Kur’an’dan Yüz Çevirmek Hem Dünyada Hem De Ahirette Sıkıntı Verir
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَنِي أَعْمَى وَقَدْ كُنتُ بَصِيرًا قَالَ كَذَلِكَ أَتَتْكَ آيَاتُنَا فَنَسِيتَهَا وَكَذَلِكَ الْيَوْمَ تُنسَى.(Tâ-hâ, 20/124-126)
“Her kim de benim zikrimden (Kur’an’dan) yüz çevirirse mutlaka ona dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz. (Kör olarak haşredilen kul) şöyle der: ‘Rabbim! Dünyada gören bir kimse olduğum halde, niçin beni kör olarak haşrettin?’ Allah da ‘Evet, öyle! Âyetlerimiz sana geldi de sen onları unuttun. Aynı şekilde bugün de sen unutuluyorsun!’ buyurur.” (Tâ-hâ, 20/124-126).
Allah Teâlâ tarafından en güzel şekilde yaratılan insan, dünyada da ahirette de başıboş bırakılmış değildir. İnsan, kendisine hak yol gösterilmek suretiyle imtihan dünyasında serbest iradesiyle baş başa bırakılmıştır. Bunun yanında Cenâb-ı Hakk, her devirde insanoğluna kitap ve peygamberleri aracılığıyla hak yolu göstermiştir. Son Peygamber, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) de son kitap Kur’an-ı Kerim’le gönderilmiştir. Bu itibarla Kur’an-ı Kerim, indirildiği zamandan kıyamete kadar insanlığa hakkı gösterecek hidayet kaynağıdır. Sünnet ise onun açıklayıcısı ve örnek uygulayıcısıdır.
Rasulüllah (s.a.v.) Efendimiz’in haber verdiği gibi “Allah, Kur’an’a yapışan toplumları koruyup yüceltir. Kur’an’dan kopan toplumları ise, âleme rezil edip alçaltır.[1] Yine Peygamber (s.a.v.)’den rivayet edilen hadise göre, hayatlarında “Kur’an’ı önüne alanlar, onun rehberliğinde cennet’e yolcu olurlar. Kur’an’ı arkasına alanlar ise onun aracılığıyla Cehennem’e sürüklenirler. Kıyamet gününde Kur’an, kendisiyle amel edip onu yaşatan kulun kurtuluşu için müdahil ve mücadeleci olacaktır. Kendisiyle amel etmeyen ve onu koruma yolunda gayreti olmayanın da cezalandırılması için müdahale ve mücadele edecektir.”[2]
Kur’an, insanlara Allah’ın dünyada gönderdiği mektubu ve kurtuluş reçetesidir. Aklı başında her insan bu mektubu okumak, öğrenmek ve inanıp yaşamakla mükelleftir. Okunmayan, içeriği özümlenmeyen, kendisiyle öğüt alınıp buyrukları yerine getirilmeyen mektubun ne anlamı olur ki? Büyüğün küçüğe yazdığı herhangi bir yazının gereği ihmal edildiğinde, elbette küçüğü bekleyen kötü bir akibet vardır. “Kur’an” mektubunu ihmal eden yükümlüleri de hem dünyada hem de ahirette kötü sonuçların beklediği muhakkaktır. Bu bağlamda, Allah’ın mektubunu ihmal eden kulların kıyamet gününde, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından “‘bunlar Kur’an’ı terk ettiler’ diye Allah’a şikâyet edileceği” haber verilmiştir.[3]
Kur’an-ı Kerim, Allah’ın kopmayan sağlam ipidir.[4] Bu ipe tutunan Hakk’a tutunur, hidayete ve kurtuluşa erer.[5] Zira Kur’an en doğru yola iletir.[6] Bu ipe yapışmayan yahut da önceden tutunduğu halde bırakan kişi ve toplumlar, yolunu şaşırıp sapıklığın girdabına kapılırlar. Kur’an’dan yüz çevirmenin dünyadaki kötü sonucu, kişiyi sapıklığa götüren “kötü arkadaşların ve şeytanın ona musallat edilmesi, sonra da bu kişinin, kendisinin hidayette olduğunu sanmasıdır.”[7] Öyle ki bu kötü halin içerisinde bulunanlar, kendilerini hak yolda zannettiklerinden dolayı doğruyu aramaya da bir türlü yönelemeyecektir. Takdir edilir ki bu gaflet sapıtmaktan daha kötüdür. Aynen hastalığından haberdar olmayan bir kimsenin, teşhis ve tedaviye ihtiyaç duymaması gibi.
O halde, Kur’an’a sırt çeviren kimsenin Allah basiretini kör etmektedir. Basireti kaybolan bir kimse, ne yazıktır ki hayatında iyi ile kötüyü birbirine karıştırma talihsizliğinin kurbanı olacaktır. Çünkü Kur’an bir nurdur; Allah’ın kâinata yaktığı kandilidir. Bu kandille gönüller aydınlanmazsa elbette kişi karanlıkta şaşırıp kalacaktır. Aynen gönüller gibi, Kur’an kandilinin ışıtmadığı bir dünya da aydınlıktan, huzur ve mutluluktan yoksun kalacaktır.
Hakk’ın görülemediği o karanlık dünyada sömürü vardır, zulüm ve haksızlık vardır, kan vardır, gözyaşı vardır, hırs ve tamah vardır, mala tapma ve kula kulluk vardır. O karanlık dünyanın insanı zalimdir, bencildir, maddeperesttir, cimridir, kalbi kas-katıdır. Zayıflara karşı acımasızdır, nimete karşı nankör, kendinden daha güçlü olanlara ve menfaat beklediklerine karşı dalkavuktur. Olup biten hadiseler karşısında ise hakşinas değildir. O karanlık dünyada, düşeni tutup kaldırmak yerine, onun üzerine basıp geçmek vardır.
Kur’an’dan kopan toplumun fertleri arasında sevgi ve saygının temeli menfaate dayalıdır. Onların gözlerini hep ihtiras bürümüştür. Bu yüzden o dünyanın insanları birbirini sevemezler. Onlar arasında fitne ve fesat, adavet ve hased, kovuculuk, kin ve nefret kol gezer. Onlar hasbi ve açık sözlü de olamazlar. Bu yüzden ikiyüzlü değil, adeta dokuz yüzlüdürler! Hakk’a ve hakkaniyete bir türlü boyun eğemezler, daima azgın nefislerinin ve menfaat kaynaklarının yanında yer alırlar. Hakkın ve haklının yanında yer alamazlar, daima gücü ve güçlüyü kollarlar. Birbirilerini ya sahte gülücüklerle kandırmaya çalışırlar, yahut da mahkeme duvarı gibi soğuk yüz ve asık suratla karşılarlar.
Kur’an kandilinin aydınlatmadığı bir dünyada, mü’minin şiârı olan Allah için sevmek ve gerektiğinde Allah için kızmak unutulmuştur. Ortalığı nemelazımcılık sarmıştır. Bu yüzden o toplumda, mü’minlerin en önemli vazifesi olan “emr-i bi’l-ma’ruf” ve “nehy-i an’il-münker” de ortadan kalkmıştır.[8] Sözde en olgun mü’minlerde hâkim olan, “suya sabuna dokunma, kıl beşini, eğ başını, gör işini!” anlayışı hakimdir. (“Suya Sabuna Dokunmayın, Dost Kaybedersiniz, Nüfuzunuzdan Olursunuz!” yazımız için bkz. http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=97#2145 ). O toplumda emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i an’il-münker vazifesini karınca misali yapmaya çalışıp, elinin ucunu suya sabuna dokunduranlar, ahmaktırlar (!), aptaldırlar (!), çatlaktırlar (!); olmadı “fitneci”dirler (!)… Din ve millet aleyhine işleyen düzen ve planlar içerisine çomak sokar çünkü onlar! Bunları onlara yakıştıranlar ise, en üstün usul ve adâbın sahibidirler (!). Onun için onların başları dik (!), göbekleri şişkin ve çarıkları kabarıktır! Bu bilgelerdeki (!) nifak ve korkaklığın savunma mekanizması ise, dillerine hep vird ettikleri, büyük küçük herkesin ağzındaki söz, “her doğru her yerde söylenmez” sözüdür. Doğruları öğrenmeleri nasip olmayan bilgeler (!) için bu sözü öğrenmek ve bunu başkalarına telkin etmek, her zaman kâfi ve vâfîdir (!). Gerektiğinde onlar, orta yerde bulunan mangalın külünü savuracak etkinlikte hitap etmeyi de becerebilirler. Ancak, konuştuklarının hayatlarıyla hiç teması olmaz… Kur’an’dan uzaklaşan toplumdaki bilge (!) büyüklerin küçüklere yönelik en iyi ve en ileri nasihatleri de “kitabın ortasından okuma, haşiyesinde kal!” telkinleridir.
O toplumda zayıflar güçlülerin kulu-kölesi durumundadırlar. Güçler dengede olduğunda ise kıyasıya bir mücadele ve çatışma söz konusu olur. Bütün bu şartlarda, daha dünyada iken bu toplumun fertleri adeta kendi cehennemlerini kendileri hazırlamış olacaktır.
İşte Cenâb-ı Hakk’ın, “Kur’an’dan yüz çevirene dar bir hayat vardır” fermanının bir yönü, toplumun kendi kendine cehenneme çevirdiği bu hayat olabilir. Diğer yönü ise, maişet/geçim darlığıdır. İhtiras tutkunu olan insan, bol nimetin içerisinde de olsa, kanaate ulaşamadığı için gözü hep aç, gönlü de hep dar ve sıkıntılı, kazancı da çoğu kere haramdan olur. Asıl sıkıntı ve azap ise, kabir hayatında ve kıyamet gününde, hatta cehennemde olacaktır. Müfessirler, konu ile ilgili varid olan hadis-i şerif, sahabe ve tâbiun sözlerinden de hareketle, “maîşeten danken/dar geçim” kavramını çoğunlukla, kabir azabı, hesap günü sıkıntı, cehennem azabı ve dünyada haram rızık ve kötü rızık, masiyet ve haramda harcanan rızık, Allah’a isyan, kanaatsizlik, haris ve aç gözlü olmak gibi anlamlarına tefsir etmişlerdir.[9] O günde unutulanlardan olmak, ne kötü bir talihsizliktir… İman ve Kur’an’dan nasibini alamayan bir kimsenin, ahirette hüsrana uğramaktan başka bir çıkış yolu yoktur.[10]
O halde geliniz, Yüce Rabbimizin, “Allah ve Rasülü size hayat veren şeylere çağırdığında onlara icabet edin”[11] fermanına kulak verelim ki gönlümüz ve dünyamız kararmasın; ahiretimiz de berbat olmasın. Dünyada yaşadığımız güzel hayatla, ahiret hayatımızı da aydınlatıp güzelleştirmiş olalım! Şunu da hatırlatalım ki Kur’an’a okuyup anlama ve yaşama gayesiyle hareket ederken, eline meal alıp o mealden hüküm çıkarmayı prensip edinen “mealcilik” ve sünnet’i kökünden inkâr eden “Kur’an İslam’ı” tehlikesine karşı da uyanık olalım. (“Kur’an İslam’ı” sapması için bkz. http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=161#20517109 ).
22.12.2017
Dr. Ahmet Gelişgen
www.ahmetgelisgen.com
[1] Müslim, Müsâfirîn, 269; İbn Mâce, Mukaddime, 16. [2] Heysemî, Abdullah b. Mes’ud’dan gelen hadisi, Teberânî’nin M. Kebir’inden zikretmiştir. Heysemî senedde bir ravinin metruk olduğunu kaydeder. Muhakkik Abdullah Dervîş, Hadisin, Bezzâr ve İbn Hibban’ın Sahih’inde de ceyyid senedle rivayet edildiğini belirtmiştir (Mecmeu’z-Zevaid, VII/341). İbn Hacer de Ma’kal b. Yesâr’dan rivayet edilen hadisi M. Âliye’de Ebû Ya’la’dan zikretmiş ve hadis hakkında görüş belirtmemiştir. Muhakkik Habiburrahman el-A’zamî, hadis hakkında Busir’inin de sukut ettiğini haber vermiştir (el-Metâlibü’l-Âliyye, III/283). Ayrıca bkz. el-Câmiussağîr, No: 6182. [3] Furkan, 25/30. [4] Bakara, 2/256. [5] Bakara, 2/5. [6] İsra, 17/9. [7] Zuhruf, 43/36,37. [8] Bkz. Maide, 5/75-81; Hacc, 22/41. [9] İbn Cerîr, Câmiu’l-Beyân, VII/5651-5657; Zemahşeri, Keşşâf, III/70, 71; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, III/167, 168. [10] Tâ-hâ, 20/127. [11] Enfal, 8/24.