Müfessirlerin Görüşlerini Alırken Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar- Prof. Dr. Durmuş Ali Kayapınar
Mu’teber müfessırler âyetleri tefsir ederken görüşlerini, çeşitli nedenlerle değişik ifâdeler ve farklı üslûplarla verirler. Bu farklılıklar bazen onların aynı âyetten birbiriyle bağdaştırılması mümkün olmayan ayrı ayrı şeyler anladığı izlenimini uyandırır. İhtilâflara varan bu farklı ifâdeler özellikle sahabe ve Tâbiî’lerın âyetleri açıklarken kullandıkları ifâdelerde yoğun bir şekilde kendini gösterir.
Müfessırler bunları farklı üslûb ve ifâdelerle anlatırlar. Anlayışı kıt olan ya da onların ifâde farklılıklarının kaynaklandığı sebeplen bilmeyenler, bunlar arasında gerçekten ciddî farklar bulunduğunu zanneder. Oysa hepsi de âyette mevcut olan mânâyı dile getirmekte ve ifâdeleri, hep âyetten çıkan mânâ ile sınırlı bulunmaktadır. Çünkı buradaki açıklama ya müfessirin o âyetten anladığı mânânın kendi üslubuyla ifâdesini ortaya koymakta, ya da karşı karşıya bulunduğu durum, sorun ya da sorunun en uygun açıklaması olduğu içm ifâde, o değişik tarza bürünmüş bulunmaktadır. Kimi müfessirler bazen bir şeyin kendisini değil de, lâzımını ya da nazîrini haber verir; kimileri de, o şeyden kast edileni, semere veya sonucu haber verir. Ancak bütün bunlar çoğu kez döner dolaşır sonuçta bir tek mânâya ulaşırlar. Murâd, bütün bu farklılıkların toplamı ya da toplamından elde edilen sonuçtur. Yoksa burada, şâirin bir münâsebetle daha önce de kayd ettiğimiz:
İfâdemiz bin türlü, sözlerimiz pek çoktur.
Ey güzeller güzeli!. Hüsn’ün ise bir tektir.
Ne bilsinler ki hepsi, Gül-CemâlinT söyler.
Zerrelerin her biri, Sen’ı işaret eyler.1094 şiirinde ifâdesini bulan, ıbâre farklılıklarının, maksatların da farklılaşmasını doğurduğu düşüncesine kapılmak yersiz ve geçersizdir. Bu farklı ifâdelerin birbiriyle bağdaştırılması mümkünse, durum böyledir ama; te’lîfleri mümkün değilse, eğer her iki görüş, aynı ölçüde sağlıklı ve sağlam ise, o zaman aynı müfessırın bu iki farklı görüşünden muahhar olanı öne alınır. Eğer söz konusu iki kavlin sıhhati birbirine eşit değillerse, o zaman bunlardan birbirine nisbetle daha sâhîh olanı öne alınır.
1094 Ez-Zerkeşî, Bedriiddîn Muhammed b. Abdillâh, El Bürhân Fî Ulûmi 7- Kur ‘ân: 2/160.
Çoğu kez müfessirler üzerinde durdukları âyetle ilgili bazı noktaları temsilî yolla anlatırlar. Bu temsilî anlatıma kendini kaptıran kimi insanlar da, âyetin mânâsının bu temsilî anlatımda verilenlerle sınırlı olduğunu zannederler. Oysa bu anlatım, üzerinde durulan âyetin tefsirinin tümü değil, sâdece bir yönünün somutlaştırılmaya çalışılmasından ibarettir.1095
Biz tefsir konusunda selefin kavillerinden bize nakledilenleri incelediğimizde ve tefsir kitaplarına dağılmış görüşlerini bir araya toparladığımızda ilk bakışta, bu kaviller arasında ihtilâflar bulunduğunu görürüz. Bir sahâbînin bir yerdeki kavlinin bir yerde, diğer bir sahâbînin kavline muhalif; bir tabiînin kavlinin öbür tabiînin kavline muhalif olduğunu görürüz. Hattâ bazen bunlardan birinin aynı âyetteki iki kavlinden birinin diğerinden farklı, hattâ birbirine aykırı olduğunu görürüz. Ama acaba bu farklılık birbirine zıt ve bağdaşmaları imkânsız (tenakuz ve tebâyün türü) bir ihtilâf mıdır?!..Yoksa birden fazla mânâları içeren bir âyete âit ifâde tarzlarının ve üslûp değişikliklerinin farklılığı mıdır? 1.. İşte bunlar müfessirin kavillerini nakl ederken göz önünde bulundurulması gereken hassas noktalardır. Bunun kuralı aşağıdaki durumları nazar-ı îtıbâre almaktır:
1- Çoğu müfessirler, âyetleri tefsir ederken meslektaşlarının kullandıkları ifâdelerden farklı ifâdeler kullanırlar. Bu ifâdelerin tümü müsemmânın aynı olmasına rağmen, Allah’ın isimlerini tefsir edişlerinde görüldüğü gibi, müsemmânın birkaç mânâya gelmesinden kaynaklanır. Müfessırlerden biri söz konusu mânâlardan birini, öbürü de diğerini açıklamaktadırlar. Bunları okuyanlar da bu durumdan habersiz olduklarından, burada büyük bir çelişki, ya da tutarsızlık olduğunu zanneder.
1095 Ez-Zerkeşî, Bedrüddîn Muhammed b. Abdillâh, El Bürhân Fî Ulûmi’l- Kur’ân: 2/159.
2- Ayetlerin lafızlarının, Ikı mânâya ya da müteaddıd konumlarda farklı mânâlara delâlet eden “müşterek” lafızlar gibi, birden fazla mânâlara muhtemel olması..
Bu gibi durumlarda bir müfessir muhtemel mânâlardan birini, diğeri de öbürünü açıklıyor olabilir.
3- Her müfessırin genel kapsamlı bir ismi temsil ya da uyarı yollu bir üslûpla, kapsadığı mânâların bazı değişik şekillerini dile getirerek açıklaması…
Örneğin: “Sonra Kitâb’ı kullarımız arasından seçtiklerimize verdik. Onlardan, kimi kendisine zulm eder, kimi ortadadır, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır.”1096 Ayet-i kerîmesindekı “öne geçen” kelimesini kimi, namazı tam vaktinde kılanla; kimi, zekâtı sadaka ile birlikte verenle tefsir etmiş; “ortada” kelimesini; kimi, namazı vakti içerisinde kılan; kimi sâdece zekâtı vermekle yetinen; “nefsine zulmeden” sözcüğünü, kimi namazı vakti geçerken kılan, kimi de zekât vermeyen ile tefsîr etmişlerdir. Kimileri de, bu âyeti Taberî’nın dediği gibi, İbnü Abbâs bu âyetin tefsirinde: “Onlar Muhammed ümmetidir. Allah onları indirdiği her kitaba vâris kılmıştır. Zâlim olanlarını affeder, muktesid olanlarını kolay bir hesapla hesaba çeker. Sâbık’larını da sorgusuz sualsiz Cennet’e sokar” diye tefsîr etmişlerdir.1097
1096 Fâtır Sûresi, Âyet: 32.
1097 Et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Cami’ul Beyân An Tevili Âyi ‘l-Kur ‘ân: 23/ 88.
Tefsirde görülen bu ihtilâflara tenakuz (çelişki) türü ihtilâf nazarıyla bakılamaz. Bunlar ancak tenevvü’ türü, bakış açıları farklı bir ihtilâf olarak değerlendirilebilir. Onun için her müfessirin tefsîr yaparken yararlandığı müfessirlerin bu tür ihtilâflarına dikkat etmesi ve bunları birer çelişki gibi görmemesi gerekir. Zira müfessırlerden biri aynı şeyi ifâde etmek için, “âyet, bunun hakkında nazil oldu” ifâdesini kullanır; bunun yerme öbürü, “Bu, bunun hakkında nazil oldu” ifâdesini kullanır. Böylece her birinin kullandığı ifâde, öbürünün kullandığı ifâdeden şeklen farklılık sergiler ama; bütün bu ifâde farklılıkları âyetin içeriğini yansıtan mânâ, türlülük (tenevvü’) ve zenginliğinin tabîî bir sonucudur.
Ama bir müfessır: “Bu âyetin nüzulü şöyledir”; diğeri, “Onun nüzul sebebi şöyledir” diyerek, farklı ama kâbıl-ı te’lîf olmayan tamamen ayrı bir olaydan söz ederse, o zaman farklı olayları kastederek: “Bu âyet şunun ve şunun hakkında nazil oldu” der. Bu da, söz konusu âyetin nüzulünün mükerrer olduğunu, ayrı ayrı sebeplerle birkaç defa indirildiğini gösterir. Bu kabil şeyler de yorumla değil, sağlıklı nakille bilinebilecek hususlardır.
4- Aynı âyette iki ya da daha fazla kırâetın bulunup her müfessirin âyeti özel bir kırâete göre tefsir etmesi; böylelikle bu farklılığın ihtilâfla ilgisiz olduğu halde bir ihtilâf sanılması…
Örneğin Taberî, İbnü Mes’ûd’un âyetındeki 1098 “(gözleri) kapandı” ve “(gözlerinin görme yeteneği) alındı ve büyülendi” anlamlarına geldiğini söylediğini aktararak tefsir etmiş; Katâde’nın ise: kırâetiylle okuyanların “(gözleri) Kapandı” anlamını, şeddesiz kırâetiyle okuyanların ise “(gözleri) büyülendi” anlamını kastederler.’ dediğini naklederek; tefsir etmiş; ardından, kendisi de bu iki kırâete başka mânâlar eklemiş ve kelimenin şeddeli kırâetine, “bayıldı ve daldı”; şeddesiz kırâetıne de, “hapsolundu, çevresiyle ilgisi kesildi” anlamını eklemiştir.1099
Bu konu sâdece müfessirın, müfessirlerın kavillerini naklederken göz önünde bulundurması gereken şeyler çerçevesi içerisinde güvenceye alınabilecek bir konu değil, “müfessirlerin ihtilâf sebepleri” gibi, bir çok konuyla yakın ilgisi bulunan çok önemli durumları içeren bir konudur.
1098 Hıcr Sûresi, Âyet: 14.
1099 Et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr. Cami’ul Beyân An Tevili Âyi’l-Kur’ân: 14/9, 10.
Dolayısıyla ilgili konularıyla bağlantısı kurularak üzerinde daha kapsamlı ve daha dikkatli durulmayı gerektirir.