Ayasofya, Kin Kapısı, Akdamar Kilisesi
Son senelerde Van’ın Akdamar Adası’ndaki Ermeni kilisesinde, Kültür Bakanlığı’nın özel izniyle müsaade edilen âyinin 5.si bu sene 7 Eylül 2014’de yapıldı.
Ayine ilk kez Fener Rum Patriği Bartholomeos da katıldı. .
Bartholomeos Türkiye’deki Ortodoksların başıdır. Bu âyine katılmaması düşünülürdü. Çünkü Ermeniler ile birbirlerini ayrı din mensubu gibi görürler. Ama katıldı.
Katıldı, çünkü her mezhepten Hıristiyanlar, şimdiki papa seçilmeden önce, aralarındaki şiddetli anlaşmazlıkları ve farklılıkları bir tarafa bırakıp Müslümanlar karşısında bir olmaya karar verdiler. Bir önceki Papa, bu birleşmeye karşı çıktığı için istifa etmeye mecbur bırakıldı.
Bu seneki âyinin sonunda bir konuşma yapanTürkiye Ermenileri Patrikhanesi Ruhani Meclis Başkanı Başpiskopos Aram Ateşyan’ın, “Gördüğünüz gibi kiliseler arası sorun yaşamıyoruz” sözü, var olan anlaşmazlığı gizleme gayretine yönelikti.
Aram Ateşyan Dinlerarası Diyalog’a atıf yaparak şöyle demiş.
“Biliyorum ki bir gün de dinlerarası, dini önderler yanyana gelip semavi dinlerin liderleri dünya barışı huzuru için dua ederiz.”
Bu söz, kimlerin Dinlerarası Diyalog peşinde olduklarını göstermesi bakımından ibretlik…
Akan bunca Müslüman kanı hakkında şimdiye kadar sesini duymadığımız Aram Ateşyan, Akdamar’da şöyle demiş:
“Bugün biliyorsunuz Suriye’de, İran’da, Irak’ta Gazze’de masum canlar öldürülüyor. Katliam yapılıyor, kanlar akıtılıyor.Bugün dualarımızı hep birlikte tüm dini önderlerimiz ve sizlerin dualarıyla sesimizi tanrıya yüceltip diyoruz ki tanrım ülkemize huzur dünyaya barışı getir.”
Ateşyan öyle söylese de onların duâlarının ne olup ne olmadığını Rabbimiz bize şöyle bildiriyor:
“Kâfirlerin duâsı, sapıklık içinde bocalamaktan başka bir şey değildir.” (Ra’d, 14)
Değerli okuyucu!
Biz senelerdir var gücümüzle, “Dinlerarası Diyalogtaki gaye dinleri birleştirmektir” diye bağırıyorduk. Bizi bu zamana kadar dinlemeyenler, Dinlerarası Diyaloğa atıf yapan Ateşyan’ın şu sözlerine bari dikkat etsinler:
“Tüm dinlerin birliği için ve dünya barışı için hep birlikte dua edelim.”
İşte takke düştü kel göründü. Hedefleri anlaşıldı: Dinler çorbası yapmak…
Yahudiliğin “YAH”ını, Hıristiyanlığın “HIRİS”ini, İslamın da “LAM”ını alsalar, al sana YAHIRİSLAM adında yeni bir din.
Böyle bir dini tarihte Ekfer “Büyük kâfir” denilen Ekber Şah yapmak istedi ama beceremedi.
***
Rabbimiz Maide Sûresinin 51. âyetinde bizleri şöyle uyarıyor:
“Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları kendinize dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdır.”
Nitekim Yahudi ve Hıristiyanlar birbirlerini kollamakta ve Müslümanlara karşı düşmanlıklarını her zemin ve zamanda ortaya koymaktadırlar. Yıllardır Siyonist İsrail’in Filistin’de Müslümanları katlettiğini görmeyen, Irakta ve Suriye de her gün insanların katledilmesine seyirci kalanlar bunlar değil mi?
Dünyadaki birçok İslam ülkesinde kan ve gözyaşının sebebi olanların Yahudi ve Hıristiyanlar olduğunu nasıl unuturuz!..
Ermenistan’da camileri ahır olarak kullananlar…
Gazze’de ki mâsumları öldürüp, camileri bombalayanlar…
Doğu Türkistan da Müslümanlarının ibâdetlerini yasaklayanlar…
Avrupa’daki Müslümanları fişleyenler, Yahudi-Hıristiyan işbirliği gücüdür.
***
Akdamar’daki âyinin ilki 2010’de yapılmıştı. O sene Akdamar’a sözde âyin için gelen Ermeniler, gösteri sırasında Ermenistan bayrağı açmışlardı.
Bunun üzerinden bir kıyaslama yapalım:
Farzedelim ki Ayasofya’da sadece bayram namazı kılınmasına izin çıktı. Yine farzedelim ki namaza gelenlerden birisi Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlüllah yazılı bir bayrak açtı…
Bu durumda ne olacağı belli değil midir?
Yer yerinden oynar.
Çünkü lâiklik elden gitmiştir.
Bu haber aylarca gazete sütunlarını ve televizyon ekranlarını işgal eder.
Cezaevleri doluluktan çatlayacak hale gelir.
Daha neler olabileceğini varın siz düşünün…
Peki, Türkiye sınırları içindeki Akdamar kilisesinde Ermenistan bayrağı açıldığında bunların hiç biri oldu mu?
Genel bir tepki olduğunu hatırlayanınız var mı?
Gazete ve televizyonlar hadisenin üzerinde durup galeyana geldiler mi?
Hayır…
Peki Türkiye sınırları içinde Ermenistan bayrağı açılması az bir şey mi?
Sizlere, Akdamar kilisesinin açılışıyla ilgili küçük bir haber arzedeyim:
“Van’da Akdamar Anıt Müzesi’nin açılışını protesto etmek isteyen ve aralarında Türk Kamu-Sen, Türk Eğitim-Sen ile Türk Sağlık-Sen Şube başkanlarının bulunduğu 5 kişi, gözaltına alındı.
Emniyet Müdürlüğü ekipleri tarafından gözaltına alınan 5 kişi, Gevaş Emniyet Amirliğine getirildi. Soruşturma sürdürülüyor.”
Yorumunu siz yapın.
***
Akdamar kilisesi, devlet kesesinden büyük masraflar yapılarak tamir edilip önce anıt müze olarak açılıp, arkasından senede bir defa âyin yapmaları için ermenilerin hizmetine verildi. Yazar Taha Akyol, bu açılıştan “Hayırlı olsun” diye bahsediyordu.
Akdamar kilisesinde, 20 Mayıs 2005 tarihinde başlatılan restorasyon çalışmaları 21 Temmuz 2006’da tamamlandı. 2005-2007 döneminde Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı öncülüğünde, Türkiye Ermenileri ve komşu Ermenistan ile ilişkilerin geliştirilmesine yönelik bir adım olarak, 1.5 milyon dolar harcanarak restore edildi.
4 milyon liraya mal olan tarihi kilisenin âyine açılması ve haç takılıp-takılmaması tartışma konusu oldu. Haç takılmasını isteyenlerin Türk tarafı olmadığını söylemeye lüzum olmasa gerek.
Görüşmelerin ardından ne mi oldu?
Haç takılmasını isteyen tarafın isteği kabul edilip sözde “Anıt Müze” olarak açılan kiliseye haç takıldı.
Dedik ya, kilise 29 Mart 2007 tarihinde uluslararası törenle aslında “Anıt Müze” olarak açıldı.Buna rağmen, daha sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından, Ermeniler’in yılda 1 kez ayin yapmasına izin verilmekle, Anıt Müze olarak değil aslında kilise olarak açıldığı da ortaya çıkmış oldu.
Nitekim açılıştan 3 senelik bir unutturma süresinden sonra, 19 Eylül 2010 tarihinde Aram Ateşyan yönetiminde ilk olarak bir ayin düzenlendi. Bu, 95 yıl aradan sonra burada düzenlenen ilk ayindir.
Âyin yapılmasına Türkiye yönetiminden izin verilmese, âyin yapılması mümkün mü?
***
Değerli okuyucular!
Mesele âyin yapıldığı değil. Bize ne? Varsın yapsınlar. Bizi ilgilendirmez.
Yapılan masrafları unutursak, bizi Akdamar kilisesi de ilgilendirmez.
Masraflara gelince… Onu da isteyen tenkit eder, isteyen de tasvip. Bu da herkesin anlayışına kalmış.
Ama her sene Akdamar kilisesinde Ermeniler özel izinle ve korumalar yardımıyla âyin yaptıkça, çok zorumuza gidiyor. Müslümanlar olarak boynumuz bükülmekte, üzüntü içinde üzüntü yaşamaktayız.
Zira onlar Akdamar kilisesinde âyin yaparken, biz Ayasofya’da namaz kılamıyoruz.
Onun için, eskiden üzüntümüz bir idi, 5 seneden beri iki kat oldu.
Çünkü:
Eskiden onlar da Akdamar’da âyin yapamıyordu biz de Ayasofya’da namaz kılamıyorduk. Ama şimdi onlara izin var, bize yok.
Peki niye?
Kıskandığımızdan “Madem biz Ayasofya’da namaz kılamıyoruz, öyleyse onlar da âyin yapamamalılar” demiyoruz. Ama ortada bir dengesizlik var, onu söylemek istiyoruz.
Şöyle ki:
Bir annenin öz evladı ile üvey evladı arasında ayırım yaptığı gibi, % 99’u Müslüman dediğimiz Türkiye’de Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında niçin ayırım yapılıyor diyoruz.
Akdamar kilisesi ve diğer kiliseler teker teker tamir ettirilip âyine açılırken, Ayasofya hâlâ ibâdete kapalı. Açılması için de gerçekleşmesi mümkün olmayan şartlar isteniyor.
Şu işe bakın ki, Akdamar’da da Ayasofya’da da sıkı güvenlik önlemleri alınıyor. Ama biri rahatça âyin yapılabilmesi için, diğeri namaz kılınmaması için…
Hani devlet her inanç mensuplarına eşit muamele edecekti?
Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan, 11 Temmuz 2002’de Of’ta yaptığı ve Mehmet Atalay imzasıyla 12 Temmuz 2002 tarihli Yeni Şafak’ta haber olan konuşmasında şöyle diyordu:
“Türkiye’de 30’a yakın etnik grup ve 4 hak dine mensup herkesi tıpkı Yunus, Mevlana kültüründe olduğu gibi ‘hepimiz birimiz, birimiz hepimiz’ anlayışı ile seviyoruz, kucaklıyoruz.”
Eğer ”hepimiz birimiz, birimiz hepimiz” isek, Hıristiyanlara Akdamar kilisesi üzerinden tanınan hakların Müslümanlara da Ayasofya üzerinden verilmesi gerekmez mi?
Öyleyse soralım:
Bu hak verilmiyorsa, bu bir haksızlık mıdır değil midir?
4 hak dinmeselesi üzerinde ise hiç durmaya lüzum yok. Çünkü herkes bilir ve inanır ki, Allah birdir, hak din de dört değil birdir.
***
Şu noktayı da arzetmek isterim.
Hiçbir kimsenin yaşamadığı Van’ın Akdamar adasındaki kilisenin tamir edilip ibâdete açılmasını eskiden beri isteyen, kendisi Vanlı olan Gaziantep milletvekili Sayın Hüseyin Çelik’tir.
Bilenler bilir, Ermeniler Türkiye aleyhinde, Türkiye’yi kötüleyen Ararat diye bir film yapmışlardı. Sayın Çelik’e göre, biz Akdamar adasındaki kiliseyi tamir ettirirsek, bu, Ermenilere karşı bir jest olurmuş ve Hıristiyan Avrupa kamuoyu bizim lehimize dönermiş.
Sanki bütün Avrupa gözlerine bir dürbün dayamış, “Acaba Türkler Akdamar kilisesini tamir ettirecek mi? diye bizi gözetliyorlar. Biz tamir edince de, sanki “Yahu Türkler meğer iyi insanlarmış. Baksanıza kilise tamir ettiler” deyiverecek ve hep birden lehimize dönüverecekler.
Buna kargalar bile güler değerli okuyucular.
Nitekim işte tamir ettirdik ve orada özel izinle sıkı korumalar altında âyin yaptırıyoruz.
Ne oldu? Ne değişti?
Bütün Avrupa, bütün Hıristiyan âlemi lehimize mi döndü?
Var mı bizim hakkımızdaki düşmanca tavırlarında bir değişiklik?
KİN KAPISI
Osmanlı İmparatorluğu’na yapılan Mora İsyanı’nın plânlayıcısı olan, devrin Rum Patriği Gregorius’un, Rus Çarı Alexandr’a gönderdiği ihanet mektubu ele geçirilince, bu hain, Fener Patrikhanesi’nin kapısında asılmak suretiyle idam edildi.
Sene 1821. Padişah II. Mahmut. İhanet Mektubu’nun ve Mora’nın İsyanı’na ilişkin belgelerin bulunması üzerine yapılan duruşma sonucunda, suçlu bulunarak patrikhanenin orta kapısı önünde asılarak idam edildi.
Patrik Gregorius’tan sonra gizlice toplanan patrikhane yönetimi, aynı yerde bir Türk devlet veya din adamı asılana kadar, kapının kapalı tutulmasına karar verdi.
Bu kapı halen kapalıdır. Günümüzde, Rum Ortodoks Patrikleri, Patrikhane’ye başka kapıdan girip çıkmaktadır.
Eğer soracak gücümüz varsa, Akdamar’daki âyine katılan Bartholomeos’a, bu kapının niçin hâlâ kapalı tutulup açılmadığı sorulmalıdır.
Eğer bir sebebi yoksa buyursun açsın.
Veya Akdamar kilisesini âyine açanlar, kin kapısını da açtırsınlar.
Öyle değil mi?
***
Esas meseleye gelelim.
Ayasofya’nın ibâdete açılmasını milletçe candan ve şiddetle istememize rağmen bir türlü gerçekleşmiyor. Onun içindir ki, senelerimiz hüzünlü ve üzüntülü geçiyor.
Babalarımız bu beklentiyle yaşadı ve bu üzüntü içinde öldüler. Onun için öbür âleme gözleri açık gitti.
Biz bu dünyadan gözümüz açık gitmek istemiyoruz.
Ayasofya konusunda bizim üzülmemiz bir tarafa, hiç şüphesiz bizden daha çok atamız Fâtih Sultan Mehmed Han üzülüyor. Üzülmek ne kelime, kabrinde dilhûn oluyor.
***
Kiliselerin millet parasıyla restore ettirilip teker teker âyine açılması da, Ayasofya’nın ibâdete açılmamasının verdiği üzüntüden başka, ayrı bir üzüntü sebebi. Bu da üzüntümüzün üzerine tuz biber ekiyor.
Fâtih Kostantîniyye’yi fethetmiş, bu güzel şehirde Hıristiyanlık mağlûp olmuş, İslamın bayrağı dalgalanmaya başlamıştı. Harp hukukuna uygun olarak da Fâtih’in emriyle Ayasofya kiliselikten câmiye çevrilmişti.
Asırlarca sonra, “Burada, hak-bâtıl, doğru-yanlış hiçbir dinî faaliyet yapılamaz” denircesine, Ayasofya câmilikten çıkarılıp, bir oldu bittiye getirilerek müze yapılıvermesi kabul edilebilir bir şey mi?..
FATİH’İN BEDDUASI
Yine harp hukukuna göre Ayasofya’nın sahibi olan Fatih Sultan Mehmed’in, bu mâbed hakkında bir vakfiyesi var. O vakfiyede şöyle deniliyor:
“…Kim ki bâtıl (asılsız) gerekçelerle bu vakfın şartlarından birini değiştirirse ve iptali için gayret gösterirse, vakfın ortadan kalkmasına veya maksat ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kastederse, Allah’ın meleklerin ve bütün insanların lâneti üzerlerine olsun.
Ebediyyen Cehennem’de kalsınlar. Onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebediyen merhamet olunmasın.”
Bu bedduâya rağmen, câmi olarak vakfedilen Ayasofya 1935’de câmilikten çıkarılıp müze yapıldı. Müze yapanlar şimdi hayatta değiller. Onlar toprak altında bu bedduâdan hisselerine düşen azabı çekedursunlar, toprak üstündeki Müslümanlar Ayasofya’nın tekrar câmi olmasını istemeye devam ediyorlar.
Müslümanların bu isteğine karşı, yönetimde olanlar da ne açıkça “Açıyoruz” diyor, ne de “Açmıyoruz, açmayacağız” diyorlar. Bu konuda 80 senedir oyalanan ve oyalanmaya alışmış olan Müslümanlara şöyle deniliyor:
“İlk önce Sultanahmed Câmii’ni doldurun, ondan sonra Ayasofya’yı ele alabiliriz.”
Kalabalıklar bu sözle tekrar taze bir ümide kapıladursunlar, aynı kalabalıktan birçokları, “Haklı kardeşim! Biz doğru dürüst câmilere, cemaate gitmiyoruz. Daha Sultanahmed’i bile dolduramıyoruz!” diyerek yine kendilerini suçluyorlar.
Meseleye daha gerçekçi bir mantıkla bakan birçok Müslüman ise şöyle diyor:
“Sultanahmed Câmii’ni doldurun deniliyor ama, hangi namazda doldurmalıyız?
Beş vakit namazda mı, Cuma ve bayram namazlarında mı?
Eğer 5 vakit namazda dolması bekleniyorsa, bu asla mümkün değil.
Çünkü:
Sultanahmed Câmii vakit namazlarında 5 vakit namazında eksiklik yapmayan Osmanlılar zamanında bile dolmuyordu. O zamandan bu zamana nüfus bir hayli artmasına rağmen, 5 vakit namazda bu zamanda da dolmuyor, kıyamete kadar da dolmaz.
Bu durumda, Ayasofya kıyamete kadar ibâdete açılmayacak mı?
Yok eğer Cuma ve bayram namazlarında dolması bekleniyorsa, Sultanahmed Câmii Cuma namazlarında da bayram namazlarında da zaten doluyor…
Öyleyse beklenen ve istenen nedir?
Ezcümle, milletin isteği Ayasofya’nın ibâdete açılması şeklindedir, yöneticiler de bu isteği yerine getirmek durumunadırlar.
Öyleyse niçin bir türlü açılmıyor?
Bir engel mi var?
Varsa ne?
Yoksa Ayasofya’da ibâdet yasağı niçin devam ediyor?
***
Ayasofya’nın ibâdete açılması için Sultanahmed’in doldurulması isteniyorsa o zaman ortaya şöyle bir soru çıkar:
Malumunuz, Çamlıca’ya büyük bir câmi yapılıyor.
Bu yeni yapılan câmi, o civardaki câmiler ve Çamlıca tepesindeki mescid dolduğu için mi yapılıyor?
Tabii ki hayır.
Her semtte olduğu gibi, o civardaki câmi ve mescidlerde de rahatça namaz kılınacak yer her zaman var.
Haaa!… Demek ki mesele câmilerin dolup dolmaması değil.
Eğer öyle olsaydı, Çamlıca tepesine o kadar büyük bir câmi yapılmasına lüzum yoktu.
Bir de şu var. Bu câmi yapılıp bittikten sonra cemaatinin az olduğunu görürsek, câmiyi o kadar büyük yaptığımıza pişman mı olacağız?
Şu halde, Ayasofya’nın ibâdete açılması için Sultanahmed’in dolmasına lüzum yok…
Sultan Ahmed Han’ın, Sultanahmed Câmii’ni niçin yaptırdığını biliyor muyuz?
Cemaat taşıp, Ayasofya cemaate kâfi gelmediği için mi yaptırmıştı?
Hayır!
Bunları bilmemiz lâzım değerli okuyucular.
***
Bir de, Ayasofya’nın ibâdete açılması için Sultanahmed Câmii’nin dolmasını beklemek, meseleyi bildiği halde tecâhül-i ârifan yapıp bilmezlikten gelmek olmaz mı?
Çünkü:
Dünya âlem biliyor ki, Ayasofya’nın ibâdete açılmasını isteyenler, namaz kılmak için etrafta câmi bulamadıklarından dolayı istiyor değiller.
Bi kere Hazreti Fâtih de Ayasofya da birer semboldürler. İstanbul’un fethinin sembolü.
Sultan Mehmed İstanbul’un “Fâtih”i olarak, Ayasofya da “Câmi” olarak birer semboldürler.
Eğer İstanbul bizimse ve bu güzel şehri bize Fâtih armağan ettiyse, onun fetihle beraber bize câmi olarak hediye bıraktığı Ayasofya, sahibi olan Fâtih’in vasiyeti gereği câmi olmalıdır.
Câmi olmalıdır ki, Ayasofya’nın bizim olduğunu bilelim.
İstanbul’un fethedildiğini bilelim.
Fethin devam ettiğini bilelim.
Ayasofya’nın ibâdete açılamadığı İstanbul, bizim İstanbulumuz mudur?
O şehir İslambol mudur?
Yoksa İsyanbol mudur?