ArşivHayrettin Karaman

HAYRETTİN KARAMAN’A UYANIN ARTIK!

Bu yazıda Hayrettin Karaman’ın, web sitesinde aynı yazıda yer verdiği iki garip fetvasından söz edeceğiz:

a– Karaman, (bu günkü giydiğimiz alelâde) çoraba abdestte mesh edilebileceğini ve muteber mezheplerde çoraba mesh etmenin var olduğunu söylemektedir.

b-Karaman, “Herhangi bir muteber mezhebe veya alimin fetvasına göre amel eden mümin üzerine düşeni yapmış olur ve buna mezhepsiz denmez. Bir müslümanın bütün amelini bir mezhebe göre yapması mecburiyeti yoktur” diyor.

Şimdi Karaman’ın bu iki sakat görüşünün butlanı üzerinde duralım:

A- ÇORABA MESH CAİZ Mİ?

Öncelikle peşinen söyleyelim ki, hiçbir alime ve mezhebe göre, bu günkü yapıda bilinen çoraba abdestte mesh etmek caiz değildir. Deriden yapılan mestin de çoraba kıyaslanması, batıl bir kıyastır.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ve sahabenin çoraplara mesh ettiğini haber veren hadisler yok değildir. Ancak, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ve sahabenin o devirde mesh ettiği çoraplar, bugün giyilen veya son zamanlarda imal edilen çoraplar cinsinden asla değildir. O zamanki çoraplar, çok kalın, suyu geçirmeyen, uzun ve mutad yürüyüş yapılabilen, dikeni geçirmeyen, taşa karşı da dayanıklı çoraplardı.

Bu günkü yapıda ince çoraplar, çok sonraki asırlarda üretilmeye başlanmıştır. Bu nedenle, asrı saadette üzerine mesh edilen çorap adındaki giysilere mesh edilmesinin, bu günkü yapıdaki çoraplara kıyaslanmasının batıl olduğu açıktır.

Bu konudaki hadislerin, amel edilmez “şaz rivayetler” olduğunu söyleyen alimler de vardır.

Bu yüzden Hanefi mezhebinde çoraba mesh etmek caiz değildir. İmam Azam (r.a.), çoraba mesh edilebilmesi için, ya deriden imal edilmesini (altı ve üstü deri olmasını), ya da tabanın, ayak bileğine kadar deri ile kaplanmasını şart koşmuştur. Bu, her iki halde de çorabın deriden hali olmaması anlamına gelir. İmameyn ise, mesh edilebilecek çorabın, kalın ve suyla teması halinde su geçirmeyecek şekilde kalın olması şartını ileri sürmüştür. Sonradan, (hastalığında) İmam Azam’ın da İmameyn’in görüşüne döndüğü söylenir. (Kasani, Bedaiu’s-Sanai’, I/16; Meydani, Lübab, I/40. Bkz. İbn Abidin, Reddü’l- Muhtar, I/386, 387).

Hanefiler, mest’in, en az bir fersah=3 mil=12 bin adım yürümeye dayanıklı olması gerektiğini söylemişlerdir. Diğer mezheplerin çoğu bu konuda belli bir mesafeden söz etmeseler de genel olarak mest’in, yürümeye elverişli olması gereğini ifade etmişlerdir. (Ceziri, Kitabü’l-Fıkh ale’l-Mezahibi’l-Erbaa, I/140, 141).

Şafiilerde de abdestte mesh edilebilecek çorabın, ince olmaması, yani, yürümeye elverişli olacak kalınlıkta olması ve ayak bileğine kadar deri kaplanmış olması, üzerine su döküldüğü zaman suyu geçirmemesi şartları aranmıştır (Şirazi, Mühezzeb, I/46; Ramli, Nihayetü’l-Muhtâc, I/128).

İmam Malik, önceden, tabanı ve aşağı kısmı deri kaplanmış çoraba mesh edilebileceği görüşündeyken, sonradan bu görüşünden vazgeçerek, ayak bileklerinin üstü dahi deri kaplı olsa, çoraba mesh edilemeyeceğini kabul etmiştir. (Sahnun, el-Müdevvene, I/143. Bkz. İbn Rüşd, Bidaye, I/46).

Hanbelilerde ise, abdeste çoraba mesh edilebilmesi için, çorabın şeffaf değil kalın olması, ayakta (bağsız, likrasız) durabilmesi ve mutat yürüyüşe elverişli olması, kısaca mest şeklinde olması şartları aranmıştır (İbn Kudame, Mugni, I/181; Behûti, Keşşafü’l-Gına, I/130, 131).

Genel olarak özetlemek gerekirse İslam alimleri, abdestte üzerine mesh edilebilecek çorabın, ayakkabı yerine giyilebilen, ateş, taş, soğuk ve sıcağa dayanıklı, ayakta iken kendisi bağsız (likrasız ve lastiksiz) durabilen kalınlıkta ve sık dokuda olmasını ya da bu özelliklerdeki kalın kumaştan veya keçeden olmasını şart koşmuşlardır. O yüzden de altının deri olması şartı da istenmiştir. Bu şartları taşımayan çoraplara mesh edilemeyeceği konusunda da icma oluşmuştur. (Bkz. Mübarekfuri, Tuhfetü’l-Ahvezi, I/285; Serahsi, Mebsut, I/102; İbn Kudame, Mugni, I/181; Kasani, Bedaiu’s-Sanai’, I/16, 17; Şirazi, Mühezzeb, I/46).

Yukarıda 4 mezhebin görüşü yanı sıra genel oalrak diğer alimlerin de ortalama görüşlerinden söz ettik. Bu günkü örfte giyilen çoraplara mesh edilebileceğini söyleyen, muteber  hiç bir alim veya mezhep yoktur. Asrı saadetteki çorabın özelliklerini veya yukarıda konu edildiği üzere mesh edilebilecek çorabın özelliklerinin göz ardı ederek, “abdestte çoraba mesh edilebilir” demek, tam bir demogoji ve saptırma olur.

Hayretin Karaman’ın bu görüşüne uyarak abdestsiz namaz kılan insanların kıyamet günü hali nice olacaktır? Karaman kendini ve mağdur edilen bu insanları Allah’ın huzurunda kurtarabilecek midir? Karaman bu tür kaçamakları oynamakta gayesi nedir?.. Kaldık ibadetlerde asıl olan ihtiyattır.

Karaman’ın bugünkü mutlak çoraba mesh edilebilir fetvası, Şia’nın görüşü olmasa da, Şia’nın “çıplak ayağa mesh edilir” görüşünü andırmaktadır… Çünkü her iki görüşte de abdestin farzlarından biri terkedilmiş olmakta ve neticede bu görüşlere uyan kimseler abdestsiz namaz kılmış olmaktadırlar.

 B-BİR KONUDA MEZHEPLERDE KOLAY GÖRÜLEN FETVALAR ALINABİLİR Mİ?

Hayrettin Karaman’ın aynı link ve yazısında, “Herhangi bir muteber mezhebe veya alimin fetvasına göre amel eden mümin üzerine düşeni yapmış olur ve buna mezhepsiz denmez. Bir müslümanın bütün amelini bir mezhebe göre yapması mecburiyeti yoktur” dediğini yukarıda belirtmiştik.

Bu ifadeleriyle Karaman; “bir konuda amel ederken, o konu ile ilgili olarak mezheplerin kolaylıklarını toplayarak amel edebilirsiniz” demiş olmaktadır. Bir konuda mezheplerin kolay hükümlerini seçerek amel etmenin, batıl ve sapkınlık olduğu konusunda alimlerin ittifakı/icma’ı vardır.

Bu konuda Türkçe de olsa Fıkıh usülü kitaplarının taklid/telfik başlığı altında yazılan bilgilere bakabilirsiniz. (Örnek olarak bkz. Prof. Dr. Fahrettin Atar, Fıkıh Usulü, s. 325).

Hayretin Karaman’ın da içerisinde bulunduğu Yazarlar grubuna hazırlattırılan Diyanet İlmihali’nde (TDV/İSAM yayını) ve Diyanet’in “KUR’AN YOLU” adlı tefsirinde Mut’a nikahının caiz olduğu yazılmıştır. Belki bu bilgi, vatandaşın tepkisinden dolayı son baskılarda çıkarılmıştır.

Şimdi Burada Karaman’a Şu Soruyu Sormamız Hakkımızdır!

Yukarıda H. Karaman, “Herhangi bir muteber mezhebe veya alimin fetvasıne göre amel eden mümin üzerine düşeni yapmış olur ve buna mezhepsiz denmez. Bir müslümanın bütün amelini bir mezhebe göre yapması mecburiyeti yoktur” demişti.

Halk için ve halkı dini konuda aydınlatma için devletin parasıyla fahiş fiyata yazdırılan Diyanet /TDV/İsam İlmihali’nde, “mut’a nikahı caizdir” denilmiştir. Mut’a nikahı, “sınırlı bir vakit için, bir miktar para karşılığında, bir erkekle bir kadının beraber olması için nikah kıymak” demektir.  Bir bakıma bu nikaha “kitabına uydurulmuş paralı fuhuş” denebilir.

Mut’a nikahının caiz olduğunu söyleyen tek mezhep, “Kur’an eksiktir, Hz. Ebubekir, Ömer, Osman gasıptır, Hz. Peygamber, kendinden sonra Ali’nin halife olacağını bildiren ayeti gizlemiştir, Hz. Aişe iffetsizdir” (haşa) diyen ve bunları iman esası kabul eden Şia’dır.

İşbu durumda Şia mezhebi muteber midir, Sayın Karaman?..

Eğer size göre, bu görüşlere sahip “Şia” muteberse, Şia’nın dışındaki Mutezile, Mürcie, Cebriye vb. bidat mezhepler, hayli hayli muteber demektir, “haşâ!.

Halbuki bütün usul kitaplarımız, kelam ve akaid kitaplarımız, İslam itikadıyla görüşleri bağdaşmayan mezhepleri, en azından bidat mezhepler olarak zikretmiş ve bidat ve batıl görüşleriyle ümmeti Muhammed’i bu hususta uyarmışlardır.

Karaman’ın Yukarıdaki Görüşünün Sakatlığına Nikah Konusundan Bir Örnek Verelim:

 1-Hanefi mezhebinde, nikahın sahih olabilmesi için velinin izni şartı yoktur. Diğer mezheplerin hepsinde velinin izni şarttır.

2-Malikilerde nikahta şahit şart değildir, (Malikilerde şahit yerine ilan şartı vardır). Diğer mezheplerin hepsinde nikahta şahit şarttır.

3-Şafii ve Hanefilerde mehrin belirlenmesi şart değildir, Malikilerde ise bu şarttır.

4-Nikahta icab/teklif ve kabul tüm mezheplerde rukundur/şarttır.

ŞİMDİ, Bir Erkekle Kadın,

Malikilerde şahit şartı yok, öyleyse şahide gerek yoktur;

-Hanefilerde belinin izni şartı yok, ona da gerek yoktur;

-Şafii ve Hanefilerde de mehir belirlenmesi şartı yok, buna da gerek yoktur, deyip;

Karaman’ın fetvasına göre nikah kıysalar;

Nikahın şartlarından GERİYE; “icab/teklif” ve “kabul” kalır.

ZİNA DA BUNDAN İBARETTİR…
——————————

İşte, “Herhangi bir muteber mezhebe veya alimin fetvasına göre amel eden mümin üzerine düşeni yapmış olur ve buna mezhepsiz denmez. Bir müslümanın bütün amelini bir mezhebe göre yapması mecburiyeti yoktur” görüşünün götüreceği sonuç budur.

Başka konularda da aynı sakat duruma düşülecektir.

Öyleyse, bir konuda mezheplerden kolay olanı ya da işine geleni seçmek, batıldır, kişiyi sapkınlığa götürür.

Kaldı ki Karaman ve ekibi, müctehidlerin içtihadlarını ve hatta yukarıda anlatılan konularda görüldüğü gibi, bazen icmayı dahi kabul etmez, kendi içtihadlarını kabul eder…

İşin doğrusu ise, bir konuda bir mezhebi bütünüyle taklid etmektir.

Bunun yanında, geriye dönüşü olmayan, fert ve topluma büyük zarar verecek olmuş bitmiş meselelerde müftü, maslahat icabı diğer mezheplerin görüşlerinden yararlanabilir.

Şimdi Düşünün!

Hayrettim Karaman, bu cinsten görüşleriyle, yarım asrı aşkın süredir rehberlik ettiği bu milleti nereye sürüklemektedir?!… Amacı nedir? Kime hizmet etmektedir?…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu