İbni Teymiyye ve Vehhâbîler
İbni Teymiyye’nin ihdas ettiği ehli sünnete ters düşen nice meseleler var ki, Asrı Saaadet’ten sonra 8 asır boyunca kimse bu meseleleri ortaya atmamıştır. Îbni Teymiyye, bu aykırı tavrıyla sadece bir mezhebi hedef almamış ehli sünnetin tamamına ters düşmüştür. Ters düştü demek bile meseleyi hafife almak olur. Çünkü o, ters düşmek şöyle dursun, Eş’arî ve Mâtüridî itikâdına sahip bütün müslümanları sapıklar zümresi olarak kabul etmiştir. O, Ehl-i sünnet itikadına sahip olan müslümanların icmâ halinde kabul ettiği meseleleri sapıklık kabul ederek, en ileri sapıklık derecesine kendisi ulaşmıştır.
Öyle ki, Ebü’l-Hasen’il-Eş’arî gibi bir zatı mutlak bir sapık sayarak onun mezhebine uyan İmamül Harameyn gibi, Tefsir-i Kebir sahibi Fahrettin Râzî gibi, kâfir-müslüman sayısız kimselerin ilmi karşısında baş eğdiği ve ayran olduğu İmam Gazâlî gibi, ilimde önder oldukları herkes tarafından kabul edilmiş yüksek değer sahipi nice âlimleri de sapık saymıştır.
Şâfiî ve Mâlikîlerin itikadda imamları olan Ebü’l-Hasen’l-Eş’arî Hazretleri sadece bu iki mezheb mensuplarının değil, bütün müslümanların itikad imamı sayılır. Çünkü, itikadda iki mezheb olan Eş’arîlik ve Mâtüridîlik bütün ehli sünnetin mezhebidir. Çünkü bu iki mezheb, esası teşkil eden meselelerde birbiriyle ters düşmemiş ve biri diğerini sapık saymamıştır. Onun içindir ki, bu iki büyük guruptan birini sapık kabul etmek, bütün müslümanları sapık kabul etmek demektir ki İbni Teymiyye’nin yaptığı işte bundan ibârettir. Ona uyanlar da onunla aynı derekededirler.
Ibni Teymiyye sadece itikad imamlarına dil uzatmamış, kendisini Asr-ı Saâdet’den kendi zamanına kadar gelip geçen bu ümmetin tamamının imamı gibi görmüş ve bu ümmetin zihninde mûtenâ bir makama sahip olan sofi, âbid-zâhid ve velileri tekfîre kadar gitmiştir.
İslam âlimlerine hakaret nazarıyla bakmakta bir mahzur görmezken kendisini de Allah Resûlü’nün sözlerini ve sâlihlerin hayat tarzını en iyi anlayan kişi olarak görmüştür.
İbni Teymiyye’nin en çok aleyhinde bulunduğu âlimler, ilim ve amelde en ileri olan âlimlerdir. Hangi imam daha çok şöhrete, ilim ve amele sahip, tahkik ve tetkiki geniş ve ümmetin ekseriyeti tarafından biliniyor ve üstünlüğü kabul ediliyorsa, İbni Teymiyye ona daha çok düşman olmuş, ona daha çok saldırmış, maalesef o zat İbni Teymiyye’nin en acı tenkidine maruz kalmaktan kurtulamamıştır.
Ne var ki, her şeyin bir alıcısı olacağından bu tînette bulunan bir kişinin peşinden gidenler de elbette bulunacaktır ve olmuştur.
İstiğâseye itiraz edenler ve kâinatın efendisi olan sevgili Peygamberimiz’in kabrini ziyaret için yolculuk yapmanın câiz olmadığını söyleyenler, onun avanesi içinde yer alan kimselerdir.
Âyet ve hadislerle teşvik edildiği halde, Peygamberimiz’in nurlu kabrini ziyaret için yolculuk yapmanın câiz olmadığını ve tevhidi zedeleyeceğini söylemek, bâtıl bir iddiadır ve bu iddiada bulunmak en hafif tabiriyle ahmaklık ve nasipsizliktir.
İslam âleminin tamamı Peygamberimiz’in kabrini ziyaret etmekte ve bunu meşrû görmektedir. Onun için, Peygamberimiz’in kabrini ziyaret için yolculuk yapmanın câiz olmadığını söyleyenler, -bütün müslümanlar Peygamberimiz’in kabrini ziyarat ettiği için- mecbûren Peygamberimiz’in kabrini ziyaretin câiz olmadığını söyleyemiyorlarsa da bir hadisi şerife dayanarak diğer İslam büyüklerinin kabirlerini ziyaret etmenin câiz olmadığını söylemektedirler.
Ahmaklık ve nasipsizlikte ileri giden bu kimselerin delil getirdikleri hadisi şerif şudur:
“Benim kabrimi bayram yeri (gibi) yapmayın”.
Oysa bu hadisi şerif ne Peygamberimiz’in ne de diğer İslam büyüklerinin kabirlerini ziyaret etmeyi yasaklamaktadır.
Peygamberimiz’in kabrini ziyaret meşrû olmasaydı, Peygamberimiz açıkça “Benim kabrimi ziyaret etmeyiniz” buyururdu.
Görüldüğü gibi, hadisi şerifte böyle bir ifade ve yasaklama yoktur. Bu hadisi şerif ziyaretin kendisini değil, orada meşrû olmayan şekilde hareket etmeyi yasaklamaktadır. Müslümanlar içinde ise, Peygamberimiz’in kabrini bayram yeri gibi gören, orada gülüp oynayan yoktur. Aksine orada göz yaşları sel olmaktadır.
Yahudi ve hıristiyanlar peygamberlerinin kabirlerini ziyaret için toplanırlar, orada çalgı çalar oyun oynarlardı. İslamda yasak olan işte budur. Türkiye’de de günümüzde, ehli sünnet dışı bazı kimselerin, türbelerde saz-caz gibi çeşitli çalgılar çalıp islamda olmadığı halde kendi kendilerine göre uydurdukları şekilde eğlendikleri bir gerçektir. İşte yasak olan bu çeşit hareketlerdir.
Bahsimize konu olan kabir ziyareti yasakçıları ise, aşırı tepki alacaklarını bildikleri için Peygamberimiz’in kabrini ziyaret hakkında bir şey söyleyemiyorlarsa da, diğer zatların kabirlerinin ziyaret edilmesi hakkında müslümanları çok ağır şekilde suçlamaktadırlar.
Maamafih, memleketimizde türbe ziyareti yaygın olduğundan o hususta da açık konuşmuyorlar. Kelimeleri eğip bükerek ve kırk dereden su getirerek İslam büyüklerinin kabirlerini ziyaret etmenin küfür ve şirk olduğunu bazan açık bazan kapalı olarak söylüyorlar.
Oysa küfre sebep olan hareket kabirleri secdegâh edinmek, onlara ibâdet etmek, bir takım şekil ve sûretler edinip oralara dikmektir. Bunların hükmü başka, kabirlerdeki zatlara selam vermenin ve duâ okumanın hükmü başkadır.
Evet İslam büyükleri -hâşâ- Peygamberimiz’in kabrini bayram yeri yapmamışlardır ama, son derece hürmeti de terk etmemişlerdir. Ziyaret yasakçıları, o büyüklerimizin bu hassas tavırlarını anlamaktan gerçi fersah fersah uzaktırlar ama hatırlatalım ki, onlar ziyaret için Peygamberimiz’in kabrine adeta sürünerek gelmişler, ziyaretlerini de son derece ebeple yerine getirmişlerdir.
Câferi Sadık Hazretleri (kuddise sirruh) Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in kabri şerifini ziyaret etmiş hatta bir noktayı işaret ederek “Resûli Ekrem’in başı buradadır” buyurmuştur. Bu bir keramettir ve onun bu tavrı işte anlatmaya çalıştığımız malumları çıldırtacak cinstendir.
Peygamberimiz’in kabirlerini ziyaret kitap, sünnet ve icmâ ile câiz ve meşrûdur.
Kitaptan bir misal verelim Âyeti kerîmedu buyuruluyor ki:
“Onlar kendilerine zulmettikleri vakit sana gelipte Allah’tan mağfiret dileselerdi, onlara (sen) peygamber de mağfiret isteyiverseydi(n), elbette Allah’ı tevbeleri hakkıyla kabul edici çok esirgeyici bulacaklardı.” (Nisâ 64)
Bu âyette, ümmetinin ona gelmesine ve huzurunda mağfiret dilemesine ve onun da kendileri için istiğfarda bulunmasına teşvik vardır.
Bu âyette ziyaret için yapılan teşvikin, Peygamberimiz’in sadece hayatıyla ilgili olduğunu söylemek yanlış ve eksik olur. Zira bu teşvik vefatından sonra da hatta kıyamete kadar geçerlidir. Çünkü peygamberler maddeten ölmüş olsalar da kabirlerinde mânevî bir hayatla diridirler. Peygamberleri bırakın, peygamberlerin tebliğ ettiği yolda yani din yolunda ölen ve öldürülenlerin bile ölü olmadıkları, onlar hakkında ölüdürler denilmemesi icap ettiği, onların bizim anlayamayacağımız bir şekilde diri oldukları, hatta rableri indinde rızıklandıkları bizzat âyeti kerime ile sabittir. (Bakara 154, Âli İmran 168)
Allah yolunda öldürülenler diri olurlarsa, peygamberler haydi haydiye diridirler. Çünkü, makamı çok yüksek olmakla beraber hiç bir şehidin makamı bir peygamberin makamına erişemez.
Mâlumdur ki bütün peygamberler ve tabii ki son peygamber de mânevî bir hayatla diridir. Diri olduğuna göre, onun mübarek kabirlerini ziyaret eden aynen onu hayattayken ziyaret etmiş gibidir. Kabrini ziyaret hayattayken ziyaret gibi olunca da, âyetin haber verdiğine göre onun huzurunda affını istemek, affa kavuşmaya sebep olacaktır.
Yukarıda meâlini okuduğumuz âyette bildirildiğine göre, Peygamberimiz, kendisini ziyarete gelenler hakkında mağfiret dilerse, Allah onların tevbelerini kabul buyurur.
Bu müjde ilk nazarda Hazreti Rasûlüllah’ın sadece hayatına ait gibi görünüyorsa da acaba öyle midir? Yoksa vefatından sonra onu ziyaret edenler de aynı müjdeye kavuşurlar mı? Bu hususta bir izah bir açıklama var mı?
Bu hususta Peygamberimiz’in bizzat kendi ifadeleri var.. Peygamberimiz, (s.a.v.) Dâre Kutnî’nin rivayet ettiği bir hadisi şerifte buyuruyorlar ki:
“Kim vefatımdan sonra beni ziyaret ederse, hayatımda ziyaret etmiş gibidir.”
Öyleyse, Peygamberimiz’i şimdi ziyaret etmek de af ve mağfirete sebep olacaktır.
Ziyaretin kitaptan yani Kur’an-ı Kerim’den delilini yukarıda verdik, Sünnetten delili ise bu husustaki sayısız hadis-i şerifler olup bu hadis de onlardan biridir.
İcmâya gelince.
Peygamberimiz’in kabrini ziyaret etmenin meşrû olduğunda müslümanların icmâ’ı vardır. Icmâ da dinde kesin delillerdendir.
Şimdi gelelim bahs-i diğere…
Peygamberler, Allah’ın izniyle diğer insanların yapamayacakları bazı hârikülâde şeyler gösterirler ki biz buna mûcize diyoruz. Peygamberlere tabi olup onun şeriatına samimiyetle bağlanan Allah dostlarında da mûcize gibi diğer insanların yapamayacakları bazı haller görülür. Hepimizin bildiği gibi buna da keramet deniliyor.
Kerametler, ümmeti olduğu peygambere olan bağlılığın bir neticesi olduğu için, bir velide görülen kerâmet, o velinin bağlı olduğu peygamberin mûcizesi sayılır.
Bu bir…
Iki… Peygamberimiz, “Âlimler peygamberlerin vârisleridir” buyurmuşlardır.
Fakat acaba her âlim peygamber varisi midir? Elbette hayır. Çünkü peygamberler ümmetlerine bir ilim bırakırlar. Fakat bu ilim nurdan uzak kuru bir kelime ilmi değildir. O ilimle beraber nur da vardır. Yani peygamberlerin bıraktıkları iki şeydir: İlim ve nur. Dolayısıyla, nursuz sadece kuru kelime ilmine sahip olan âlimler peygamber vârisi değildirler, olamazlar…
Âlim denilen bir âlimin peygamber vârisi sayılabilmesi için, hem ilme hem nura sahip olması lâzimdır. O nura sahip olanlardır ki, peygamber vârisidirler ve kendilerinden çeşitli kerâmetler zuhur eder.
Şimdi yukarıdaki iki meseleyi yani keramet ehli olmakla nur ehli olmayı birleştirmeye çalışalım:
Bir velide görülen kerâmet onun bağlı olduğu peygamberin mûcizesi sayılır demiştik. Yani bir kimsede kerâmet varsa, bağlı olduğu peygambere iyi bir bağlılığı var demektir. Geriye kaldı nur…
Eğer bir kimse ilim sahibi olmakla beraber nur ehli ise, nura bağlı ve sahipse o zaman mesele yok demektir. İşte anlatmaya çalıştığımız ve peygamber vârisi olan âlimler böyle kimselerdir.
Peygamberimiz’in, “Âlimler peygamberlerin vârisleridir” buyurduğu âlimler bunlardır.
Aksini iddia mümkün de değildir, doğru da değildir, kabul de edilemez.
Zaten, nurdan mahrum olup sadece ilim sahibi olan bir kimsenin peygamber vârisi olduğunu iddia etmek, salim akıldan uzak olmak demektir ki normal bir insanın böyle bir iddida bulunmayacağı açıktır.
Şunu demek istiyoruz ki, peygamberlerin kabirlerini ziyaret câiz ve faydalı olduğu gibi peygamber vârisi olan âlimlerin kabirlerini ziyaret etmek de câiz ve meşrûdur. Hatta sadece câiz ve meşrû değil, bu ziyârette bulunanların mânevî kazançlara kavuşacakları da izahtan vârestedir.
Bir kimse velâyet/velilik makamına ermişse, o bir Allah dostudur. Zaten veli dost demektir. Allah’ın indinde de tabii ki dostlarının bir değer ve derecesi vardır. Dolayısıyla. bir kimse, dostluk makamına erişmiş olan bir zatın kabrini ziyaret etmişse, elbette ki bunu Allah rızası için yapmıştır.
Allah dostu olan ve bu dostluk halini muhafaza ederek vefat eden kimse de elbette Allah yolunda olarak vefat etmiş olur. Yukarıda meâlini verdiğimiz âyeti kerimede, Kur’an-ı Kerim “Allah yolunda ölenlere ölü denilmeyeceğini” beyan buyuruyor. Demek ki, bir velinin kabrini ziyaret eden kimse, Allah yolunda ölen ve Peygamber varisi olan bir zatı ziyaret etmiş olmaktadır…