Kitap mı? Yanlışlar Resmi Geçidi Mi? – Ali Eren
Müteveffâ Muhammed Esed, tefsirî-meal görünümündeki eserinde, “İslam kendisinden başkasını dışlamayan bir dindir” diyerek, İslamı över görünüp Hıristiyanlık ve Yahudiliğin günümüzde geçerli bir din olduğunu Müslümanların zihnine yerleştirmek istiyor. Başka bir müteveffa Ali Şeriatî ise, Peygamberimiz’e bir defa bile “Hazret” demeden bitirdiği “Muhammed Kimdir” isimli eserinde, Kâinatın Efendisi Sevgili Peygamberimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem’e hakaret ediyor.
Hayatta olan Mustafa İslamoğlu isimli yazar ise bu her iki müteveffayı müdafaa ediyor. Dahası, onları Müslümanlara örnek şahsiyetler olarak sunuyor. Onları tenkit edenlerin aleyhinde de günlerce süren makaleler yazıyor.
Önceki sayılarımızda, Esed ve Şeriatî’nin eserlerinden misaller vererek bu iki şahsı tanıtmaya çalışmıştık. Sıra Mustafa İslamoğlu’nun eserlerini tanıtmaya geldi. Eserlerine bakalım ki, kendisini daha yakından tanımış olalım. Çünkü, kişinin eseri kendisinin aynısı ve aynasıdır.
“Muhammed Kimdir” isimli kitabın yazarı gibi, Mustafa İslamoğlu da güya Peygamberimiz’den bahsettiği eserine, “Hazret”siz bir isim vermiş: ÜÇ MUHAMMED…
Onların kullandığı ifadeyi yazarken bile insanın içi daralıyor. Onların, sevgili Peygamberimiz’den bahsederken, yalın bir şekilde ve hürmetsizce nasıl sadece “Muhammed” diyebildiklerine hayret etmemek elde değil…
İslamoğlu’nun kitabının tam ismi şöyle: ÜÇ MUHAMMED. iki tasavvur bir gerçek.
Yazarın, kitabında anlattığına göre, iki tasavvur, bu ümmetin Peygamberimiz hakkındaki yanlış iki tavrı ve tasavvuru imiş. Birinci grup Peygamberimiz’i aşırı yüceltenler, ikincisi ise Peygamberimiz’e gereken değeri vermeyenler imiş. Gerçeğin ise, Kur’an’ın anlattığı Peygamber, yani “Kur’an’ın peygamberi” olduğunu yazıyor…
Müslümanlar içinde Kur’an’ın anlattığı Peygambere itiraz eden mi var!
Kur’an’ın anlattığı Peygambere esas itiraz eden İslamoğlu’nun kendisi. Şimdi bir cümleyle temas edip aşağıda daha geniş anlatalım:
Kadı İyaz Hazretleri, Eş-Şifa bi ta’rîf-i Hukuki’l-Mustafâ isimli eserinde, Hazreti Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de Peygamberimiz’i nasıl övdüğünü anlatıyor, İslamoğlu ise öyle yaptığı için Kadı İyaz Hazretleri’yle dalga geçiyor. Bu hususa aşağıda temas edeceğiz.
Bir noktada, Yaşar Nuri Öztürk ile Mustafa İslamoğlu arasındaki benzerliğe dikkatinizi çekmek isterim:
Yaşar Nuri, Kur’an’daki İslam kitabında, Müslümanları gerçek İslamdan sapmış göstererek doğru İslamın kendi kitabında anlatılan İslam olduğunu söylüyor, İslamoğlu da ÜÇ MUHAMMED kitabında, Müslümanları gerçek Peygamber anlayışından sapmış göstererek, doğru peygamber anlayışının kendi kitabında anlatılan peygamber anlayışı olduğunu söylüyor… Müthiş bir benzerlik…
Peygamberimiz (s.a.v.) ise, “Ümmetimi suçlamak için boşuna yorulmayın” dercesine, onlara en güzel cevabı şu hadis-i şerifiyle veriyor: “Benim ümmetim sapıklık üzerinde cem olmaz.”
Ama çare yok herkes vazifesini yapacak. Öyleyse varsın onlar bu ümmeti suçlamaya devam etsinler. Fakat, bu millet nasıl Yaşar Nuri’yi anladıysa, -kaçış yok- gün gelip İslamoğlu’nun gerçek çehresini de anlayacaktır.
Bahsettiğimiz kitabın tam isminin şöyle olduğunu söylemiştik: ÜÇ MUHAMMED. iki tasavvur bir gerçek.
İslamoğlu’na göre iki tasavvur, iki yanlış peygamber anlayışı imiş. Tabii ki doğrusu da onun anlattığı…
Oysa, bu ümmet içinde ne peygamberimizi küçümseyen ne de onu peygamberlik makamından daha yükseğe çıkaran var. Şimdi olmadığı gibi tarihte de olmamış.
İslamoğlu’nun Müslümanları suçladığı tasavvur, sadece kendi zihninde kurduğu bir tasavvurdur.
İslamoğlu, ÜÇ MUHAMMED ifadesinin arkasından iki tasavvur bir gerçek dediğine göre, gerçek ve doğru tasavvur da bu üçün içinde oluyor.
Peki, yazar inandığı peygamberi yalın olarak nasıl oluyor da sadece MUHAMMED diye anabiliyor?
Yazarın iddia ettiği; hassas, samimi, gerçek, doğru, dürüst, sahih, sağlam Müslümanlık acaba bu mu?!!…
Kitabın kapağına da üç tane “Muhammed” yazan hat konulmuş. Biri düz, ikisinden biri yamuk, biri de baş aşağı ters…
Şimdi yazara soralım: Müslümanlar aleyhine tasavvur ettiğin yanlış imajı anladık da Peygamberimiz’in isminden ne istedin!!!
Yazar, “Önsöz yerine” yazdığı yazıda Müslümanları şöyle suçluyor:
“Müslümanların zihninde oluşan peygamber tasavvurlarını merak edip araştırırsak, birbirine hiç uymayan kaç peygamber tasavvuru çıkardı dersiniz?
Melek peygamber?
Yeryüzünde değil gökyüzünde yaşayan, dolayısıyla iz bırakmayan, iz bırakmadığı için de izlenmeyen, hayattan yüceltme bahanesiyle dışlanmış, dolayısıyla hayata taşınması mümkün olmayan, bir masal kuşu gibi hep “Kaf Dağı”nı mesken tutan, hayatın içinde ve hayata müdahil olmayan bir peygamber.”
Tenkidinin baş tarafı şöyle:
“Müslümanların zihninde oluşan peygamber tasavvurlarını merak edip araştırırsak…”
1- Bu cümleyi kullanırken, kendini Müslümanlar topluluğundan ayrı mı görüyorsun?
2- Müslümanların zihnindeki tasavvuru nasıl araştıracaksın? İnsanın zihninin içine girmek mümkün mü ki araştırabilesin!
Böyle demek yerine, “Müslümanların peygamber tasavvurları hakkındaki sözlerine bakacak olursak” dese anlayacağız. Ama hırsına kapılmış, ne söylediğinin farkında olmadan, “Zihinde oluşan düşünceyi araştırmaktan” bahsediyor.
İnsan zihnindeki tasavvurları araştıracak bir âlet henüz icat edilmedi ama o nasıl araştırdıysa araştırmış ve yukarıdaki “Melek peygamber?” diye başlayan tesbiti yapmış.
İkinci bir noktaya dikkat! Müslümanları suçlarken, “Müslüman gözüken bazıları” demiyor da “Müslümanlar” diye bütün Müslümanları muhatap alıyor. Yani doğrudan doğruya İslam topluluğunun tamamını suçluyor.
Güya Müslümanlar Peygamberimiz’i şöyle kabul ediyorlarmış:
“Yeryüzünde değil gökyüzünde yaşayan, dolayısıyla iz bırakmayan, iz bırakmadığı için de izlenmeyen, hayattan yüceltme bahanesiyle dışlanmış, dolayısıyla hayata taşınması mümkün olmayan, bir masal kuşu gibi hep “Kaf Dağı”nı mesken tutan, hayatın içinde ve hayata müdahil olmayan bir peygamber.”
Baştan sona iftira… Yeryüzünde ne zihninde böyle bir peygamber tasavvuru taşıyan Müslüman mevcut ne de böyle bir inanç taşıdığını söyleyen Müslüman.
Bay İslamoğlu, böyle bir inancı önce tasavvur ediyor, sonra da var kabul ettiği bu hayâlî topluluğu topa tutuyor. Böyle kimselerin var olup olmadığı onun için mühim değil…
İkincisi bir grubun peygamber inancı da şöyle imiş:
“Kur’an’ı bir ara kablosu hüviyetiyle iletip, müminlerin hayatından usulca geri çekilen bir peygamber…
Bu durumde o, artık tarihin malıdır. Misyonu yaşamıyla sınırlıdır. Dolayısıyla bu misyonun taşınması, yaşanması, üretilmesi, ihya edilmesi, örnek alınması söz konusu değildir.”
Elhak bu söylediği doğru. Ama bu gruba girenler maalesef kendisinin benzeri olan Yaşar Nuri gibiler.
Birinci grubun, peygamberimizi adeta bir “Melek peygamber?” olarak kabul ederek yücelttiklerini söylerken, farkında olmadan cehlini de ortaya koyuyor. Çünkü, peygamberleri melek seviyesinde kabul etmek, onları yüceltmek değil, seviyelerini düşürmek olur. Çünkü, İslam i’tikadına göre peygamberler meleklerin peygamberlerinden de üstündür.
Yazar’a soralım: Sizin inancınıza göre melekler peygamberlerden üstün mü ki peygamberleri melek seviyesinde görmek bir yüceltme olsun?..
Yazar, “Müslümanlar” olarak andığı her iki grubu kâfirler olarak tavsif etmekten de çekinmiyor, İşte şöyle:
“Birinciler peygamberlerine, Hz. İsa’yı yücelteceğim derken yarı ilah haline getiren Hıristiyanların yaklaşımını sergilerken, ikinciler peygamberlerini taşlayarak öldüren, iftira eden, onları kovalayan ve onlara sıradan biri muamelesi yapan Yahudilerin yaklaşımını sergiliyor.”
Hızını alamıyor ve diyor ki: “Birincisini genellikle peygamber düşmanları yapar.”
Şimdi onun dilinde Müslümanlar oldu mu Peygamber düşmanı…
Peygamber düşmanlığı yapanlar kimlerdir değerli okuyucular? Elbette kâfirler…
Bu sefer de Müslümanlar, kâfirler topluluğu olmuş oluyor. Bu kadar da gözü dönmüşlük olmaz yani.
Evet! Şimdi ne oldu? Kendisinin “Müslümanlar” dediği birinci hayâlî grup Hıristiyanlar gibi kâfir olurken ikinci grup ise Yahudiler gibi kâfir olup çıktı…
Yazarın birinci grup olarak anlattığı gibi inanan bir Müslüman topluluğu gerçekte mevcut değil, sadece onun fikrinde, muhayyilesinde ve tasavvurunda var.
Ama yazar aksini iddiada israrlı. Hatta suçladığı bu gruba misal olarak, İslam tarihinden iki büyük âlimin ve onların eserlerinin isimlerini veriyor:Kadı İyaz ve Eş-Şifa bi ta’rîf-i Hukuki’l-Mustafâ isimli eseri ile İmam Süyûtî ve El-Hasâisu’-Kübrâ isimli eseri…
İslamoğlu, işte bu iki değerli âlimi “peygamber düşmanları” olarak suçladığı birinci gruptan sayıyor.
Peki bu zatlar nasıl kim? Eserleri nasıl?
İki zattan birincisi Kadı İyaz. Hicrî 5. asırda yaşamış meşhur bir hadis âlimi. Sebte ve Gırnata’da (Endülüs) kadılık yaptı. Sahih-i Müslim’e de bir şerh yazdı. En meşhur eseri Eş-Şifa bi ta’rîf-i Hukuki’l-Mustafâ. Bu kitap 4 bölümden meydana geliyor.
1- Peygamberimiz’e hürmet, Hazreti Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de O’nu övmesi, bütün iyilik ve güzellikleri
O’nda toplamış olması, mûcizeleri vs…
2- Peygamberimiz’e iman, O’nun emirlerine boyun eğmek ve sevgi göstermek, O’na salevât getirmenin fazileti.
3- Peygamberimiz hakkında câiz olan ve olmayan şeyler.
4- Peygamberimiz’de noksanlık gören ve ona dil uzatanların cezâları.
Yazıldığı günden bu yana İslam âlimleri bu kitabı el üstünde tutmuşlar ve devamlı okumuşlardır. Hâlâ da okunuyor. Türkçeye de tercüme edildi.
Diyanet İşleri Başkanlığı yayınlarından 13 ciltlik Sahih-i Buhârî Tecrid-i Sarih Tercümesi’nin 4. ciltten sonraki ciltlerinin tercümesini yapan Prof. Kâmil Miras diyor ki:
“Siyer ilminin en güzel tasnif olunmuş bir kitabı da hiç şüphesiz Kadı İyaz’ın Eş-Şifa bi ta’rîf-i Hukuki’l-Mustafâ’sıdır.”
Mustafa İslamoğlu, işte böyle bir kitabı kaleme alan zata peygamber düşmanı diyor.
Siz söyleyin değerli okuyucular: Peygamberimiz’in üstünlüklerini anlatan bu güzel kitabı yazan Kadı İyaz mı peygamber düşmanı yoksa ona peygamber düşmanı diyenler mi?
İslamoğlu’nun peygamber düşmanlığıyla suçladığı ikinci âlim ise İmam Süyûtî ve onun El-Hasâisu’l-Kübrâ isimli eseri.
İmam Süyûtî, Hicrî 9. asırda yaşamış bir âlim. Öyle bir âlim ki, bütün dersleri bitirip ders okutmak için icâzet aldığı 17 yaşında ilk eserini de yazdı. Yani 17 yaşında, parmak ısıttıracak kadar ilmî bir eser yazan bir âlim. Memlükler Devleti’nin son zamanlarında Kâhire’de yetişen ve Arapça üzerine en fazla eser veren âlimlerden biri belki de birincisi. Eserlerinin sayısı 500-600 civarında. Medreselerde okutulan eserleri, İslam âlimlerinin müracaat kitapları içindedir. Kendisi 200.000 hadisi ezbere biliyordu.
Kur’an, hadis, fıkıh, dil-edebiyat ve tarih üzerine üzerine sayısız eserler veren Suyûtî’nin kalem oynatmadığı konu hemen hemen yok gibi. Şu anda da okunulan meşhur Celâleyn tefsirinin yarısını, esas ismi Celâleddin Süyûtî olan âlimimiz yapmıştır. İkinci yarısı ise ismi Celâleddin olan başka bir âlime ait.
Celâleyn, “İki Celal” demek.
Celâleddin Süyûtî’nin eserlerinden birisi de Peygamberimiz’in üstünlüklerinden bahseden El-Hasâisu’l-Kübrâ.
Mustafa İslamoğlu işte böyle iki dev âlime dil uzatıp haddini aşarak onları ağır şekilde tenkit ediyor.
Onun bu iki zatı tenkit etmesinin iki sebebi var.
1- Biliyor ki, bir kimse büyük zatları tenkit ederse, kendisinin de büyük bir âlim olduğu düşünülür.
2- Bu zatların her ikisi de eserlerinde Peygamberimiz’in üstünlüklerini anlatıyor.
İslamoğlu’nun zihnî dengesini bozan olsa olsa bu ikinci husustur.
Ama hazretin tenkit ettikleri sadece bu iki zattan ibaret değil. Hâdis âlimleri de, fıkıh âlimleri de, tasavvuf âlimleri de onun tenkidinden nasiplerini alıyorlar.
İşte İslam âlimleriyle dalga geçerek söyledikleri:
“Hadisçilerin hep söz söyleyen, sürekli konuşan peygamber anlayışı.
Fıkıhçıların Hz. Peygamber’in her söz ve davranışına bir hukuk definesi gibi baktıkları kodlamacı ve
formel (biçimsel) peygamber anlayışı.
Mistisizmin (tasavvuf) Peygamberi adeta buharlaştırıp bir “enerji bedene” dönüştüren, “Nur-u Muhammedî” felsefesine dayalı irfânî peygamber anlayışı.”
Bay yazar, Peygamberimiz’in mübârek sözlerini bir araya getiren hadis ulemâsını, “Hep söz söyleyen, sürekli konuşan peygamber anlayışı”na inanıyorlar diye tenkit ederek, hadisleri devre dışı bırakmaya çalışıyor.
Oysa Peygamberimiz -hâşâ- dilsiz değildi. Elbette ki konuşacaktı. Mukaddes peygamberlik vazifesi her konuda değil de arada sırada konuşarak yerine getirilmez ki!..
Fıkıh ulemâsını, “Hz. Peygamber’in her söz ve davranışına bir hukuk definesi gibi bakmakla” suçluyor.
İnanmayanlar değer vermese de, Peygamberimiz’in her söz ve davranışı bizim için elbette bir hukuk definesidir. Bu şuurda olmayanlar, o mübârek Peygamberin, sadece hukukun değil her güzel şeyin definesi/hazinesi olduğunu anlayamazlar. Bunu anlamak için ona îman etmiş olmak şart.
Hadis ve fıkıh ulemâsına dil uzatan bir kimsenin, tasavvufa sıcak bakması da beklenemezdi. Nitekim yazar bu hususta da nasipsizliğini gösteriyor ve tasavvuf büyüklerini, “Peygamberimiz’i “bir “enerji bedene” dönüştüren, “Nur-u Muhammedî” felsefesine dayalı irfânî peygamber anlayışı”na sahip olmakla suçluyor.
Allah aşkına bu suç mudur yoksa bir Müslüman için şeref midir? Tasavvuf erbabı acaba ne yapmalıydı?
Yazar gibi, “Nur-u Muhammedî” anlayışına uzak durup, nursuz-pirsiz mi kalmalıydı? Ve yine yazar gibi, bir tasavvuf erbabı olan muhterem öz babasına, ters mi düşmeliydi?
Değerli okuyucular! Yazar yukarıda bazı kimseleri, “Müminlerin hayatından usulca geri çekilen bir peygamber” inancına sahip olmakla suçluyordu ya. Peki hadis âlimlerini tenkit ederek hadisleri reddetmek, fıkıh âlimlerini tenkit ederek İslam fıkhını reddetmek ve tasavvuf âlimlerini tenkit ederek Peygamberimiz’in bir nur kaynağı olduğunu reddetmek nedir?
“Peygamberimiz’i mü’minlerin hayatından çekmeye çalışmak” değil midir?
Daha açık bir ifadeyle, ap-açık bir Peygamber düşmanlığı değil midir?
Bu tavır Peygamber ve İslam düşmanlığı değilse, düşmanlık başka nasıl olur?
Değerli okuyucular! Henüz ÜÇ MUHAMMED isimli kitabın ÖNSÖZ’ündeyiz. Daha kitaba başlamadık. Gelecek sayılarımızda bir İslam âlimi görünümü sergileyen bu zatın gerçek yüzünü teşhir etmeye devam edeceğiz.
Lütfen yazılarımızı takip etmeye devam ediniz.
Hayırlı Ramazanlar ve hayırlı bayramlar duâsıyla…