Günümüzdeki Alevîliğin Hz. Ali (k.v.) ile irtibatlandırılması ne derece sağlıklıdır?
Şüphesiz Alevîlik, Hz. Ali’yi sevmekten ibaret değildir. Aynı zamanda ashabdan bazılarını dışlamayı, hatta bazılarına nefret etmeyi de içerir.
Alevîliği, salt Hz. Ali (k.v.)’yi sevmek olarak tanımlamak; yüzlerce çeşidi bulunan Alevîlik yelpazesine lüzumsuz “bir yeni”sini eklemekten başka bir anlam taşımaz.
Alevîlerin, “Sünnîlik, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünnetine tâbi olmaksa biz de Sünnîyiz.” demeye tenezzül etmedikleri bir ortamda, “Alevîlik Hz. Ali’yi sevmekse ben de Alevîyim.” demenin anlamı nedir?
Sünnî kelimesi “sünnet”ten gelir, millî kelimesinin “millet”ten türemiş olması gibi. Buradaki sünnet, doğal olarak, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünnetidir. Sünnete tâbi olmak, yâni Sünnîlik; İslâm’ın bir rüknüdür, ayrılmaz bir parçasıdır. Her Müslüman, Sünnî olmak zorundadır:
“De ki: Siz gerçekten Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah (c.c.) da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.” (Âl-i İmran, s. 31)
O nedenle, bir kimse çıkıp, “Ben ne Alevîyim ne de Sünnîyim, Müslümanım.” deme lüksüne sahip olamaz.
Bu, “Abdeste karşıyım, abdest gusül bilmem; ama namâzımı da terk etmem.” demek gibi bir şeydir. Sünnî olunmadan Müslüman olunamaz.
Kesin olan şudur: Hz. Ali (k.v.), kesinlikle Sünnîdir, sünnete tâbi olmuştur. Hz. Ali (k.v.)’nin büyüklüğü ve kıymeti Sünnî olmasından, sünneti izlemesinden, ve Allah Resûlü (s.a.v.)’e bağlılığınden kaynaklanmaktadır.
(Hak Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar, MİSVAK NEŞRİYAT, İstanbul, 2014)