Seyyid Kutub

Mezhep Düşmanlığı

Seyyid Kutub ‘İslamda Sosyal Adalet’ adlı kitabının 36. sayfasmda diyor ki: “İslâmiyet bir bütündür, ayrılan cüzleri birleşmeli, ihtilaflar ortadan kalkmalıdır.” Yine aynı sayfada:

“Asıl olan yardımlaşma, tanışma ve uyuşmaktır. Bu esas kaideye karşı gelen herkes bu yolla defedilir. Zira bu muazzam kainatın seyrettiği yolu takib etmek ferd ve cemiyetin keyfine (yani mezheplere ve mezhep imamlarına) tabi olmaktan hayırlıdır. Çünkü içtimai ittifak (yani mezhepleri birleştirmek), tabiatın ve onu yaradan Allah’ın gayesine uygundur/’1 diyerek hak ve batıl bütün mezhepleri aynı kategoride görerek, ehl-i sünet mezheplerini de birleştirme bahanesiyle, aslmda ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.

Son zamanlarda bir takım çevreler de, “SAĞDUYULU İTTİFAK ÇAĞRISI…” adı altmda, yukarıda söylediğimiz gibi S. Kutub’a benzer bir girişimde bulunmaktadırlar. Bazıları da Mehdi (Aleyhis-selam) geldiğinde zaten mezhepleri birleştirecek, şeklinde ifadeler kullanmaktadırlar. Tüm bu girişimlerin ortak hedefi aslmda; birleştireceğiz bahanesiyle, hak olan mezhepleri yok etmektir.

Bu gibi ifadeler, Ehl-i sünnet mezhebinin içerisinde olan dört mezheb imamlarma büyük bir hakarettir. Nedenine gelince, eğer bu mezheplerin birleşmesi icap etseydi, gerek o mezhepler kurulduğu zamanlarda gerekse o zamandan günümüze kadar geçen 1000 yılı aşkm süredir alimler böyle bir girişimde zaten bulunurlardı.

Ebu Davud ve Taberani’de Ebu Hureyre (radiyallahu anhu)’dan Resulullah (sallahu aleyhi vesellem) buyuruyor ki;

“Şüphesiz Cenâb-ı Hakk bu ümmet için her yüz senenin başında dinini yenileyecek bir zat (Mehdi) gönderir/’2

Bu Hadis-i Şerife göre bin yılı aşkm geçen süreçte ondan fazla Mehdi gelmiştir. Hepsi de bu mezhepleri özellikle yaşatmak için büyük mücadeleler vermişlerdir. Ahir zamanda gelecek olan son Mehdi ise bu süreçte gelen önceki Mehdi’ler ile tüm alimlerin aksine neden mezhepleri birleştirme gereği duysun? Bu mezhepler itikatta zaten bir olup, aralarmda sadece ameli bakımından farklılıklar vardır. Bunların dördü de haktır. Hepsinin kaynağı da Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerdir. Hatta, mehdiler mehdisi Abdulkadir Geylani hazretleri dahi Hanefi mezhebinde olmasına rağmen, Hanbeli mezhebinin yok olma durumuna geldiğini görünce, kendisi müritleriyle birlikte Hanbeli mezhebine geçmiştir. Sebebini sorduklarmda da; bu dört mezhebin de hak olduğunu ve kıyamete kadar devam etmesi gerektiğini, bu nedenle mezheplerin yok olmaması için Hanbeli mezhebine geçtiğini söylemiştir1.

Burada Abdulkadir Geylani hazretlerinin yaptığı, mezheplerin dördünü de yaşatmaya çalışmaktır. Günümüzde ise batıl görüşteki bir takım çevreler de, mezhepleri birleştirme bahanesiyle, yok etmeye çalışmaktadırlar. Ahir zamanda ki Mehdi (aleyhis selam) geldiğinde bu mezhepleri birleştirecek diyenler, bilmeden bunu söylüyorlarsa, büyük bir gaflet içerisindedirler. Eğer bilerek yapıyorlarsa da, ehli sünnet itikadım yok etmeye çalışan batıl zihniyetteki kimselere hizmet ettikleri anlaşılmaktadır.
Kitabımızın başından beri anlatmaya çalıştığımız ehli sünneti yok etme projesi, günümüzde farklı yöntemler kullanılmak suretiyle devam ettirilmektedir. Son zamanlarda kullandıkları yeni yöntemler ilk bakışta tüm Müslümanlar tarafından olumlu algılanacak sinsi bir şekilde karşımıza çıkmıştır. Yani yapmaya çalıştıkları şey, ilk bakışta olumlu karşılanıp, Müslümanların birlik ve beraberliğini tesis edecek türden bir girişim gibi gelse de, aslında amaç, ne islam birliğidir, ne de Müslümanların güçlenip kalkınmasıdır. Tek hedef vardır oda hak olan mezheplerin bir an önce ortadan kaldırılmasıdır. Aslında ehli sünnet düşmanlığı yeni çıkmış bir durum değildir. Tüm bu yaşadıklarımız, asırlardan beri dış güçlerinde desteği ile uygulanan bir projedir. Bu sinsi gayelerine ulaşmak için denemedik yöntem kalmamıştır. Ancak, özellikle de güzel vatanımız Türkiye’de bir türlü bu gayeleri istedikleri seviyeye gelememiştir. Türlü türlü sahte alimler, ulemalar, şeyhler ve cemaat liderleri sahneye sürülmüş ve sürülmeye de hala devam ediliyor, ancak hak olan dört mezhebi ortadan kaldıramadıkları gibi bilinçli ehli sünnet alimlerimiz sayesinde de, bu fitne mahsûlü kişiler deşifre edilmiştir. Bu nedenlerden dolayı projenin Türkiye ayağı, yeniden masaya yatırılmış ve bu gelişmeler ışığında güncellenmiştir. İşte projenin bu güncel uygulaması ise, şeytanında çoğunlukla kullandığı bir yöntem olan, rahmani yönden gelinerek gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Nedir bu rahmani yaklaşım? Şudur; Bugün bir takım çevreler “SAĞDUYULU İTTİFAK ÇAĞRISI…” sloganı adı altında 1931 ruhunu yeniden canlardırıp islamda birlik sağlayacaklarını söylemektedirler. Bu çağrı Mason Muhammed Abduh’cu Mısır el-Ezher Üniversitesi Dekanı Reşit Rıza’nın da aralarmda bulunduğu bir heyet tarafından 1931 yılında daha önceden yapılmış ve bununla ilgili kongre oturumlarmda alınan karar gereği de Müslümanlar arasında birliğin sağlanmasının nişanesi olarak Şii din âlimi Muhammed el-Hüseyin Al-i Kâşif, “Sünni, Şii ve İbadiyye’lerden oluşan ve onbini bulan cemaate” Mescid-i Aksa’da Cuma namazı kıldırmıştı. Seyyid Kutub da benzer çağrıyı daha sonra yenileyerek, yukarıda değindiğimiz gibi kitaplarında işlemiştir. Bu çağrıların sözde amacı; güya islam kardeşliğini tesis edip dünya Müslüman-larını tek çatı altmda toplayıp aralarmdaki işbirliğini geliştirmekti… Bu çağrıyı duyan sağduyulu her Müslümanm; “Evet! tam olması gereken bu, bu birlik hemen sağlansın” diyeceği türden bir girişim gibi gözükse de; aslında, arkasmda yüzyılların projesinin henüz başarıya ulaşamamış bir ayağı yatmaktadır. İşte o bir türlü başaramadıkları şey, mezheplerin ortadan kaldırılması meselesidir.

Güya, dünya Müslümanlarının birlikte hareket edememelerinin tek nedeni de mezheplermiş… Bu hususu, bir internet sitesindeki, keskin ifadelerle dile getiren şu başlık çok dikkat çekicidir; “Hayrettin Karaman Hoca bizleri son zamanlarda başımıza örülmek istenen büyük tehlike mezhepçilik fitnesine düşmemeye, ümmet olmaya çağırıyor./’1 Bu ifade, günümüzde “Sağduyulu İttifak Çağrısını” destekleyen zihniyetin sarf ettiği talihsiz sözlerdir. Kullandıkları “mezhepçilik fitnesine” ifadesi ile aslında başta İmam-ı Azam efendimiz olmak üzere diğer hak olan tüm mezhep imamları; İmam-ı Safi, İmam Ahmet Bin Hanbel, İmam-ı Malik hazretlerini fitne çıkarmakla itham etmiş olmaktadırlar. Halbu ki Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) bu zatları aşağıdaki Hadis-i Şerifte ümmetimin en hayırlılarıdır, diyerek methetmektedir:

“İnsanların en hayırlısı benim zamanımdakiler (yani ashâbımdır). Sonra onları takib edenler (tabiin), sonra onları takib edenler (etbâu’t-tâbiin)’dir.2

İşte görüldüğü üzere mezhep imamlarmdan, İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri “tabiin”, diğer üç mezhep imamları ise “etbâu’t-tâbiin”‘dendir.

Ümmeti Muhammed’in asırlardan beri tabi olduğu bu dört hak mezhepler ise “FİTNE,” övgüyle bahsedilen mezhep imamlarımız ise “FİTNECİ” olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu ifadeleri daha önceleri farklı ve dolaylı şekillerde çok kullanmışlar, fakat karşılık bulamadığı için yöntem değiştirip, bugün Arap ülkelerinde baş gösteren iç karışıklıklara dayandırıp; bu işin sonu mezhep savaşlarma yol açacak, masum Müslüman kanı boş yere akacak gibi bahanelerle, yeniden gündeme getirmektedirler. Yani bugün diğer Müslüman ülkelerinde yaşanan tüm karışıklıklar aslmda, Mezheplerden kay-naklanıyormuş… Bu mezhepleri hemen ortadan kaldırırsak bu iş çözülüverecekmiş gibi bir hava estirilerek, tüm fatura ehli sünnet olan hak mezheplere kesilmektedir.

Ehli sünnet görüşünde olan Müslümanların, hak olmayan diğer mezhep mensuplarına saldırdığı veya fitne çıkardığı ne görülmüştür, ne de duyulmuştur. Bugün ve geçmişte yaşanan mezhep savaşlarının tamamı hak olmayan mezhepler tarafından başlatılmıştır. Zaten hak olmayan diğer mezhepleri başta vahhabilik ve şii’liği araştıracak olursak, görülecektir ki bu zihniyetler fitne çıkararak doğmuştur ve onunla da beslenmektedir. Yani ilk ortaya çıkışlan tamamen bir fitnedir. Dolayısıyla başlangıçları fitne olan hiçbir görüş ile doğruyu bulmak mümkün değildir.

Bir birliğin sağlanması, sağduyulu her Müslüman gibi bizlerin de özlemini duyduğu bir meseledir. Buna hiç kimsenin itirazı olamayacağı kesindir. Ancak, bir birlik sağlanacaksa bu hak mezhepleri ortadan kaldırmak yerine, başta Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) ve Ashab-ı Güzin efendilerimiz hangi hal üzere ise o hal üzere olunması gerektiğini savunan ehli sünnet görüşü üzerinde sağlanmalıdır. Aslında başından beri zikrettiğimiz hususu bir daha tekrar edelim; bu fikirleri ortaya atanların aslmda birlik veya beraberlik umurunda değildir. Bu girişimle bir yere varılamayacağını da çok iyi bilmektedirler. Bunlar sadece, saf ve iyi niyetli Müslümanları kandırıp taraftar toplama peşinde olup, esas gayeleri ise bir an önce dört hak mezhebi ortadan kal-dırmaktır. Çünkü, bugün Müslümanlar araşma fitne sokanlar da, bu fitneden kurtuluş reçetesini yazanlar da aynı projenin mahsulleridir.
Birlik ve beraberlik içinde olmamız istenilen bu batıl mezhepler ile ehli sünnet itikadı arasmdakı fark, sanki sudan sebeplermiş gibi gösterilip, bu batıl mezheplerin ortaya çıkış nedenleri ile yüz yıllardır ehli sünnete düşmanca tutumlarla yaptıkları zulümler de yok sayılarak, mesele basite indirgenmeye çalışılmaktadır. Aslmda bu batıl mezhepler ile ehli sünnet arasmdaki farklar öyle hafife indirgenecek ve bir çırpıda yok sayılacak kadar basit meseleler değildir. Yani şimdi biz kendisi gibi düşünmeyenlerin malını, canını, ırzını helal sayan vahhabiler ve Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) efendimizin hanımı ve bizlere en çok hadis aktaran, müminlerin annesi Hz. Aişe (Radiyallahu anhâ) ile Hz. Ebu Bekir (Radiyallahu anhu), Hz. Ömer (Radiyallahu anhu), Hz. Os man (Radiyallahu anhu) efendilerimize hakaret edecek kadar ileri giden şii’ler ile birlikte mi hareket edeceğiz? Sizce bu mümkün müdür? Yarın Resulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) efendimizin huzuruna nasıl çıkacaksınız? Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in iyi ettiniz onlarla işbirliği yaptınız, diyeceğini mi zannediyorsunuz? Neticede bu mesele Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in “Bir elime güneşi bir elime ayı verseniz” yine de davamdan vazgeçmem dediği dava kadar önemli ve hassas bir davadır.

Bunlar ortaya attıkları bu gibi fikirlerle, Müslümanların refah ve barışını bahane ederek, bu uğurda da her türlü yanlışı mubah sayıyorlar. Eğer bu yapılmak istenen doğruysa, işi bir adım daha ileri götürerek olayı kökünden çözelim; dünyadaki her türlü inançları birleştirip yeni bir din icad edelim ve tüm dünya bu dine bağlansm, olsun bitsin… Dolayısıyla dünya barışım da tesis etmiş oluruz. Böylelikle tüm tefrikalar ortadan kalkar… Aslında yapılması istenilen şey bu kadar saçmadır. Yani, ehli sünnet alimleri bu batıl fırkalar ile boşuna mı mücadele ettiler? Bunlar hakkmda yazılan binlerce reddiyeler bir hiç uğruna mıydı?

Yukarda da söylediğimiz gibi, eğer bir birleşmeden bahsedilecekse o da, doğru ve hak olan üzerinde olur ki, o doğru yol da Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) ve ashabının gittiği tek yol olan, ehli sünnet velcemaat mezhebinin görüşüdür. Ehli sünnet görüşündeki tüm hak mezhepler de zaten bu şekilde doğmuştur.

Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) ve Cihar-ı Yar devrinde herkes bilmediği dini meseleleri onlardan sorarlardı. Emevi halifeleri; sünnete, Evlad-ı Resule düşman idiler. Sünneti bozmaya, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesel-lem)’i ve ehli beytini gözden düşürmeye çalışıyorlardı. Hz. Ali (Radiyallahu anhu) efendimize “Turabi” derlerdi. Evlad-ı Resuller zindanlara atılır, asılır, onların tarafında olanlar da aynı muameleye tabi tutulurdu.

İbn-i Kesir (Rahimehullah) “ŞemaH’tir-Resul” adlı kitabının 483. sayfasmda, Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’in Emevi hükümdarları hakkmda söylediği şu Hadis-i Şerifi nakletmektedir:
A’la bin Abdurrahman, babası Ebu Hureyre (Radiyallahu anhu)’dan Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Rüyamda Hakem oğullarının ya da Ebu’l As oğullarının (Emevilerin) minberimin üstüne maymunların tırmanışı gibi tırmandıklarını gördüm.” Ravi, der ki: ” Allah Resu-lü (Sallallahu aleyhi vesellem)’in ölünceye kadar bir daha neşeli güldüğü görülmedi.” Sevri dedi: “Said bin el Müsey-yeb’den Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz Ümeyye oğullarını minberi üstünde gördü. Bundan hoşlanmadı. Allah’u Teala Hazretleri ona bu kendilerine verilen dünyadır, diye vahyetti ve bundan sonra gözleri aydınlandı. İşte o vahiy, Sure-i İsra, Âyet 60: “(Geceleyin) Sana gösterdiğimiz o temaşayı ve Kur’an da lanet edilen ağacı (başka değil) ancak insanlara bir fitne ve imtihan yaptık.”1
Emevi hükümdarları Yezid’le başlayıp Mervan’la sona ermiştir. Bu süreç Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) efendimizin ehl-i beyti ve ashaplar için büyük bir ibtila ve imtihan olmuştur. Yalnız bu hükümdarlar arasında Ömer bin Abdulaziz adaletli ve İslama uygun bir hüküm sürdüğünden bütün islam alimleri ve toplumu tarafından iyi görülmüştür.

Hakkında yüzlerce Hadis-i Şerif olan, Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) efendimizin hem akrabası hem damadı ve nesebinin de kıyamete kadar yer yüzüne yayılmasının sebebi, ayrıca Allah’u Teala hazretlerinin Esedullah diye hitap ettiği Allah’ın Arslanı unvanını almış, cennetle müjdelenmiş Hz. Ali (Radiyallahu anhu) efendimize hakaret için, Yezid melununun; maymunun basma sarık sararak hutbeye çıkarması, böylesi büyük bir zata yapılan bu hakaret, yukarda ki Hadis-i Şerife geçen şu ifade ile;

“Rüyamda Hakem oğullarının ya da Ebu’l As oğullarının (Emevilerin) minberimin üstüne maymunların tırmanışı gibi tırmandıklarını gördüm,” diyerek Emeviler dönemi kastedilmiştir.

1 İbn-i Kesir, ŞemaU’tir-Resul, Tercüme: Naim Erdoğan, Temel neşriyat, s. 483.
lBkz:http^www.dunyabizim.con/?aT5’pe=haber&ArlicleID=11064 2 Buhâri, Fedâilu’l-ashâb 1, Şehâdât 9; Müslim, Fedâilü’s-sahâbe 216.

1 Başka bir rivayette de: Abdulkadir Geylani hazretlerinin mezhep değiştirme hadisesi, Safi mezhebinden Hanbeli mezhebine geçti diye de anlatılmaktadır.

1 Bu bilgiler için bkz: Seyyid Kutup, el-Adalet’til-İslamiyye Fil-İslam, Dar’uş-Şuruk – 1995; yine,
Seyyid Kurup, el-Adalet’til-İslamiyye Fil-İslam (İslamda Sosyal adalet) Tercüme: Yaşar Tunagür, Dr. M. Adnan Mansur, Cağaloğlu Yayınevi-1968 – 3. Baskı, s. 36.
2 Kütüb-i Sitte, Cild 15, Hadîs No: 5577; Ebu Davud, Melahim 1, Taberâni, Mu’cenu’l Kebir;
Hadis No: 1118.
1 Tirmizi, Kıyamet 11; Taberani, Mu’cem’ul Kebir, Hadis No: 7986; Hakim, Mtistedrek, Kitabu
Ma’rifet’üs-Sahabe, Hadis No: 5789; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid ve Menbe’ul Fevâid, Dar’ul-Fikr, Beyrut 1994, (I-X), Hadis No: 1013; İmam Gazali, İhya-u Ulumid-Din, IV, Hadîs No: 678.
2 Kenzul Ummal, Hadis No: 39059.

Nitekim Hadis-i Şerifte İbni Ömer (Radiyallahu anhumâ) dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:

“Bir adam din kardeşine, ey kâfir derse, bu söz ikisinden birine döner. Eğer böyle denilen kişi söylenildiği gibi ise, söz doğrudur; söz yerini bulmuş olur. Aksi takdirde bu sözü söyleyen kimse kafir olur.”

Burada Hz. Ali (Radiyallahu anhu) efendimizi haşa maymuna benzettikleri için yukardaki Hadis-i Şerifte geçen “bu söz ikisinden birine döner” ifadesi ile gerçek maymunların Yezit ve halifeleri olduğu kesinlikle anlaşılmış olup hiçbir şüpheye de mahal yoktur.

Emeviler dönemin de bu şekilde islamiyet zaafiyete uğratıldığı için, 73 ayrı mezhep ortaya çıkmıştır.
Bu hususta İbn-i Mace, Taberani, Ahmed ibn-i Hanbel ve daha bir çok Hadis kitabmda Enes ibn-i Malik ve Avf bin Malik (Radiyallahu anhumâ)’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:

“Ümmetim yetmiş üç mezhebe ayrılır. Hepsi cehenneme gider. Yalnız biri kurtulur. Onlar kimlerdir Ya Resûlullah? deyince; Ben ve benim Ashabım ne itikatta iseler ondan ayrılmayanlardır.”1

Bu Hadis-i Şerifte Ehl-i Sünnet olan ve olmayanları açıkça beyan etmektedir:

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) efendimiz hazretleri veda hutbesinde de bu konuya değinerek şöyle buyurmuştur:

“Ben size iki emanet bırakıyorum. Birisi Allah’u Teala’nın kitabı Kur’an-ı Kerim, diğeri de benim sünnetlerimdir. Bunlara sıkıca sarıldığınız sürece asla dalalete düşmezsiniz.”1

Ebâ Müslim, Emevi saltanatını yıkıp; Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in amcası Hz. Abbas (Radiyallahu anhu) evlatlarından birisini halife yaptı. Onun için onlara “Abbasiler” denildi. Abbasi hükümdarı 500 din uleması seçti. Ortaya çıkan bu 73 mezheblere ait kitaplarm hepsini Âyet-i Kerime ve Hadîs-i Şeriflerle inceletti. Her birisinin Âyet-i Kerime ve Hadîs-i Şeriflere ters düşen tarafları vardı. Ancak bu mezheplerden bir tanesinin Âyet-i Kerime ve Hadîs-i Şerif lere ters düşmediği görüldü. Onun için ona “Ehl-i sünnet vel’ cemaat” mezhebi denildi. Yeryüzünde bulunan Müslümanların hepsi bu Ehl-i sünnet velcemaat mezhebinden olmaya mecburdur. Ehli sünnet mezhebi Resulullah (Sallahu aleyhi vesellem) ve ashabı ne itikat üzere iseler onun üzeredirler. Bunlara Fırkai Naciye (kurtuluşa erenler) derler, yani Kuran’a ve sünnete uygun olan dört ehli sünnet mezhebi; Hanefi, Maliki, Hanbeli ve şafi’dir. Ehli sünnet görüşünün itikattaki imamları ise; İmam-ı Ebu Mansuri Maturidi Hanefi mezhebinin itikatta imamıdır. İmam-ı Eş’ari safilerin itikatta imamıdır. Diğeri de İmam-ı Hanbeli’dir. Bunlar dört mezhebin imamlarıdır.

Bunların dışındaki 72 mezheplere “fırka-i dâlle veya beşinci mezhep” de denir. Bunlarm hepsi dalâlettedir ve sapıktır! Bunların isimleri Kaderiye, Cebriye, Mutezile, Vahhabi, Şii, Hululuye ve Murciye gibi vs. toplamı 72 eder. Bu batıl mezhep mensuplarının hepsi de alim, vaiz, müftü, hoca, şeyh, sofu görünür. Vaazı nasihatları çok iyi yaparlar. Ancak konuşmalarında Kur’ân-ı Kerîm ile Hadis-i Şeriflere muhalif ifadeler kullanırlar. Halk bunları ayırt edemez ve iyi zanneder. Mezhep imamlarını ve itikadlarını ayırd edemeyen, za-vallıları dinden çıkartırlar. Şimdi zamanımızda bu batıl mezheplerin kitaplarmı çok iyi, üstün bir kitapmış gibi birinci hamur kağıda basıp piyasada satıyorlar. Alıp okuyan bilmiyor, dinleyen de bilmiyor, doğrusu bu zannediyor. Bu kitapları okuyanlar, farkında olmadan küfre giriyorlar.

Çünkü, bu batıl mezheplerin kimi kabri, kimi ölüleri, kimi suali, kimi keramet-i evliyayı inkâr ederler. Kimi tarikatı, maneviyatı inkâr ederler. Zikrullahı inkar ederler, Resulullah (Sallahu aleyhi vesellem) efendimizin şefaatini, ulemanın, şehitlerin şefaatmı, çocukların, mü’minlerin şefaatini ve hadîsleri inkâr ederler. Enbiyaların, evliyaların himmet ve yardımlarını, medetlerini inkâr ederler. Halbuki bu kadar Âyet-i Kerime ve Hadîs-i Şerifler var iken inatlarından inkâr ederler. Bu nedenle de doğrudan cehenneme giderler. Bunlarm hepsi şeytanm, din ve Hak yolunda yanlış ektiği tohumlardır. Şeytan, onların amellerini ziynetlendirmiş, senin itikadm doğrudur diye kandırmıştır. Allah’u Teâlâ onların şerlerinden, itikadlanndan tüm Müslümanları muhafaza etsin. (Amîn)

Şimdi zamanımızda, dört mezhebin ayrı ayrı görüşlerini Kur’ân-ı Kerim’e ve Hadîs-i Şeriflere tersmiş gibi görüyorlar. Halbu ki, onlarm itikad bakımından Âyet-i Kerime ve Hadîs-i Şeriflere inançları oirdir. Allah’u Teâlâ’ya, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)’e, ashabına hasılı inanılacak şeylerin hepsine Şafii, Maliki, Hanbeli, Hanefi mezhebindeki-ler aynı şekilde inanır, itikad eder. Amel bakımmdan abdest, namaz, oruç ve benzeri hususlarda Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)’in bazıları ilk yaptığım, bazıları da daha sonra yaptığını örnek almışlardır. Hepsi de Kur’ân-ı Kerim ve Hadîs-i Şeriflerle delil getirdiği için bu dört mezhebin imamlarının kavilleri (görüşleri) doğrudur.
Meselâ; İbrahim (Aleyhis selam), İsmail (Aleyhis selam)’ı ömründe bir sefer kurban etti ve Allah’u Teâlâ’da bir sefer koç gönderdi. Onun için Şafii mezhebine göre; bir adama Ömründe bir sefer kurban kesmek vacip, diğer senelerde vacib değil sünnettir. Hanefi mezhebine göre Allah’u Teâlâ’nm kurban kes emrini verdiği o gün her sene geliyor. Bu nedenle de her sene kurban kesmek vacip oluyor.

Yine; Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Uhud çenginde kanlı elbiselerini değiştirmedi. Onunla namaz kıldı. Şafii’ler bunu delil göstererek, kan akması abdesti bozmaz ve bu şekilde de namaz kılınır hükmünü verdi. Hanefi’lerce harb zamanmda idi zaruret vardı bu nedenle de diğer zamanlar da kanlı elbiselerle namaz kılmadı, bu sebepten dolayı kanlı elbise ile namaz kılınamayacağı ve kan akması da abdesti bozar hükmüne vardı. Her iki uygulama da Resulullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) efendimizin bizzat yaptığı uygulamalardır.

Hadîs-i Şerifte; “Yırtıcı hayvanın (et yiyenin) eti yenmez/’1 Geviş getiren hayvanın eti yenir, buyuruluyor. Bazı hayvan var ki hem et yiyor, hem geviş getiriyor. Hanefi’lerce et yediği için eti yenmez. Şafii’lere göre geviş getirdiği için eti yenir. Dört mezhebin görüş ayrılıkları bu şekilde Kur’ân-ı Kerim’e ve Hadîs-i Şerîf’e ters değildir, hepsi de doğrudur. Aralarındaki görüş farklılıklarının tamamı da bu şekildedir. Fakat “fırka-i dâlle” olan zındıkların sözleri ise doğrudan Kur’ân-ı Kerim’e ve Hadis-i Şeriflere terstir. Onların mezhepleri batıl, kendileri ehli sünnet çizgisinden ayrılıp dinden çıkmışlardır.
Bugün yapılmaya çalışılan 1931 ruhu adı verdikleri girişim, aslında yukarda bahsettiğimiz Abbasiler döneminde yapılmış ve doğrusu bulunarak islam birliği sağlanmıştır. Yeniden bir birlik arayışı Amerika’yı yeniden keşfetmeye çalışmak gibidir. Bu düşünceyi tekrar ortaya atanların yaptıkları ise iyi niyetli bir girişim değildir. Bu fikirdeki kişilerin yaptıkları fitnelerden birisi de açıkça görülüyor ki, hak olan ehl-i sünnet mezheplerini sinsice yöntemlerle ortadan kaldırma fitnesidir.

1 Kütitüb-i Sitte, 1,360 ve Hadis No: 3934.
1 İmam Mâlik, Muvatta, Kitab’ul-Kader 3.
1 İbn-i Mâce, Fiten 17; Taberânî, Mu’cemu’l-Kebir, Hadis No: 13481; Râmûzu’l- Ehâdîs Hadîs No: 3213.

Ayrıca bu hususta, günümüzde yukarıda anlattığımız sinsi oyundan daha farklı bir başka sinsi oyunu da şimdilerde vahhabiler sahneye koymuştur. Özellikle hacdan dönen Türk hacılarına bir takım kitaplar hediye edilmektedir. Bu kitaplar da ilk bakışta mezhepleri ve ehli sünnet görüşünü anlatmak için hazırlanmış gibi görülmesine rağmen aslında, kendi sapık görüşlerini İmam-ı Azam efendimize mal edip, Ondan, yalan-yanlış alıntılar yapılarak hazırlanmıştır. Ancak bu da yukardaki oyun gibi, büyük bir tuzaktır. Meselâ: Vahhabilerin dağıttığı bu kitaplardan, Dr. Muhammed el Humeyyis’in yazdığı “Dört Mezhep İmamı’nın İtikadı/’ adlı kitabın 13. sayfasında:

– “Ebu Hanife demiştir ki: Dua edenin: Falancanın hakkı için veya peygamberlerinin ve resullerinin hakkı için ya da kabenin ve meş’aril haram hakkı için gibi sözlerle Allah’a yalvarması mekruhtur/’1 diye bir ifade bulunmaktadır.

İşte bu söz aslında İmam-ı Azam efendimize mal edilmiş aşağılık bir iftiradır. Aslı olmayan bu bilgi, dipnotta, “Fıkhı ekber şerhi” adlı kitapta geçiyor diye belirtilmiştir. Bu kitap incelendiğinde kesinlikle imam-ı Azam efendimize ait bu şekilde bir ifadenin olmadığı net olarak görülmektedir. Bu örnekte olduğu gibi, bu tür kitaplar da yazılan bilgilerin bir çoğu yalandır. Burada açıkça anlaşılıyor ki, Kur’an Tefsiri veya meali gibi velhasıl hacılara verdikleri bu ve buna benzer kitaplarda; taktik değiştirerek, dört mezhep imamlarının sözüymüş gibi vahhabilikle ilgili sapık fikirler millete empoze edilmeye çalışılmaktadır.

Halbuki bunların, kendi bozuk inançlarını İmam-ı Azam efendimize mal ederek söyledikleri sözün, İmam-ı Azam’a ait olmadığı çok açıktır. Çünkü İmam-ı Azam efendimizin bizzat kendisinin yazmış olduğu Kaside-i Numaniyye veya Ed-Dürr’ül-Meknun diye bilinen 53 bey itlik Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizi meth etmek için yazdığı kasidesinden bazı beyitler şöyledir1:

Sensin ol ki, Adem safiyullah sana İltica ile kabul oldu ne ki ibtidâ dua
Etti İbrahim halilullah dua isminle çün Ateş-i nemrut söndü gülistan oldu ona.
Hazreti Eyyüb dedi: “ennî messenî,”
İsmini yâd eyleyip emrâziden buldu şifa.
İbn-i Câbir çün vefat etmişti sen kıldın duâ, Hakk seni irzâ edip verdi hayat ol dem ona.
Olsa vallahi yedi derya mürekkep yazmaya Hem kalem olsa ağaçlar vasfın olmaz münteha.
İns-ü cin cem olsalar yazmağa vasfm senin, Yetmeye takatleri idrakleri ola cüda.
Daima aşkına düşmüş kalbim oldu Seyyidim, Can tenim aşkınla doldu hiç yok mâ’adâ.
Ben fakire kıl şefaat ya Rasulallah meded Kapma yalvarı geldim, dilerem senden ginâ.
Ben tama’ ediciyem senin keremin zerresin,
Yok Ebu Hanife için alem içre mâsivâ.

Bu beyitlerde açıkça görülüyor ki, vahhabilerin İmam-ı Azam efendimize mal ederek söyledikleri söz tamamen bir iftira olup yalandır. Zaten vahhabilikte, İngilizlerin desteğiyle yalanlar üzerine kurulmuş fitne mahsulü bir mezheptir.

Peygamberlerin hakkı için diyerek dua etmenin caiz olduğu hatta bizzat Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) tarafından tavsiye edildiği ve kendisinin de böyle dua ettiğine dair çok sayıda Hadis-i Şerif vardır. Bu Hadis-i Şerifler varken İmam-ı Azam efendimizin, vahhabilerin ona mal ederek söylediği sözü söylemesine imkan yoktur. Çünkü İmam-ı Azam efendimiz Ehl-i sünnet mezhebinin kurucularmm en başında yer alır ki, ehl-i sünnet ifadesi zaten sünnet ile amel eden ve o yoldan ayrılmayan topluluk demektir. Şimdi bu Hadis-i Şeriflerin bazısına yer verelim:

Sahih ve mütevatir olarak Enes (Radiyallahu anhu)’dan rivayet edilmiştir ki: İmam Ali (Kerremallahu vechehu)’nun annesi Fatıma Bint-i Es’ed (Radiyallahu anhâ), vefat ettiğinde Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz bu Muşar’un İleyha’nm naşını bizzat kabre indirip:

“Ey Allahım! senin nebin ve önceki peygamberlerin hakkı için annem Fatıma Bint-i Esed’i mağfiret eyle ve girdiği yeri kendine genişlet. Muhakkak ki sen merhamet edenlerin en merhametlisisin,”1 buyurdular.
Yine Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’i vesile ederek dua etme ile ilgili, Tirmizi ve Nesâi’de sahih olarak nakledilen Hadis-i Şerifte; gözlerinin açılması için dua ricasında bulunan bir âmâya dahi abdest alıp iki rekat namaz kıldıktan sonra:

“Allahım! Ben Rahmet Peygamberi olan senin nebin Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem)’i vesile ederek senden istiyorum. Ya Muhammed! Yâ Rasulallah! Ben seni vesile ederek Rabbimden hacetimin hallini istiyorum. Allahım onu bana şefaatçi yap,”2 diye dua etmesini emrey-ledi. Bey haki, bu Hadis-i Şerifin sahih olduğunu rivayet etmiş ve şu ilave ile bu hadisi nakletmiştir: “Âma gözü görür halde ayağa kalktı/’1

Sahabe-i Kiram âma’ya tarif edilen duayı Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in ahirete irtihalinden sonra dahi okurlardı. Bu dua daki; Ya Muhammedi Lafzı ise, meded dilemeye ve vesileye apaçık bir delildir.

Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin:

“Ey Allahım! Dualarını kabul ettiklerinin hakkı için senden istiyorum/’2 diye dua etmiş ve bu duayı Ashab-ı Kiram’a dahi öğretmiş ve bununla amel etmelerini emretmişir.

Hakim’den sahih senetle Hz. Ömer (Radıyallahu anhu)’dan nakledilen Hadis-i Şerifte, Rasulullah

(Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:

“Adem (Aleyhisselam) hatasını anlayıp dedi ki: Ya Rabbi! Eğer beni affetmemiş isen Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem) hürmetine senden affımı diliyorum, demişti. Allah’u Teala (ne cevap vereceğini bildiği halde, cevabmı da diğer insanların duyması için): Yâ Adem! Ben onu henüz (zahirde) yaratmadığım halde sen Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem)’i nasıl tanıdın diye buyurdu. Adem (Aleyhisselam): Ya Rabbi! Sen beni (kudret) elin ile yaratıp bana ruhundan üflediğin zaman, başımı kaldırıp baktığımda arşın ayaklarında -La ilahe illallah Muhammed’un Resullulah- yazılmış olduğunu gördüm.

1 Yusuf Nebhanî, Şevahid’ül-Hakk’dan Vahhabilere Cevaplar, s. 136.
2 Sünen-i İbn-i Mace, Mesacid 14.

1 Taberani, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 20324.
2 Sünen-i Tirmizi, Dua bablarıııda çeşitli hadisler 6, Hadis No: 3811; Hakim bu Hadis-i Şerifin tahricinden sonra Hadisin sonuna: “Bu dua ile dua edip kalktığı zaman görmeğe başladı,” diye ilave tmiştir.

1 Bu kasidenin tamamı için bkz: el-Mecme’atü’1-Kübra mine’l-kasâidi’l-fuhra fî hakk-ı Nebiyyinâ Muhammedini’l-Büşra Aleyh-i Salâtüllahi ve selamühü’l uzma, s. 53-65 (bu eser Osmanlıca olup baskı tarihi ve yeri belirtilmemiştir); Yusuf Özge, Recep Okatan, Necid’de Doğan Fitne Vahhabilik, Umut Mat. İstanbul- 2012, 1. Baskı, s. 140-150; İmam-ı Azam Ebu Hanife Numan b. Sabit, Kaside-i Meymune-i Mubareke Dtirr-ti meknûn Kasidesi, Tercüme: Ahmet Mahmut Ünlü, Arifan yay-İstanbul.

1 Dr. Muhammed el-Hümeyyis, Îtikad’ul-Eimmef il-Erbea (Dört mezhep imamının itikadı), Çeviren: Muhammed Emin Akın, Gözden Geçiren: Muhammed şahin, Baskı tarihi ve yeri belirtilmemiş…

İsminin yanına ancak yaratılmışların en sevgilisini koyacağını bildim. Cenab-ı Hakk Teala ona: Ya Adem! Doğru söyledin hakikaten Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem) bana yaratılmışların en sevgilisidir. Onun hürmetine benden ne istesen sana verirdim. Affını diledin ben de seni affettim. Şayet Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem) olmasaydı, seni yaratmazdım.1

Buhari de, haşır ve kıyamet günü insanların Allah’u Teala’nın huzurunda durmaları bahsinde geçen şu Hadis-i Şerifte vesileye büyük bir delildir.

”Onlar bu halde iken Adem (Aleyhisselam) ile sonra Musa (Aleyhisselam) ile daha sonra Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem) ile medet dilerler/’2

İbn-i Abbas (Radıyallahu anhuma) dan rivayet edilen bir Hadis-i Şerifte Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz ki Allah’ın, hafaza meleklerinin dışında yer yüzünde melekleri vardır ki, ağaç yapraklarından düşenleri yazarlar. Sizin birinize çölde bir aksaklık isabet ederse, “Ey Allah’ın kulları! Bana yardım edin, diye nida etsin.”3

Buraya kadar, İmam-ı Azam efendimizin kendi kasidesinde Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’i vesile ederek nasıl dua ettiğini ve Hadis-i Şeriflerde de peygamberlerin ve büyük zatların vesile edilerek Allah’u Teala’dan istekte bulunmanın, dolayısıyla; Allah ile kul araşma nasıl girildi ğinin çok açık delilleri ortadadır. Vesile hususunda ki durum bu kadar açık olduğu için, ne İmam-ı Azam efendimiz ne de diğer ehl-i sünnet olan mezhep imamları asla vesileyi inkar etmemişlerdir. Vahhabilerin İmam-ı Azam efendimize yukarıda mal ederek söyledikleri vesileyi inkar etme hususundaki sözler, aslında sermayeleri yalan üzerine olan vahhabilerin kendi görüşleri olup ehl-i sünnet imamlarına yapılan büyük bir iftiradır.1 Vahhabilerin burada ki amaçları ise; mezheplerin içerisine kendi sapık fikirlerini karıştırarak, ehli sünnet olan hak mezhepleri ortadan kaldırmaktır.

1 Hakim, Müstedrek, Kitab’ut-Tevârihu’l-Mütekaddimeyni min’el Enbiyai ve’1-Mürselin, Hadis No: 4287; İmam Kastalani, Mevahib-i Ledünniyye, 1,13; Rudani, Cem’ul-Fevaid, Hadis No: 8371.
2 Sahih-i Buhari, Zekat 52.
3 Heysemî, Mecme’uz-Zevâid, X, Hadis No:17104.

(Seyyid Kutup Kimdir, İlahiyatçı Yusuf Özge)

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu