ArşivSahabe Hakkında Haddi Aşanlar

Siyer Vakfı ve Muhammed Emin Yıldırım, Hz. Muaviye Hakkındaki Hezeyanlarından Vazgeçti mi?

Emin Yıldırım’ın Siyer Yayınları’ndan ilk baskısı 2010 senesinde çıkan “Hazret-i Peygamber’in Albümü” isimli kitabında Hz. Hasan (RA) başlığı altında, Hz. Hasan’ı, Hz. Muaviye’nin zehirlettiğini söyler ve bu olayı da Aşk-ı Memnu’ya bile taş çıkaracak rezil bir ilişki ağı içerisinde verir.

Elbette ki M. Emin Yıldırım bununla da yetinmiyor ve birtakım konuşmalarında iftiralarını kademe kademe arttırıyor. Meselâ internet ortamından ulaştığımız “Ehli Beyt Evinin Vahdet Kahramanı Hz. Hasan” isimli konuşmasında şunları söylüyor: “… ‘Hutbelerde, sokaklarda Hz. Ali’ye ve Ehl-i Beytin mensuplarına küfürler edilemeyecek, hutbelerdeki zem edilme ve seb edilme devlet tarafından yasaklanacak!’ (Hz. Hasan’ın hilâfeti Hz. Muaviye’ye devrederken öne sürdüğü şartlardan biri olarak zikrediliyor) Yapılıyor mu peki o günler? Devlet eliyle yapılıyor işin garip tarafı… ‘Benden sonra hilâfet 30 yıl sürer, sonra meliklik dönemi başlar.’ Hadisin başka rivayetinde son cümle şöyledir: “Benden sonra hilafet 30 yıl sürer, ondan sonra ceberrut (M. Emin şunu da ekliyor: “Yani zorba ve kan emici bir yönetim”) başlar.”

Bu arada konu ile alakalı olması hasebiyle, Emin Yıldırım’ın, talebelerine Şii kaynağı olan ve tabiatıyla ashaba sövgü ve iftira dolu “En Nechul Belağa”nın mütercimi Prof. Dr. Adnan Demircan’ın kitaplarını aldırdığını ve ara sıra ashab düşmanı Hayrettin Karaman’ı söyleşi için vakfına davet ettiğini not olarak düşelim.

Yazının Tamamı:

Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat yolunun bir farikası da Kâinatın Efendisi’nin (SAV) Ashabına (R.ANHÜM) hürmet, onları sevip saymaktır. Çünkü gerek Kur’an-ı Kerîm’de, gerek hadis-i şeriflerde ashabın üstünlüklerine değinilir ve onları sevmek her Müslüman’a şart olarak koşulur; Müslüman olmayan, kendini Ehli Sünnet’ten saymayan varsa bu şartı üzerine almayabilir. Nitekim Efendimiz (SAV), doğru yol hakkında kendilerine soran sahâbîlere şöyle buyurmuştur: “Kurtuluş fırkasının kadrosu içindekiler şunlardır ki, tek yol üzerindedirler… Ben de o yol üzerindeyim. Sahâbîlerim de o yol üzerindedir.” Tercihen, ashabı sevmeyip onlara buğz eden ve böylelikle tereyağından çekilen kıl gibi İslâm dairesinin dışına çıkıp kendilerine has bir kültür oluşturan Şia ve mezhepsiz-reformistler de “Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat-Sırat-ı Müstakim”den olmamayı seçenlere örnek olarak gösterilebilir.

Ashab-ı Kirâm’ın faziletlerine delalet eden ayet-i celilelerden bir kısmı: Âli İmran Suresi’nde Allah, sahabîleri ümmetlerin en hayırlısı olarak bildirir. Bakara Suresi’nde sahabîlerin kıyamette, öbür ümmetlere şahit olmaları için âdil ve hayırlı yaratıldıkları fermanı vardır. Feth Suresi’nde Şecere-i Rıdvan altında bey’at edenlerden Allah’ın razı olduğu açıklanmıştır. Tevbe Suresi’nde sahabîlerin eskiler, ilkler, muhacirler, Medineli yardımcılar ve öbürlerinden, Allah razı olduğunu beyan eder. Haşr Suresi’nde sahabîlerin sadakatleri övülmüştür. Tahrim Suresi’nde sahabîlerin kötülük ve küçüklükten emin oldukları tesbit edilmiştir. Enbiya Suresi’nde ise sahabîlerin ateşten uzak ve her nimete yakın oldukları ifadelendirilmiştir.

Hadis-i Şeriflerde ise ashabın faziletleri ve onlara muhabbet beslemeyen, hatta kin besleyenlerin bedbaht sonlarına değinilmiştir: “Ashabımla ümmetim misali, yemekte tuzun misali gibidir. Yemek ancak tuzla salih olur.” “İnsanların hayırlıları benim devrimin adamlarıdır, ondan sonrası ikinci, ondan sonrası üçüncü. Ondan sonrası ise kendilerinde hayır olmayan kavimler gelir.” “Allah’tan korkun. Ashabım hakkında Allah’tan korkun. Benden sonra onları hedef edinmeyin. Kim ki onları severse, bana olan muhabbetinden sever. Ve kim de onlara buğz ederse, bana buğz etmiş demektir. Ve kim onlara eza ederse, bana eza etmiş ve kim de bana eza etmiş ise Allah’a eza emiş olur. Ve onu da Allah’ın perişan etmesi yakındır.” “Allah beni seçti, benim için de ashabımı seçti. Onlar bana yardımcı ve akraba olur. Kim ki onlara fena söz söylerse, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanlığın lâneti onun üzerine olsun. Kıyamette Allah, böyle kimselerden ne farz, ne de nafile ibadet kabul etmeyecektir.” “Sırat üzerinde ayağı sabit olanınız, Ehli Beytimi ve Ashabımı sevmekte en üstün olanınızdır.” Bunlar gibi daha birçok hadis-i şerif mevcuttur, gerçek iman ehline bunlar yeterlidir. Müzmin münkirler ise bunları da reddedeceklerinden, onların küfür sisi kaplı kalblerinin hakkı başkadır; zira İslâm’ın kılıcı rahmettir.

Müfteri Emin Yıldırım’ın Hazret-i Muaviye (RA) Hakkındaki Herzeleri ve Cevaplar
Bu yazıyı kaleme alma sebebimize gelince. Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat bağlılarınca Hz. Muaviye (RA) sahabîlerin büyüklerinden olup saygı, sevgi ve muhabbete mazhardır ve yukarıda verdiğimiz hadislerden anlaşılacağı üzere ona beslenen sevgi veya nefret, Efendimiz (SAV)’e beslenen sevgi veya nefretten kaynaklanmaktadır. Bu yüzden, M. Emin Yıldırım hakkında ümmetin gerçek âlimlerini uyarmak ve gençlerimize bu adamın aslında hiç de öyle ashab sevgisi falan beslemediğini ifşa etmek durumundayız. Efendimiz (SAV), ashabı arasındaki ihtilafları dillendirmememiz için bizi uyarırlar ve onları hep hayırla yadetmemizi buyururlar. M. Emin Yıldırım ise bırakın ihtilafları dillendirmeyi, işi iftiraya kadar götürüp sohbetlerinde gaseyanvari laflar etmiş ve kitaplarında da bunları yazmıştır. Bizim imanımız ve terbiyemiz elvermediği için bu adamın iftira ve hakaretlerini kaynaklarıyla göstererek özet geçeceğiz ve cevaplarını da vereceğiz.

Emin Yıldırım’ın Siyer Yayınları’ndan ilk baskısı 2010 senesinde çıkan “Hazret-i Peygamber’in Albümü” isimli kitabında Hz. Hasan (RA) başlığı altında, Hz. Hasan’ı, Hz. Muaviye’nin zehirlettiğini söyler ve bu olayı da Aşk-ı Memnu’ya bile taş çıkaracak rezil bir ilişki ağı içerisinde verir. Hâlbuki Ehli Sünnet ve’l Cemaat âlimlerine göre, Hz. Hasan (RA)’ın zehirlenmesi olayından Hz. Muaviye (RA)’ı muaf tutmak gerekir, olay içerisinde başka eller vardır ve iş iyice şeytan oyuncağına dönmüştür. Es-Savaiku’l-Muhrika fi’r-Reddi ala Ehli’l-Bid’a ve’z-Zandaka isimli eserinde İbni Hacer el-Heytemî Hazretleri de olaya böyle yaklaşır, ama bir rivayet olarak da Hz. Hasan’ın eşi Ca’ade’yi Yezid’in kandırdığını söyler. Hz. Muaviye’nin bu olayda adı dahi geçmez. “Muaviye bin ebi Süfyan Müdafaası” isimli eserinde Abdülaziz bin Ahmed bin Hamid Hazretleri, Şeyhü’l Ekber İbnü’l Arabî Hazretleri’nden şunu aktarır: “Hasan’ı zehirleten Muaviye’dir.’ denilirse, buna cevaben deriz ki: Bu iki yönden imkânsızdır. Birincisi: Hasan (RA) hilâfeti kendisine teslim ettiği için Muaviye’nin (RA) ondan korkmasını gerektirecek bir sebep yoktu. İkincisi: Bu durum Allah’tan başkasının bilemeyeceği gaybî bir olaydır. Nasıl olur da bu olayı hiçbir delil olmadan Allah’ın kullarından birinin üstüne yıkarsınız? Oysa bu olay, herhangi bir haberi nakledenin nakline güvenemeyeceğimiz, heva ve nefis sahibi bir kavmin bulunduğu uzak (geçmiş) bir zamanda, fitne ve asabiyet halinin yaygın olduğu bir ortamda gerçekleşmiştir. Öyle ki o olayı yaşayanlardan her biri dostuna hak etmediği şeyleri nisbet etmiştir. Hal böyle olunca da bu dönemde dönüp dolaşan haberlerden sadece saf olanları kabul edilmiş, kesin bir surette salt âdil olanlardan başkasından da haber dinlenmemiştir.” İbni Haldun ise Mukaddime’sinde şöyle söyler: “Muaviye, Hasan’ın hanımı Ca’ade binti el-Eş’As ile birlikte Hasan’ı zehirlemiştir!’ şeklinde nakledilen rivayete gelince; bu Şia’nın uydurduğu hadislerdendir. Haşa! Muaviye’nin böyle bir şey yapması imkânsızdır.” Anlaşılan o ki M. Emin Yıldırım da Şia kaynaklarından etkilenmiş, dolaylı ya da doğrudan, şuurlu ya da şuursuz… Nitekim kitabında bu iftiraya İbni Esir’in “Üsdül Ğabe fi Marifeti’s Sahabe” isimli kitabını kaynak olarak göstermiş, biz bu kitabı incelemedik ancak sahabeye iftirada bir beis görmeyen Emin Yıldırım, İbnü’l Esir’e de iftira etmiş olacağından daha fazla söz etmeden işin bu kısmını ehline bırakalım. İman sahiplerine bu ve benzeri konular için de şu hadisi yazalım: “Zandan kaçının çünkü zan, sözün en yalan olanıdır.”

Elbette ki M. Emin Yıldırım bununla da yetinmiyor ve birtakım konuşmalarında iftiralarını kademe kademe arttırıyor. Meselâ internet ortamından ulaştığımız “Ehli Beyt Evinin Vahdet Kahramanı Hz. Hasan” isimli konuşmasında şunları söylüyor: “… ‘Hutbelerde, sokaklarda Hz. Ali’ye ve Ehl-i Beytin mensuplarına küfürler edilemeyecek, hutbelerdeki zem edilme ve seb edilme devlet tarafından yasaklanacak!’ (Hz. Hasan’ın hilâfeti Hz. Muaviye’ye devrederken öne sürdüğü şartlardan biri olarak zikrediliyor) Yapılıyor mu peki o günler? Devlet eliyle yapılıyor işin garip tarafı… ‘Benden sonra hilâfet 30 yıl sürer, sonra meliklik dönemi başlar.’ Hadisin başka rivayetinde son cümle şöyledir: “Benden sonra hilafet 30 yıl sürer, ondan sonra ceberrut (M. Emin şunu da ekliyor: “Yani zorba ve kan emici bir yönetim”) başlar.” Sadakta Ya Resûlullah mı? Sadakta Ya Resûlullah. Gelin beraber hesaplayalım. (Burada hulefa-i raşidinin hilafet sürelerini topluyor)… Artık hilafetin meselesi bugüne kadar açılmayacak şekilde kapandı… Onun için biz de İslâm’ın beş raşid halifesi deriz, bazen unuturuz onun 6 aylık dönemini… Ama onu da sayarsak 6 raşid halife desek bunda hiçbir beis yok, onun dışında olanların ne oldukları ortadadır.” Peki Es-Savaiku’l Muhrika eserinde ne deniyor: “…Demek ki Resûlullah (SAV) Hazret-i Hasan vasıtasıyla Müslümanlardan iki büyük taifenin arasında ıslahın vaki olacağını ummasında, Hasan’ın hilâfeti Muaviye’ye terketmesi işleminin sıhhatine, Hasan’ın bu işi yapmasında muhayyer (serbest) olduğuna ve mezkûr şer’i faydalara yani Hazret-i Muaviye’nin hilâfetinin Müslümanların işlerine bakmasının ve mezkûr işlerdeki tasarrufunun sulha terettüp ettiğine dair hem de tam bir delâlet vardır. Bu izahtan anlaşıldığına göre, Hazret-i Hasan’ın Muaviye’ye hilâfeti devrettiğinden itibaren Muaviye, hak bir halife ve doğru bir imamdır. Hilafeti nasıl doğru olmayacaktı ki? Gerçekten Tirmizi’nin rivayet edip hasen kıldığı ve sahabîlerden Abdurrahman bin Ebu Umeyr’den, o da Peygamber (SAV)’den rivayetle demiş ki: Resûlullah (SAV) Muaviye için; “Allah’ım onu (Muaviye’yi) hâdi (başkalarına yol gösteren) ve mehdî (kendisi de doğru yolda olan) kıl.” buyurdu. Ahmed bin Hanbel dahi “Müsned” adlı hadis kitabında İrbat bin Sariye’den rivayet eder ki: “Resûlullah’ın (SAV), “Allah’ım Muaviye’ye hitabet ve hesap öğret ve onu azaptan koru.” buyurduğunu işittim.” İbni Ebu Şeybe “Musannef” adlı kitabında, Taberanî de “Kebir” adlı eserinde Abdülmelik bin Ömer’den rivayet eder: Muaviye (RA) demiş ki: “Resûlullah (SAV) bana “Ey Muaviye! Sen iş başına geçtiğinde iyilik et.” diye buyurduğu zamandan beri hilâfette gözüm vardı.” … Bundan anlaşılıyor ki, Hazret-i Hasan işi ona terk edip halk ve yetkili zatlar onun hilafetinde ittifak ettikten sonra, hilafeti doğru olup sahihtir. Hilafetinin hükümdarlığa benzerliği ise, zamanında hakikate uygun olmayıp bir müçtehidin günah olmayan içtihatlarından türeyen birçok şey vâki olduğu cihettendir.” Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Sahabîlerin Rolü ve Mânâsı” isimli eserinde ise şu hadis-i şerif geçmektedir: “Yarabbi! Ona (Hz. Muaviye’ye) kitabı ve hesabı öğret. Onu memleketlerde hükmettir ve kendisini azaptan koru.” İşte bu delillerle Emin Yıldırım’ın herzeleri bir bir ifşa olup boşa çıkmıştır. Hz. Ali ve Ehli Beyt’e hutbelerde küfredilmesinin devlet eliyle yapıldığını iddia etmesi de tamı tamına 6 sahabeye iftiradır, çünkü devlet eliyle yapılıyor demek, halifenin izni dahilinde yapılıyor demektir. Konuşmasında bahsettiği zaman diliminde böyle bir şeyi teşvik etmesi zaten muhal olan Hz. Muaviye (RA) daha devletin başına geçmemiştir, o halde devletten kasıt ne? O zaman devletin başı kimdi bunu sormak lazım. Bu durumda Hz. Ebubekir’den Hz. Hasan (R. Anhuma) kadar raşid halifeleri kapsar ki bu içinde küfür de dahil türlü sapıklıklara yol açar. Tüm sahabe, özellikle de hulefa-i raşidin, Ehli Beyt sevgisinde en üsttüler.

Bu arada konu ile alakalı olması hasebiyle, Emin Yıldırım’ın, talebelerine Şii kaynağı olan ve tabiatıyla ashaba sövgü ve iftira dolu “En Nechul Belağa”nın mütercimi Prof. Dr. Adnan Demircan’ın kitaplarını aldırdığını ve ara sıra ashab düşmanı Hayrettin Karaman’ı söyleşi için vakfına davet ettiğini not olarak düşelim.

Hz. Muaviye (RA) gibi büyük bir sahabeye söylenen kötü sözler elbette ki onun şanına dokunamaz, bizim de onu müdafaa maksatlı yazdığımız yazı onun şanına bir şey eklemez. Yazıdaki amacımız Müslüman gençlerimizin itikadını tavuk boğazlar gibi boğazlayan münkirlere dur demek, onları ifşa etmek ve ashabdan Hz. Muaviye’nin ne kadar büyük birisi olduğunu anlatmaktır. Aynı zamanda ona saldıranların (Şii ve Mezhepsizler) ne gibi argümanları kullandığını elimizden geldiğince göstermek ve bunları cevaplandırmaktır. Zira “Hz. Muaviye, Efendimiz’in (SAV) ashabının perdesidir. Kişi bu perdeyi araladığı zaman onun arkasındakilere (sahâbeye) sataşmaya cüret eder.” Âlim değiliz, her Müslüman gencin vermesi gereken tepkiyi vermekten öteye geçmeyen bu yazımız, umarım âlim vasfını taşıyanlarımıza da bir uyarı olur, iş işten geçmeden önlem alınır. Zira Şia taraftarları II. Bayezid döneminde Tokat’a kadar gelmişlerdi, şimdi ise İstanbul Eyüp Sultan’a kadar varmışlar.

barandergisi.net adresinden alınmıştır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu