakları yoksa kökten inkar ederek bu
1 Bu kitabın baskıları hakkında yukarıda ilk geçtiği yerde bilgi verdik.
2 Yusuf Nebhanî, Şevahid’ül-Hakk’dan Vahhabilere Cevaplar, s. 47.
3 Sahih-i Müslim, Müsâfirîn 210; Sünen-i İbni Mâce, İkâmet 186.
4 Sahih-i Buhârî, Salât 52, Teheccüd 37; Sahih-i Müslim, Müsâfirîn 208,209.

sahih değil, uydurmadır demek suretiyle gerçekleri gizlerler. Bunlar, ehl-i sünnet vel cemaat itikadının dışında olan görüşlerdir. Halbuki Rasulullah (Sallahu aleyhi vesellem) Efendimizin ve ashabın mescidlerde sünnet ve nafile namaz kıldıklarına dair bir çok delil vardır.
Sûre-i Ahzab, Âyet; 21:
“Yemin ederim ki, Allah’ı ve ahiret gününü uman ve Allah’u Teala’yı çok zikredenler için O Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’de güzel bir nûmune-i imtisal vardır/’
Bu Âyet-i Kerim’e de bütün müslümanlann Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizi örnek almaları gerektiğini Allah’u Teala emretmektedir. Bundan dolayı bütün müslümanlann tıpkı Ashab-ı Güzin efendilerimiz de olduğu gibi kendi yaşantılarında Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizi örnek almaları gerekir. Bunu da ancak Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şeriflerden öğrenebiliriz. Rasulüne itaati onlarca Ayet-i Kerime’de bizzat Allah’u Teala emretmiştir.
Sure-i Al-i İmran, Âyet 31:
“Rasûrüm de ki; Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah’u Teala’da sizi sevsin ve günahlamuzı bağışlasın. Allah’u Teala, Gafur ve Rahim’dir.”
Sure-i Necm, Âyet: 3-4:

“Resul-i Ekrem (Sallallahu aleyhi vesellem) size kendi hevasıyla söylemiyor, söyledikleri hep doğrudur/’
Bu gibi Ayet-i Kerime’lerden anlaşılacağı üzere, Rasullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizi ve yaptıklarının tamamını örnek almamız gerekmektedir.
Şimdi Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin ve ashabı kiram’m mescidlerde nafile namaz kıldıklarına dair Hadis-i Şeriflerden bazılarına yer vereceğiz.
Hz. Aişe (Radiyallahu anhu) anlatıyor:
Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) (bir gece) mescidde (nafile) namaz kılmıştı. Bir çok kimse de uyarak namaz kıldı. [Sabah olunca Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) geceleyin mescidde namaz kıldı, diye konuştular.] Ertesi gecede Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz namaz kıldı. (Halk yine olanları konuştu) Katılacakların sayısı iyice arttı. Üçüncü (veya dördüncü) gece halk yine toplandı. (Öyle ki mescid insanları alamayacak hale gelmişti.) Ancak Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) o gece yanlarına çıkmadı. Sabah olunca Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz: Yaptığınızı gördüm. Size çıkmamdan beni alıkoyan şey namazın sizlere farz oluvermesinden korkmamdır,”1 dedi. Bu Hadis-i Şerifte ifade edilen husus teravih namazıdır.
1 Sahüı-i Buhâri Muhtasarı, Tecrîd-i Sarih, Hadîs No: 411; Sünen-i Neseî, Kıyam’ul-Leyl 4; İmam Mâlik, Muvatta, Tercüme: Ahmet M. Büyük Çınar, Yaşar Erol, Ahmet Arpa, Durak Pusmaz ve Abdullah Yüce, Al-Tuğ yay. İstanbul-1982, Salât fi Ramazan 1.

Aynı bunun gibi diğer sünnet olan bütün namazları da bazen mescidlerde bazen de evinde kılması yine bu sebeptendir.
Teravih namazı konusunda, Sahabe-i Kiram’in uygulamasına gelince; Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi ve selem)’in vefatmdan sonra Ebû Bekir (Radiyallahu anhu) ve bir müddet de Hz. Ömer (Radiyallahu anhu) döneminde teravih namazı cemaat olmaksızm mescidde ferdi olarak kılmıyordu. Bir gün Hz. Ömer (Radiyallahu anu) mescide çıktığında, halkm dağınık bir şekilde teravih namazı kıldığını görmüş ve insanları bir imamın arkasmda toplayıp teravih namazmm cemaatle düzenli bir şekilde kılınmasının daha uygun olacağmı düşünerek ertesi gün Übey bin Kâ’b (Radiyallahu anhu)’yu teravih namazı kıldırması için imam tayin etmiştir. Bu uygulamayı yaptıktan sonra da: “Bu ne güzel bir bid’attır!” diye söylemiştir. İşte bid’atı hasene dediği budur. Bidat-ı Seyyie de, dinde olmayan ve islami yaşantıya zarar veren yeniliklerdir.
Sahabe-i Kiram zamanında teravih namazmm yirmi rek’at kılındığı konusunda icma olmuştur. Hz. Osman (Radiyallahu anhu) ve Hz. Ali (Radiyallahu anhu) zamanında ve daha sonraları bu şekilde devam etmiştir. Bu sebepten dolayı dört ehl-i sünnet mezhebi de teravih namazmm 20 rek’at kılınması gerektiği hususunda ittifak etmişlerdir.
Rasullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) Efendimizin hiç terk etmediği nafile namazlara müekked sünnet denir. Zaman zaman terk ettiği namazlara da sünnet veya nafile namaz denir. Beş vakit farz namazların önünde ve sonunda kılman sünnet namazlardır. Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) bu namazları ömrü boyunca hiç terk etmeden hem evde hemde mescide kılmıştır.

Tirmizi ve İbn-i Mace’den rivayet edilen diğer bir Hadis-i Şerifte beş vakit namazlardaki müekked olan sünnetler şöyle nakledilmiştir:

“Her kim bir gün ve gecede 12 rekat namaz kılarsa onun için cennette bir ev bina edilir: Öğle namazından önce dört rekat, Öğle namazından sonra iki rekat, akşam namazından sonra iki rekat, yatsı namazından sonra iki rekat, sabah namazından önce iki rekat/’1
Vahhabiler ise, bu müekked sünnet olan namazları evde kılma bahanesiyle kesinlikle camide kılmazlar. Aynı şekilde Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’in bilerek, bazen camide bazen evinde kıldığı Teravih namazmı ise camilerde hiç aksatmadan kılarlar. Buda yine ne kadar çelişki içinde olduklarını göstermektedir.
Mescidlerde Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin sünnet ve nafile namazı kıldığına dair diğer Hadis-i Şerifler şöyledir:
Hüzeyfe (Radiyallahu anhu)’dan şöyle nakledilmiştir:
“Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) akşam namazını kıldı ve müteakiben mescidde yatsı namazını kılıncaya kadar namaz kıldı/’2
1 Sünen-i Tirmizi, Salat, 304; Sünen-i İbn-i Mace, İkâmet’üs-salah 100.
2 Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Hazırlayanlar: Necati Yeniel, Hüseyin
Kayapmar, Şamil Yayınevi, İstanbul-1998, (XIII), V, 95-96.

Yine bu hususta İbn-i Abbas (Radiyallahu anhumâ)’dan nakledilen bir Hadis-i Şerifte şöyledir:
Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Akşam namazından sonraki iki rekatlik sünneti cemaat mescidden uzaklaşıncaya kadar uzatırdı/’1
Cemaat akşam namazının iki rekat sünnetini mescidde kılıp çıkana kadar Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz namazı devam ettirirdi.
İbn-i Ömer (Radiyallahu anhumâ) der ki:
“Öğleden önce Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) ile beraber iki rekat (Hz. Ali Efendimizden gelen diğer bir rivayette de dört rekat diye geçer)2 sonrada iki rekat kıldım. İki rekat akşamdan sonra, iki rekatta yatsıdan sonra kıldım/’3

Nafi anlatıyor: “İbn-i Ömer (Radiyallahu anhumâ), sabah namazının sünnetini kıldıktan sonra uzanan bir adam görünce ona: Bunu neden yaptın diye sordu. Adam: Farz ile sünnetin arasını bu şekilde ayırmak istedim, diye karşılık verdi. İbn-i Ömer (Radiyallahu anhumâ) dedi ki:
1 Sünen-i Ebu Davud, Tatavvu’ 15.
2 Rudani, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 2127.
3 Sahih-i Buhari, Teheccüd 29. Rudani, Cem’ul-Fevâid, Hadis MVv 2093

Farz ile sünnet arasını ayırmak için selamdan daha güzeli var mı? Adam: Böyle yapmak sünnettir, deyince, İbn-i Ömer (Radiyallahu anhumâ): Bilakis bu bid’attır, karşılığını verdi/’1
Ebu Said bin El-Mualla (Radiyallahu anhu) der ki:
”Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) zamanında çarşıya erken çıktığımızda Mescid-i nebeviye uğrayıp nafile namaz kılardık.”2
Muğire bin Şu’be (Radiyallahu anhu)’dan Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
“İmam, farz kıldığı yerde nafile kılmasın. Oradan biraz (sağa, sola veya geriye) çekilerek kılsın.”3
İmam Muhammed’in “Zahir’ür-Rivaye” diye bilinen kitaplarmı el-Kafî adlı eserinde toplayan İmam Mervezi, bu eserinde der ki: “İmam selam verip sünnete kalkınca, biraz geriye çekilerek kılması sünnettir. Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin böyle yaptığı sahih rivayetlerle sabit olmuştur.”
1 Rudani, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 2118.
2 Sünen-i Nesai, Mesacid, 39: Rudani, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 2223.
3 Sünen-i Ebu Davud, Salat 72, Sünen-i ibn-i Mace, ikametüs-salah 203.

Nafi’ der ki: İbn-i Ömer (Radiyallahu anhuma) farz namazı kıldığı yerde nafile namaz kılardı. Kasımda böyle yapardı/’1
Bu Hadis-i Şerif, istisna olan durumlar içindir ki; kalabalık zamanında veya yer sıkmtısı olduğunda böyle yapmak gerektiğini gösterir.
Ebû Hüreyre (Radiyallahu anhu)’dan, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
“Sizden birisi namaz (yani sünnet) kılacağı zaman (yerini değiştirmekten) ileri gitmekten veya geri çekilmekten veya sağına yahut soluna (çekilmekten) aciz mi kalıyor?”2
İbn-i Abbas (Radiyallahu anhuma)’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

“Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) cuma namazından önce dört, cuma namazının farzından sonra dört rekat namaz kılar, rekatlar arasını selâm ile ayırmazdı
(yani dört rekatta bir selam verirdi)/’3
Bu hususta; Abdullah İbn-i Mes’ud (Radiyallahu anhu)’dan nakledi-len bir Hadis-i Şerif de şöyledir:
1 Sahih-i Buharı, Ezan 157; Rudani, Cem’ul-Fevaid, Hadis No: 1709.
2 Sünen-i İbn-i Mace, İkamet’üs-Salah 203; Gümüşhanevi, Râmuz-ul Ehâdîs, Hadis No:
687.
3 Rudani, Cem’ul-Fevaid, Hadis No: 1923;Taberani, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 12508.

“Bir gece ben, Nebî (Sallallahu aleyhi vesellem) ile beraber namaz kıldım. Rasûl-ü Ekrem mütemadiyen kâim idi. (Bir derecede ki) en sonu ben, fena bir iş işlemeyi düşündüm.
– Ne düşündün? diye ibn-i Mes’ud’a soruldu. İbn-i Mes’ud (Radiyallahu anhu):
– İstedim ki ben oturayım da Nebî (Sallallahu aleyhi vesellem)’i (ayakta yalnız) bırakayım, diye düşündüm,” dedi.1
Yine bu hususta; İbn-i Ömer (Radiyallahu anhuma)’dan nakledin bir Hadis-i Şerif de şöyledir:
“Akşam namazını, cemaatle namaz kılınan bir mescidde cemaatle kıldıktan sonra dünya kelâmı konuşmadan yalnız Kur’ân ve namaz ile yatsıyı bekleyerek (yine cemaatle kılarak) ayrılan kimse için Allah’u Teâlâ’nm cennette her biri yüz senede dolaşılamayan iki köşk ile aralarında bütün dünya halkını içine alacak derecede geniş bahçe inşa ettirmesine hak kazanmıştır/’2
»r.-tid 9; Sünen-i İbn-i Mâce, Müslim ve Tirmizî de rivayet

Ebû Katâde (Radiyallahu anhu)’dan Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
”Biriniz mescide girince oturmadan önce iki rek’ât (namaz) kılıversin.”1
“Ka’b İbn-i Mâlik (Radiyallahu anhu)’dan, O şöyle nakletmiştir:
“Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem), bir seferden dönünce önce mescide uğrar, orada iki rek’ât namaz kılar, sonra insanlar (ile dini sohbet için) otururdu/’2
İbn-i Ömer (Radiyallahu anhumaj’dan, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu:

“Her kim yatsı namazını cemaatle kıldıktan sonra mescidden çıkmadan dört rekat daha kılarsa, Kadir gecesi kadar sevap kazanır.”3 Yatsının son sünnetini kıldıktan sonra nafile olarak iki rekat daha kılarsa, demektir.
İbn-i Ömer (Radiyallahu anhuma)’dan, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu:
1 Kütüb-i Sitte, Hadîs No: 3089; Sahih-i Müslim, Müsafirin 69 (714); İmam Malik, Muvatta, Kasr’ıs-Salât 57; Sünen-i Ebû Dâvûd, Salât 19; Sünen-i Neseî, Mesacid 37.
2 Sünen-i Ebû Dâvûd, Cihad 178; Sahih-i Buhâri, Salât 59.
3 Rudani, Cem’ul-Fevaid, Hadis No: 1664; Taberani, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis no 812.

”Büyük mescidlerde (yani cuma namazı kılman mescidlerde) kılınan farz namaz Allah’tı Teala’nın katında mübarek kılınmış bir farz hac değerindedir. Orada kılınan nafile namaz da kabul edilmiş bir hacca eşittir. Bu mescidlerde kılınan namaz diğer mescidlerde kılınan namazdan beşyüz derece daha üstündür.1
Burada anlatılan faziletin, diğer mescidlerdeki namazlara göre, beşyüz derece farklı olması orada yapılan farz ve nafile ibadetlerin önemini göstermektedir. Bir insan, evinde o namazları kılsa bu sevaplara eremez. Orada o nafileleri kılar ve evinde de aynı şekilde nafile kılar. Bir din adamının da insanları daha fazla ibadete yönlendirmesi gerekirken tam tersi olan camilerde nafile namaz kılmayın, gidin evinizde kılın diyerek bu Hadis-i Şeriflere muhalefet etmeleri büyük bir vebaldir.
İnsanları ibadetten ve bu sevaplardan mahrum ederler. O insan mescid de o anda o namazları kılabilir. Ama daha sonra evde kılarım diyerek, terkederse dünya hevası, nefis ve şeytan kendisine o namazları unuttur kılamaz hatta evinde kılsa dahi, yukardaki Hadis-i Şeriflerde müjdelenen derece ve sevaplara nail olamaz. Bu da müslümanlar için büyük bir kayıp olur.
1 Rudani, Cem’ul-Fevaid, Hadis No: 199; Taberani, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 173.

Sure-i Bakara, Âyet 114:
“Allah’ın mescidlerinde onun isminin zikredilmesini men eden ve (böylelikle) o mescitlerin harap olmasına çalışandan daha zalim kim olabilir? Onlar için layık olan, mescide girerken huşu ile (Allah’tan korkarak) girmekti. (Allah’ın zikrini men ve harap etmek değildi). İşte bunlara dünyada sıkıntı, ahirette de büyük azap vardır.”
Mescidlerin zikir ve (farz, sünnet ve nafile) namaz için tahsis edilmesi gerektiğine dair Hadis-i Şerif’:
“Mescidleri yol edinmeyin, onları yalnız zikir ve namaza tahsis edin.”1
Mescidlerde farzın yanında sünnet ve nafile namazların da yapılması gerektiğine dair bu kadar Âyet-i Kerime, Hadis-i Şerif ve sahabe uygulaması varken sadece kendi batıl ictihadlarıyla bunu men edenler AUah’u Teala’yı ve Rasulallah (Sallallahu aleyhi vesellem)’i hafife almış olurlar. Buda onların dinden çıkmalarına sebebiyet verir. Eyyub (Radiyallahu anhu)’dan Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
“Her kim benim hadislerimi hafife alarak yüz çevirirse, benden değildir.”2
1 Taberani, Mu’cem’ul Kebir, Hadis No:13043; Gümüşhanevi, Ramuzu’l-Ehadis, Hadis
No: 5803.
2 Sahih-i Buharı, Nikah 1; Sahih-i Müslim, Nikah 1.

Farz borcu olan nafile namaz kılamaz diyerek müslümanları ibadetten soğutmaya çalışmaları:
Bütün müslümanlar tarafından her Ramazan ayında kılınan teravih namazları başlı başına nafile bir ibadettir. Kimse, hiçbir müslümanm bu namazı kılmasına engel olamaz. Teravih, Rasulullah (Sallalahu aleyhi vesellem) Efendimizden günümüze kadar hiç terk edilmeden bütün müslümanlar tarafından kılman bir namazdır. O zamandan bu zamana kadar gelmiş geçmiş bütün müslümanlarm içerisinde, kafir iken sonradan müslüman olan veya müslü-man olarak yaşayıp da gafletten dolayı namazı kılmayıp sonradan tevbe ederek namaza başlayan çok sayıda insanlar olmuştur. Hiçbir alim sizin kaza borcunuz var, siz teravih namazı kılmayın veya farz namazm sünnetlerini ve diğer nafile namazları kılmayın, dememişler. Bir insan tevbe ettiği zaman Allah’u Teala o kulun niyetini çok iyi bilir.
Sure-i Furkan, Âyet 70:
“Her kim hakkı ile tevbe edip iman eder ve benim en sevdiğim amelleri yaparsa onun günahlarını affetmeden başka sevaba çeviririm.
Ebu Said (Radiyallahu Anhu)’dan Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
“Günahlardan sıdk ile tevbe eden kimse, hiç günâh yapmamış gibidir/’1
Bu Âyet-i Kerime ve Hadis-i Şerife göre tevbe etmeden önceki kaza borcu olan insanlann bu namazlan hesap ederek kılma zorunluluğu yoktur. Ancak geçmiş namazlarını
1 Siinen-i İbn-i Mace, Zühd 30; Taberani, Mu’cem’ul Kebir, Hadis No: 10130.

kılmak isteyen kimseyede mani olunmaz. Bu durumda olan kimselerin nafile namaz kılmasına bir engel yoktur. Buna dair Nesai, Tirmizi ve İbn-i Mace’de nakledilen Hadis-i Şerif şöyledir:
Ebû Hüreyre (Radiyallahu anhu)’dan Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet gününde kulun işlediği amellerinden ilk olarak hesap vereceği şey, namazdır. Eğer namazı tamam ise, tamamdır, değilse Allah’u Teâlâ:
– “Kulumun nafile namazlarına bakın,” buyurur. Nafile namazları varsa farzlardan eksikleri onunla tamamlanır. Böylece diğer amellerin hesabı da bu şekilde görülür/’1
Bu Hadis-i Şerifte açık bir şekilde farz namazlardan eksiği olanların nafile namazlarla tamamlandığını söylüyor. Kaza namazı varken nafile namaz kılınmaz diyerek insanlarm nafile ibadetlerine engel olanlar bu Hadis-i Şerife göre büyük bir mesuliyet içine girip, insanlarm ibadetlerini eksik ve yanlış yapmalarma neden olmaktadırlar. Bunun Allah katmda vebali çok büyüktür. “Hiç kimsenin yapacağı hayra mani olmayın,”2 Âyet-i Kerime’sine ve yukarıdaki Hadis-i Şerife göre, çok büyük bir mesuliyet altına girmektedirler.
1 Sünen-i Nesâî, Salat: 9; Sünen-i İbn Mâce, İkame: 202
2 Sure-i Kalem, Ayet 12; Sure-i Kaf, Ayet 25.

3 Yine bu Hadis-i Şerifte, en önemli ibadetin namaz olduğu ilk olarak da kulların namazdan hesaba çekileceği namazm diğer ibadetlerden daha önemli olduğuna vurgu yapılmaktadır. Hadis-i Şerifin sonunda; “Böylece diğer amellerin hesabı da bu şekilde görülür,” dediğine göre farz olan bütün ibadetlerdeki eksiklikler, yapmış olduğu nafile ibadetleriyle tamamlanır.
4 Bu husus, Hanefi Mezhebi’nin temel kaynaklarından olan “Mevkûfat, Mülteka Tercümesi “a adlı kitabm birinci cildinin 175. sayfasmda şu şekilde geçmektedir:
5 “Üzerine hac farz olan kimse nafile hac (umre) etse sahih olur. Üzerine öğle namazı farz olan kişinin öncesinde nafile olarak (dört rekât) sünnet namazı kıldığı gibi, demiştir/’
6 “Farz namaz kazası olan nafile namaz kılamaz” diye söylenen söz, bir insanın gün içerisinde veya yakm zamanda geçirdiğini bildiği bir vakit varsa, o geçirdiği vakitleri kaza etmeden nafile namaz kılamaz, önce farzını iade etsin sonra nafile namaz kılsın, demektir. Bir insan bir vakti geçirdiğinde ikinci vaktin ezanı okunmuşsa dahi önce o geçirdiği vakti iade eder ve ondan sonra o vaktin farzım kılar. Buna dair Hadis-i Şerif:
7 Nafi anlatıyor: İbn-i Ömer (Radiyallahu anhuma) dedi ki: Kim bir namazı unutur ve bunu imamın arkasında namaz kılarken hatırlarsa, imam selamı verince unutmuş olduğu namazı hemen kılsın. Sonra da öbür namazı
8 1 İbrahim Halebi, (Mülteka Tercümesi), “Mevkûfat,” 1,175.

9 (imamla kıldığını yeniden) kılsın/’1 Ebu Hanife, Ahmed bin Hanbel ve İmam Malik hazretleri bu Hadis-i Şerifle hükmetmiştir. Sadece İmam Safi hazretleri: İmamla kıldığı namaz muteberdir, hatırladığım kaza eder, der.2
10 Ehli sünnet ulemasından Muhammed Bilal Nadir hazretleri de bu konuyu izah etmek için şu misali vermiştir:
11 Beş vakit namaz bir insanın elindeki beş parmak gibidir. Bu parmaklarm hepsinin görevi ve şekli farklıdır. Bir parmak diğer parmakla yer değiştiremez. Beş vakit namazda böyledir. Bir vakit diğer vakitle yer değiştirip önüne geçemez. Bir kimse, önce geçirdiği kaza namazı iade edip sonra o vaktin farz namazını kılması gerekir

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu