Cemâleddîn-i Efgânî
Afganlı politikacı ve gazeteci. Asıl adı Muhammed bin Safder el-Hüseynî olup, Cemâleddîn-i Efgânî (Efganlı Cemâleddîn) diye meşhurdur. 1838’de (H.1246) Afganistan’ın Kâbil şehrine yakın Esadâbâd kasabasında doğdu. Ayrıca Hemedan yakınlarında Esadâbâd’da doğduğunu söyleyenler de vardır. 1897 (H.1315)de İstanbul’da öldü.
İlk tahsilini memleketinde yaptı. Tahsil için Hindistan’a gitti. Bilhassa lisanlara karşı kâbiliyetli olan Cemâleddîn; Farsça, Arapça, Fransızca öğrendi. Milliyeti kesin olmayan Cemâleddîn-i Efgânî’nin, Türk, Afganlı, İranlı ve Hindli olduğu hakkında çeşitli rivâyetler vardır. Ayrıca İranlı bir Şiî olduğu da rivâyet edilmektedir.
Cemâleddîn-i Efgânî, din bilgisi az olduğundan, doğru yolda olmayanların tesirinde kalarak Ehl-i sünnet îtikâdından ayrıldı ve İslâm âleminde 19. yüzyılın sonlarında İngiliz propagandası neticesinde ortaya çıkan dinde reform hareketlerinin önderliğini yaptı. 1857’de hac bahânesiyle Hicaz’a gidip reform fikirlerini anlatma fırsatı buldu. Hicaz’dan Kâbil’e dönüp, Dost Muhammed Han zamânında hükûmet üyeleri arasında bulundu. Hindistan’a, oradan da Mısır’a geçti.
Tanzimat dönemi Osmanlı sadrâzamlarından Âlî Paşa tarafından 1868’de İstanbul’a dâvet edilerek, Meclis-i Maârif âzâlığı vazîfesi verildi. Osmanlı Dârülfünûnu’nun açılışında verdiği bir konferansta peygamberliğin sanatlardan bir sanat olduğunu, İslâmiyetin ilmî ilerlemeleri engellediğini iddiâ etti. Onun bu konuşması Osmanlı âlimlerince şiddetle tenkid edildi. Din ve devlet aleyhinde başka konuşmaları da bulunan Cemâleddîn-i Efgânî’nin fesatçılığı ortaya çıkınca, İstanbul’dan kovuldu. Osmanlı şeyhülislâmı Hasan Fehmi Efendi, onun câhilliğini ve yanlış yolda olduğunu bütün delîlleriyle ortaya koydu.
İstanbul’da kabul görmeyen Cemâleddîn-i Efgânî, 1872’de Mısır’a gitti. Orada da din ve siyâsette ıslâhî kalkınma (dinde reform) fikirlerini yaymaya çalıştı. İlk zamanlar pek dikkati çekmedi. Fakat bu sırada doğu kültürü ile batı kültürü arasında bocalayan Muhammed Abduh’u, kısa zamanda fikirlerinin etkisi altına alıp, hayâtı üzerinde büyük rol oynadı. Muhammed Abduh’tan başka bir kısım kimseler de onun reformcu fikirlerinden etkilendiler. Talebelerinden olan Edib İshak tarafından çıkartılan Mısır Gazetesinde; Mazhar bin Vazzâh, Es Seyyid Hüseynî veya Es-Seyyid imzâlarıyla yazılar yazarak fikirlerinin yayılmasına çalıştı. Mısır’da kaldığı sürede gizlice Özgür Mısır Milliyetçi Partisini ve Genç Mısır Teşkilâtını kurdu. Aynı isim altında bir gazete çıkardı. Genç Mısır Teşkilâtının üyelerinin çoğunun Yahûdî gençlerden olduğu dikkati çekiyordu.
1872-1879 seneleri arasında Mısır’da kalan Cemâleddîn-i Efgânî, Mısırda ayrıca Fransız Doğu Locasına bağlı bir Mason Locası Kurdu. Başbakan Riyâz Paşanın da yardımıyla çok sayıda etkili kimseleri bu locaya üye yaptı.
Onun fikirleri, Mısır’daki Ehl-i sünnet âlimleri tarafından çürütüldü. Bölücü fikirleri sebebiyle Mısır hükûmeti tarafından sürgün edilince, önce Hindistan’daki Haydarâbâd’a oradan da Paris’e gitti. Paris’te bulunduğu sırada talebesi Muhammed Abduh’la baş başa vererek, bütün Müslümanları reformcu fikirler etrâfında toplamak gâyesiyle Urvet-ül Vüskâ adlı bir cemiyet kurup, aynı adlı gazeteyi çıkardı. Bu gazete sekiz ay kadar çıktıktan sonra yayınını durdurdu. Bu başarısızlıktan sonra, açıkça yürütemeyeceği propagandayı, gizliden gizliye konferanslar yoluyla yapmaya başladı. Fikirlerini anlatmak için birçok seyâhatlerde bulundu. Bir müddet Rusya’nın Petersburg şehrinde kaldı, sonraları Almanya’nın Münih şehrine gitti. Orada İran şâhı Nâsırüddîn ile karşılaştı. Şâh’ın dâveti üzerine İran’a giden Cemâleddîn-i Efgânî’ye İran dar gelmeye başladı. Bir ara kendi hâline köşeye çekilip yedi ay kadar insanlardan uzak kaldı. Şâh ile arası açıldı. İran şâhının halka karşı uyguladığı bâzı sevimsiz hareketleri fırsat bilerek, İran’da şiddetini artıran Bâbîlik ve Behâîlik hareketlerinin içinde bulundu. Şâh’ın aleyhinde hareket ederek isyâncı ve sûikastçıların öncüsü ve teşvikçisi oldu. Bu sırada Ruslar tarafından satın alınarak, anavatanı olan Afganistan aleyhinde câsusluk yaptı.
İran’dan da kaçarak Avrupa’ya gitti. Daha sonra Londra’ya giderek fikirlerini yaydı ve Osmanlı Pâdişâhı Sultan İkinci Abdülhamîd Han aleyhinde faâliyetlerde bulundu. Cemâleddîn-i Efgânî’nin İslâmiyete verdiği zararları gören Sultan İkinci Abdülhamîd Han, yaptığı zararları ortadan kaldırmak ve tesirsiz hâle getirmek için kendisini İstanbul’a çağırdı. Sultan, İstanbul’a gelen Cemâleddîn-i Efgânî’yi huzûruna çağırarak, fitneye sebeb olan söz ve hareketlerden kaçınmasını emretti. Fakat yine boş durmadı.
Behâîlerle, mason cemiyetiyle, Ermeni komiteleri ve Jön Türklerle gizli münâsebetlerde bulundu. Suriye ve Lübnan’dan gelen Dürzîleri ve Mısır’dan gelen mesleksiz ve ahlâkı bozuk kimseleri etrâfında toplayıp, fikirlerini aşılamaya çalıştı. Bu faaliyetleri kısa zamanda engellendi. Sultan İkinci Abdülhamîd Han, onun durumunu bildiği için, İstanbul’dan çıkmasını yasakladı.
Cemâleddîn-i Efgânî, İstanbul’da bulunduğu sırada bâzı yazar ve şâirler üzerinde etkili oldu. Bilhassa Türkçülük ve İslâmcılık düşünceleri ile hareket edenler, ayrı fikir ve inançta olmalarına rağmen, onu hoca kabul etmişlerdir. Bu da cemiyette ayrılıklara yol açmıştır. Cemâleddîn-i Efgânî’nin asıl gâyesi de budur. Hayâtına bakılınca, gidip gezdiği yerlerde dâimâ tefrikadan yana olmuş ve fitneler çıkarmıştır.
İstanbul’da bulunduğu sırada hastalanan Cemâleddîn-i Efgânî 1897’de öldü. Maçka’ya defnedildi ve kabri bir Amerikalı tarafından yaptırıldı. 1944 yılında, kemikleri Kâbil’e nakledildi.
Tahsile gittiği Hindistan’da, din düşmanlarının etkisinde kalarak, Ehl-i sünnet yolundan ayrılan ve ilmi az olduğu hâlde hayâtı boyunca, kendini ilim ve din adamı gösteren Cemâleddîn-i Efgânî, İslâmiyetin aslının bozulmuş olduğunu ve reform yapmak gerektiğini iddiâ etti ve asırlardır yetişmiş ve İslâmiyetin yayılmasına çalışmış olan Ehl-i sünnet âlimlerinin çalışmalarını reddetti. Urvet-ül-Vüskâ adlı gazetesinde ve verdiği konferanslarda İslâmiyet ve Müslümanlar hakkında küçültücü yazılar yazıp, çeşitli sözler sarf etti. Onun İslâmiyet hakkındaki düşünceleri, Fransız yazarı Renan’a, 18 Mayıs 1883 târihli Le Journal des Debats Gazetesi aracılığıyla verdiği cevaptan çok iyi anlaşılmaktadır. Cemâledîn-i Efgânî bu mektubunda İslâm dîninin ilmî gelişmelere engel, peygamberlerin bildirdikleri husûsların insanlık için boyundurukların en ağırı, Müslümanlık, Hıristiyanlık ve putperestliğin aynı kefede bulunup, hepsinin ilme mâni olduğunu yazdı. Böylece İslâm dîninin ilme ve ilerlemeye verdiği önemi inkâr ederek, Allahü teâlânın bildirdiği din ile insan kafasının mahsulü olan felsefenin savaştıklarını belirtmekte ve bu mücâdelede felsefenin gâlib olmasını arzulamaktadır. Fransız yazarı Renan da bu yazısından dolayı Cemâleddîn-i Efgânî’yi medh etmiştir.
Cemâleddîn-i Efgânî’nin en önde gelen talebelerinden Şamlı Selim Nakkaş ile onun yakın arkadaşı Edip İshak da Hıristiyandı. Özel doktoru Harun ise bir Yahûdîydi. Onun sohbet toplantılarında Müslüman, Hıristiyan ve Yahûdîler birlikte bulunuyordu. Kendisi Yahûdî hanında oturuyordu. Ekseriyetle Yahûdîlerin bulunduğu gizli bir teşkilat kurmuştu.
Cemâleddîn-i Efgânî’nin şahsı ile ilgili önemli hususlardan biri de masonluğudur. Hattâ yalnız kendisi mason olmakla kalmayıp, Mısır’da birçok kimsenin de bu teşkîlâta girmesine sebeb olmuştur. Afşar İreç ve Usgar Mehdevî’nin Farsça telif ettikleri Mecmua-i İsnâd ve Medârik adlı eserde, onun mason locasına kaydolmak üzere verdiği dilekçenin mâhiyeti ve şarkın yıldızı locasının 1355 Kâhire-Mısır 7. 1878/5878 sayı ile locaya kaydolduğuna ve locaya ihtirâm reisi seçildiğine dâir cevâbı vardır. Ayrıca Hannâ Ebî Râşid, masonluğu Arap memleketlerine Cemâleddîn-i Efgânî ile Muhammed Abduh’un yaydığını yazmaktadır. Abdülhamîd Han Hâtırât’ında Efgânî’yi İngilizlerin kullandığını yazmaktadır.
Cumhuriyet devri başbakanlarından Şemseddîn Günaltay’ın; “Şeyh, peygamber kadar şâyân-ı hürmet; ona îtirâz edenler, Ebû Cehl kadar lânete müstehaktır. Çünkü Peygamberin zamânındaki İslâmlığı yeniden diriltmeye kalkışmıştır.” diyerek medh ettiği dünyâda birkaç zümre arasında meşhur edilen Cemâleddîn-i Efgânî’nin, küçücük bir Afgan Târihi ile maddeciliği tenkid etmek için yazılmış teolojik bir eser olmaktan ziyâde, siyâsî bir hiciv özelliğini taşıyan Red aled-Dehriyyîn adlı eseri vardır. Ayrıca çeşitli gazete ve dergilerde yazılmış makâleleri bulunmaktadır.
Kaynak: Yeni Rehber Ansiklopedisi Cilt 4