ArşivHalis Aydemir

Muhammed Emin Yıldırımın Dergisinde Skandal!

Muhammed Emin Yıldırımın Dergisinde Skandal!

-ASILSIZ İDDİALARLA DOLAYLI OLARAK KUR’AN YALANLANIYOR, HZ. PEYGEMBER SAV’E AŞERE-İ MÜBEŞŞERE’YE VE DİĞER SAHABEYE DOĞRUDAN İFTİRA ATILIYOR!-

Muhammed Emin Yıldırım’ın SİYER VAKFI tarafından çıkarılan ve sıkı İslamoğlu’cu Ramazan Kayan’ın başyazar olduğu Siyer Araştırmaları Dergisi’nde Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak’ın “Türkiye İslam Tarihçiliğine Eleştirel Bir Yaklaşım Tecrübesi ve Yeni Bir Tarih Yazımı Teklif Taslağı” başlıklı yazısı içerisinde, Kur’an ayetleri de hiçe sayılarak Hz. Peygamber sav’e, sahabeye ve bunun yanında, en sahih hadislerin verdiği toplu ve tekil haberlerle cennetle müjdelenen Aşere-i Mübeşşere’ye utanmadan iftira ve aşağılamalarda bulunulmaktadır…

Yazıdan bazı satırlar şöyle:

“Geleneksel Türkiye İslam tarihçiliğinin empoze ettiği Asr-ı Saadet mefhumu, (…) Müslümanlar olarak kaç yüzyıl sonra idealize edilerek yakıştırılan bir kavramdır. (…) Oysa o dönemin de Hz. Muhammed’in yaşadığı bir zaman kesiti olmanın ötesinde bütün insanî tezahürlerin, sıkıntıların, siyasal ihtirasların, rekabet ve husumetlerin yaşandığı bir dönem olduğu unutmamalıdır. O dönem bir “altın çağ” değildir. …” (Kaynak: Ahmet Yaşar Ocak, “Türkiye İslam Tarihçiliğine Eleştirel Bir Yaklaşım Tecrübesi ve Yeni Bir Tarih Yazımı Teklif Taslağı”, Siyer Araştırmaları Dergisi Sayı: 7, Ocak-Haziran 2020; sh. 20; .

“Hz. Muhammed’in vefatını takiben Hulafâ-i Raâşidin dönemi de dahil olmak üzere, sahabe denilen zevatın, Muhcirûn ve Ensar’ın arasındaki -bizim gözümüzden hep kaçırılan- ‘gizlenmiş’, kırgınlık, rekabet ve bunun sebebiyet verdiği siyasal ve toplumsal sonuçları, gizlenemeyecek tavır ve sözleri bir mazerete binaen bazı tarihçiler hariç, hep savunulmuştur.” (Sh. 20).

“Oysa Erken İslam tarihindeki sivil harplerin altında İslam öncesinden sürüp gelen kabileler arası çekişmelerin, siyasal, toplumsal hatta kişisel rekabet, menfaat ve husumet duygularının, eskiden kalan görülmemiş hesapların Hz. Muhammed’in vefatının hemen arkasından yeniden su yüzüne çıktığı, sahabenin veya aşere-i mübeşşere’nin de bundan müstesna olmadığı dikkatli bir gözden kaçmaz. Olanları anlamaya çalışmak, o şahsiyetleri eleştirmek, teşrih masasına yatırmak asırlarca nahoş karşılanmış, hatta günah sayılmıştır.” (Sh. 21).

Yukarıdaki satırlarda rezalet ve iftiranın bini bir para bile değil! Zira, “Asr-ı Saadet” mefhumunu siliniyor, bu dönemin altın çağ olmadığını ileri sürüyor, “sahabe denilen zevat” şeklindeki sözle sahabeye hakaret ediliyor. Dahası, Hz. Peygamber döneminde sahabenin arasında gizli düşmanlıkların bulunduğu ve bu düşmanlığın Hz. Peygamber sav’in vefatıyla faaliyete geçtiği iddia ediliyor.
Erken İslam Tarihi dediği, Rasulüllah as. devridir. Bu dönemde yapılan savaşların, cahiliyeden kalma husumet ve hesaplaşmalardan kaynaklandığı ileri sürülmekle, Allah’ın Kur’an’da haber verdiği ve adeta yönettiği savaşlar hakkında hem Allah’a, hem Rasulü’ne ve hem de sahabeye iftira atılmış olmaktadır. Kur’an’ın ve Hz. Peygamber sav’in terbiyesiyle yetişmiş, Allah Teâlâ’nın peygamberi için özel seçip yarattığı sahabenin fazilet ve kıymetini açıkça ortaya koyan ayet ve hadisler de bu surette inkâr edilmiş olmaktadır.

Beşer olarak sahabenin elbette hataları olabilir, ama onlar, Kur’an’ın ve Rasulüllah’ın önündedirler, derhal ikaz edilirler ve bunun üzerine mutlaka tövbe ederler. Rasulüllah sav’in vefatından sonra devrin münafıkları da elbette sahabe arasında fitne çıkarmak için hemen faaliyete koyulmuşlar. Bunun sonucunda, Hz. Osman ra’nın hilafetinin ikinci döneminden itibaren fitneler baş göstermeye başlamıştır. Aralarındaki içtihat farklılığı, bilinen birkaç üzücü büyük hadiseye neden olmuştur. Bunlardan hareketle sahabeyi, Aşere-i Mübeşşere’yi sıradan insanlar gibi görmek ve tan etmek, Müslüman ahlakıyla kesinlikle bağdaşmaz. Bu tavır, Allah muhafaza, kişiyi zındık eder.

Aynı yazıdaki “Yeni Bir İslam Tarihi Yazımı Teklifi” başlığı altında; “bugüne kadar yayınlanan/yazılan İslam tarihinin pek faydalı olduğunu söyleyemeyeceğini” ifade ederek, yeni bir İslam tarihinin yazılması teklif ediliyor; aklı sıra bunun planı da veriliyor (sh. 24). Yazının esas kaleme alınma ve yayınlanma sebebi de bu zaten.

Yahu, bugüne kadar yazılan tarih silinir de bugün oturup sıfırdan tarih yazılabilir mi?

Yazıklar olsun! Siyercilik bu mudur ki?

Asrı Saadet örnek ve altın bir çağ değilse, M. E. Yıldırım, neden hep İslam’ın itikad ahkamına da hiç değinmeden İslam tarihini sürekli ballandıra ballandıra anlatır.

Neden olduğunu söyleyelim:

Oryantalistler, Tarihselciler/ Fazlurahmancılar İslam’ın itikat ve ahkamını yıkmak için hep tarihi ön plana çıkarır, tarih ve siyerdeki zayıf rivayetlerden işlerine geldikleri şekilde sahte bir din ortaya koymaya çalışırlar.

Ayrıca bu hikayeleri anlatmak kolay olduğu gibi, tarihteki aslı olan ya da olmayan hikayelerle heyecan oluşturup adam toplamak da kolaydır. Hikaye ile toplarsınız, kendinize çekince de içeride asıl zehirli fikirlerinizi dostluk havası içeresinde yiyip içerek, gülüp oynaşarak enjekte edersiniz. Fetö yöntemi de hikayecilik üzerine kurulu değil miydi?

Zaten “siyercilik”ten maksat, İslamoğlu’nun arka bahçesine cazip hikayelerle adam toplamaktır! Akaid ve fıkıhtan vareste, salt “siyercilik”in götüreceği yer, zaten uçurumdur…

Kaldı ki, kendi anlattığı siyere de kendisi inanmıyor ki, dergisinde, İslam Tarihi’nin gerçek İslam tarihi olmadığını ve yeni bir İslam tarihinin yazılması gerektiğini haykıran bir makaleyi de yayınlıyor.

İslam Tarihi’nin yeniden yazılması teklifi, aynen tarihselcilerin/modernistlerin tüm İslami kaynakları ve İslami ilimleri çöpe atıp yeniden din alanında ilim ve usul yazma teklif ve gayretleri gibi.

Elektrik mühendisi ve sonradan ilahiyatçı Halis Aydemir (şimdilerde Diyk üyesi de yapıldı) Hadis usülünde ve fıkıhta/mirasda, hatta Kur’an üzerinde yeni deneme saçma sapan usulleri çoktan yazmış bile! Ankara okulu baş mimarlarından Görmez, Eruk, Ünal ve Özafşar gibilerin her yazı ve konuşmalarında gündem ettikleri konu da İslami ilimlerin çöpe atılıp, özellikle usül ilimlerinin yeniden yazılması. Neden?

Çünkü bu ilimler, özellikle usul ilimleri varken bu zavallılar yeni dİn üretemiyorlar. Bu ilimler, bilhassa tefsir usulü, fıkıh usulü ve hadis usulü gibi ilimler, kelam, akaid ve fıkıh ilimleri adamların önüne, onlara göre “kazık (!)” gibi dikiliyor, bu mübarek ilimleri aşamıyorlar, orada çakılıp kalıyorlar… Biz de bunların karşısına bu ilimlerin kaideleriyle çıkabiliyoruz.

Onun için bu zavallılar, kendilerince önlerine duran bu “kazıkları” (!)” öncelikle kaldırmak istiyorlar. Bu hususta rehberleri kim dersiniz? Goldzieher ve Schaht gibi azılı kafir oryantalistlerle, Müslüman görünümlü Efgani, Abduh, Reşid Rıza, Fazlurrahman ve Musa Carullah, günümüzde Ebu Zeyd, Taha Abdurrahman ve Muhammed Cabiri gibi içerden yerli oryantalistlerdir. Hatta bu hususta, Filistin’li Hristiyan fıkıhcı Weal b. Hallaq’ın da önemli ve sinsi oryantalist fikirleri olduğunu da hatırlatalım. Hristiyan İslamiyeti iyi niyetle öğrenecek olsa önce Müslüman olur. Müslüman olmadığına göre, İslam Dini adına Müslümanlara yutturmak istediği “hap” var demektir…

Örneğin W. b. Hallaq, öve öve yere göğe sığdırmadığı Faslı filozof Abdurrahman Taha hakkında yazdığı kitapta, “İslam reforme edilecek ve ‘İslami’ kalacak ise, bu takdirde İslami olarak tanımlanmış bir kavramın bu reformun merkezinde yer alması ve onu çevrelemesi gerekir” demektedir. (Bkz. W. b. Hallaq, Modernitenin Reformu, sh. 340, 341).

W. b. Hallaq’ın bu sözün anlamı, İslam reform edilmeli fakat, reformla ortaya çıkacak saçmalıkta, ara sıra İslami kavramlar da olsun, demektir. Yani yapılacak çalışma, dinsiz görüntü vermesin… Eh! Hristiyanların reformunda da o kadarcık dini kavram ve dini görüntü mevcut… (Öyleyse biz, binlerce İslam alimi dururken, tutup da Dinimizi fıkhımızı, kitabının içinde birkaç faydalı cümle de var diye, bir Hristiyan Oryantalist’ ten mi öğrenelim?!..

İşbu durum, Siyer Vakfı’nı merkez ve M. E. Yıldırım’ı ayrılmaz parçası edinerek “İslamcı” ve “Ehli Sünnet” geçinen “HOCALAR”a ithaf olunur.

M.E. Yıldırım; dün M. İslamoğlu’nun çırağı iken, rajon gereği, kirlenen İslamoğlu’ndan ayrılmış izlenimi vermek maksadıyla Siyer Vakfı’nı kurarak, bağımsız hareket ettiği izlenimi sağlamaya çalıştı…

Alıntı

11.06.2022

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu