Ali Eren

Hangi yılbaşıya hangi kimseler alâka gösterecek…

Hicrî 1429’un son günü Pazar. Pazartesi günü ise 1430’un hem ilk günü hem de Hicrî/İslâmî yılbaşı. Çarşamba gününün bitimiyle başlayan gece ise yılbaşı gecesi dedikleri gece. Her sene olduğu gibi binbir türlü günahın işleneceği, içkinin su gibi akacağı ve sokakların sarhoş kusmuk ve naralarıyla dolacağı gece…

Bu sene iki yılbaşının yan yana, arka arkaya gelmesi bazıları için bir mânâda ilâhî imtihan gibi. Şöyle ki:

Biz, “Yılbaşı bir hıristiyan âdetidir. Müslümanlıkla alâkası yoktur. Müslümanlar o gece yılbaşıyla alâkalı farklı bir şey yapmamalıdır. Aksi takdirde îmanı zarar görür” dediğimizde, bunun günahının ne derece büyük olduğunu bilmeyen bazı müslümanlardan şöyle cevaplar alırız:

“Biz yılbaşına hıristiyan âdeti olduğu için alâkâ göstermiyoruz. Yeni bir yıl girdiği için birbirimizin yeni yılını kutluyoruz.”

Böyle diyorlar ama ne hicrî yılbaşında aynı tebrikleşmeyi yapıyorlar ne de hicrî yılbaşından haberleri oluyor… Bu sene daha açık bir denenme yaşanmış olacak. Bakalım kim  hangi yılbaşına alâka gösterecek…

1 Ocak Hazreti İsâ’nın doğduğu gün olmasa da, değil mi ki hıristiyanlar o günü mîlâdî yılbaşı olarak kutluyorlar, bizler müslüman olarak öyle bir kutlamadan fersah fersah uzak durmalıyız.

Öyle uzak durmalıyız ki, o gece meselâ su içerken veya yiyeceğimiz herhangi helal bir şeyi yerken bile yılbaşını kutlamak niyetiyle yeyip içtiğimiz takdirde günaha gireceğimizi unutmamalıyız…

Evet, günümüzde yılbaşı kutlamaları hıristiyan olmayan milletler tarafından da icrâ ediliyor. Böyle olması, yılbaşının aslının hıristiyânî olduğu gerçeğini ve İslama göre mahzurunu/tehlikesini ortadan kalkmaz.

Bizim için yılbaşı, bir mîlâdî yılın bitip diğerinin başlaması ve evlerimizdeki takvimin yapraklarının bitip yeni bir takvim almamız icap ettiğinin dışında bir mânâ ifade etmez. Eğer yılbaşına itibar edeceksek, o Hicrî yılbaşıdır. Çünkü o Peygamberimiz’in Mekke’den Medine’ye hicretiyle alâkalıdır.

Müslümanlıkta, düğün ve bayramlarda neşeli olmanın dışında bir eğlence olmadığı gibi, hoplayıp zıplama gibi şeyler de yoktur. Bayramlardan başka mübârek gün ve geceler, kandiller de vardır. Ama o zamanlar da eğlence zamanı değildir. Yapabilenler o zamanlarda da ibâdet yapmalıdır.

Ibâdet gösteri ve gösteriş değildir. Nerede, ne zaman ve nasıl yapılırsa yapılsın, ibâdet asla gösteri şeklinde olmaz, olamaz. Zater bir şey gösteriyse ibâdet değildir ibâdetse gösteri değildir.

Peki ya Mevlânâ Hazretleri’ne izafe edilerek yapılan semâ gösterileri? Efendim, bunun hükmü ortada. Adı üstünde: Semâ gösterisi… Yani ne zikir ne ibâdet. Sadece gösteri. Böyle olunca da Hazreti Mevlânâ’ ile hiç bir alâkası yok. Çünkü Hazreti Mevlânâ, insanların karşısına geçip  dönerek gösteri yapmış değildir. O gösteri değil, kendi halinde usül ve âdâbıyla zikir yapmıştır. Şimdi yapılanlar ise zikir değil gösteridir.

Ney, dümbelek, tambur gibi çalgı âletleri ile yapılan törenler, Hazreti Mevlânâ’nın vefatından 3-4 asır sonra meydana çıkmıştır.

Zamanımızda yaşanan bir başka yanlış da “Tasavvuf mûsikisi” meselesidir. Meselâ bir dâvetiye alırsınız; davetiyede “Tasavvuf mûsikisi dinletisi” notu vardır. (Dinleti kelimesi de ayrı bir dert. O da ayrı bir mesele ya…)

Tasavvuf mûsikisi diye bir yok. Yok ama var olmuş. Birileri böyle bir şey uydurup adına da tasavvuf mûsikisi demiş,  olmuş gitmiş. Abdestsiz namaz olması gibi “Ben yaptım oldu” kabilinden yani…

Tasavvuf, usûl ve âdâbıyla ibâdet etmekten, zikretmekten ibârettir. İnsanı Allah’a ulaştıran ulvî bir yoldur. Oysa çalgı ve mûsikiyle, def, davul zurna, dambur-dumburla Allah’a ulaşılması mümkün değildir.

Ne acâip hal! Tasavvufa karşı çıkanlar Tasavvuf mûsikisi (!) dinliyor. Tasavvufa hayır mûsikisine evet.

Yılbaşından başladık buralara geldik. Sadede gelelim.

Önümüzdeki Pazar günü, hem Hicrî 1429’un hem de bir senelik ibâdetimizin son günü. O gün oruç tutar az da olsa ibâdet edebilirsek, bir senelik amel defterimizin son sahifesi ibâdet kaydıyla kapanmış olur. Pazartesi günü ise hem senenin hem de mübârek Muharrem’in ilk günü. Bir gün önceki ibâdeti pazartesi günü de tekrarlarsak, yeni açılan amel defterimizin ilk satırları da ibâdet kaydıyla başlamış olur…

Muharrem ayının ilk 10’u zaten 10 mübârek gün ve gecedir. Onuncu günü de Aşûre…

Bu dünyanın işini kim bitirmiştir de biz bitireceğiz. Dünya işi bitmez, dünyadan âhirete de ibâdetten başka işe yarar bir şey gitmez… Dünya işlerini tabii ki terk edecek değiliz. Dünyanın hay-huyundan uzak olamayız zaten. Ama ondan önce uzak olamayacağımız bir şey daha varsa o da ibâdetlerimizdir.

Yurtdışına çıkarken nasıl gideceğimiz ülkenin parasını önceden cebimize koyuyorsak, bu dünyadan başka bir âleme gitmeden, mecbûren o yolculuğa çıkmadan önce de oranın geçerli akçesini hazırlamamız icap etmez mi? Işte bunun için en münasip sermayelerden biri olan Muharrem ayına girmek üzere bulunuyoruz.

Hicrî 1430’un İslam âlemine hayırlar getirmesi duâsıyla yeni yılınızı tebrik ediyorum…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu