Ali Eren

Bir İslamoğlu klasiği: “Kader Risalesi” üzerinden kaderi inkâr (2)

Geçen sayımızda, Mustafa İslamoğlu isimli yazarın, “Hasan el Basrî’nin Kader Risalesi ve Şerhi” isimli eserindeki yanlışların bir kısmına işaret etmiştik. Bu sayımızda Sayın İslamoğlu’nun madde madde benzer yanlışlarına işaret etmeye çalışacağız.

1-Kader ile ilgili olmamakla beraber verdiği bir yanlış bilgi şu:

“Vahiy kesilinceye kadar, hem Efendimiz’in hem de sahabenin ‘Kur’an dışında yazılı bir metin bırakmama’ titizliği sürdü” (Sa: 79)

Yazar, “Vahiy kesilinceye kadar” demekle, ‘Peygamberimiz’in sözleri kendi hayatında yazılmış değildir’ demek istiyor. Doğru değil.Vahiy, Peygamberimiz’in vefatından 80 küsur gün önce kesilmişti. Oysa ashab-ı kiram senelerdir Peygamberimiz’in sözlerini yazıyordu.

Gerçi bu sözü ilk söyleyen İslamoğlu değil. Yaşar Nuri gibi, hadislerin değerini düşürmek isteyenler eskiden beri hep bunu söyler dururlar.

İşin aslı şu: Hadislerin Kur’an’la karışma korkusu olduğu için İslamın ilk yıllarında böyle bir yasak vardı. Daha sonra Peygamberimiz kendisi sözlerinin yazılmasına bizzat izin vermiştir.

Ashab-ı kiramdan bir zat – Abdullah b. Amr b. As (r.a.) olacak- Resûlüllah Efendimiz’in her söylediğin yazarmış. Başka bir zat da “Sen Resûlüllah’ın her söylediğini yazıyorsun. Ama Resûlüllah da bir insandır. Normal zamanı olur kızgın zamanı olur” diyor. Abdullah (r.a.) bunu Peygamberimiz’e soruyor. Peygamberimiz, “Yaz! Allah’a yemin ederim ki bu ağızdan yanlış söz çıkmaz” buyuruyor. O da yazmaya devam ediyor. Nitekim son derece zeki olan Ebû Hüreyre Hazretleri, “Resûlüllah’ın söylediklerini o yazardı, ben yazmazdım” diyor.

Peygamberimiz’in sözlerini yazan birçok sahabeden biri olan Hazreti Ali Efendimiz, yazdığı bir tomar kağıdı kılıcının kabzasına bağlamıştı ve orada taşırdı. Bunu aynı sahifede İslamoğlu da doğruluyor ama nedense Peygamberimiz hayattayken yazdığını gizliyor.

2-Hazreti Osman radıyallâhü anh Emevîlerden ya, İslamoğlu ona dokundurmayı da ihmaletmiyor.

Hazreti Osman Efendimiz’in şehit edilmesinde, evini muhasara edenlerin, “Seni taşlayan Allah’tır” dediklerini, onun da “Yalan söylüyorsunuz. Eğer Allah taşlasaydı, attığı taşları hedefe tam isabet ettirirdi” dediğini yazdıktan sonra diyeceğini diyor:

“Hz. Osman’ın bu yaklaşımı ile, kendisini hilafet makamından çekilmeye davet edenlere “Allah’ın giydirdiği gömleği çıkartamam” sözü arasında çelişki olduğu da bir vakıa.” (Sa: 106)

Yani Hazreti Osman’ın yaklaşımı ile sözü arasında çelişki varmış.

3-“Hz. Ali kendisinden önceki halifelerin kadılığını yapıyordu”(Sa. 81) diyerek bir doğruyu yazan İslamoğlu, başka bir sahifede de şöyle diyor:

“Bir kişi, fikri kimliğini nasıl böylesine gizleyebilir” (Sa: 85)

Bu sözü, İslamoğlu’nun “İmam Ali, kendisinden önceki halifelere takıyye gereği kadılık yaptı” diyen şiî dostlarına da söylemesini arzu ederiz. Çünkü Şiîlerle şiîseverler, Hazreti Ali Efendimiz’in kendisinden önceki halifelere karşı takıyye yaptığını söylüyorlar.

“İmam Ali” dedik, çünkü Şiîler “Hazreti Ali” demezler, “İmam Ali” derler. Nitekim Haydar Baş da “Hazreti Ali” demiyor, Şiî ağzıyla o da “İmam Ali” diyor.

4- İslamoğlu, ÜÇ MUHAMMED ve YAHUDİLEŞME TEMAYÜLÜ isimli kitaplarında Müslümanları hiçbir istisna yapmadan, evet hiçbir istisna yapmadan küfürle itham ettiği gibi, sözde kaderle ilgili olan bu kitabında da, Emevî idarecileri, Mekke yerine Kudüs’ü Kâbe yerine de Kubbetü’s-Sahra’yı kabul ettirmekle suçlayarak şöyle demektedir:

“Mekke’nin alternatifi haline getirilmek istenen Kudüs’ü ve Kâbe’nin alternatifi haline getirilmek istenen Kubbetü’s-Sahra’yı Müslümanlara kabul ettirmek kolay olmadı.” (Sa: 92)

Evet, bir yerin Mekke’nin alternatifi haline getirilmek istendiği doğrudur. Ama orası Kudüs değil Necef’tir. Necef’i Mekke’nin alternatifi yapmak isteyenler de orayı kutsal sayan Şiîlerdir.

Kubbetü’s-Sahra, Peygamberimiz’in miraca çıkarken üzerine bastığı kabul edilen kayadır. Bu kayaya hacer-i muallak/boşlukta duran taş denilir. Daha sonra altı doldurulmuştur. İslamoğlu müslümanları bununla ilgili olarak da şöyle suçlamaktadır:

“Öyle ki, ilerleyen yüzyıllarda bu kayanın havada olduğuna inanmak İslam itikadının bir parçası haline gelecektir.” (Sa: 94)

Yanış ve iftiradır… İslamoğlu’nun yazdığı gibi olsaydı, böyle bir inanç itikad kitaplarında yer alırdı ve biz de böyle olduğuna inanmanın şart olduğuna inanırdık. Halbuki birçok müslümanın  böyle bir kayanın varlığından bile haberi yok.

5- İslamoğlu, İbrahim Aleyhisselam’ın kurban etmek istediği oğlunun İshak Aleyhisselam değil İsmail Aleyhisselam olduğu meselesinde, “Rivayetlerden öyle anlaşılıyor ki, Resûlüllah’ın kanaatı da bu yöndeydi” diyor. (Sa: 93)

Yani Resûlüllah’ınki bilgi değil kanaat oluyor. İslamoğlu, ÜÇ MUHAMMED isimli kitabında da İslamî bir mesele hakkında ,”Resûlüllah bu meseleyi doğru anlamıştır” diyordu. Resûlüllah’ın bir meseleyi doğru anlayıp anlamadığının tespitini İslamoğlu yapıyor.

6- islamoğlu, “Allah, insanın iradeli olarak yaptığı eylemlerde, kaderini kendi seçimine tabi kılmıştır” diyor ve buna delil getirdiği İsrâ sûresi 13. âyete, kaderi inkâr aşkına şu yanlış mânâyı veriyor:

“Biz her insanın kaderini kendi çabasına tabi kıldık.” (Sa: 118)

Âyetin lafzı şöyle: Ve külle insânin elzemnâhü tairehû fî unukıhî…

İslamoğlu’nun verdiği mealde geçen kader, çaba, tâbi kılmak kelimelerinin karşılığı âyette yok, âyetteki tair ve unuk kelimelerinin mânâları de onun verdiği meâlde yok.

Nitekim, şu tefsirlerden hiç biri İslamoğlu’nun verdiği mânâyı vermiyor:

Tefsir-i Kebir, Kurtubî, Celâleyn, Kadı Beydâvî, İbn-i Kesîr, Rûhul Beyan, Elmalılı, Ömer Nasuhi Bilmen’in Tefsiri, Diyanet’in 5 ciltlik Tefsiri. Ayrıca 10 ayrı meale baktım, onların da hiç biri bu mânâyı vermiyor. Başkasına bakmaya usandım.

İslamoğlu’nun verdiği mânâ sadece Muhammed Esed’in verdiği mânâya uyuyor.

Onun da sebebi şu: İslamoğlu’nun gerekçeli meâl-tefsir adıyla kaleme aldığı eser, tetkik eden herkesin de söylediği gibi zaten Muhammed Esed’inkinin kötü bir kopyası. Kopya da tabii ki aslının aynısı olacak. Kopya ama öyle bir kopya ki okur okumaz hemen anlaşılıyor.

Dinde Deformistler isimli eserimizde de anlattığımız gibi, Muhammed Esed, eserinde var gücüyle bugünkü Hıristiyan ve Yahudilerin de âhiret kurtuluşuna ereceklerini işliyor.

Şu ilgi ve bağa bakınız ki, her konuşmasında “Şeyhim Muhammed Esed” diye Esed’i şeyhi ilan eden Engin Noyan da Hilal Televizyonunda İslamoğlu ile beraber.

7- İslamoğlu, verdiği bu yanlış mânâdan sonra sahifeler boyunca yanlış-doğru şeyler yazarak, kaderi inkâr yolunda çırpınıp duruyor, kendince delil üstüne delil getiriyor. Bu meyanda, üç ayrı âyeti kerimede imanın şartlarının beyan buyrulduğunu yazıyor: Bakara 177, Bakara 284-285, Nisâ 136. âyetler. (Sa: 118)

Ama bunu âyetlere hiç bakmadan yazmış galiba. Çünkü bahsettiği âyetlerden Bakara sûresi 284. âyet imanın maddeleriyle hiç alâkalı değil. Onun böyle yanlışlıkları, diğer kitaplarında da sıkça görülür. Ama onun böyle yanlışları, Müslümanlara hakaretleri ve inkârları karşısında çok hafif kalır. Onun için üzerinde durmaya değmez.

Bakara sûresi 177. âyetle Nisâ sûresi 136. âyette imanın 5 maddesi, Bakara sûresinin 285. âyeti ise imanın 4 maddesi zikrediliyor.

İslamoğlu, denize düşenin yılana sarıldığı gibi, imanın şartları içinde kadere imanın olmadığını kabul ettirebilmek için canhıraş bir gayretle Nisâ 136. âyetle ilgili bir uydurmaya gidiyor. Âyetlere mânâ vermekte uyulması gereken usûl-i tefsir kaidelerini yok sayıp, imanın 5 şartının zikredildiği bu âyet hakkında, “Zımnen, ‘bu esaslara eklemeyin ve çıkarmayın’ vurgusu vardır” diyor. (Sa: 119)

Biz de kendisinin, bu âyette zımnen böyle bir vurgu olduğuna dair ilmî bir belge göstermekten âciz bir ilim fukarası olduğunu bilerek diyoruz ki:

Eeeey ilim sahipleri! Eeeey usûl-i tefsirden behresi olanlar! Lütfen söyleyiniz. O âyette, İslamoğlu’nun dediği gibi zımnen “Bu esaslara eklemeyin ve çıkarmayın vurgusu” var mıdır?

İslamoğlu’nun; esasen burada yapmak istediği, “Peygamber de olsa buna bir ekleme yapamaz” diyerek Kur’an’ın hükmüne itiraz etmektir. Ancak Kur’an Peygamberimiz hakkında şöyle buyuruyor:

“O(nun sözleri/hükümleri ilhamdan) vahiyle bildirilenden (ve vahye uygunluktan) başkası değildir.” (Necm: 4)

Yani, Peygamberimiz’in “Kaderin imanın şartından olduğunu söylemesi” kendinden değildir. Peki Peygamberimiz’in kader hakkında hadis-i şerifleri var mıdır? Elbette vardır.

Kurtubî Tefsiri, Kamer sûresi 49. âyetin tefsirinde şu bilgiler var:

a- “Ebû Zübeyr, Cabir b. Abdullah (r.a.)dan şöyle dediğini rivayet etmektedir:  Resûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki: “Bu ümmetin mecûsîleri yüce Allah’ın kaderini yalanlayan kimselerdir. Bunlar hastalanacak olurlarsa onlara ziyarete gitmeyiniz. Ölürlerse cenazelerinde bulunmayınız. Onlarla karşılaşacak olursanız, onlara selam vermeyiniz.”

Bu hadisi İbni Mâce, Sünen’inde rivayet etmiştir.

( İbni Mâce, 1, 35. İbni Ömer’den benzer bir rivâyet: Ebû Davud, IV, 222)

b- “…eğer onlardan herhangi birisinin Uhud dağı kadar altını bulunup da bunu infak edecek olursa kadere iman etmediği sürece Allah ondan kabul etmeyecektir.”

( Müslim, I, 37, Tirmizî V, 6, Ebû Davud, V, 223)

c- Ebû Hüreyre dedi ki: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kadere iman üzüntü ve kederi giderir.”

 ( Bu üç madde için kaynak:El-Câmi’u li-Ahkâmi’l-Kur’an Tercümesi, cild: 16, sa: 531,532)

d- Kaderin, imanın şartlarından olduğu meşhur Cibrîl Hadisi’yle de sabit ve kesindir.

İslamoğlu, muhaddis olmadığı için hadis-i şerifler hakkında konuşacak ilme sahip olmadığına bakmadan allem edip-kallem edip meşhur Cibril Hadisi’ni tutarsız göstererek o hadis-i şerifteki kader maddesini geçersiz sayıyor.

Oysa hadisler hakkında değerlendirme yapacak olanlar muhaddislerdir, İslamoğlu gibiler değil.muhaddisler de asırlar öncesinden hadislerin sahih olanı ile olmayanını ayırmışlar ve iş bitmiştir. İslamoğlu’na da bize de düşen, hadislere itiraz değil, okuyup istifade etmeye çalışmaktır. Yoksa pişmiş aşa su katmak değildir.

Cibrîl hadisi vesilesiyle Cibrîl kelimesi geçen bir âyet-i kerimeyi hatırlıyoruz:

“Kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cibrîl’e (Cebrâîl) ve Mîkâil’e düşman olursa, Allah da kâfirlerin düşmanıdır.” (Bakara: 98)

Maddî bir varlık olmayan meleklere düşmanlık, ele silah alıp hücum etmekle olamaz. Onlara düşmanlık, onların varlıklarını ve sözlerini kabul etmemekle olur.

8- İslamoğlu’nun, “Kadere iman sonradan sokuşturulmuştur” iddiasında ne kadar samimi olduğuna bakınız ki, “İman esaslarına ilave” iddiasında bulunan Hüseyin Atay’ın kitabını kaynak göstermektedir.

İslamoğlu’nun, Hilal televizyonunda program yaptırdığı Abdülaziz Bayındır’ın Müslümanların orucunu heba etmeye çalıştığı gibi, Hüseyin Atay da “Sahur yemeğini güneş doğana kadar yeyin” diyen kişidir. İslamoğlu, kaderin imanın şartlarından olmadığı konusunda işte bu zatın kitabını gösteriyor. (Sa: 120) Bozacının şahidi şıracı…

İslamoğlunun diğer bir kaynağı da Hüseyin Atay’ın “Kur’an’da iman esasları ve kader sorunu” isimli eseri.

Oysa, Müslümanların kader ile bir sorunları yok. Sorun kendi kalplerinde.

İslamoğlu; “Hadislerin akide (inanç)belirleyemeyeceğiyle ilgili” diyerek başka bir eseri tavsiye ediyor. (Sa: 122, dipnot)

Hadis Resûlüllah Efendimiz’in sözüdür. “Hadisler akide belirleyemez” demek, “Allah Resûlü neye nasıl inanılacağını söyleyemez” demektir.

Resûlüllah söylemez ama İslamoğlu söyler, öyle mi?

9- İslamoğlu, kadere inananları zımnen müşriklikle suçlama gayretinde. İşte o sözü:

“Müşrikler şirk koşmalarını “Allah’ın dileği” olarak takdim edecek kadar kadercidirler.” (Sa: 119)

Kadere inananların müşrik oldukları usturupluca ancak bu şekilde söylenir.

Zaman Gazetesi yazarı Ahmet Şahin, “Ehl-i kitapla âmentüde ittifakımız var” diyordu. Âmentüde imanın 6 şartının hepsi var. İslamoğlu Ahmet Şahin’den de baskın çıktı. Ahmet Şahin hiç olmazsa Âmentüyü 6 şartıyla kabul ediyordu. İslamoğlu bu 6 şartın ancak beşini kabul ediyor.

10- İslamoğlu, “Sen daha önce kitap nedir iman nedir bilmezdin” mânâsındaki Şûrâ sûresi 52. âyeti delil getirerek, Resûlüllah’ın da imanın şartlarını Kur’an’dan öğrendiğini dolayısıyla Kur’an’dan öğrendiği imanın 5 olan şartını altıya çıkarmayacağını söylüyor. İlaveten de Peygamberimiz hakkında şu sözü söylüyor:

“Allah’ın önüne herkes geçse, o yine geçmez.” (Sa: 121)

Bu söz bile acaib. Çünkü bu, “Herkes Allah’a inanmasa o yine inanır” demek gibidir. Bir Müslüman eğer böyle bir söz söylüyorsa, onun İslam konuşma üslubuyla alâkası olmadığının delilidir.

İslamoğlu kabul etmese de dinde Kur’an’dan başka üç delil daha var: Sünnet, icmâ ve kıyas. Kur’an’da olmayan nice meseleleri Peygamberimiz açıklamış ve yerine göre hükümler koymuştur. Peygamberimiz’in de hüküm koyma salâhıyeti olduğunu, Ahzab sûresi 36. âyette bizzat Rabbimiz bildiriyor. Ama nedense bu âyet hep İslamoğlu’nun görmez tarafına denk geliyor.

11- “İslamoğlu Kader Risalesi’nde kaderi inkâr etmiyor” diyenler onun şu cümlesini dikkatli okumalıdırlar:

“Sözün özü: Kur’an’ın saydığı 5 şartın dışında olan “Kadere iman şartı”, rivayetlere sonradan monte edilmiştir.(Sa: 123)

Sayın İslamoğlu! İslam da yeni tebliğ edilmiş değil, kader meselesi de zat-ı âlinize havale edilmiş değil. Bu din tebliğ edileli 14 asırdan fazla oldu. Kadere iman hakkında “Sonradan monte edilmiştir” gibi indî ve ilimden uzak sözleri bırakın da yapabiliyorsanız, bize 14 asırlık İslam mirası bırakan ve tarihe damgalarını vuran İslam âlimlerinin sözlerinden delil getirin. Çünkü siz de biz de ne biliyorsak onların eserlerinden öğrendik. Onlardan öğrendiklerimizi yok sayarsak hepimiz zır câhil kalırız? Öyleyse buyurun, ortaya koyun bakalım onların kader hakkında yazdıklarını. Herhalde ulemânın 14 asır boyunca uyuduklarını söyleyemezsiniz…

Kadere iman; 14 asırlık İslam mirası, İslam inancıdır. Kadere inanmamak neyin ve kimin mirasıdır?

İslamoğlu kadere imanın/inanmanın şart olduğunu gizleyebilmek için âyet-i kerimeyi (Ahzab: 36) yok sayarak Peygamberimiz’i nasıl devre dışı bırakıyor:

“Esasen, Kur’an’da yer almayan bir iman esası, hiçbir hadisle imana ithal edilemez.” (Sa: 123)

Bu söz, “İman meselelerini konuşmak hususunda Peygamber de kim oluyormuş!” demek değilse nedir?

Ey İslamoğlu! İslamda şiddetle haram olan livata, Şîada oldukça yaygın. Livatanın haram olduğuna inanmak ise imanın gereği. Peygamberimiz, “Livatanın haram olduğuna inanmak imanın gereğidir” buyurduysa, sizin “Kur’an’da yer almayan bir iman esası, hiçbir hadisle imana ithal edilemez” sözünüzü esas alıp Peygamberimiz’in böyle bir sözünü kabul etmeyecek miyiz?

12- Müfessir olmayanların tefsir hakkında, fakih olmayanların fıkhî bir mesele hakkında mütâlea yürütmede salâhıyetleri olmadığı gibi, muhaddis olmayanlar da hadlerini biliphadisler hakkında değerlendirme yapmamalıdır. Çünkü ehliyetleri yoktur.

Buna rağmen İslamoğlu, asırlardan beri İslam âleminin/İslam âlimlerinin Kur’an’dan sonra en güvenilir kaynak kabul ettiği Sahih-i Buhârî ve Sahih-i Müslim’deki rivâyet hakkında Kur’an’a ters olduğunu söyleyebiliyor. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayetiyle Sahih-i Müslim’de ve İmam Mâlik’in Muvattâ’ında yer alan bir hadis-i şerifin 8 noktada Kur’an’a zıt olduğunu söyleyebiliyor. (Sa: 122, 127)

Şüphe yoktur ki, Peygamberimiz’in sözleri/hadisleri Kur’an’ın açıklamasıdır. Ama İslamoğlu kalkmış bu mühim eserlerde geçen bu hadislerin bize sıhhatli bir şekilde ulaşmadığı iddiasında. Neye göre? Hakkı ve salâhıyeti olmayarak yaptığı değerlendirmeye göre.

Onun dediği gibi, bu kaynak eserlerdeki hadisler bize güvenilir rivâyetlerle gelmediyse, yandık demektir. Çünkü Allah dinini yeryüzüne doğru olarak yerleştirememiş oluyor.

İlimden bî behre olarak, bir mânâda İslamın geçersizliğini iddia etmek mânâsına gelen bu derece ağır bir iftiraya uzun uzun cevap vermeye değmez. Ancak şöyle denilebilir:

İslam âleminde, Peygamberimiz’in sözlerinin bulunduğu eserlerin en muteber kabul edileni Kütüb-i sitte denilen 6 eserdir. İslam âlimlerinin kabulüne göre, bunların içinde de 2 tanesi daha öndedir: Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim. Yeryüzünde bunlardan daha değerli hadis kaynağı da yoktur…

Öyleyse; gözden düşürmek için bu iki esere bile kusur bulan (daha doğrusu uyduran) bir kişi, açık ki hadisleri yok saymaktadır. Veya diğer bir ifadeyle: O hadisleri beyan buyuran Allah Resûlü’ne içten içe kızan bir peygamber muarızıdır.

Evet verilecek cevabımız bundan ibarettir…

13- Daha önce yazdık. Bu kitap sadece kadere imanı inkâr gayesiyle yazılmış değil. Diğer bir gaye de Müslüman olup olmadıklarına bakmadan Emevî sülalesinden olan herkesi ya karalamak veya -Hazreti Osman (r.a.) dahil- basit göstermektir. Bu vesileyle, Şiîlerle Sünnîler arasındaki en mühim kırmızı çizgilerden biri olan Hazreti Muâviye meselesini sıcak tutup, insanları o mübârek sahâbîye karşı kinlendirmek.Yazdıklarının yanlış-doğru olduğuna bakmadan, şu cümlelerine bakalım:

Kur’an “Herkes yaptığının rehinidir” (74:38) diyor. Fakat rivâyet (rivayet dediği Sahih-i Müslim)bunun tam zıddını iddia ediyor.Âdem yaratılmadan önce takdir edilen şeyi yapmıştır, bundan dolayı da kınanamaz.” (Sa: 128)

İslamoğlu hiçbir ayırma işareti koymamış ama altı çizili söz, hadis-i şerife ait değil İslamoğlu’nun kendi değerlendirmesi. Yani, Müslim’in “Âdem bundan dolayı kınanamaz” dediğini söylüyor.

Ey İslamoğlu! Hadisten sizin yakıştırdığınız o mânâ anlaşılmaz. Âdem Aleyhisselam’ın senelerce gözyaşı dökerek istiğfar ettiğini hepimiz bilmiyor muyuz? Öyleyse kınanamaz sözünü nereden çıkarıyorsunuz?

İslamoğlu, yukarıdaki altı çizili sözleri söyledikten sonra şöyle devam ediyor:

“Bu durumda aynı şey Şeytan, Kabil, Nemrut, Firavun, Ebû Leheb, Ebû Cehil, Muâviye’nin Bedir’de Resûlüllah’a karşı savaşıp öldürülen amcası, dayısı ve kardeşi için de geçerlidir.” (Sa: 128)

Dikkat ederseniz son üç kişinin isimlerini vermiyor da, “Muâviye’nin Bedir’de Resûlüllah’a karşı savaşıp öldürülen amcası, dayısı ve kardeşi”diyor. Bu kişilerin isimlerini bilmediği için yazmıyor değil. “Muâviye’nin amcası, dayısı, kardeşi, Bedir’de Resûlüllah’a karşı savaşmıştı. Muâviye var ya Muâviye, işte böyle kimselerin yakınıdır” demek istiyor. Bu cümlesinin aynısını 169. sahifede bir defa tekrar ediyor.

Böyle demek istediğini nereden mi biliyoruz? Bu kitabında da diğer kitaplarında da yazdıklarından ve sergilediği umumî tavrından…

14- Ne yapmalıymışız? Allah’ın sıfatları ve kaderi hakkında konuşmamalıymışız. Böyle davranmak, Kur’an’ın edebiyle edeplenmekmiş. (Sa: 131)

Böyle söyleyerek; Müslümanlara öğretmek için bile olsa Allah’ın sıfatlarından, sıfât-ı zâtiye ve sıfât-ı sübûtiyesinden bahsetmeyi yasaklıyor. Oysa kendisi Allah’ın kaderini inkâr yolunda doludizgin gidiyor.

15- İslamoğlu; “Peygamberlerin, insanlar içinde sapıklığa en uzak kesimi temsil ettiğini” söylüyor. (Sa: 132)

Ne demek en uzak kesim? En uzak da olsa bir sonu yok mudur? Sapıklıkta en uzak da olsalar, nihayet vara vara sonunda Peygamberlere mi varılacak hâşâ?

Velhasıl, güya peygamberleri tebcil etmek için söylenen bu sözün Müslüman ağzına yakışmadığı ortadadır.

İslamoğlu bir de “Kur’an bu hakikati duyurmak için bundan daha sarsıcı bir örnek sunamaz” demesin mi? (Sa: 133)

Kur’an sunamaz demek, yapmak istese de yapamaz demektir. Kur’an Allah kelamı olduğuna göre, “Kur’an sunamaz” demek “Allah sunamaz” demektir ki bu Allah’a acziyet izafe etmektir. Böyle bir sözün de vehâmeti ortadadır…

16- İslamoğlu, Hasan-ı Basrî Hazretleri’nin verdiği bir bilgiye göre, kendi yorumu olarak şöyle diyor: “El-Basrî, Emevîler eliyle devlet ideolojisi haline getirilen kader inancının kökeninin cahiliye damgalı olduğunun farkındadır.” (Sa: 142)

Dikkat! “Câhiliye damgalı olduğunu söylüyor” diyemiyor. Ve bu sözüyle, kadere inananların câhiliye devri müşrikleri gibi olduğunu bir defa daha vurguluyor.

İslamoğlu’nun, Âdem Aleyhisselam hakkında da sözü var:

”Âdem kendi günahının sorumluluğunu kabullenerek tevbe etti ve adam oldu.” (Sa: 142)

17- Abdülaziz Bayındır’ın “Allah geleceği ne bilsin” sözünün bir benzerini de İslamoğlu söylüyor:

“Helak olan Semud, Allah ezelde yazdığı için değil, kendi yaptıkları yüzünden azaba uğradı. Burada biri kalkıp da; ”Ama Allah onların öyle yapacaklarını ve azaba uğrayacaklarını biliyordu” derse konuyu saptırmış, istismar etmiş olur.” (Sa: 153)

18- İbni Kayyim, Vehhâbiliğin fikir babası İbni Teymiyye’nin talebesidir. Vehhâbiler ile Şiîler ise fikren birbirlerinin düşmanıdırlar. Ama iş kadercileri şeytanın dininden göstermeye gelince, İslamoğlu bir an için şiî taraftarlığını bırakıp İbni Cevziyye’nin sözüne sarılıyor. Onun üzerinden, kadere inananların şeytanın dininden olduklarını söylemekten çekinmiyor:

“İblis eyleminin sorumluluğunu üstlenmekten kaçınıp tercihinin faturasını Allah’a çıkarmış, “Beni sen saptırdın” demişti. Bu durumda ilk kaderci İblis olmuş oluyordu. İbn Kayyım El-Cevziyye’nin dediği gibi “Kadercilik İblis’in dini olmuştu.” (Sa: 156)

19- Kaderi inkâr için kırk dereden su getiriyor:

“Allah’ın bir ismi de Hayr’dır. Hayr olan Allah şerri murat etmez. Sevabı emreden Allah günahı kader yapmaz” diyor. (Sa.157)

Mûtezile de bunun aynısını söylüyor. Ehl-i sünnete göre ise bu mesele şöyledir:

“Mürîdü’l-hayrı ve’ş-şerli’l-kabîh / Allah hayrı da şerri de irade eder.”

Dilimizde de kullanılan irade etmek şu:

Allah’ın bir şeyi irade etmesi, ondan mutlaka razı olması demek değildir. Allah razı olmadığını da irade eder. Kul bir kötülük yapmak istediği zaman, Allah ona mâni olmaz ve razı olmayarak onu irade eder ve yaratır. Zaten Allah bir şeyi irade etmese o şey nasıl meydana gelecektir?

Allah (c.c.) hayırlı şeyleri ise razı olarak irade eder. Allah’ın sübûti sıfâtlarından birisi de zaten irâde sıfatıdır.

20- İslamoğlu, Hasan-ı Basrî Hazretleri’nin Kader risalesinin tercümesinde, “İmam el-Basrî, Emevîkaderciliğinin istismar ettiği bir başka âyete dikkat çekiyor”diyor. (Sa: 205)

Okuyanların da açıkça anladıkları gibi, tercüme şeklinde gözüken bu risalenin tercüme sebebi açık: Âyetleri istismar ederek, Şiîlerin üslübuyla Emevî müslümanları kötülemek.

Ama ortada açıkça okuyucuları kandırma var. Çünkü, Hasan-ı Basrî Hazretleri risalesinde bir defa dahi “Emevî” kelimesini kullanmadığı halde, İslamoğlu ille de “İmam el-Basrî, Emevîkaderciliğinin istismar ettiği…” diyor.

Üstelik bu risale, bir Emevî mensubu olan Halife Abdülmelik’e, -İslamoğlu’nun bu kitabının 102. sahifesinde açıkça görüldüğü gibi- Hasan-ı Basrî Hazretleri tarafından  “Ey mü’minlerin emiri!” hitabıyla yazılmış.

Risalenin yazılma sebebi de ortada zaten: Halife Abdülmelik’in sorduğu bazı sorulara cevap. (Sa: 214)

21- Arapların “Hâlef tu’raf / aykırı konuş ki meşhur olasın” sözünü iyi bilen İslamoğlu, Bakara sûresinin 2. âyeti hakkında, büyük âlimliğini(!) şöyle ortaya koyuyor:

“Âyet metnindeki hüden lil muttakin ibaresi, yaygın anlayışta zannedildiği gibi hidayet’i takvanın temeline değil, takvâyı hidâyetin temeline yerleştirmektedir.” (Sa: 206)

“Yaygın anlayışta zannedildiği gibi“ derken, “Şimdiye kadar bütün âlimler böyle zannetmişlerdir ama hepsi yanılmıştır. Doğrusu tam tersidir yani benim söylediğimdir” demek istiyor. Sonra kendince bir izaha girişerek, “Hidayete takvanın sebep olduğunu” söylüyor.

Geçmiş âlimlerin yanlış söylediklerini iddia eden bu zat bilmiyor ki bahse konu âyet-i kerime, “Kur’an’ın müttakîler için bir hidâyet/yol gösterici olduğunu” söylüyor. Ve yine bilmiyor ki, hidayete ermeyenin takvâ sahibi olması da mümkün değil.

Tatmayan ne bilsin! Men lem yezuk, vâh bilmez yazık. Onun için bilmemesi normal. Çünkü takvâ kâl/söz işi değil bir haldir ve o mânevî hal içinde olmayanlar gerçek takvâyı bilemez, bilemedikleri için de onu kelimelerle izah ederken bile işte böyle çukura düşerler.

22- Artık kitabının sonuna yaklaşmış olduğu için açıktan açığa,“kadere iman etmenin Allah’a itiraz demek” olduğunu söylemektedir. Ama bunu kendisi söylemiyormuş gibi yapmakta, Hasan-ı Basrî Hazretleri’ni ileri sürmektedir: “el-Basrî, kaderci tavrı “Allah’a itiraz” olarak görmekte…” (Sa: 212)

Halbuki gerçek tam tersi. Hasan-ı Basrî Hazretlerikadere iman edenleri değil kaderi yanlış anlayan câhilleri suçlamaktadır. Nitekim o mübârek zatın kullandığı kelime şu: “Cühhâl/câhiller .”(Sa: 209, alttan 3. satır- sa: 213, metin satır:1, )

23- İslamoğlu insanları –hâşâ- Allah ile ortak iş yapmış gibi gösteriyor:

“ İnsan bu sayede Allah ile birlikte tarih yapma şerefine nail olmuştur.” (Sa: 218)

Ne kadar zorlanırsa zorlansın, böyle bir sözün câiz olduğu sözlenemez.

24- Bizim Müslümanlar olarak iki güzel hasletimiz var: Saygı ve sevgi.

Saygı küçükten büyüğe, sevgi de büyükten küçüğe olur. Yani büyükler küçüklere sevgi, küçükler de büyüklere saygı duyarlar. İslamoğlu ise Hazreti Allah hakkında şöyle diyor:

“Zira O (Allah) akıl ve irade ile imtihan ettiği insanın emeğine saygı duyandır.” (Sa: 220)

25- İslamoğlu’nun kitabının son cümlesine geldik. Önce bir kelimeye dikkatinizi çekmek isterim: Emek. Bu kelime lügatta şu mânâlara geliyor: Çalışma, yorgunluk, zahmet, sıkıntı ve bir işin yapılması için harcanan beden ve zihin gücü. Meselâ emek çekmek deriz, emek harcamak deriz, emek vermek deriz. Bunların hepsinde de uğraşmak mânâsı var.

Artık İslamoğlu’nun kitabının son cümlesini okuyabiliriz. İslamoğlu, bu son cümlesinde insana şöyle hitap ediyor:

“Sen, bizzat Allah’ın emeğisin.” (Sa: 220)

İslamoğlu’nun bu sözüne göre, Allah insanı zahmet çekerek, sıkıntıyla ve uğraşarak yaratmış oluyor.  Velhasıl bu da Müslümanın diline yakışmayan çok tehlikeli bir söz.

İslam inancına ve Kur’an’a göre, sonsuz güç, kuvvet ve kudret sahibi olan Allah bir şeyi yaratmak istediği yani onun meydana gelmesini istediği zaman “Ol” der o da oluverir. (Nahl: 40, Yâsin: 82, Kamer: 50)

Yani Allah (c.c.) insanı –hâşâ- emek harcayarak yaratmaz.

26- Elmalı Tefsiri (sadeleştirme), Kalem sûresinin ilk âyetlerinin tefsirinden İslamoğlu’na bir cevap:

“Üsâme b. Sâmit radıyallâhü anh, oğlu Velid’e, Resûlüllah Efendimiz’in şöyle buyurduğunu vasiyet etti:

“Haberiniz olsun ki Allah ilk yarattığında kalemi yarattı da ona “Yaz” dedi. Kalem, Ey Rabbim ne yazayım ki? dedi. Allah “Kaderi yaz” dedi. Hazreti Peygamber (s.a.v.)  buyurdu ki: İşte o anda kalem olmuş ve sonsuza kadar olacak şeyleri yazdı.”

( Tirmizî, Kader 17; Ahmed b. Hanbel, V, 317; Keşfül Hafâ, I, 309 (824) el-Hakim, el- Müstedrek 2/498; Beyhakî, es- Sünenü’l- Kübrâ, III, X, 204.)

***

Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi talebelerinden Niyazi Çapar’la, İslamoğlu arasında geçen ilginç görüşmeyi ve İslamoğlu’nun ibretlik cevaplarını Niyazi Çapar’ın ağzından aktarıyoruz:

“Mustafa İslamoğlu İle Kader’e İman Esası İle İlgili Tartışmamız.

15 ŞUBAT 2013’te,İslamoğlu’nun 20 yıllık talebesi olan Osman Dolaş’ınvasıtası ile Akabe Vakfı’na gittim. Cuma ezanınıben okudum. İslamoğlu çok etkilendi. Namaz bitti. Osman Abi ile beraber odasına çıktık. En son biz kalmıştık. Ezanı benim okuduğumu öğrenince bana sarıldı ve ‘’Ezanda seni okusun’’ dedi. Selam faslından sonra İslamoğlu ile aramızda şu konuşma geçti:

Niyazi Çapar: Hocam sizin kitaplarınızı okuyoruz.

İslamoğlu: Maşallah. Elazığ’daki arkadaşlarınızda okuyor mu?

Niyazi Çapar: Pek rastlamadım.

Osman Dolaş: Hocam, Niyazi kardeşin size bazı soruları olacaktı.

İslamoğlu: Buyurun.

Niyazi Çapar: Hocam, siz kitabınızın (Kader Risalesi Tercüme ve Şerhi) 105.sayfasında‘’Kadere iman maddesi Allaha iftira, peygamberin ağzına ilavedir’’diyorsunuz. Kimdir bu iftirayı yapanlar?

( Bu öylesine sarsıcı bir iftiradır ki, “tümüyle sahabeden başlamak üzere selef iman esaslarından başlamak üzere bu dini bozmuştur” demektir.)

İslamoğlu: Şimdi hicri 2.yy’den sonra gnostik akımlara karşı kelamcılar tarafından ümmetin gündemine sokulmuş bir maddedir.

Çapar: Ama hocam, bakın ben kitabınızın arkasına bazı notlar aldım. Bizim hadis kaynaklarımızın hemen hepsinde kadere iman maddesi geçmektedir. İmam-ı Âzam’ın Fıkhul Ebsadın’da da geçiyor.

İslamoğlu: O kitap onun adına uydurulmuş.

Çapar: Hocam İmam-ı Âzam’ın Müsned isimli eserinde de kadere iman maddesi geçiyor.

(İslamoğlu hicri2.yy’dan sonra bu maddenin kelamcılar tarafından sokulmuş olduğunu söylüyor. Büyük yanılgı içindedir. Çünkü verdiği tarih öncesinde yığınla eserde kadere iman maddesi geçmektedir. Meselâ İmam-ı Âzam’ın (80-150) Fıkh-ı Ekber, Müsned, Fıkhu’l-Ebsat gibi eserlerinde mevcuttur.)

İslamoğlu: Kardeşim hadislerin hepsi zan ifade eder.

( Yepyeni bir ‘usul’ kaidesi!!! Biz haber-i vahidin zan ifade ettiğini biliyorduk.)

Onlarla iman olmaz. Bak Kur’an’da üç yerde iman esasları tam olarak geçiyor. İçinde böyle bir madde var mı?

Çapar: Hocam size bir şey sormak istiyorum.

(Kendisi hemen her Cuma namazını Akabe Vakfı’nda kıldırıyor. )

Cuma namazı diye bir namaz Kur’an’da var mı?

İslamoğlu: Olmaz olur mu? Cuma suresinde geçiyor ya.

Çapar: Hocam siz daha iyi bilirsiniz. Cuma suresinde Cuma namazı diye bir ibadetten bahsedilmiyor. “Cuma günü namaza çağrıldığınız zaman koşun” diyor Allah Teala. Biz nerden biliyoruz ki ayrı bir namazdan bahsediyor? Sünnetleri var, farzı var ve öğle vaktinde.Bu bilgileri Efendimiz’den öğreniyoruz. Kadere iman maddesi de böyledir.

İslamoğlu: Ama bu iman, o ibadet.

Çapar: Hayır hocam usulünüz gereği bu maddeyi kabul etmiyorsunuz. Kur’an’da kadere iman maddesi açık bir şekilde geçmiyor, hadislerden öğreniyoruz. Aynı şekilde Cuma namazı da geçmiyor bu namazı da sünnetten öğreniyoruz. Ama onu kabul ediyorsunuz. Bu bir çelişki değil midir? Ayrıca Cuma namazı durumu ALLAH’a iftira olmayıp peygamberin ağzına da ilave olmuyor. Bunun ölçüsünü neyle belirliyorsunuz?

İslamoğlu: Benimle polemik yapıyorsun.

Çapar: Hayır hocam aklımdaki soruları soruyorum.

İslamoğlu:Benim vaktim çok değerli. Başka zaman konuşuruz.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu