Ali Eren

ZEHİRİ ALTUN KAPTA SUNARLAR, BAL DA ONUN SUÇ ORTAĞI…

Dedelerimiz, “Suç samur kürk de olsa kimse üstüne almaz” demişler. Zamanımızdaki bazı sözümona hocalar da öyle. Hem suç işliyor hem de işledikleri suçu kabul etmiyorlar. Madem işledikleri suçun arkasında duramayacaklar, baştan yapmasalar ya. Olmaz! İlle de yapacaklar…

Bir de diretmeleri var: Onlar istediklerini yazıp istediklerini söyleyecekler ama kimse onları tenkit etmeyecek.

Niçin?

Çünkü onlar hata yapmazlar. Onlar ne söylerler ne yazarlarsa doğrudur.

Öyle ya canım, yapsa yapsa eski âlimler hata yapar. Bunlar ise  “Lâ yüs el ammâ yef al”dirler.

İlâhî âhırzaman hocaları!..

Kendilerini böyle gördüklerine göre sözlerinin arkasında durabilseler bari.

Ne gezer! Hem yanlış yapıyor hem de sözlerinin arkasında dur(a)mıyorlar. Duramamak şöyle dursun, bir de kendilerini tenkit edenleri suçluyorlar. Aşağıda göreceksiniz, suçlamaktan öte hatta hakaret bile ediyorlar. Bu da işin tuzu biberi…

İyi ama, bir insan ortaya bir şey atarsa, itiraz edilince ya müdafaa eder veya hatasını kabul edip susar değil mi?

Hayır! Bunlarda o yok. Bunlarda varsa yoksa kendilerini tenkit edenleri suçlamak ve hakaret etmek.

Değerli okuyucular! İşte buna katmerli hata derler…

Ama gidin bu yaptıklarını bir de onlara sorun. Bunu yapmakta bile kendilerini haklı göreceklerdir.

Biz de onlara şu fıkradaki gencin söylediğini söylüyoruz:

Vaktiyle dağ başındaki bir köyde bir genç yaşarmış. Köylerinde câmi olmadığı için belli bir yaşa kadar ne minare görmüş ne ezan duymuş. Nihayet bir gün kasabaya inmiş. Kasabaya girdikleri sırada da müezzin minareye çıkmış ezan okuyormuş. Ezana ve minareye yabancı olan bu genç, sesin geldiği tarafa, müezzine doğru dönerek, “Ne bağırıyorsun! İnemeyeceğin yere çıkmasaydın” demiş.

İşte, meydanı boş zannederek ehl-i sünnet inancı hakkında devirmedikleri çam bırakmayan ve tenkit edilmeleri pek zorlarına gidip bu sefer de cıyak cıyak bağıran mâlum ilâhiyat profesörlerine biz de o gencin söylediğini söylüyoruz. Ama o genç gibi bilmeden, anlamadan değil bile bile.

Onlara diyoruz ki:

“Ne bağırıyorsun!

İnemeyeceğin yere çıkmasaydın.

Çizmeyi aşmasaydın.

Arkasında duramayacağın, müdafaa edemeyeceğin sözü söyleyip yazmasaydın.”

Şimdi sıra geldi isim vermeye:

Buyurun… Huzurlarınızda, ilâhiyat profesörü Sayın Hayrettin Karaman…

5/5/2011 tarihli “İftira kampanyası” başlıklı yazısından anlaşıldığına göre, bayağı sıkıntı içinde…

Sıkıntılı haliyle bakın neler yazmış:

“Tarihte ve günümüzde Müslümanlar en büyük zararı, kılığı, kıyafeti, cüppesi, sarığı, dışa vuran davranışları bakımından kendilerinden olan veya görünen, ama ya münafık, ya akılsız, ya cahil, ya ahlâksız insanlardan ve guruplardan gördüler.”

Bu sözlerle ne demek istediğini aşağıda anlatacağız. Ama önce bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Kurnaz profesör “Tarihte ve günümüzde” diye başlayıp “münafık, akılsız, cahil, ahlâksız” diye suçladığı insanları, “kılığı, kıyafeti, cüppesi, sarığı, dışa vuran davranışları bakımından müslümanlardan olan veya görünen“ kimseler olarak tarif ederken, onlarda “cübbe” ve “sarık” olduğunu söylüyor da “sakal”dan bahsetmiyor. Halbuki herkes biliyor ki tarihte ve günümüzde cübbeli ve sarıklı olanlar aynı zamanda sakallıdırlar. Ama Sayın Profesör sakalı es geçiyor.

Niçin?

Çünkü, kendisinin sakalı var…

Pekiii.. Onun tenkit ettiği cübbeli ve sarıklı Müslümanlar da onun yaptığının aksine  cübbe ve sarık yazmayıp da sadece sakalı yazarak, onun yukarıdaki cümlesini aynen tekrar edip şöyle deseler ne olacak:

“Tarihte ve günümüzde Müslümanlar en büyük zararı, kılığı, kıyafeti, sakalı, dışa vuran davranışları bakımından kendilerinden olan veya görünen, ama ya münafık, ya akılsız, ya cahil, ya ahlâksız insanlardan ve guruplardan gördüler.”

Evet böyle deseler, kendisinin de sakalı olan Bay Profesör ne der acaba?

Ne diyeceğini bilemeyiz ama, suçladığı kimselerin de kendisine aynı şeyi söyleme ihtimali olduğunu bilmelidir.

Sayın Profesör bazı kimseleri suçlamaya devam ediyor:

“Bir şebeke var, işleri güçleri Ehl-i sünneti istismar ederek, tekellerine alarak, kendi ölçü ve yorumlarıyla bir kısım Müslümanları dışlayarak, onlara iftira ederek, gıybet ederek, yalan yanlış isnatlarda bulunarak halkın kafalarını karıştırmak, fitne çıkarmak, tefrika peşinde koşmak.”

Allah Allah! Bir şebeke Ehl-i sünneti tekeline alıyormuş…

Eğer ehl-i sünnetten bahsetmek ehl-i sünneti tekeline almaksa bunu siz de yapıyorsunuz.

Hem Ehl-i sünneti tekeline almak kimin haddine!

Siz ehl-i sünnet oldunuz da elinizden mi aldılar?

Tekeline almak sizden arttı da başkalarına mı kaldı Sayın Profesör? Konuşmalarınızda ikide bir “Ehl-i sünnet, ehl-i sünnet” diyerek ehl-i sünneti tekeline alırcasına istismar eden siz değil misiniz?

Peygamberimiz’den 8 asır sonraya kadar duyulup bilinmediği halde, “Evvel yoğidi iş bu rivâyet yeni çıktı” kabilinden, temelini İbn-i Teymiyye’nin attığı ve M. Reşid Rıza, Abdüh, Cemâleddin Afgânî gibi masonlarla haşir neşir olan kimseler tarafından devam ettirilegelen, ucûbe bir inanç sistemi tutturmuşsunuz, adına da Ehl-i sünnet İslamı diyorsunuz.

Ehl-i sünnet istismarının dikâlâsı bu değil midir?

Kimi, kimleri ve ne yüzle suçluyorsunuz Allah aşkına?

Abdüh, M. Reşid Rıza, Cemâleddin Afgânî gibi kimselerin her biri diğerinin hocası, talebesi değil mi? Ya birinin hocası veya diğerinin talebesi mason değil mi?

Bir de çıkmış kabul edilir bir sözmüş gibi, “Abduh, siyasi amaçlarına ulaşabilmek (Mısır’da istibdadı yıkmak, sömürgecileri ülkeden atmak) için faydalı olduğuna inanan üstadının ısrarı üzerine mason derneğine girmiş, ama sonra bununla ilgisini koparmış ve talebelerini de uyarmıştır. Reşid Rıza ise hayatı boyunca asla mason olmamış, tam aksine masonluk aleyhine dört kere fetva neşretmiştir.” diyorsunuz.

Masonluğu tecil edilmiş olan bu içi başka dışı başka ikiyüzlüleri, bu cümleden olarak Abdüh’ü suçlamadığınıza göre, biri de çıkıp size şöyle bir soru sorarsa cevabınız ne olur:

Sayın Hayrettin Bey! Masonluğun İslam dışı olduğu belli. Abdüh’ü masonluğundan dolayı suçlamadığına göre, faydalı gördüğünüz bazı neticelere ulaşmak için siz de mason olmayı düşünür müsünüz?

Değerli okuyucular! Önceleri Abdüh ve Cemâleddin Afgânî gibi kimselerin mason olmadıklarını söylüyorlardı. Bu kimselerin mason ayinlerinde, mason önlükleriyle fotoğrafları ortaya çıkıp basına da intikal edince ve bunu da dünya âlem bilince bu sefer de yukarıdaki gibi tevilli izahlara başvurmaya başladılar:

Efendim, şunun için mason oldu, bunun için mason oldu, gibi…

Kendince doğru bildiği bir gayenin tahakkuku için mason olmak, kirli bir elbiseyi idrarla yıkamaktan başka ne mânâ taşır?

Sayın Profesör! Bu makûle insanları Müslümanlara sevdirmeye çalışan sizler, mecburen kabul ettiğiniz bu gerçeği dile getirirken bile onlar hakkında “Mason olmuştur” diyemiyorsunuz da “Mason derneğine girmiş” diyorsunuz. Yani bir kelimeden bile medet umacak kadar acîz duruma düşüyorsunuz.

“Cübbeli, sarıklı” diye ona buna çamur atacağınıza, “Önü mason önlüklüler” diye Abdühleri kötüleseniz ya!

Siz ey Hayrettin Karaman!

Hangi cesaret ve hangi düşünceyle ehl-i sünnet olmaktan bahsediyorsunuz?

Bi kere zinhar bu milleti hafızasını kaybetmiş insanlar olarak görmeyiniz.

Bakın sizi bir taraftan 1970’li yıllara götürürken bir taraftan da hatırlatayım:

Ehl-i sünnet, 4 mezheb üzerine kaim değil mi?

İslam âlimleri sizin de bizim de okuduğumuz eserlerinde, “Mezhebsizlik dinsizliğe giden köprüdür” demiyorlar mı?

Mason Abdüh’ün, sahiplendiğiniz ve öve öve bitiremediğiniz talebesi M. Reşid Rıza, mezhebleri ortadan kaldırmak için “Muhâveretü’l-muslih ve’l-Mukallid” isimli eseri yazmadı mı?

Bu eserde cevap verilen çanak soruların kaynağı, tek dişi kalmış canavar olan garbın / batının çirkeflik merkezi olan Paris değil mi?

Bu eser, “Mezâhibin Telfiki ve İslamın Bir Noktaya Cem’i” ismiyle tercüme edilmedi mi?

Bu eserin hazırlanmasındaki tek gaye ve tek hedef, “İslamın Bir Noktaya Cem’i / toplanması” bahanesiyle, “Mezâhibin Telfiki“ yani birleştirilmesi yani mezhebler çorbası meydana getirmek değil mi?

Bu da İslam mezhebleri arasında, dolayısıyla müslümanlar arasında bir kargaşa temin etmek, mezhebler anarşisi meydana getirmek değil mi?

Siz işte böyle bir kitabı, müslümanlar istifade etsin(!) diye “İslamda Birlik ve Fıkıh Mezhebleri” adıyla 1970’li senelerde sadeleştiren kimse değil misiniz?

Sadeleştirmeyi kâfi görmeyerek kitaba ayrıca notlar eklemediniz mi?

Alâkası olması sebebiyle bir de 1970’li senelerdeki sevgili Diyanet’imize dönelim.

Diyanet İşleri Başkanlığı, sizin “İslamda Birlik ve Fıkıh Mezhebleri” adıyla sadeleştirdiniz bu kitabı, Ankara’da Türk Tarih Kurumu Basımevi’nde 157 sayılı yayını olarak 1974’te basmadı mı?

Bu kitap, ilim çevrelerince “Mezhebleri birleştirmek adına mezhebleri ortadan kaldırmayı” hedeflediği için büyük tepki gördüğünden, satıştan kaldırılmadı mı?

Sayın Bardakoğlu’nun zamanına kadar Diyanet’in deposunda bekletilmiyor muydu?

(Ondan sonra ne olduğunu bilmiyorum. )

Bir de bu kitaba verilen isimlere bakalım:

“Mezâhibin Telfiki ve İslamın Bir Noktaya Cem’i”

Bu ne demek bu?

Mezheb imamları yani İmam-ı  Âzam, İmam Şâfiî, İmam Ahmed b. Hanbel, İmam Mâlik gibi zatlar İslam dinini parçaladılar da siz onların parçaladığı İslamı bir araya getirmek mi istiyorsunuz? Onun için mi “İslamın Bir Noktaya Cem’i” diyorsunuz?

Sayın Profesör!

“O isim bana değil tercüme edene aittir, beni bağlamaz” diyemezsiniz.

Diyemezsiniz çünkü, bu isim uygun bir isim değil idiyse, bu kitabı sadeleştirmezdiniz. Ama siz  göre göre, bile bile sadeleştirdiniz. Bu bir…

İki, sizin verdiğiniz isim de ondan farklı değil.

Siz de sadeleştirmenize “İslamda Birlik ve Fıkıh Mezhebleri” ismini verdiniz.

Peki bu ne demek? Dört mezheb imamı İslamı parçaladı da siz onların parçaladığı İslamda birlik mi meydana getirmek istiyorsunuz?

Cevabınız hayır ise ya bu yaptığınız ne?

Sayın Profesör!

Bütün dünya biliyor ki dört mezheb imamları ( İmam-ı  Âzam, İmam Şâfiî, İmam Ahmed b. Hanbel ve İmam Mâlik Hazretlerinin hepsi de) ehl-i sünnet imamlarıdır.

Ama siz almışsınız elinize kalemi veya oturmuşsunuz bilgisayarın başına, bu dört mübârek zatın ictihad ettiği -tabii ki kendiliklerinden ortaya koymak değil de- tarif ettiği meselelerle oynuyorsunuz?

Ehl-i sünnetten olmak, ehl-i sünnet imamlarının ictihadlarına itiraz etmekle mi oluyor?

Yoksa esas ehl-i sünnet olan onlar değil de siz misiniz? Yani âhırzaman ehl-i sünneti falan…

İtiraf edeyim ki ben sizden korktum. Halinize de bakmayıp şimdiki bazı Müslümanları “Ehl-i sünneti istismar ederek, tekellerine alıyorlar” diye suçladığınız gibi, dört mezheb imamlarını da “Ehl-i sünneti tekellerine almışlar” demenizden korkuyorum.

Ben korkumun sebebini yazayım da, korkumda haklı mıyım haksız mıyım okuyucular karar versinler.

Yukarıdan beri anlatmaya çalıştığım Abdüh gibi bir masonun tilmizi olan M. Reşid Rıza’nın “Muhâveretü’l-muslih ve’l-Mukallid” isimli mahut kitabının, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından satıştan kaldırılması hiç hoşunuza gitmemişti. Bundan çok rahatsız olmuştunuz. İstiyordunuz ki mason Abdüh’ün talebesinin kitabı Türkiye’de okunsun, yayılsın. Onun için hızınızı alamadınız ve bir zamanlar tercümesini sadeleştirdiğiniz bu kitabı, oturdunuz, Arapçasından kendiniz yeniden tercüme ettiniz. Adına da Gerçek İslamda Birlik dediniz.

Önsözünde de bu kitabı tercüme etmekle gaye ve hedefinizin ne olduğunu açıklıyorsunuz. Zaten biliyorduk da önsözünüzde bir defa daha okuyup gördük ki gayeniz, bu memlekette Müslümanların Abdüh gibi, M. Reşid Rıza gibi kimselerin gösterdiği yola girmesiymiş. Demek ki bu gaye tahakkuk ederse kendinizi bahtiyar hissedeceksiniz.

5/5/2011 tarihli “İftira kampanyası” başlıklı yazınızda bir yakınmanız var.  Şöyle diyorsunuz:

“Başakşehir’de bir konferans verdim, konferansın başlığına ve içeriğine dikkat buyurun lütfen: “İslamda Birlik. Peygambersiz İslam’ın olmayacağı.”

Konferans başlığına dikkat çekerek kendinizi müdafaaya çalışıyor ve “konferansın başlığına ve içeriğine dikkat buyurun lütfen“diyerek “Ben eğer beni tenkit edenlerin dediği gibi bir kimse olsaydım, hiç Peygambersiz İslam’ın olmayacağı hakkında bir konferans verir miyim?” demeye getiriyorsunuz.

Sayın Profesör, boşa yorulmayınız! Çünkü bu memlekette, size “ZEHİRİ ALTUN KAPTA SUNARLAR, BAL DA ONUN SUÇ ORTAĞI…“ diyecek çoook müslüman var.

O Müslümanlar, sadeleştirdiğiniz kitaba verdiğiniz “İslamda Birlik“ ismine kandılar mı ki konferansınızın başlığının “İslamda Birlik olmasına kansınlar!

O Müslümanlar, mezhebleri ortadan kaldırmak için hazırlanmış olan tercüme kitabınıza verdiğiniz “Gerçek İslamda Birlik“ ismine kanıyorlar mı ki konferansınızın başlığının “İslamda Birlik” olmasına kansınlar!

Tesir altına almaya çalıştığınız Müslümanlar, böyle sözlere kanacak olsalardı, talebeniz, eseriniz ve profesör yapıp da bu millete hediye ettiğiniz(!) Yaşar Nuri Öztürk’ün “Kur’an’daki İslam” kitabının ismine de kanarlardı.

Evet, konferans başlığınız güzel: “İslamda Birlik.“ Talebenizin kitabının ismi de güzel: “Kur’an’daki İslam…” Ama ne var ki bu isimler müsemmasının aynı olmadığı için Müslümanlar kanmıyor.

Yaşar Nuri ile hanginiz hanginizi taklit ediyor veya örnek alıyorsunuz bilemem. Yaşar Nuri, İslam adına kendi yanlışlarını bir arada getirdiği kitabına “Kur’an’daki İslam…” adını verirken, enteresandır siz de yakında çıkan kitabınıza ona benzer bir isim veriyorsunuz: Kur’andaki Peygamber…

Yaşar Nuri “Kur’an” kelimesini kullanarak İslamı ana kaynağından anlattığını iddia ediyor, siz de “Kur’an” kelimesini kullanarak Peygamberimiz’i ana kaynağından anlattığınızı iddiaya çalışıyorsunuz.

Allah Allah! Şu isimlere bakınız. Biri Kur’an’daki İslam, diğeri Kur’andaki Peygamber…

Bu ne benzerlik böyle Hayrettin Bey? İki fikrin de kaynağı, hedefi ve gayesi aynı da ondan mı?

Yoksa, Abdüh ve M. Reşid Rıza gibi hoca-talebe olduğunuzdan dolayı mı?..

Değerli okuyucular! Sayın Profesör, bir kısım kimselerin kendi aleyhinde şunları yaydığından rahatsız:

“…Ehl-i Sünnet düşmanı.

“Muhammedur Resulullah demeyenler de cennete girecek” diyen, yahudi ve hristiyanları cennete sokan (!).

“Enflasyon kadar faiz helaldir”, “İslam’da recm yoktur” gibi yüzlerce sapkın düşünceye sahip olan.

Diyalogçuların akıl hocası Hayrettin Karaman…

…Fethullah Gülen’in fahri başkanı olduğu “Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın” diyalog toplantılarında, “Polemik değil Diyalog” kitabında, ve “Yeni Şafak’taki” bir çok köşe yazısında Mason Abduh ve Reşid Rıza gibi Ehl-i Sünnet düşmanı sapıklara dayanarak…”

Bu cümlelerden rahatsız olan Sayın Profesör yazısına şöyle devam ediyor:

“Bu adamların akıl hocası –şebeke reisleri ondan ibaret de değil- nerede bir konuşma yapsa konuyu dolaştırıp bana getiriyor ve yukarıda bir örneği görülen iftiraları sıralıyor. Arkasından da –insanları kandırabilmek için- “Ben bunları uydurmuyorum, tamamını kendi kitaplarından naklediyorum” diyor. Kitaplarımdan ve konuşmalarımdan naklettiği doğru, ama nakli doğru değil; sözün üstünü altını kırpıyor, sözü bağlamından çıkarıyor, birden fazla manaya çekilebilecek ifadeyi kendi amacına göre yorumluyor, “Yahudi ve hristiyanları cennete sokan” gibi ifadeleri ise tamamen kendi uydurup bana isnad ediyor… Bu tahrif, saptırma ve iftiralara defalarca cevap yazdım.”

Mazlum pozuna bürünerek meseleleri bu kadar saptırmak Hayrettin Bey’e cidden yakışmıyor. En kötü iftira, iftira etmeyen kimselere “İftira ediyorlar” demektir.  Hayrettin Bey maalesef işte bunu yapıyor. Kendisine iftira ettiğini söylediği kimselerin iftira ettiklerini söyleyerek, aksine kendisi onlara iftira ediyor.

Nereden mi biliyorum?

Şundan biliyorum ki, bahsettiği “Polemik değil Diyalog” isimli kitabı ben de okudum ve o kitap şu anda önümde de ondan biliyorum.

Hayrettin Bey, “Ben öyle söylemedim” dediği sözlerin hepsini maalasef söylemiş. “Polemik değil Diyalog” isimli kitabı piyasadan kaldıramayacağına göre, “Ben öyle söylemedim” inkârını nasıl beceriyor hayret!..

Olsa olsa şöyle düşünüyor olabilir: Herkes bu kitabı alıp okuyacak değil ya. Söylemedim derim olur biter. Okumayanlar da inanır gider. Kâr kardır…

Görülüyor ki, Hayrettin Bey yanlışlarının tenkidine tahammül edemiyor. Madem öyle o zaman bu sözleri ya hiç söylemeyecekti veya söylediyse sözünün arkasında duracaktı. Yukarıdaki fıkradaki gencin söylediği gibi, inemeyeceği yere çıkmayacaktı.

Hem söyleyip hem de “Söylemedim, bana iftira ediyorlar” diye suçsuz insanlara iftira atmak yakışıyor mu kendisine. Bu, az-uz günah mı?

“Polemik değil Diyalog” isimli kitap önümde. Bu makalede, kitaptan sahife sahife nakiller yaparak Sayın Karaman’ın neler söylediğini, hatta Kur’an’a nasıl iftira ettiğini ortaya koyacaktım ama yerim kalmadı. Nasipse başka bir yazıda inşallah…

Hayrettin Bey! Siz bir “Bey”siniz. Ama acele etmeyin, bekleyin. Nasipse kendi sözlerinizi cümle cümle önünüze sereceğim. O zaman siz de göreceksiniz, herkes de görecek, Bakalım, El mi yaman Bey mi yaman…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu