Ali Eren

Ehl-I Sünnet Ve’l-Cemaat…

Sünnet, metod, yol, takip edilen iz ve çağır demek. Hazreti Resûlüllah’ın sünnetine bağlı olup ashabın metodunu benimseyen müslümanlar kitap ve sünnet/Kur’an ve hadis üzerinde birleşmiş, ihtilaflı meselelerde aklı değil kitap ve sünneti kaynak kabul etmişlerdir. Işte Resûlüllah’ın sünnetine uyanlara Ehl-i sünnet, bu hususta sahabîlerin metodunu  takip edenlere Ehl-i cemaat, ikisine birden de Ehl-i sünnet ve’l-cemaat denildi.

Resûlüllah’ın sünnetini tatbikte sahâbîlerin metodunu esas alan ehl-i sünnetin ölçüsü akıl değil dâima kitap ve sünnet yani Kur’an ve hadis olmuştur.

Islam dininde sünnet Resûlüllah’ın dini yaşama şeklinin adıdır. Onun için sünneti kabul ve ona bağlılık İslâmî bir mecbûriyettir. Sünnetle dalga geçmek, mühimsememek veya hafife almak insanı dinden çıkarır.

Tarihteki bütün gizli hıyanet şebekeleri, “Kur’an bize yeter” diyerek Resûlüllah’ın nurlu yolunu/sünnetini devre dışı bırakmak için uğraşıp durdular.

Peygambirimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) mûcize bir haber olarak bunu ümmetine şöyle haber vermişti:

“Tok karınlı, koltuğuna yaslanıp size “Kur’an yeterlidir. Kur’an neyi helal kılmışsa onu helal bilin, neyi haram kılmışsa onu da haram bilin” diyen adamların çıkması yakındır. Haberiniz  olsun, dikkatli olun. Bana Kur’an ile birlikte (hüküm bakımından) onun bir benzeri (sünnet) verildi. (Ebû Davud, sünne 6, Ahmed bin Hanbel  IV, 131)

Imran bin Husayn (r.a.) “Bize Kur’an yeterlidir, sünnete lüzum yoktur” diyen bir adama şöyle der:

“Ahmak herif! Sen Kur’an’da öğle namazının dört rek’at olduğunu, kıraatın gizli okunacağının hükmünü bulabilir misin? Kur’an bir çok şeyleri kapalı bırakmış, onları sünnet açıklamıştır.”

Abdullah ibn Mes’ud Hazretleri, “Allah’ın, yaratılış şeklini değiştirenlere lânet ettiğini” söylemiş, bir kadın da “Bunlar Kur’an’da var mı?” diye sormuştu. Abdullah ibn Mes’ud da “Var tabi. Sen şu âyeti okumuyor musun?” diyerek, Haşr sûresinin şu mânâya gelen 7. âyetini hatırlatmıştır:

“Resûlüllah size neyi emrederse onu alın/yerine getirin, neyi yasaklarsa ondan kaçının.”

Islamda aslolan sahâbîleri örnek almaktır. Resûlüllah, (s.a.v.) ashabı hakkında “Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz” buyurmuştur. Ayrıca şu emri vermiştir:

“Size düşen benim sünnetime ve doğru yola erdirilmiş halifelerimin sünnetine (yoluna) uymaktır.”

Sevgili resûlümüz, “Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Bunlardan bir topluluk hariç hepsi cehennemliktir” haberini vermiş, o topluluğun kimler olduğu sorulunca da “Benim ve ashabımın yolunda olanlardır” buyurmuştur. Ehl-i sünnet işte bu tarife uyan topluluktur.

***

Ehl-i sünnet ve’l-cemaat diyoruz. Islam tarihinde cemaat kelimesi ilk defa Hazreti Hasan’ın hilafeti Hazreti Muaviye’ye devrettiği zaman oldu, o seneye “Senetü’l-cemâa/ birlik yılı” dendi.

Ehl-i sünnet tabirini ilk defa Muhammed b. Sîrîn kullanmış daha sonra Ehl-i sünnet ve’l-cemaat tabiri yaygınlaşmıştır. Bu tabir, bid’atlara karşı İslam cemaatının tavır almasıdır.

Kıble ehli olduğu  halde ehl-i sünnete aykırı inanç taşıyanlara bid’atçı denir. Bunlar toplam 72 fırkadır.

Bid’ad ehli olanlar, Allahü Teâlâ’nın cennette görülmeyeceğini söylemek gibi bazı bozuk ve yanlış inançlara bir te’vil ve şüphe ile sahip iseler, ehl-i sünnete göre bunlara kâfir denilemez. Fakat asla şüphe taşımayan delillere rağmen inkara giderlerse dinden çıkarlar. Meselâ bu âlemin sonradan yaratıldığına ve öldükten sonra dirilmenin olmayacağına inanmak gibi.

Hazreti Ali’nin diğer halifelerden üstün olduğuna inanan İslam dâiresinden çıkmazsa da –hâşâ- Allah  olduğuna inanan ve Cebrâil Aleyhisselam’ın vahyi getirirken yanıldığını söyleyen İslamdan çıkar.

Âlimler Hicrî ikinci yüzyıldan itibaren bid’ad sahiplerine karşı ehl-i sünnet inancını sistemleştirdiler. Hasan Basrî Hazretleri bu hareketi sistemleştirenlerin ilki sayılır. Imam-ı Âzam Hazretleri de bu grubun öncülerindendir. Daha sonra Ehl-i sünnet inancını olgunlaştıranlar İmam Ebû Mansur Mâturidî ve Ebü’l- Hasan Eş’arî oldu. Bu iki zat ehl-i sünnetin îtikad imamları olarak tanınır. Aralarında bazı meselelerde farlılıklar varsa da bunlar esas ve asıl meselelerde değil teferruattadır.

Îtikadda orta yol ehl-i sünnet yoludur. Kuran-ı Kerim’de de “Biz sizi orta (dengeli) bir ümmet yaptık” buyuruluyor. (Bakara, 143)

İslam dünyasının büyük çoğunluğunu, kitap ve sünnete dayanan ve İslam dininin hayata tatbiki olan  sünnîlik (ehl-i sünnet) teşkil ediyor.

EHL-İ SÜNNET NEYE NASIL İNANIR?

Ehl-i sünnet inancına göre bu âlem ezelî değildir, sonradan yaratılmıştır.

Varlık/yaratılanlar gerçekten vardır, hayal değildir.

Insanlardan başka, melek ve cinler de idrak sahibi yaratıklardır.

Kâinatın yaratıcısı olan Allah ezelî ve ebedîdir. Her şeyi yaratan, işiten, görüp gözeten, rızık veren, dileyen ve dilediğini yapar, rahmetiyle her şeyi kuşatandır. Sonradan yaratılanlara benzemez. Kemal sıfatlara sahip, noksan sıfatlardan uzaktır.

Kur’an Allah kelamıdır. Lafzı da mânası da Allah’tandır Allah’a aittir.

Îman, kalb ile tasdik edilenin dil ile ikrar edilmesidir. Bir kimsenin “Ben mü’minim “ demesi doğru fakat “İnşallah mü’minim” demesi doğru ve câiz değildir.

Îman/ inanılacak şeyler artmaz ve eksilmez.

Allah, hidayeti/doğru yolu isteyenlere hidayet eder, doğru yola iletir; dalâleti/sapıklığı isteyenleri de dalâlete sevkeder.

Amel imanın bir parçası değilse de ikisi arasında sıkı bir ilgi ve alâka vardır. Amel, imanın aslından değil kemâlindendir.

Peygamberlerin ilki Âdem Aleyhisselam sonuncusu ise Hazreti Muhammed Aleyhisselam’dır. İkisinin arasında sayısı kesin olarak bilinmeyen onbinlerce peygamber gelmiştir. Peygamberlerin derece itibariyle en üstünü Hazreti Muhammed Aleyhisselam’dır.

Allah’ın, peygamberlere indirdiği dört büyük kitabın, Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an’ın hepsi de haktır.

Melekler ne emredilirse onu yapar asla Allah’aisyan etmezler. Onlarda erkeklik dişilik yoktur.

Peygamberimiz’in Mîrac yolculuğu haktır.

Peygamberlerin mûcizeleri, evliyânın kerâmetleri hak ve gerçektir.

Peygamberimiz’den sonra insanların en üstünü sırasıyla Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’dir. Halifelikleri de bu sıraya gore gerçekleşmiştir. Diğer sahâbeler de hayırla yâd edilir. Ashabtan o zatın kesin cennetlik oldukları Peygamberimiz tarafından bildirilmiştir.

Hiç bir velî peygamber derecesine çıkamaz.

Insanların peygamberleri meleklerin peygamberlerinden, meleklerin peygamberleri umum müslümanlardan üstündür.

Ibâdet, insanlar üzerine ölünceye kadar farzdır.

Hazarda ve seferde mest üzerine meshetmek câizdir.

Helal veya haram, herkes kendi rızkını tüketir. Haram da rızıktır. Insan başkasının rızkını yiyemez.

Büyük günah işleyenler âsî sayılırlar fakat inkâra düşmedikleri müddetçe mü’mindirler. Cenabı Hak günahkâr mü’minleri ister affeder isterse günahları miktarı cezalandırır. Bu mü’minler cezalarını çektikten sonra cennete girerler.

İşlenen günahları hafife almak veya helal kabul etmek insanı iman dâiresinden çıkarır.

Allah’ın helal saydığını haram, haram saydığını helal sayan kâfir olur.

Insan, cüz’î irade ve isteğiyle belirli ölçüler içinde istediği şeyi/ sevap veya günahı işlemekte serbesttir. Onun için insanlar yaptıklarından  hesaba çekileceklerdir.

Allah kâinatta tek yaratıcı olup, kulun kendi arzusuyla işlediği iyi kötü bütün işleri yaratan O’dur. Ancak kötülüğe razı değildir. Yani, yaratan Allah (c.c.) ise de işleyen kuldur.

Insan her ne şekilde ölürse ölsün, isterse öldürülmüş olsun, eceliyle ölmüştür.

Insanlar ölünce Münker Nekir tarafından kabir süâline tâbî olacaklardır. Kafirler ve bazı günahkât kü’minler için kabir azabı hak ve gerçektir.

Bu âlem geçicidir. Kıyamet muhakkak meydana gelecektir.

İnsanlar âhirette dirilip mahşer yerinde toplanacaklar, yaptıklarından  suâle/ hesaba çekileceklerdir.

Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez.

Iyi- kötü bütün ameller mîzanda tartılacak, insanlar sırattan geçeceklerdir.

Havz-ı kevser haktır.

Cennet ve cehennem yaratılmış olup şimdi mevcuttur.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu