II. Abdülhamid Han’a İsyan
Said Nursi, Meşrutiyet’in ilanının üçüncü günü, masonların ve İttihatçıların merkezi olan Selanik’te mitingte yaptığı konuşmadır. Tuhaf olan ise bu konuşmayı İstanbul’da hemen yayınlayanın dinsiz pozitivist Dr. Abdullah Cevdet, dergisinin kapak konusu yapması vermesidir.
Düşünmek lazım, meşru bir halifeye karşı isyan bayrağı açacaksın, yol arkadaşların Emmanuel Karasso (Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, sayfa 71’de Karasso ile Selanik’te miting esnasında konuştuğunu ifade eder ve hatta Karasso demiş ki: “Az daha beni Müslüman yapacaktı.” Şahid kim, yine Said Nursi’nin kendisi.) gibi bir Sebetayistin kurduğu ve Talat Paşa gibi Masonlar tarafından idare edilen ve İslam’a aykırı hatalı kararları ile koca imparatorluğu çökerten İttihat Terakki olacak ve bunun sonucunda bunu Şeriat’a yamamaya çalışacaksın. İşte Said Nursi’nin aşağıda okuyacağınız metinde yaptığı şey tam da budur.
“EY HÜRRİYET-İ ŞER’Î! Öyle müthiş ve fakat güzel ve müjdeli bir sadâ ile çağırıyorsun, benim gibi bir Kürdü (bazı yayınevleri Kürd kelimesini çıkarmış, yerine şarklı demiş.) tabakat-ı gaflet altında yatmışken uyandırıyorsun. Sen olmasaydın, ben ve umum millet, zindan-ı esarette kalacaktık. Seni ömr-ü ebedî ile tebşir ediyorum. Eğer aynü’l-hayat şeriatı menba-ı hayat yapsan ve o cennette neşvünemâ bulsan, bu millet-i mazlumenin de eski zamana nispeten bin derece terakki edeceğini müjde veriyorum. Eğer hakkıyla seni rehber etse, ağrâz-ı şahsî ve fikr-i intikam ile sizi lekedar etmezse لَهُ لِلّٰهِ وَالْمِنَّةُ اَلْعَظَمَةُ ki bizi kabr-i vahşet ve istibdattan ihraç ve cennet-i ittihad ve muhabbet-i milliyeye davet etti. (…)
Yeni Hükümet-i Meşrutamız mucize gibi doğduğu için inşallah bir seneye kadar, (…) sırrına mazhar olacağız. Mütevekkilâne, sabûrâne tuttuğumuz otuz sene Ramazan-ı sükûtun sevabıdır ki, azapsız, cennet-i terakki ve medeniyet kapılarını bize açmıştır. Hâkimiyet-i milliyenin beraat-i istihlâli olan kanun-u şer’î hâzin-i cennet gibi bizi duhule davet ediyor. (…) Bu inkılâb-ı azîmin fatihası mu’cize gibi başladığı için bir fâl-i hayırdır ki, hâtimesi de pek güzel olacaktır.
Bu inkılâp, fikr-i beşerin ağır zincirlerini parça parça ve istidâd-ı terakkiye karşı setleri zîr ü zeber ederek, hükûmeti varta-yı mevtten tahlis ve bu millet-i mazlumede cevahir-i insaniyeti izhar ve âzâde olarak kâbe-i kemâlâta doğru gönderdiği gibi, hatimesi de, yani otuz sene kadar rengârenk sefahet ve isrâfat ve hevesat ve lezaiz-i nâmeşrua gibi seyyiat-ı medeniyet, devlet-i medeniyeti, hükûmet-i müstebide gibi inkıraza sevk eden umurlar maddeten zararını ihsas edeceğinden, o muzlim ve kesif olan sehab, arzu-yu umumî ile münkeşif olduğundan, şems-i şeriat ve mâkesi olan kamer-i medeniyet, berrak ve saf ve esâsatta Asya’yı ve Rumelini tenvir ve mutazammın olduğu istidad-ı kemâlin tohumları hürriyetin yağmuru ile neşvünemâ bularak rengârenk elvan ile tezyin edeceğini, bu fâl-i hayır bize müjde veriyor.
Bir mu’cize-i Peygamberîdir (a.s.m.) ve bu millet-i mazlumeye bir inayet-i İlâhîdir ve cemiyet-i milliyenin niyet-i hâlisânesinin bir kerametidir ki, bu maden-i saadet ve hürriyet olan şeriat dairesindeki ittihad-ı kulûb ve muhabbet-i millî elimize meccanen girdi. Milel-i saire, milyonlarla cevahir-i nüfus feda etmekle kazandılar. (…)” (Tarihçe-i Hayat, 60-61)
Said Nursi, Meşrutiyet’in Şer’i yani dini olduğunu ve hatta mucize gibi doğduğunu söyler. Ne vakitten beri İslam halifesine isyan etmek dinin emri olmuştur. Hem bu Meşrutiyet’e dini diyeceksin, hem başka milletlerin bunu çok kan dökerek elde ettiğini söyleyeceksin. Demek ki, Avrupalılar Fransız Devrimi ile başlayan özgürlük mücadelelerinde İslami yönetim getirmek için çok kan dökmüşler. Said Nursi’nin yukarıda birbiri ile tezad teşkil eden sözlerinden bu komik ama vahim sonuç ortaya çıkıyor.
Bir de Said Nursi burada bir hakikati gizlemektedir. Zira Meşrutiyet’in ilanından sonra II. Abdülhamid Han’a yapılan kumpas neticesi 31 Mart Vakası ile İstanbul’a gelen Harekât Ordusunun İstanbul’da yaptığı kıyımı görmezlikten gelmektedir. Herhalde öldürülenlerin çoğunluğunun medrese talebeleri ve hocalar olması, katil güruhun ise Said Nursi ile beraber Selanik’te mitinge katılan, çapulculardan müteşekkil Harekât Ordusu mensuplarının olmasından dolayı bu elim vaka görmemezlikten gelinmiştir. Hatta bu ordu bakın nasıl övülüyor Risale-i Nur’da:
“Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i müşahhas ordular!” (Tarihçe, s. 67)
Ayrıca görüyoruz ki, Said Nursi’nin öngörülerinin tamamı Cenab-ı Hakk tarafından yalanlanmış ve tam tersi durumlar meydana gelmiştir. Zira yukarıda gördüğünüz gibi, Said Nursi Meşrutiyet ile beraber artık mutluluk, saadet ve huzurun geleceğini hem de bunun bir sene içerisinde olacağını söylemiş, ama tam tersine Meşrutiyet’in ilanından sonra ne hikmetse ardı ardınca Trablusgarb, Birinci Balkan, İkinci Balkan ve muazzam I. Dünya Harbi başlamış ve nihayet koca İslam Devleti yıkılmıştır.
Asya’nın ve Rumeli’nin köşelerinde medfun olan medeniyet, Meşrutiyet hükümeti olan İttihat ve Terakki ile daha derinlere batmıştır. O devir, Meşrutiyet’i istemeyenler, Halife’nin bir hatası olmadığını gördükleri için isyan etmemişlerdir. Asıl “şaşkınlar” Yahudilerin oyununa gelenlerdir. Avrupa’da Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile alakalı menhus piyesleri gösterimden kaldırtan, Theodor Herzl adlı bir Yahudi’nin milyonlarca altın karşılığında Filistin’den küçük bir toprak parçası istediği zaman, bu toprakların milletin toprağı olduğunu söyleyerek onu huzurundan kovan, çoğu idam cezalarını müebbede çeviren bir Halife’yi mi desteklemek şaşkınlık, yoksa iktidara gelir gelmez evvela Balkanlar, sonra Afrika ve daha nice toprakları koruyamayan “Meşrutiyet mucizesi”ni destekleyenler mi? Tarih bunu apaçık göstermiştir. Sultan Abdülhamid’in tahtta bulunduğu otuz üç sene zarfında, hiç kimse İslam aleyhinde neşriyat yapamamış, İstanbul’a gelerek Ehl-i Sünnet’i kirletmeye çalışan Cemaleddin Efgânî ve talebesi mason Abduh, Halife tarafından İstanbul’dan dışarı atılmış, Osmanlı toprakları ve gayrisindeki Müslümanların yaşadığı topraklar mektep ve medreselerle donatılmıştır. İttihat ve Terakki’nin hainleri dahi Sultan’ın açtığı mekteplerde eğitim görmüşlerdir. Said-i Nursî şurada haklı olabilir: “medeniyet kapılarını bize açmıştır.” Çünkü Meşrutiyetin getirdiği yenilgilerle “medeni” kâfirler Devlet-i Aliyye’yi istila etmişler ve böylece medeniyet kapıları açılmış ve sırtlan sürüsü yağmalama yapmıştır. İttihat ve Terakki döneminde muhalefetin mümkün olmadığını eski İttihatçılar söylemektedirler.
Sultan Abdülhamit Han’a darbe yapıp, ona iftira atanlardan olan Rıza Tevfik Bölükbaşı’nın, kendisinin de mensubu bulunduğu İttihat ve Terakkî’den yakınan ve Sultan’dan özür dileyen “Sultan Abdülhamit Hân’ın Ruhaniyetinden İstimdat” adlı şiirinden şu kıta pek düşündürücüdür:
Padişah, hem zalim hem deli dedik,
İhtilale kıyam etmeli dedik,
Şeytan ne dediyse biz belî dedik,
Çalıştık fitnenin intibahına.
Evet, Said Nursi’nin II. Abdülhamid’e olan kinini anlamak için şu cümle kafidir: “Gebermiş istibdadı muhafaza için, vaktiyle mesail-i Şeriat rüşvet verilirdi.” (Tarihçe-i Hayat, s. 68)