islamda kadın

İslam’da Kadın Erkek İlişkileri

Nebî (s.a.v.)’den ve Ashâb (r.a.e.)’dan bazı rivâyetler yapılarak kadınla erkeğin birlikte oturup görüşmesinin, zarûret olmadan konuşmasının câiz olduğu şeklindeki yanlış inanışa verilecek cevap nedir?
Kadın erkek ilişkilerinde belli sınırlar vardır.
Ancak İslâmiyet’in hükümleri, 23 yılda gelmiştir. Tesettür âyeti gelmeden önceki olayları ele alıp yabancı erkeklerle konuşmayı mubah saymak yanlıştır.
İçki de haram edilmeden önce günah değildi. Daha önceki olayları örnek gösterip, “Asr-ı saadette içki içiliyordu.” diyerek içkiye mubah denebilir mi?
Hicab âyetleri indikten sonra Nebî (s.a.v.) kadınları çoğunlukla ezvâc-ı tâhirat vâsıtasıyla bazen de perde arkasından irşâd etmişlerdir.
Kadın ve erkeğin ihtilâtı durumunda haram nazarın kaçınılmaz olacağı muhakkaktır. Bunun hükmünü ve ölçüsünü tesbit bakımından şu hadis-i şerif son derece dikkat çekicidir: “Ümmü Seleme (r.anha) der ki: Biz Meymûne ile beraber Rasûlullah’ın (s.a.v.) yanında iken Abdullah b. Ümmi Mektûm gelerek onun yanına girdi. Bu hadise bize örtünme emri geldikten sonra idi. Rasûlullah (s.a.v.), “Ondan örtünün (gizlenin)”dedi. Bunun üzerine, “Yâ Rasûlullah! O a’mâ değil midir? Bizi görmez ve tanıyamaz?” dedim. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), “Siz ikiniz de mi körsünüz, siz onu görmüyor musunuz?” buyurdu. [Tirmizî, Sünen, Edeb, 63] (Hak Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar, MİSVAK NEŞRİYAT, İstanbul, 2014)
Kadınlara bakmak
Kadınlara bir ihtiyaç olmadan veya şehvetle bakmak günahtır. Bir âyet-i kerime meali:
“Ey Resulüm, erkek müminlere söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haramlardan korusunlar! İmanı olan kadınlara da söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haramdan korusunlar!” (Nur 30)
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
“Yabancı kadını görünce, yüzünüzü ondan ayırın! Ansızın görmek günah olmazsa da, tekrar bakmak günah olur.” (Ebu Davud, Darimi)
“Erkeğin kadına, kadının da erkeğe (şehvetle) bakması haramdır.”(Taberani)
“Yabancı kadını görüp, azab-ı ilahiden korkarak, başını ondan çevirene Allahü teâlâ ibadetin tadını duyurur.” (Hakim)
“Harama bakmak, şeytanın zehirli okudur. Allahü teâlâdan korkup yabancı kadına bakmayana, zevkli bir iman nasip olur.” (Ramuz)
“Yabancı kadına şehvetle bakanın gözleri ateşle doldurulup, Cehenneme atılır, onunla toka edenin kolları ensesinden bağlanıp, Cehenneme sokulur, lüzumsuz ve şehvetle konuşan, her kelimesi için, bin yıl Cehennemde kalır.” (R. Nasıhin)
“Bir yabancı kadın görüp de, Allah’tan korkarak, başını ondan çevirene, Allahü teâlâ, ibadetlerin tadını duyurur.” (Ebu Davud, İ. Ahmed, Hâkim)
“Avret yerini açana, başkasının avret yerine bakana Allah lanet etsin!” (Beyheki)
“Buluğa eren kız, yüz ve elinden başka yerini namahreme gösteremez.” (Ebu Davud)
“Şarkıcı kadının aldığı para haram olduğu gibi, onu dinlemek ve yüzüne bakmak da haramdır.” (Taberani)
“Gözün zinası harama (namahreme) bakmak, dilin zinası fuhuş konuşmaktır.” (Buhari, Müslim, Ebu Davud)
“Bir kadın koku sürünüp dışarı çıkar ve kokusunu duyurmak için bir topluluğun yanından geçerse, ona bakana da, kendisine de zina günahı (göz zinası) yüklenir.” (Nesai)
“Bir kadın, güzel kokular sürünüp, göz alıcı güzel elbiseler giyerek, bir topluluğun yanından geçerse, zina işlemiş gibi günaha girer.” (İbni Hibban)
“Kadına, şehvetle bakanın gözlerine erimiş kurşun dökülüp Cehenneme atılır.” (M. Enhür)
Kadınların da, erkeklere ihtiyaçsız bakmaları mekruhtur. Kadınların saçları da avrettir. Avret yerine bir zaruret olmadan şehvetsiz de bakmak haramdır.
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Kadınların, kızların, başı, saçı, kolları, bacakları açık olarak sokağa çıkmaları haram olduğu gibi, ince, süslü, dar, hoş kokulu elbise ile çıkmaları da haramdır. Böyle çıkmalarına izin veren, razı olan ana babası, kocası veya kardeşi de, onun günahına ve azabına ortak olurlar. ”Kimya-i saadet”
Erkeklere ziynetini gösteren kadınlara, mesela altın, inci gibi şeyleri örtüsünün üstüne takan, koku süren, renkli ve ipek kumaş örtünmüş olan, kol ağızları geniş olup kolları görünen ve bunlar gibi kendilerini erkeklere gösteren kadınlara Allahü teâlâ dünyada ve ahirette azap edecektir. ”Zevacir-İbni Hacer-i Mekki”
Tesettüre riayet etmemek ve ziynetlerini göstermek gibi günahlar, kadınlarda çok olduğu için, Resulullah efendimiz, ”Mirac gecesi Cehennemi gösterdiler, çoğunun kadın olduğunu gördüm”buyurdu. ”Tirmizi”
KUR’ANDAKİ HİCAB AYETİ VE BU AYETLE İLGİLİ
BİR ÇARPITMA:
İslam’ın daha çok vahiyle taallük eden bir din olduğunu unutup, onu bir takım tarihsel vakıalarla yahut zaman veya zeminlerin teşekkülü ile alâkandırma hususunda canhıraş gayret sarf edenler, tarih boyunca düşmüş oldukları rezil durumdan hiç fariğ olamamışlardır. Düşmüş oldukları durum, Mevla( Celle Celâluhu) nun kendileri hakkında “Yine şübhesiz o (ehli kitab olan)lardan elbette bir fırka vardır ki; kendisini kitabtan sanasınız diye kitab ile dillerini eğip bükerler, hâlbuki o(okudukları) kitabtan değildir.” Veya “Gördün mü o kimseyi ki; o kötü arzusunu ilahı edinmiştir” buyurduğu şaşkınların meselinden farklı değildir. Bir şeyler bulma uğruna, çok hakikatleri kaybeden bu hakikat körü ve mahrumu zavallıların fi zamandan beri tarihçesi budur. Ve ulaşabilmiş oldukları son nokta, mağlûbiyyet ve büyük bir hirmandan başkası değildir. Ufacık başları ile koca koca dağları süsmeye çalışan şu âşüftelerde ki bu heves, kadîm zamanda türemiş büyük bir kronik illettir. Cemalüddin Efğanî, Reşid Rıza, Muhammed Abduh ve diğerleri… Hepsinin müşterek özelliği, ictihad adına naylon müctehidliğe soyunmaları ve bununla da kalmayıp Kur’an’a ve İslam’ın hakikatine irşâd adına, halkı kendi heva ve hevesleriyle idlâl etmeleridir. Ve günümüzde bunların ortaya atmış olduğu gayet batıl ve dahî âtıl görüşlerin kurbanı olmuş, kafası modernizmin çöplüğü haline gelmiş bir akademisyen ve te’lif ettiği kitabındaki hezeyanlarla karşı karşıya kalmış durumdayız. Sözü fazla uzatarak yazının hacminin büyümesine sebebiyyet vermeden sadede gelip şu tahriflerin tashihine başlayalım:
İddia: Sözgelimi Kur’anda “Peygamber’in Hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin” buyrulmaktadır. Burada perdeden maksat Hz. Peygamber’in hanımlarının odalarının kapısına, kapı yerine asılan perdedir. Çünkü bu odaların ahşap kapısı yoktu ve kapı açıklığı kilim veya kumaş perde ile kapatılıyordu. İşte ayette, Hz Peygamberin hanımlarından bir şey istenirken, tek odadan ibaret olan bu özel hayat alanının kapısına asılmış olan perdenin açılmaması emredilmektedir. Yoksa hanımların veya Hz. Peygamber’in eşlerinin arada bir perde bulunmadan kimseyle muhatap olamayacağı şeklinde bir anlam bulunmamaktadır .
Cevap: Burada serdetmiş olduğunuz görüşlere belli fasıllar ve başlıklar altında cevap vermeden önce belirtelim ki; söylemiş olduğunuz yoruma herhangi bir me’haz ve mesned göstermemeniz sebebiyle direkt olarak kavl bi’t teşehhî ve keyfe ma yeşa’ konuşmuş durumuna düşmüş oluyor , tehakküm yapmış oluyorsunuz. Şimdi de şu abuzambak ifadelerin eleştirisini belli başlıklar altında tedkik edip irdeleyelim:
Hicâb nedir, Hicabın gayesi ve faidesi:
Hicâb, “hacebe-yahcubu” siygasında birinci babtan gelen bu fiillerin masdarı olup lüğavî manası “örtmek” “Men’ etmek /engel olmak demektir. Erbabına ma’lum olduğu üzere; kelimelerin bir lüğavi bir de ıstılahî manaları olabilir. Konumuz ayet-i kerime üzerinde deveran ettiği için şu kelimeyi bir de ayette geçmesi açısından inceleyecek olursak lüğavî manasından farklı bir mana ile karşılaşmıyoruz. O halde ortada bir engelleme olduğuna göre, iddia sahibinin bu engellemeden anladığı Ashabın Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Selem)’in beyt-i şerifine girerken, kapıdaki perdenin açılmasından engellenilmesiydi. Ancak bu durumda bu cümle ile bulunmuş olduğu ayetin başı arasında bir tekerrür meydana geliyordu. Çünkü ayetin başında “Ey iman edenler! Peygamber’in evlerine girmeyin, ancak sizin için bir yemeğe izin verilmesi müstesna…” Buyrulması ile zaten evlere girmekten men’ tahakkuk etmişti. Ve dahi aynı konu Hz Ömer ( Radıyallahu Anh)’ın başından geçtiği naklolunan bir hadise neticesinde nazil olan ayet-i kerime de işleniyordu. O halde tekrar bir daha mahza böyle bir şeye îma eden bir hitabın anlatmak istediği mefhum neydi?
Görüldüğü gibi iş, fil hakîka zannedildiği ve iddia edildiğinden farklıydı. Aslında taassub sahibi olmayan bir şahıs ilk bakışta görecektir ki; ayetin siyak ve sibak’ından anlaşılan; Ümmehatü’l Mü’minin ile özelde Ashab-ı Kiram, genelde bütün Mü’minler arasında “Sedd-i Zerayi’” kabilinden konulan bir perdeydi. Zaten diğer bir ayet-i kerime de Peygamber hanımlarına hitaben “Sözü kırıtarak söylemeyin! Sonra kalbinde hastalık olan tamah eder şeklinde buyrulan söz de bu manayı te’kidler mahiyette değil miydi? Mamafih bu ayette ki hicabın “Hicabu’l Beden” olması gibi bir görüş bazı kayıtlarda mevcuttur. Bu ihtimal dâhilinde konu değerlendirilse bile, ala külli hal Peygamber zevcelerinden bir şey istenmesi halinde bir hicabın bulunması lâ buddür. Aynı zamanda, bir ayet’in anlaşılabilmesi için, aynı ayetin sebeb-i nuzülü’nün inkâr edilemez faidesi ortadadır. Sadedinde olduğumuz ayetin sebebi nuzülü şöyledir: “Hz. Ömer ( Radıyallahu Anh) Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Selem)’e: Ya Resulellah! Senin yanına iyisi de kötüsü de giriyor. Mü’minlerin anneleri (olan zevceleri)ne hicab’ı (yabancı erkeklerden gizlenmelerini) emretsen! Demesi neticesinde bu ayet nazil olmuştur.” Hal bu iken “Evlerinizde karar kılın! En evvelki cahiliyet açılıp saçılmasıyla siz de açılmayın! Hıtabı ile peygamber hanımları ve Mü’minler’in anneleri hitaba alınıyorsa, sair mü’mine hanımların hitaba alınması bi tariki’l evlâ olur. Ve aynı hitab mü’minlerin erkeklerine olunca, hanımlarına keza bi tariki’l evlâ olur. Ayette geçen tehaccüb’ün gayesini, “Kuranın bazısı bazısını tefsir eder ” kaidesine istinaden “Kalblerin şehvet hususunda tekellüfe sürüklenmesini önlemek, daha salim bir yolun tutulmasının sağlanması, diğer fahiş işler yapanlardan teferrük etmeleri/ayrılmaları, tanınıp eziyete maruz kalmamaları şeklinde özetleyebiliriz.
Hicab’ın İslam’daki mevkii ve Mevcudiyeti:
Yazar’ın ifadelerinin ihtiva ettiği mana, aslında katıksız bir hicâb yahud tesettür inkârcılığını yakinen bildiriyor. Lakin ne yazık ki(!) İslami kaynaklara az çok vukûfiyyeti olanlar da tasdik ederler ki, bu konuda kaynaklarda sunulan menqûlat ve ma’lumat fazlasıyladır. Buna rağmen böyle bir mükâberenin neticesi dalaletten başkası olmasa gerektir. Çünkü “Artık o haktan başka dalalet/sapıklıktan başka ne vardır” buyuran bu dinin sahibi ve bu ahkâmın şari’inden başkası değildir.
Hicabın mevcudiyetini ispat ve keyfiyetini anlama bakımından bazı hadis-i Şerifleri zikredelim:
Efendimiz ( Sallalahu Aleyhi ve Selem) Şöyle buyuruyor:
“Kadın avrettir. (Dışarı) çıktığında şeytan ona dikkatlice bakar.
“ Esma(Radıyallahu anha), Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve selem)’in yanına üzerinde ince bir elbise olduğu halde girdi. Resulullah’da ondan yüz çevirdi ve “Ey Esma! Kadın bulüğ çağına ulaşınca ondan şu ve şu uzuvlardan başkasının görünmesi caiz olmaz deyip eliyle, yüzüne işaret buyurmuştur.
“ Ümmü Seleme (Radıyallahu Anha) buyurdu ki: Bir ara Ben ve Meymune (Radıyallahu Anhuma) Resulullah’ın yanında idik .İbnü Ümmi Mektum (kapıya) yönelip Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve selem)’in yanına girdi. Bu hadise ise biz hicab (Allah’ın yabancı kılmış olduğu erkeklere görünmeme) emri geldikten sonra idi.(O girince) Resulullah bize: “Ondan gizlenin” buyurdu. Bende “Ya Resulellah! O bir kör değil midir, bizi görmez ve tanımaz” dedim. Resulullah da: Sizde kör müsünüz, siz onu görmüyor musunuz? Buyurdu.
Asım ibnü Ahvel’den rivayet edilmiştir ki o şöyle dedi: Biz Hafsa bintü Sîrîn (Radıyellahu Anha)’in yanına girerdik, o çarşafını şöylece yapar onunla yüzünü örterdi. Bizde ona derdik ki: Allah sana rahmet etsin Allah(Celle Celaluhu) şöyle buyurdu: O(hayızdan ve çocuk doğurmaktan geri kalmış) oturucu kadınlar ki (yaşlılıktan dolayı) hiçbir nikâh ümidi taşımamaktadırlar; işte onların zinet (yer)lerini açığa çıkarma çabasında olmayanlar halinde (dış)giysilerini (çıkarıp) bırakmalarında onlar üzerine hiçbir günah olmamıştır . O da(yanı ayette geçen “siyab/dış elbiseleri de cilbab/çarşaftır.) O da bize şöyle derdi: Bundan sonra(yani okumuş olduğunuz ayetin peşinde gelen yerde) ne vardır? Biz de “Ama (gençler gibi çarşaflarını çıkarmayarak) iffetli olmaya çalışmaları onlar için daha iyidir.” (şeklindeki cümle vardır) derdik. O da: “(İşte bu) hicabın isbatıdır” derdi
Cüveybir, İbnü Abbas( Radıyallahu Anhuma) dan rivayet etmiştir ki: Bir adam Efendimiz(Sallallahu Aleyhi ve Selem)’in zevcelerinden birine gelip onunla konuştu.O adam onun amcasının oğlu idi. Efendimiz ona (adama): Şu gününden sonra bu makamda bir daha durma!(onunla bir daha konuşma) Oda: Ya Resulellah! Muhakkak o benim amcamın kızıdır. Vallahi ne ben ona, nede o bana kötü bir şey söylemedi dedi. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Selem) buyurdular ki: Ben bunu biliyorum. Allah’tan daha kıskanç kimse yoktur. (Ondan sonra da) Benden daha kıskanç kimse de yoktur.
Bunlarla beraber, Abdullah İbnü Mes’ud “ Kendilerinden zahir olanlar dışında zinet(mahal)lerini meydana çıkarmasınlar! Ayeti kerimesinde ki “illa ma zahare minha” cümlesini “siyab/ elbiseler” diye tefsir etmiştir. O halde şu “Kendilerinden zahir olanlar dışında” cümlesini “Kühl, Yüzük gibi takıların mahalli” diye tefsir etmek Onun katında rıza gösterilecek bir tefsir olmamış olur.
Ulema’dan birçoğu “Kendilerinden zahir olanlar dışında” cümlesini elbisenin dışıyla tefsir etmişlerdir. Çünkü onun gizlenmesi mümkün değildir. Ve Ahmed İbnü Hanbel “Ta ki tırnağa varıncaya kadar kadından (herhangi bir uzvun) görünmesi haramdır” buyurmuştur.
İbnü Ebi Talha, İbnu Abbas’tan nakletmiştir ki; O (İbn Abbas) geride geçen ayetteki “İdna” yı “Bir gözü göstermek” şeklinde tefsir etmiştir.
Ve bahis mevzu edilen ayetler “Ahkamu’l Kur’an” ile ilgili te’lif çalışmalarında konu edilip Ahkâm ayetleri arasında zikredilmektedir. Ez cümle, bu mevzûyu ister Allah’ın bir emri olması bakımından Allah’a İman, İster Peygamber(Sallallahu Aleyhi ve Selem)’n emri olmakla birlikte aynı zamanda bir uygulaması olması bakımından Peygambere imanın ölçüsü, yahud da Kur’an’ da yer alması hasebiyle Kur’an’a iman bağlamında değerlendirelim her halükarda işin inkârî tarafı oldukça tehlikeli ve bir o kadar da vahametlerle doludur.
Elbette biliyoruz ki, bu kadar rivayetler karşısında belli çıkış noktaları aranmayacak değildir. Malum taktikler kullanılarak, şunlardan bir kısmı mevzulukla itham edilecek, buna cesaret edilemeyecek derecede olanlar, en azından tad’if edilerek iddianın butlanı örtbas edilmeye çalışılacaktı. Çünkü bir adam minareyi çalmayı gözüne kestirmesin, kılıfını bulmak işten bile değildi. Aynı zamanda bu inkâr, bize 1400 küsür sene evvelden meydana geleceğinden ihbar edilen Nebevî bir mucizenin tahakkuku idi. Ama Zerre’den hesap verileceği bildirilen o günde Kur’anla veya hadisle yahud bu ikisi ile teallük eden bir mes’ele hakkında keyfe ma yeşa’ konuşmanın vebalinden kurtulmanın nasıl mümkün olacağını düşünmek gerekmez miydi? Va Esefâ !…
Lâhika:
Şunu da hemen belirtelim ki; yazarın mezkûr kitabını tamamen mütalaa etmiş değiliz. Kabataslak bile denilemeyecek bir bakışla affedilemez saldırılar ve şübheler ile karşılaştık. Kesinlikle bilinmelidir ki; burada mes’ele hakkında serdedilen bir takım deliller, Kaynaklarda ki edille’nin tamamını ihtiva etmemektedir. Lakin “ “Akıllıya bir işaret yeter” kabilinden bazı delillerin îrâdı ile iktifâ edilmiştir.
Yazar kitabın başka yerinde, aynı üslubu üzere şazz görüşlerine devam ediyor.
İddia: Hz Peygamber’in hayatının şekli yönünü, mesela kıyafetinin örnek alınmasının gerektiğini savunmak, İslâm’ın evrenselliği ile çelişmektedir. Söz gelimi hayvan derisi giyen Müslüman bir eski modan, onun Arabistan sıcağında giydiği kıyafetini örnek almasını istemek gerçeklerle bağdaşmaz. Bu sayılan hususların dinin özüyle de alakası yoktur.
Cevap: Böyle edep ve Ahlak sınırlarını aşan şu ifadeler sözüm ona sünnet müdafiliği kimliği ile ortaya çıkan hokkabaz sahtekârlardan başka kimden sadır olabilir? Söyler misiniz? İslâm’ın ikinci rüknünü teşkil edecek kadar muazzam bir mes’ele hakkında damdan düşer gibi vaveylâ etmek, sadrında zerre kadar Allah korkusu bulunan ve toz kadar Efendimiz(Sallallahu Aleyhi ve Selem)’e muhabbeti olan kimsenin yapabileceği şey değildir elbette. Bahsedilen konu bil husus “Usûlü’l Fıkh” kitablarında “Ef’alu’r Resûl” başlığı adı altında işlenirken, hiç buradaki izahata ihtiyaç duyulmamış, bunlara hiç müracaat edilmemiş, haliyle de hezeyanlar savrulmuş, saçmalıklar sudûr etmiş. Şu Mes’ele nin mezkûr kitablarda ki taksîmatını belli başlıklar altında inceleyelim:
1)- Beşeri fiilleri: Bunlar Efendimiz(Sallallahu Aleyhi ve Selem)’in beşer ve insan olması hasebiyle yemesi, içmesi, giyim kuşamı, oturup kalkması gibi fiilleridir. Konumuzla alakalı olan bu kısım teşri’(hüküm koyma) açısından muteber olmayıp bunlara uymak da vacib değildir. Ancak Abdullah İbnü Ömer (Radıyallahu Anh) bu gibi fiiller de dahi Efendimiz(Sallallahu Aleyhi ve Selem)’ i titizlikle taklid etmeyi kendisi adına bir vazife addetmiştir. Buna rağmen “Onun Arabistan sıcağında giydiği kıyafetini örnek almasını istemek gerçeklerle bağdaşmaz” demek ne tür bir küstahlık ve densizliktir. Bu arada, şu “vacib değildir” ifadesi bir tecviz gibi kesinlikle anlaşılmamalıdır. Bu ibare, sünnetin hüküm koyma bakımından mezkûr kaynaklarda taksim edilmesi hasebiyle, ibare darlığından kendisine sığınılmanın mecbur kalındığı bir ifadedir. Yoksa Kuran’ı Kerimdeki “Resul’e Uyun” ifadesi mutlak bir ifadedir. “Mutlağın Açık veya delâleten takyîd’e/kayıtlanmasına her hangi bir delil bulunmazsa itlâkı üzere cari olacağı (yani şamil olduğu fertlerin herhangi birine şumûlu) malum bir kaidedir. O halde şu kaidenin ışığı altında meselenin tedkik edilmesi halinde görülecektir ki; şu İlahî emrin Sünnet-i Mutahhera’nın bu kısmını kapsamasına hiçbir mani yoktur. Hulasa, bu nev’i Sünnet de bu emir kapsamında incelenmelidir.
2)- Efendimize hâs fiiller: Bunlar, kendisinden sâdır olup, şer’î delilin bu fiilin sadece ona ait olduğunu gösterdiği fiillerdir. Bu kısma, “Teheccüd namazının ona Kuranî nassın delaleti ile farz olması ,keza kuşluk namazının farziyyeti, dokuz kadını nikâhı altında bulundurması misal olarak verilebilir. Bunlara “El Hasaisu’n Nebeviyye” denir ki bu konuda Nebi’yi taklid caiz değildir. İşte bu kısım, kendisi hakkında nehiyvari nass bulunduğundan dolayı yukarıda bahsedilen mutlak emrin mefhumundan hariçtir.
3)- Hem Peygamberin hem de ümmetin uyması gereken fiiller: Bu nevi sünnetler de Ümmetin Peygamber’e uyması gerekir. Namaz kılışı, Oruç tutuşu, haccedişi gibi işlerdir ki bu nevi fiiller Peygamber(Sallallahu Aleyhi ve Selem)’e farz ise Ümmete de faz, Vacib ise Ümmete de vacibtir.
Ez cümle, böyle bir taksimat ve tetkikat yapmadan meseleye girmenin ne derece tehlikeli neticeler verdiği ortadadır. Peygamber’in şekli yönünü taklid etmenin gerekmediğini(!)”Değil Resulullah’ın koymuş olduğu bir halifeyi değiştirme Vallahi onun tayin etmiş olduğu sıradan bir ameleyi bile değiştirmem” diyen Ebu Bekir(Radıyallahu Anh)ler, Rukn-i Yemani’ye “Vallahi elbette biliyorum ki sen ne zararı ne de faydası olmayan bir taşsın. Şayet Resulullah’ı seni öperken görmeseydim seni öpmezdim ve de “Remel”(Tavaf’ın üç şavtında sür’atli yürümek) için “Biz bunu müşrikler için yapıyorduk, hâlbuki Allah (şimdi) onları helak etti. O halde biz remeli niçin yapıyoruz? Diye sorduğu soruya yine kendisi “(Bu) Resulullah’ın yaptığı bir şeydir. (Şimdi her ne kadar bunu yapma sebebi ortadan kalkmışsa da) Biz bunu terk etmeyi sevmeyiz” diyen koca Ömer bin Hattab(Radıyallahu Anh)lar, ve “Şayet bir karye ehli misvak sünnetini terk etmek üzere sözbirliği etseler, onlarla mürtedler/dinden dönenlerle savaştığımız gibi savaşırız. Ta ki insanlar İslâm’ın hükümlerini terk etmeye cür’et etmesinler ” diyebilecek kadar sünnet düşkünü Abdullah bin Mübarekler anlayamadı da siz anladınız. Öyle mi? (!…) Hem “dinin özüyle de alakası yoktur” şeklindeki ifadenizle neyi anlatmaya çalıştığınızı anlamış değiliz. Mü’minlerce Peygamberimizin beşeri fiilleri
–yukarıda anlatıldığı üzere- dinin özündendir. Ve örnek alınacak nitelikte olup çok mühimdir.
İddia: Nitekim Hz. Muhammed peygamberlikten önce ne yiyorsa peygamberlikten sonra da aynı şeyleri yemeye, peygamberlikten önce ne giyiyorsa, peygamberlikten sonra da onu giymeye devam etmiştir.
Cevap: Yine sapla saman birbirine karıştırılmış, gereksiz bir malumatfuruşluk yapılmış, kısacası halt edilmiş. Evvelâ belirtmek gerekirse, kelamınızdaki “Hz. Muhammed” ifadesi sırıtıyor. ‘Acemlikten haber veren bu ifade, isti’malinde herhangi bir sakınca olmaması ile beraber tâbi’i olduğumuz peygamber’e karşı kullanılan “Peygamberimiz, Efendimiz vs” gibi hitabların yanında fark arz etmiyor değil. Her neyse…
Konuya gelecek olursak; bu mesele de bir yanıyla “Usulu’l Fıkh” ilmine tealluk ediyor. Bir kere “Nitekim Hz. Muhammed peygamberlikten önce ne yiyorsa peygamberlikten sonra da aynı şeyleri yemeye, peygamberlikten önce ne giyiyorsa, peygamberlikten sonra da onu giymeye devam etmiştir.” İfadesi tamamen içi boş, kof bir ifadedir. Çünkü
i. İslami hükümler en zirvesinden en alt mertebesine kadar Efendimiz’in Nübuvvetten sonraki hali esas alınarak belirlenmiştir.
ii. Vahy’in vaz’ etmiş olduğu üç türlü ahkâm vardır:
I. İslam’dan evvel olmayıp, İslam’ın gelmesi ile konulan hükümler. Abdest alma, cünüplükten gusletme vb.
II. Önceden mevcud olan uygulamaları kökünden silen hükümler. Faizin ve Şarabın yasak edilmesi vb.
III. Mevcud uygulamaları tanzim eden/ belli bir düzene sokan hükümler. İşte bu kısım konumuzla taalluk arz eden kısımdır. Şöyle ki; Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in bi’setiyle ikinci kısmın haricinde ki hükümler tamamen kaldırılmanın aksine belli bir şekil ve mahiyet çerçevesinde bir düzene girdirilmiş, daha özel bir tabirle islâmileştirilmiştir. Sözgelimi İslamdan önce mevcud bir ibadet şekli olan oruç, İslam’ın gelmesi ile Ramazan ayında tutulması farz olan bir ibadet haline getirilmiş, keza nikâh, talak, hac, savaş gibi uygulamaların mahiyeti değiştirilmiştir. Şimdi “Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) peygamberliğinden önce de Peygamberliğinden sonrada kabeyi tavaf etmesinden hareketle tavaf’ın sünnetlerini inkâr etmek ne kadar mantıklı olabilecekse, bahsinde olduğumuz konu da o kadar mantıklı olacaktır.
Ayrıca bilindiği üzere “Eşya da asl olan İbahadır./mübah olmasıdır . Binaen aleyh şayet bir şeyin hakkında emir vaki olursa, o şey kendisi hakkında varid olan emrin mahiyetine göre hüküm alır. Şayet emir mutlak olup vucüb bildiriyorsa vacib, ibaha içinse Mübah, nedb içinse mendub olur. Keza o şey hakkında nehy varid olur da, o nehiy Tahrim bildiriyorsa o şey Haram, Kerahet bildiriyorsa o şey Mekrûh olur. Aynı şey hakkında her hangi bir emirvâri yahud da nehiyvari nass bulunmazsa o şeyin mübah olduğuna hükmedilir. Giyim kuşam meselesi ise, hakkında “ Müşriklere muhalefet ediniz” ve “ Muhakkak ki bu (altın sarısı ile boyanmış elbise) kâfirlerin elbiselerindendir. Onu giyme! Gibi küffar elbisesi giymenin yasak olduğuna delalet eden hayli nassların vârid olduğu bir mes’ele olduğu içün ve hakkında bizzat Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Selem)’in fiili sünneti bulunduğundan dolayı hükmü, -sünnet olduğu muhal farz kabul edilmese bile-, şu kavaid ışığında incelenirse, en azından mübahtır. Mübah’ı işlemek “gerçeklerle bağdaşmaz” demek hangi dinin usulü altında yapılan bir araştırmanın neticesidir. Ki, gerek şu kaidelerin arz etmiş olduğu netice ve de gerek sünnet’in tarifine bakılırsa bunun sünnet olduğu açıkça görülecektir. Peygamberliğinden önce bir şeyi yapması ayrı, nubüvvetin den sonra yapması ayrıdır. Mesela sakal-ı şerifi, peygamberlikten önce de bulunduğu için değil nubüvvet den sonra bulunduğu için bir sünnet sayılmıştır. Ve bunun kazınarak tıraş edilmesi dört mezheb indinde Haram sayılmıştır. Şimdi böyle bir sünnet hususunda, bir takım zındıklar sakallı olmadığı içün, “İslâm’ın evrenselliği ile bağdaşmaz” denilip, peşinen inkâra mı gidilsin? Bu ne tür bir tezekkür ve anlayıştır. Halik-i Âlem ne güzel buyurmuştu “(Habîbim!) De ki; o (bana okunan Kur’an ve İslâm’ın getirdiği) hakk rabbinizden gelmiştir. Artık dileyen inansın, isteyen de inkâr etsin. Gerçekten biz o zalimler içün öyle büyük bir ateş hazırlamışızdır ki, onun alevi kendilerini çepeçevre kuşatmıştır.
Hâtime:
Usulsüzlük usûlünün yegâne bir usûl addedildiği bir zamanda, bir takım usûlî cevaplar vermeye çalışmak belki bazı çevreler açısından çok doyurucu olmasa da, Mahkeme-i Kübrâ’da elimizden geldiği kadarını yapmamakla mes’ul tutulmamak da bizim yegâne gayemizdir. Belagat bakımından zirveye ulaşmış Şuayb (Aleyhisselem) gibi bir peygambere bile kavmi “ Ey Şuayb! Söylemekte olduğun şeylerden birçoğunu anlamıyoruz.” Diyebiliyorsa, bizim gibi hususan Muhammed Mustafa (Sallallahu Aleyhi ve Selem)’in, Umûmen de şu Enbiya-i İzam’ın kafilesinin izleri peşinde seken bir topal kelb olmayı bile kendisi adına en büyük şeref addeden miskinlere ne dense yeri olacaktır. Hem unutulmamalıdır ki Cumartesi yasağını çiğneyen kimselere nasihat eden kavme “Allah’ın kendilerini helak edici olduğu veya şiddetli azab edici olduğu kimselere ne diye nasihat ediyorsunuz?” Denildiğinde onlar: “ Rabbinize bir ma’zeret olsun (da kötülükten nehy etme hususunda gevşeklik yapmakla suçlanmayalım diye (biz vaazı bırakmıyoruz) Hem ola ki onlar birazcık sakınabilirler. (Zira helâk olmayan kişilerden tamamen ümit kesilmez) dediler ayeti bizler içün bir mihenk taşı olmalıdır.
Son olarak el-Vehhâb olan Mevlâ zül Celâl’den niyazımız; Hakk’a davet ve hakk’ın izharı gayesinden başka bir amaç taşımayan şu makalemizin hayırlı faaliyetlerde istihdâm edilmesi ile bizlere bunu faydalı kılmasıdır. Zira Muvaffak edici olan yalnızca odur. Vesselâm
ÖMER FARUK KORKMAZ
———————————————–
Kur’an, Al-i İmran 78
Kur’an, el-Casiye, 23
Prof. Dr. İbrahim Sarıçam, Hz Muhammed ve Evrensel Mesajı, Baskı:2 Ankara 2004
el- Ahzab, 53
Sarıçam, a.g.e S.17
ki zaten öyle de…
el-Müncid, S.118 ha-ce-be maddesi
Ehteri-i Kebîr S.286
el-Mevârid, 272
Rağıb el İsfehanî, el-Müfredat Daru’l Ma’rife Beyrut-Lübnan 2005 S.115
Kur’an, el-Ahzab, 53
Kur’an, en-Nûr-58
Kuran, el-Ahzab 32
Minhatu’l Kerimi’l Vehhâb Fî tefsiri Ayati’l Ahkam fi Süreti’l Ahzab Darul Asıme 2005 S.181
Bkz.İmam es- Suyûtî,el- İtkan fî Ulûmi’l Kuran 1/93, el-Vahidî, Esbâbu’n Nüzûl, Mukaddime
16 el Buharî El Camiu’s Sahih, Kitabu’t Tefsir 8 No: 4790
17 el-Ahzab,33
18 Muhammed Zahid el- Kevserî, Makalât (“Hicabu’l Mer’e” başlıklı makâle) S.245
19 Subhî Salih, Mebahis fî Ulumi’l Kuran s.299
20 Kur’an, el-Ahzab, 59
Kur’an, Yûnus, 32
İbnu Hibban es-Sahih 12/412 No:5598-5599, et-Tirmizi, Kitabu’r Reda’ 1173 İbnü Huzeyme 1686 vd….
Ebu Davud Kitabu’l Libas 34 No:4104
et-Tirmizi, Kitabü’l İsti’zan 29 No:2878
Kur’an, en-Nûr 60
el-Beyhekî Asım İbnü Ahvel’den bkz. El Mevsûatü’l Yûsufiyye fi beyani edilleti’s Sûfiyye, Yusuf Hattar Muhammed S.607
Teshilu’l Vusûl ila Ma’rifeti Esbabi’n Nuzül Abdurrahman el- Akk Daru’l Ma’rife 2003 S. 281, es- Suyutî Lübabu’n Nukûl fi Esbabi’n Nüzûl (el Ahzab 53. Ayet-i Kerime sadedinde…)
Kur’an, en- Nur, 31
el Kevserî, a.g.e S.246
El Mevsûatü’l Yûsufiyye fi beyani edilleti’s Sûfiyye, Yusuf Hattar Muhammed S.605
el Kevserî, a.g.e S.246
Mesela bkz. Ahkamu’l Kur’an, Ebubekir el Cessas Daru’l Fikr Beyrut-Lübnan 2001 S.543 ve 461
İlgili rivayetin zayıf olduğunu söylemek
et-Tirmizî, Kitabü’l İlim 10, No: 2663
Mektûbat-ı Rebbanî 123. Mektûb-i Şerîf
Sarıçam, a.g.e S:283
Zekiyyuddin Şa’ban Usulu’l Fikhi’l İslâmî S.83
Kur’an, en Nisa 59
el Vecîz fi şerhi’l Kavaidi’l Fıkhiyye fi’ş şeriati’l İslâmiyye A. Zeydan Müessesetü’r Risale 2003 S. 28
Kur’an, el Müzzemmil, 2-3-4. Ayet-i Kerimeler
Zekiyyüddin Şa’ban a.g.e S.85
el Buharî, el Cami es Sahih, Kitabu’l Hacc 57, No:1605
Tılbetu’t Talebe, Ömer en Nesefî Daru’n Nefais 1999 S.111
el Fetâvâ et- Tatarhaniyye Daru’l Kutubi’l İlmiye Beyrut- Lübnan 2005 1/53
Zeydan, a.g.e S178
el Buhari, el Cami’ es Sahih Kitabu’l Libas 64, et Tirmizi Kitabu’t Taharet 54
Müslim Kitabu’l Libas 27, No: 5434 ayrıca benzer nehy rivayetleri için bkz. 5436-5437
Abdurrahman el Ceziri, el Fikh Ale’l Mezahibi’l Erbaa 2/51- Bu konu hakkında Şafii ulemasının ve dahi İmam eş Şafii’ye yapılan bir isnad’ın neticesi, mezkûr mezhepte haram olmadığı sonucunu doğursa da bahsedilen eserde eş Şafii’ye yapılan bu isnad kabul edilmeyip eş- Şafii’nin “el Ümm” de “Sakalı tıraş etmenin Haram olduğu” na dair fetva verdiği belirtilir.-
Kur’an, el-Kehf 29
Kur’an, Hûd 91
Kur’an, el- A’raf 164

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu