ibn-i teymiyye

İbni Teymiye’yi Yanlış Tanıyan Bir Yazara Cevap

Hekimoğlu İsmail’in İbni Teymiyye Hakkındaki Yazısına Cevap

Hekimoğlu İsmail’in Zaman Gazetesi’nde 11 Şubat 2000 tarihinde İbni Teymiyye’yi anlatan bir makalesi yayınlanmış. Yazarın konuyu derinlemesine araştırmadığı ve bu makalesinde yazdığı görüşleri bir ansiklopediden aktardığı anlaşılıyor.

Yaşça büyüğüm olan, ayrıca bugünlerde hasta olduğunu ve zor günler geçirdiğini duyduğum H. İsmail’i rencide etmek arzusunda değilim. Ancak, mezkur makalede okuyucularını yanıltıcı ve yanlış yönlendirici bilgiler mevcuttur ve bunları düzeltmek gerekmektedir. Hekimoğlu İsmail’in de bu tenkidimi anlayışla karşılayacağını ve gücenmeyeceğini ümit ediyorum.

http://arsiv.zaman.com.tr/2000/02/11/yazarlar/5.html

Hekimoğlu İsmail demiş ki:

Sibirya’da Baykal Gölü civarında yaşıyan Moğollar 1219’da Maveraünnehir’i işgal ettiler. Horasan, Afganistan’ı da ele geçirerek, Hindistan’a indiler. Moğol sülalesinden Hülagu, 1258’de Abbasiler’e son verdi, Kafkasya, Anadolu, İran, Irak İlhanlıların eline geçti. İbni Teymiyye 1263’te Urfa’da doğdu, ailesi Moğol işgalinden kaçıp, Şam’a gittiğinde yedi yaşındaydı. Hafızası da, zekası da kuvvetli olan bir dahiydi. Kur’an ve hadis bilgisi fevkaladeydi. Şeyhülislam makamına kadar yükselmiş, hiç evlenmemişti. Hayatını ilme vermiş, açık ve sade bir üslupla üç yüz eser yazmıştır. Dehriler, kaderiler, cehmiyye, vahdet-i vücutcular, mutezile ve felsefecilerle mücadele etmiştir. Bunlar bir yandan İslam’dan uzaklaşırken, öte yandan İslam dışı sözleri ve halleri İslam’a sokmuş bid’at ve dalalet ehliydi.

Cevap:

Hüseyin Avni Kansızoğlu diyor ki:

İsmi, Ahmed b. Abdü’l-Halîm İbn-i Abdillâh b. Ebi’l Kâsım ibn-i Hadır en-Nemîrî el-Harrânî ed-Dimeşkî el-Hanbelî, Takiyyüddîn ibnü Teymiyye’dir. Harrân’da doğdu (661 H.) Babası onu Dimeşk’e götürdü. Orada yerleşti ve meşhur oldu. Verdiği bir fetvadan dolayı Mısır’a çağrıldı. Oraya gitti… Orada bir müddet hapse atıldı. Sonra, İskenderiyye’ye nakledildi. Sonra, serbest bırakıldı ve 712’de Dimeşk’e gitti. 720 tarihinde orada tutuklandı. 728 senesinde, Dimeşk kalesinde tutuklu iken öldü.İbn-i Teymiyye, Felsefe ve Mantık ilimlerinde araştırması çok olan birisiydi. Lisânı fasîh idi. Yirmi yaşına varmadan ders okuttu ve fetva verdi. Eserleri çoktur. Hâsılı O, yedinci asır Hanbelî fıkıh ve hadîs âlimlerinden, şâz görüşleri bol olan birisidir. Şâzlarının bol oluşunun da, değişik sebebleri vardır. Bunlar, akîde, fıkıh ve üslûb olmak üzere üç tanedir. Mîzâc ve ahlâkı çerçevesinde doğan ve gelişen üslûbuyla, olması îcâb eden veya olabilecekten daha fazla bir cesâret, hiç olmaması lâzım gelen tepeden bakma, boyundan büyük olan nice büyüklere karşı, akıl almaz bir saldırganlık, acelecilik, muğalata ve benzeri sebeblerden doğan bıktırıcı tekrarlar, çekilmez tenâkuzlar sergilemiştir. Tenâkuz ve tekrarları çizildiği takdirde yazdıklarının neredeyse dörtte biri bile kalmayacaktır. Kitablarını aklı havada bir kara sevdalı edasıyla değil de, bir ilim adamı ciddiyeti ile okuyacak olan herkes bu hakikati görebilecektir. “İktizâ”sı, “Kâidetün Celîle”si, “Furkan”ı, “Ubûdiyye”si, Akîdeye dâir kitabları, Fetâvâ’sının akîdeyle alakalı kısımları, birindeki cümleleri diğerinde biraz değiştirilen, zaman zaman da hiç değiştirilmeden aynen tekrarlanan sözlerden meydana gelen cinsindendir. Yerine göre zâhiri, yerine göre filozof, yerine göre de Ehl-i Sünnet vasfıyla temâyüz etmiştir. Ne zaman ve nerede hangi cepheden olması lâzım geldiğini buna kanaat getirdiyse, o tâifenin düşünce ve müdafaalarıyla karşı tarafa saldırmış ve esasen başkalarına âid olan malzemeleri kendine mâlederek, onların kendi tahkiki olduğu zannını uyandırmıştır. Yerine göre Ehl-i Sünnet olup Ehl-i Bidata karşı, zaman zaman Ehl-i Bid’at fikrinden yana olup Ehl-i Sünnete karşı, bazen de felsefecilerden yana olup diğerlerine karşı amansız bir muharebe vermiş ve nihayet ilim adamlığını, muztarib mütefekkirliği (!) içinde kurban etmiştir.

Kaynak: Hüseyin Avni Kansızoğlu, İnkişaf Dergisi, Sayı: 7

Hekimoğlu İsmail’in İbni Teymiyye hakkındaki “Şeyhülislam makamına kadar yükselmiş” ifadesi yanlıştır. İbni Teymiyye bu isimde bir makama (vazifeye) yükselmemiştir. Hafızası ve zekâsı çok kuvvetli olabilir. Bu fakir, hafızası ve zekâsı gerçekten kuvvetli nice gayrı müslimler biliyorum. Ancak, “akıl” ve “zekâ” kelimeleri biraz farklı ma’nâları muhtevidir. Birkaç iktibas yapalım:

Çağdaşlarından İbni Battuta rahimehullah diyor ki:

“Takıyyuddin İbn Teymiyye’nin aklından zoru vardı.”

Kaynak: Muhammed b. Abdillah b. Muhammed İbn Battuta, Tuhfetu’n-Nuzzar fî Ğaraibi’l-Emsar (Rıhlet-u İbn Battuta), Beyrut, 2004, s. 88. (Bkz. İhsan Şenocak, İnkişaf dergisi, No:7)

Şâm, Mısr ve Kudüsde kâdılık yapmış olan Şâfi’î fıkıh ve hadîs âlimlerinden Muhammed İzz-ibni Cemâ’a rahimehullah şöyle demektedir:

“İbni Teymiyye, Allahü teâlânın dalâlete sürüklediği, azdırdığı ve zillet gömleği giydirdiği kimsedir. İslâm âlimlerine ve bilhâssa Hulefâ-i râşidîne karşı ahmakca itirazlarda bulunmuşdur. Aklı noksan olan kimsede irfân bulunur mu?”

İmâm-ı Ebül-Hasen Sübkî rahimehullah diyor ki:

“İbni Teymiyye, ilmi aklından çok olan bir kimsedir.”

Kitabında âlimlerin bu gibi sözlerini nakleden Şeyh Yusuf-i Nebhanî rahimehullah diyor ki:

“İbni Teymiyye hakkında ‘İlmi aklından büyüktür’ diyen, insaflı davranmıştır.”

Kaynak: Şevahidü’l-Hakk, Fazilet Neşr., İst., s.189.

İbni Teymiyye’nin “Cehmiyye’ye karşı mücadele ettiği” sözü de çok su götürür. Ebu Hamid bin Merzuk rahimehullah diyor ki:

“[İbni Teymiyye’nin] Cehmiye taifesinden maksadı, Eş’arilerdir. Bu da onlar hakkında ikinci bir iftirasıdır ki, çok bilgili olan İslam âlimlerinden müteşekkil büyük bir cemaate Cehm b. Safvan’ın re’yini isnad ederek onları Cehmiyecilikle lakaplandırmıştır. Halbuki, Cehm b. Safvan, H. 128’de ölmüş ve onun çürük itikadı da beraberinde mezara gitmiş, hiçbir tabii de yoktur. Ve ona mutabeat edilmesine de layık değildir. İbn Teymiyye ile İbn Kayyım’ın tabirlerinde çok geçen bu Cehmiye lakabından maksatlan, Eş’ariyye taifesidir. Çünkü Eş’ariler, Dimaşk’ta onunla yaptıkları münazarada kendisini susturmuş ve Kahire’de toplanan meclislerine de katılmamıştır. Nerede kaldı ki, onlarla münazara edebilsin. Bu sebepten İbn Teymiyye, onları tekfir etmek, Cehmiyelikle lakaplandırmak, çeşitli kötü sövmelerle onlara sövmek, kendini ibadete verip zamanın emirlerinin sevgisini kendine doğru çekmek üslübu cihetine giderek bu çeşit yollarla yüksek dağlara benzeyen o âlimleri•zayıflatacağını zannetmişti.”

Kaynak: Bera’atü’l-Eş’ariyyin, Bedir Yayınevi, 1994, s.449-452.

Sonra, Hekimoğlu İsmail şöyle demiş:

Türbelere kudsiyet vermek, yatırdan yardım istemek, ona kurban kesmek, türbedarın verdiği haberlere inanmak; İslam’a aykırı kitaplar yazmak, şiirler söylemek; yalan yere yemin etmek, o günkü Müslümanların yaptığı hatalardı, İbni Teymiyye bunlara karşı çıktı.

Cevap:

Bu sözlere teker teker bakalım:

(1) “Türbelere kudsiyet vermek, yatırdan yardım istemek, ona kurban kesmek,”

Sağlığında olsun veya vefat etmiş olsun, Enbiyaya (aleyhimüsselam) ve Evliyaya (rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’in) hürmet gösterilir, ziyaret ederken de edebli ve saygılı davranılır. İmam-ı Gazali rahimehullah diyor ki:

“Ölümü hatırlamak ve ibret almak için umumi mezarlıkları ziyaret müstehabdır. İbret almakla beraber yümn ü bereket ummak için de salihlerin mezarlarını ziyaret yine müstehabdır.”

Kaynak: İhya, Bedir Yay., c.4, s.873.

“Kabirdekilerden yardım istemek” ise, mecaz bir ifadedir. Salih zatlar ile tevessül ederek Allahü teâlâya dua etmek veya salih bir zattan dua etmesini istemek ma’nâsında kullanılır. Buna ancak Vehhabiler karşı çıkar. Kurban sadece Allahü teâlâ için kesilir. Allah rızası için kurban kesip, sevabı ölülere gönderilebilir. Bunda bir mahzur yoktur. Böyle yapana bir şey denmez.

(2) “türbedarın verdiği haberlere inanmak;”

Doğrusu bununla tam olarak ne kasdedildiği bana zâhir olmadığı için yorum yapamıyorum.

(3) “İslam’a aykırı kitaplar yazmak, şiirler söylemek;”

İlk asırdan sonra, İslam’a aykırı kitaplar yazanlar ortaya çıktı. İbni Teymiyye de bunlardan biridir, hatta en kötülerindendir. Ebu Hamid bin Merzuk rahmetullahi aleyh diyor ki:

“Tek taraflı düşünmeyip de İbni Teymiyye’nin ve talebesi İbni Kayyım’ın basılmış eserlerini insaf ile mütalaa eden kimse, içinde bütün bu belalara, yani tecsime (Allah’a cisim isnad etmeye), Allah’a cihet isnad edilmesi itikadına ve bu görüşe muhalif olanları tekfir ettiğine ve daha başka çirkin şeylere rastlayacaktır.”

Kaynak: Bera’atü’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin, Bedir Yayınevi, İst., s. 112.

İbni Teymiyye’nin talebesi ve bir kopyası olan İbnu’l-Kayyım, el-Kasîdetu’n-Nûniyye adıyla maruf, 6.000 kadar beyitten oluşan, teşbih ve tecsim dolu bir eser kaleme almıştır. (Bkz. Hüseyin Avni Kansızoğlu, İnkişaf Dergisi, No: 7) Doğrusu, “İslam’a aykırı şiir” denince, aklımıza bu eser gelmektedir.

(4) yalan yere yemin etmek, o günkü Müslümanların yaptığı hatalardı, İbni Teymiyye bunlara karşı çıktı.

Ehl-i sünnet alimleri yalan söylemenin haram olduğunu, yalan yere yemin etmenin ise küfre sebep olacağını yazmışlardır. Bütün temel kitaplarda yazılıdır. Bu konunun İbni Teymiyye ile alakasını doğrusu göremedik. Görebildiğimiz ise şudur: Bu satırlarla “o günkü Müslümanlar” kötülenmekte, İbni Teymiyye ise yüceltilmektedir. Bir kişiyi yüceltmek ve tebriye edebilmek için Müslümanları kötüleyenlerin, hatta küfürle suçlayanların vay haline!

Hekimoğlu İsmail şöyle devam etmiş:

Düşmanın Şam’a yaklaştığı duyulunca: “Moğollardan korkanlar, Ebu Ömer’in türbesine sığının, o sizi belalardan koruyacaktır.” diyenler vardı. Halbuki vatanı ölüler değil, diriler koruyacaktı. Camilerden çok, türbelere gidenlerin sayısı artmıştı.

Cevap:

Masalcı nineden masallar dinlediniz! Hani bu iddiaların delilleri nerede?

İslam tarihinde kimse “vatanı diriler değil, ölüler korur” dememiştir. Bu uydurma bir sözdür. Öte yandan, tedbir alıp, çalışıp, en iyi silahları imal ve tedarik edip, talimli bir ordu hazır tutmakla beraber, dua etmemiz de emredilmiştir. Dualarımızın kabulü için ayrıca salih zatlarla tevessül caizdir. Kabirdeki evliya ile de tevessül edilir. Buna ancak Vehhabiler karşı çıkar.

“Camilerden çok, türbelere gidenlerin sayısı artmıştı” sözü de doğrusu tuhaf bir iddiadır. Müslüman erkekler günde beş vakit cemaate, camiye giderler. Kabir ve türbe ziyaretleri ise arada bir yapılır.

Sonra, Hekimoğlu İsmail şöyle devam etmiş:

Abbasi Halifelerinden Mansur (754-775) zamanında Yunan felsefe ve mantık kitapları, Mutezile Mezhebi mensuplarınca tercüme edilmeye başlamış; Me’mun (813-833) zamanında da bu iş iyice hızlanmıştı. Felsefe aklın mahsulüdür; fakat akıl su gibidir, konduğu kabın rengini ve şeklini alır; ateist de, teist de akılla yollarına devam eder. Müslüman aklıyla vahyi bütünleştirmeli, akıl vahyin ışığında gerçeği görmelidir. Halifeler, İslam’a zarar vermemek için bu kitapları tercüme ettirmediler; fakat İslamiyeti anlamayanlar, bu kitaplarla sapıttılar. Bu sebeple İbni Teymiyye bunlarla mücadele etti. Çünkü tabiatı kabul etmek başka, tabiatı ilahlaştırmak daha başkadır. Bilim dallarının hiçbiri inkar edilemez, bunlar isbata dayanır; amma “Pozitivizm İlmihali”ne varan görüşler ilmi aşar, iman haline gelir ve ilim de putlaştırılabilir.

Bu sözler bize Zehebi’nin hocası İbni Teymiyye’ye yönelik nasihatındaki şu sözlerini hatırlattı:

Ey adam (İbn Teymiyye), Allah hakkı için bizden vazgeç. Zira sen gerçekten çok mücadelecisin. Dilinle bilginsin. Rahat duramazsın. Dinde yanlış etmekten kendinizi koruyunuz. Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) çok soru sormayı hoş görmemiş ve bu durumu ayıplamıştır. “Ümmetimin akıbeti hussunda en çok korktuğum şey, dili ile bilgili münafıklardır”, (Ahmed; Ömer b. El-Hattab) diye buyurdu. Haram ve helal meseleleri hakkında bile olsa, çok söz söylemek, kalbi katılaştırır. Hele gözü ve kalpleri körleştiren filozofların küfür tabirlerinin durumu nasıldır? Artık sen düşün! Vallahi kâinatta gülünç olduk. Sen, ne zamana kadar felsefi küfrün ince ibarelerini meydana çıkaracaksın ki, sonunda biz onları akli delillerle reddetmeye devam edeceğiz. Ey Adam! Sen filozofların zehirli tabirlerini ve eserlerini defaatle yutmuşsun. Beden, zehirleri çok kullanmayla zehir almaya alışır. Allah’a yemin ederim ki, böylece o zehir gizli olarak bedende yerleşiyor.

Kaynak: Ahmed Davudoğlu, Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri, 5. Baskı, Huzur Yayınevi, İstanbul 1989; sayfa: 48-51.

İbni Teymiyye’nin ne tür sapık felsefi inançlara saplandığına bir misal olarak, şu aktaracağımız bilgi yeterli olsa gerek. Dr. Ebubekir Sifil diyor ki:

Allahü Teâlâ’ya mekân izafesi, tabiatı gereği müstakil bir mesele olmayıp, beraberinde başka problemleri de getiren son derece temel bir tartışmadır. Arş’ı da, semayı da, diğer mekânları da yaratan Allahü Teâlâ olduğuna ve O’nun istivasının “mekân tutmak” anlamına geldiği [İbni Teymiyye ve Vehhabiler tarafından] iddia edildiğine göre, İmam Ebû Hanîfe’nin de dile getirdiği “Allahü Teâlâ bu mekânları yaratmadan önce neredeydi?” sorusuna İbn Teymiyye’nin bulduğu cevap, “Arş’ın nev’î kıdemi”dir. Bu, şu demektir: Allahü Teâlâ ezelden beri üzerine istiva ettiği Arşlar yaratmaktadır. Yenisini yarattığında bir öncekini yok etmektedir ve bu, ezelden beri böyle devam edegelmektedir. Bu izah tarzının ne kadar problemli olduğu ise açıktır. Zira Allahü Teâlâ dışında varlığı ezelî olan bir başka varlık tasavvur edildiğinde, zorunlu olarak o varlığın mevcudiyetinin bir yaratıcının varlığına mütevakkıf bulunmadığını, varlığının zorunlu (“vâcibu’l-vücud”) olduğunu söylemiş olursunuz. Bunun ne anlama geldiği ise açıktır…

Kaynak: Dr. E. Sifil, Milli Gazete, 7 Ağustos 2004.

Sonra, Hekimoğlu İsmail şöyle demiş:

Yunanlılar antropomorphisme felsefesiyle tanrıyı insana benzeterek, putlar yapmıştı. Tanrıyı insanlaştırmak, insanı tanrılaştırmak, felsefi görüşlerde yer alır. İslam’ın Allah anlayışı bunlardan çok farklıdır.

Cevap:

Gerçekten! Bu satırları yazan kişi herhalde Hekimoğlu İsmail değildir. Başkasından ve iyice araştırmadan naklediyor olsa gerek. Çünkü bunları yazan, okuyucusu ile adeta alay etmektedir. İbni Teymiyye “antropomorphism” (tecsim ve teşbih) sapıklığının önderlerindendir, hatta en önde gelenidir. Bu fitneyi yayan kişidir. Mesela, diyor ki:

“Allahü Tealâ dilerse, bir sivrisineğin sırtına yerleşir de, sivrisinek O’nun kudreti ve rububiyetinin lütfu ile O’nu yüklenip kaldırır. Böyleyken Allahü Tealâ arşın üzerine nasıl yerleşmez?”

Kaynak: İbni Teymiyye, Beyan Telbis el-Cehmiyye, 1/568.

Bu sözler hakkında İmam Muhammed Zâhidü’l Kevserî rahimehullah şöyle demiştir:

Allah sübhânehû ve teâlâ hakkındaki sözü işte budur. Sanki, ma’bûdunun sineğin sırtına oturması olmuş bitmiş ve kabûl görmüş bir iş de bununla, Allah teâlâ’nın, sineğin sırtından daha geniş olan Arşın üzerinde karar kılmasına delîl ileri sürüyor! Allah celle celâlühû bundan çok büyük bir yücelik ile yücedir. Bu Siczî’den [Osman bin Said el-Dârimî el-Siczî], Harrânlı’dan [İbni Teymiyye] ve bu ikisinin yandaşlarından evvel, insanlardan, böylesi boş ve akılsızca bir söz söyleyen bir kimseyi bilmiyorum. (Allah celle celâlühû’nun) dileme(si)nin muhâle tealluk etmeyeceğini kim bilmez?!.. Bu, “dilerse, elbette yer, içer, evlenir, kendi gibisini yaratır” ve başka imkânı olmayan şeylerin söylenmesi gibidir. Allah celle celâlühû bunların hepsinden yücedir. …İnancını insanların kalemleriyle savunan ve insanların beyniyle düşünen bu boş davuldan öteden beri hep taaccüb ede gelmişimdir. Öyle ki, Allahü Teâlâ’nın ‘hiç şübhe yoktur ki Allah herhangi bir şeyi, sineği ve (küçüklükte) onun üstündeki bir şeyi mesel vermekten hayâ etmez’ [meâlindeki] âyeti ile delîl getirerek, şu şen’î kelimeyi te’vîle kalkışmış ve miskîn darb-ı meselin ma’nâsının ne olduğunu bilmemiştir. Çünki onun belâğati, ona bir mevhîbedir; bu yüzden kitâblarla işi yoktur. Allahü Teâlâ’nın ‘Allah için meseller de vermeyin’ [meâlindeki] âyetini hatırlamamıştır. Hattâ bu âyet, ‘Allah sübhânehû ve teâlâ için yarattıklarının hakkında mesellerden dilediğini verme hakkının olduğu’ ma’nâsınadır; ‘şânının, sineğin O’nu sırtında taşıyacağı bir hadde kadar küçültülmesinin mübâh kılınması’ ma’nâsında değil. Bu öyle bir cinnet getirmektir ki, üzerinde hiçbir cinnet getirmek yoktur. Allah, şunların (O’nu) vasfettiklerinden çok büyüktür. Kahrolsun kendisi için sineğin taşıdığı bir ma’bûd tasavvur eden. Onun gibisi, muhâtab alınmaktan düşen birisi olur.

Kaynak: Makâlatü’l-Kevserî, 301. (Bkz. Guraba Dergisi, Sayı: 13)

Sonra, Hekimoğlu İsmail şöyle yazmış:

Rufailerin ateşi yalamasını, yanaklarına şiş sokmalarını “İslam’da böyle ibadet yoktur.” diye red etmiştir. O zamanki Rufai şeyhi de: “Öyle ise biz Moğollarla meşgul olalım.” demiş. Elbette Moğollar, bu harika halleri keramet zannedip, Rufai olabilir; amma Hind yogizleri de böylesine şeyler gösterebilir. İbni Teymiyye’yi talebesi şöyle anlatıyor: “Onun kadınla, evle, bahçeyle, bostanla ilgisi yoktu. Para, pul biriktirmedi, makam ve memuriyet istemedi, cesareti de dillere destandı.” İslam alimi, haram hallerle, gafil Müslümanlarla, sapıklarla, din düşmanlarıyla mücadele etmek zorundadır. Bu sebeple (şeyhülislam olduğu halde) birçok kere hapse atılmıştır. Hapisteyken şöyle demiş: “Cennetimi kalbimde, bahçemi göğsümde taşıyorum; nereye gitsem bunlar benimledir. Hapsedilmem halvet, öldürülmem şehadet, sürülmem seyahattir, düşmanlarım bana ne yapabilir?”

Cevap:

İslam dininde “ateş yalamak, yanaklara şiş sokmak” gibi ibadetlerin olmadığı doğrudur. İbni Teymiyye hakkında söylenen “Onun kadınla, evle, bahçeyle, bostanla ilgisi yoktu. Para, pul biriktirmedi, makam ve memuriyet istemedi, cesareti de dillere destandı” sözleri de kısmen doğru olabilir. Ancak bunlar İbni Teymiyye’nin doğru yolda olduğunu göstermez. Başka dinlere mensup olanlar, hatta azılı kâfirler arasında da bu özelliklere sahip insanlar mevcut olabilir. Bunlar o kişinin doğru itikada sahip olduğunu, doğru yolun âlimi olduğunu göstermez.

İbni Teymiyye “şeyhülislam” değildi. Yani, böyle bir mevkide bulunmadı. Bu bazı âlimleri övmek, yüceltmek için kullanılan bir tabirdir. Osmanlı şeyhülislamlarıyla karıştırmak hata olur.

Hapse girdiği zaman söylemiş olduğu aktarılan sözler çokca tekrar ediliyor. Bunlar, sanki İbni Teymiyye haksız olarak hapsedilmiş, zulme uğramış, mağdur, mazlum, kahraman bir şahısmış gibi bir intibâ bırakmak için yazılıp duruyor olsa gerek. Bütün bunlar, belki konuya sathi olarak bakan, işin esasını araştırmayan kişilerin gözünü boyayabilir. Ancak konuyu sahih kaynaklardan araştırıp öğrenenlere te’sir etmez.

Sonra, Hekimoğlu İsmail şöyle demiş:

Ona iftira ettiler, resmi makamlar da buna göre karar verdi. 1328’de hapishanede hayata gözlerini yumdu. Cenazesinde öyle kalabalık vardı ki sanki şehir ayağa kalkmıştı. On dördüncü asırda herkes öldü, kimi zulmüyle, kimi de ilmiyle gitti. İslam tarihi boyunca İslam’a hizmet eden alimler her zaman ve her yerde görülmüştür. İslam’a hizmet edene hizmet etmemek tehlikelidir. (1)

(1) İbni Teymiyye hakkında daha geniş bilgi almak isteyenler Kayıhan Yayınları’ndan İslam Önderleri Tarihi’nin 2. cildine bakabilirler.

Cevap:

Bu makalede yazılanlar acaba bu kitapdan mı alınmış? Bu tam anlaşılmıyor. Öyle veya böyle, bu fakir şu kitaplara bakılmasını tavsiye ediyorum:

1. Ebu Hamid bin Merzuk, Bera’atü’l-Eş’ariyyin, Bedir Yayınevi, İst., 1994.
2. Yusuf-i Nebhanî, Şevahidü’l-Hakk, Fazilet Neşr., İst.
3. “İlim Heyeti”, Faideli Bilgiler, Hakikat Kitabevi, İst. 2001.
4. Ehl-i Sünneti Müdafaa ve Bid’atleri Tenkid, Bedir Yayınevi, İst. 2005.

İbni Teymiyye’ye iftira edildiği yalandır, büyük âlimlere, kendisini muhakeme eden faziletli ve ilim ehli zatlara iftiradır. Bunu söyleyen kişi, âhırette bu iftirasının vebâlinden nasıl kurtulacak?

“On dördüncü asırda herkes öldü, kimi zulmüyle, kimi de ilmiyle gitti” lâfına cevabımız şudur: İbni Teymiyye’nin son nefeste nasıl gittiğini ancak Allahü teâlâ bilir. Biz ise zâhire bakarız. Kitaplarında bid’at ve küfür olan bir çok ifade vardır. Bunları diğer makalelerimde İslâm âlimlerinden alarak, kaynak ve vesikalarıyla ortaya koyuyorum. Öğrenmek isteyen, blogumdaki konuyla ilgili diğer yazılara veya yukarıda bahsettiğim eserlere bakabilir.

İbni Teymiyye “İslam’a hizmet eden âlimlerden” biri değildir. Mücessime ve müşebbihe taifesindendir. Böyle birisini övmek ve yüceltmek gerçekten tehlikelidir.

Hekimoğlu İsmail’in İbni Teymiyye’nin şazz görüşlerinden, Ehl-i sünnete aykırı yazılarından haberdar olmadığını sanıyorum. Zannediyorum ki, buradaki hatası muteber olmayan bir kaynağa itimad etmekten ibarettir. Bu cevabî yazının kaleme alınmasının saiki ise, doğruların bilinmesi ve yanlışların yayılmasına mani olunması arzusudur. Başarı Allah’tandır.

Hazırlayan: Murat Yazıcı

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu