Ali Eren

DEVİR VE İSKÂT-I SALÂT MESELESİ

Birisi Temmuz ayında diğeri daha önce olmak üzere, birbirine yakın vakitte  akrabalarımızdan iki kişiyi öbür âleme yolcu ettik. Her ikisinin cenazesinde de devir meselesi konuşuldu. Bu vesileyle öğrenmiş oldum ki, asırlardır devam edegelen devir ve ıskât-ı salât artık pek yapılmıyormuş. Öyle ki bilhassa son senelerde yok denilecek hale gelmiş. Eğer duyduklarım ve dinlediklerim doğruysa, Diyanet câmiasına mensup bir kısım hocalar “iskât-ı salât, devir diye bir şey yok” diyorlarmış. Maamâfih kendim de, Kanal 7 televizyonunda dinî program yapan hoca arkadaşımızın, geçen sene “Devir muâmelesinin doğru olmadığını ve bunu içinin almadığını” söylediğine şahit olmuştum.

Değerli okuyucular, inanın böyle sözler karşısında insan hayretler içinde kalıyor…

Bu iddia sahipleri acaba neye dayanarak böyle konuşuyorlar? Kitaplarda okuduklarına göre konuşacak olsalar böyle konuşmamaları lâzım. Çünkü müctehidlerimiz ve derya gibi âlimlerimiz, eserlerinde onların söylediklerinin tam aksini yazıyorlar.

O zaman tek bir ihtimal kalıyor, o da bu iddia sahiplerinin kendi kafalarına göre konuşmuş olmaları. Yani ilimle değil cehille, bilgiyle değil cehâletle…

İyi ama bu meseleler cehâlet kaldırmaz ki! Dinî meseleler şaka değil ki! Bu meseler kafadan konuşmaya gelmez ki…

Kafadan konuşmaya gelmediği içindir ki bu zatlar büyük vebal altına giriyorlar.

Acaba diyor insan, bunlar günahtan hiç mi korkmuyorlar?

Velhasıl, yaptıkları anlaşılır gibi değil…

Değerli okuyucular!

İnsan ya bilir ve konuşur veya bilmez ve susar değil mi!..

Hem bilmeyip hem de câhili olduğu meseleyi inkâr eden bu makûle insanlara ne demeli bilmem ki?

Hem bilmiyor hem de “Hakkında bir nas/delil yok” diyerek ölünün namazı için fidye verilmesini kabul etmiyorlar.

Ama anlaşılan o ki, onların aradıkları aslında delil falan değil. Yaptıkları, sadece ruhlarındaki inkâr ve itirazı ortaya koymak…

Kendileri bunun farkında olsalar da olmasalar da gerçek bu…

Bunların bir kısmı böyle, bir kısmı da bile bile inkârcı…

Aşağıda göreceğiniz gibi, ilimlerinden istifade ettikleri Müctehid imamlarımızın ve büyük âlimlerimizin eserlerinde okuduklarını hem okuyup hem toptan inkâr ediyorlar. Eğer delil istiyorlarsa, âlimlerimizin eserleri işte ortada. Anlaşılan, onların dayandıkları delil falan değil de kendi yanlış anlayışları.

Belki diyeceklerdir ki, “Efendim, kuvvetli delil olması lâzım.”

Gerçi, onlara kutup yıldızını/demir kazık yıldızını delil getirsek bile kabul etmezler de yine de şöyle cevap verelim:

Anladık, kendinize yakışanın ille de inkâr olduğunu düşünüyor ve hakkında nas/delil yok diye iskât-ı salâtı/namaz için fidye verilmesini kabul etmiyorsunuz. Peki hakkında nas/delil olsaydı kabul edecek miydiniz?

“Tabii ki evet!” dediğinizi duyar gibiyim. Amma bu sözünüzde de samimi olmadığınız görülüyor. Çünkü, sadece ıskât-ı salâtı değil ölü için yapılan deviri toptan kaldırıp devirdiniz siz.

Çünkü devir sadece iskât-ı salâttan ibâret değil. Tutulamayan oruçlar ve bozulan yeminler için fidye de vermek var. Aşağıda yazacağım, daha başka maddeler de var.

Aradığınız nas/delil ise buyurun oruç hakkında da yeminler hakkında da nass/var, âyet var, Allah kelâmı var. Peygamberimiz’in (s.a.v.) hadisleri de var. Bunlara uymanız gerekmez mi?

Gaye delile dayanmak ise, oruç ve yemin keffâreti/iskâtı hakkındaki delillere yapışıp, vefat eden Müslümanlar hakkında bunları yaparak Allah huzuruna giden kardeşlerimizin arkasından, bu dünyadan uzanan ellerle onlara yardımcı olmamız/olmanız gerekmez mi?

Gelin hatanızdan dönün ve hiç olmazsa hakkında delil olanlar için devir yapın, yaptırın…

Değerli okuyucular!

Kabul edecek olan için bu kadarı yeter. İlim değer ve haysiyeti nedir bilmeyenler ise ne desek boş.

En iyisi onlara “Madem bu işin doğru olmadığını iddia ediyorsunuz, öyleyse kendiniz hakkında devir ve iskât-ı salât yapılmamasını vasiyet edin de rahat edin” deyip kendi hallerine bırakalım ve sadede gelelim.

Yukarıdan beri “Devir ve iskât-ı salât diye bir şey yoktur. Yapılması da uygun değildir” diyenlerin, bir kısım zamane cühelâ hocalar olduğunu söylemeye çalıştık. Bir de eserlerinde bu meselenin doğrusunu yazan âlimlerimiz var. Aşağıda da onların kimler ve nasıl âlimler olduğunu göreceğiz.

Önce şu kadarını söyleyelim ki, devirin ve iskât-ı salâtın yapılmasını inkâr edenler, bunu uygun gören âlimlerin çömezleri bile olamazlar. Nasıl olsunlar ki, bunu câiz görenlerin başında İmam- Âzam rahmetüllâhi aleyh Hazretleri’nin en büyük iki talebesinden biri olan İmam Muhammed rahimehullah var.

Gelelim, devir ve iskât-ı salât meselesinin asıl ve esasının ne olduğuna.

İskât, “üzerindeki borcu düşürmek”, salât da “namaz” demek. İskât-ı salât ise, bir kimsenin üzerinden namaz borcunu düşürmek için yapılan muâmeledir. Yani, kazaya kalmış 5 vakit namaz ile vitir namazlarının affedilmesi için yapılan bir tasadduk/sadaka verme işidir.

Şunu iyi bilmelidir:

Hastalık zamanında da olsa, hiçbir kimse kılmadığı namazların günahlarından kurtulmak için fidye ve sadaka veremez, verse de geçerli olmaz. Çünkü henüz hayattadır ve namazlarını kazâ etme ihtimali vardır.

Ama bir kimse artık kendisinden ümidini kesmiş ve kazâ edemeyecek duruma düşmüş ise namazlarıyla ilgili bir vasiyette bulunabilir. Böyle bir vasiyette bulunan kimsenin malının üçte birinden, kılamadığı namazları için vefat edince fidye verilir. Vârisi yoksa malının tamamından verilir:

Çocukluk yaşını aşmış yetişkin bir Müslüman düşününüz. Bu Müslüman, namazını îmâ ile/kafa işaretiyle bile olsa kılma gücüne sahip olduğu halde kılmamış ve artık kılamaz hale gelmiş.

Bu kimsenin üzerinden namaz borcunun düşürülmesi ve namaz sorumluluğundan kurtulabilmesi ümidiyle bir tasadduk/hayır yapılabilmesi için, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi vefatından önce malının üçte birinden bu tasaddukun yapılmasını vasiyet etmiş olması ve “Kılamadığım namazlarım var. Bu namazlar için malımın üçte birinden verin” demesi lâzımdır.

Böyle bir vasiyet yapmamışsa, büluğ çağını geçmiş yetişkin vârislerinden birisi, bu iş için lâzım olan meblağı kendi malından verirse o da olur.

İster ölünün kendi malının üçte birinden, isterse vârislerinden birinin verdiği meblağdan olsun, yapılan tasadduk ile/sadaka ile bu ölünün affa kavuşacağı Allah’tan ümit edilir.

Vârisleri değil de yabancı bir kimse bile böyle bir yardımda bulunsa da onunla ölü için iskât-ı salât yapılsa, ölüye bunun dahi sevabı gider. Çünkü, kim tarafından gönderilirse gönderilsin, her hayır vefat eden kimsenin ruhuna ulaşır.

Oruç tutamayanların, tutamadıkları oruçlar için fidye vereceklerine dair kesin delil vardır ama ölen kimsenin namaz borcundan kurtulması için fidye verileceğine, tasadduk edileceğine/sadaka verileceğine dair kesin bir delil yoktur. Olmadığı için, namaz oruca kıyas edilerek böyle yapılıyor değildir.

Bu bir tedbirdir, Hanefi mezhebi müctehidleri bunu uygun ve güzel görmüşlerdir.

Yani, kılınamayan namazlar hakkında ölüler için fidye vermek uydurma bir şey değil, Hanefi mezhebi müctehidlerinin şu yolda bir ictihadıdır:

“Namazlar hakkında verilen fidye, kazâya kalmış namazların yerine geçmeyeceği gibi zaten bunu iddia eden de yoktur. Şu kadar var ki, kişinin ölmeden önce bu hususta yaptığı vasiyet bir pişmanlık ifadesidir, bir istiğfardır. O kişinin, namazları kazâ etmeye de artık imkânı kalmamıştır. İster ölünün kendi malının üçte birinden isterse vârisinin malından verilsin, bu yolla yapılan tasadduk ve verilen fidyelerin kabulü Allah’tan ümit edilir. “

Bir de şu husus var:

Bazılarının zannettikler gibi, bu usül eskiden beri yoktu da İmam Birgivî rahmetüllâhi aleyh Merhum tarafından ortaya atılmış değildir. Aksine, Hanefi mezhebi üzere yazılmış olan ve o zamandan beri yazılagelen en eski kitaplarda bu usül mevcuttur.

Âlimlerimiz şöyle diyorlar:

“Oruç tutamayanların oruçlarının karşılığında fidye vermekle oruç borcunun düşeceğine dair nas/dinî delil vardır. Namaz da Hanefî fıkıh âlimlerine göre oruç gibidir hatta oruçtan daha mühimdir. Dolayısıyla, -aynen oruç gibi- artık kazâ edilme imkânı kalmayan namazlar için de fidye verilerek Allah’ın affını niyaz etmek, bir tedbirdir, yerinde ve uygun bir muâmeledir.”

İlimden bî behre olduğu halde “Bu iskât-ı salât da nereden çıktı! Yok böyle bir şey” diyerek, gerçekleri dolu dizgin inkâr edenlerin hangi mezhebe göre konuştuklarını sormak ve bilmek isteriz. Çünkü bu hususta onların muhatapları, Hanefî mezhebinin üç büyük âliminden biri olan İmam Muhammed Rahimehüllah Hazretleri’dir. O mübârek zat ve büyük âlim Ziyâdât isimli eserinde “Namaz için verilen fidye inşallah kifâyet eder” diyor.

İşin özeti işte bu cümlede…

Demek ki -kesin olmamakla beraber- namaz için verilen fidyenin, af ve mağfirete vesile olacağı Allah’tan umuluyormuş. Zaten hangi ibâdetimizin kesinkes kabul edildiğini iddia edebiliriz?

Hepsi için bir ümit içinde değil miyiz?

Yukarıda, bu hususta kesin bir nas/delil yoktur demiştik. Zaten bu fidyenin kesin olarak namazların affına kâfi olduğuna dair bir nas/delil olsaydı “Allah’tan ümit edilir” denilmezdi. 

Usûl-i fıkıh âlimi Fahrulislâm Pezdevî  usül kitabında diyor ki:

“Namaz hakkında fidye verilmesinin câiz olduğuna –fidyenin kesin olarak namaz karşılığı olacağıaı- oruç hakkında hüküm verdiğimiz gibi hüküm veremeyiz. Ancak, namaz hakkında fidyenin kabulünü Allah’ın fazlından ümit ederiz.”

İbnülhümam gibi ictihat derecesine yükselmiş bir zat ise Fethülkadîr isimli eserinde şöyle diyor:

“Namaz, Hanefî müctehidlerinin görüşüne göre oruç gibidir. Oruç ile yemek yetirmek arasında bir bağ vardır, yani tutulamayan oruçlar için yemek yedirmek şer’an câiz ve doğrudur. Böyle bir bağ namaz ile fidye arasında da olabilir.

Böyle bir bağ varsa zaten mesele kalmaz. Yoksa, namaz için verilen fidye, yapılan bir iyilik olarak kalır. Kur’an-ı Kerim’de de zaten şöyle buyuruluyor:

“Muhakkak ki iyilikler kötülükleri giderir/yok eder.” ( Hûd sûresi, âyet: 114)”

Mûteber fıkıh kitabı Kuhistânî’de deniliyor ki:

“Eğer ölü namazları için fidye verilmesini vasiyet etmemişse, velisinin kendi malından bunu yaptırması câizdir. Bunun güzel bir iş olduğunda şüphe yoktur. Bunun ölüye sevabı ulaşır.”

Tekrar tekrar söylüyoruz ki namaz hakkında fidye verildi diye kesin olarak namaz borçlarının ödenmiş olacağını iddia edemeyiz. Fakat verilen sadakalardan dolayı Allah’ın yardımına kavuşmaktan ümidimizi de kesmeyiz.

Kesin olarak inanırız ki hiçbir hayır ve iyilik Allah indinde boşa gitmez. Verilen sadakalardan ve yapılan iyiliklerden dolayı müslümanın defterine daima sevap yazılır.

Nimeti İslam, Tahtâvî’den naklen şu bilgiyi veriyor:

“Namaz oruçtan daha önemli olduğu için, ölünün namazı için fidye verilmesi hakkında fıkıh âlimleri söz birliği etmişlerdir. Aralarındaki fikir ayrılığı, “Bir günün namazının bir günlük oruç gibi mi yoksa her namazın bir oruç gibi mi hesap edileceği” hakkındadır. Bu görüşten sağlam olanı, “Her namazın bir oruç gibi hesap edileceği”dir. Namaz hakkında fidye verilmesinin aslı yoktur diyenler câhillik etmektedirler.”

Muhataplarımızın câhilliği Tahtâvî’nin ifadesiyle bir defa daha tescillenmiş oluyor.

Değerli okuyucular!

Yukarıdan beri devir ve namaz keffâreti hakkında bilgi veren bazı kitap isimleri verdik. Bu konuda bilgi verilen eserler sadece onlardan ibaret değil. Başkaları da var

Hani “Adam gibi adam” derler ya, bizim de “Diyanet İşleri Başkanı gibi Diyanet İşleri” olan merhum bir âlimimiz var. “Ehl-i sünnetin bekçisi” denilmeye lâyık, yakın tarihimizin mümtaz âlimlerinden Ömer Nasuhi Bilmen ismindeki bu âlimimiz, Büyük İslam İlmihali isimli eserinin namaz bahsinde, 475 ilâ 488. maddelerde Iskatı Salat Meselesi başlığı altında ikna edici bilgiler veriyor.

Bu makaleyi kaleme almadan önce, bu mesele için muhtelif kitaplara müracaat ettik. Fakat Büyük İslam İlmihali’ni bu hususta en derli toplu bilgi veren bir eser olarak gördük. Nitekim bu makalede verilen bilgiler büyük miktarda oraya dayanıyor.

Iskât-ı salât yani ölen bir müslümanın namaz borcu için fidye verilmesinin câiz olduğu hakkında bilgi veren eserlerden diğer bazıları şunlardır:

1- Mehmed Zihni Efendi’nin Nimet-i İslâm’ı.

2- 18. asrın sonunda 19. başında yaşayan meşhur fıkıh âlimi İbni Âbidîn’in, Reddü’l-Muhtar’ı.

3- İbni Âbidîn Hazretleri’nin oğlu Alaeddin Efendi’nin kaleme aldığı El-Hediyyetü’l-Alâiyye.

Alaeddin Efendi, mecelle heyetinde yer alan bir âlimdir.

4- Halebî.

5- Dürrü’l-Münteka.

6- Fetevâyı Hindiyye.

7- Abdülaziz Buhârî’nin Keşfü’l-Esrar’ı.

8- Aynî’nin Umdetü’l Kârî’sî.

9- Eski Diyanet İşleri Başkanlarımızdan Ahmet Hamdi Akseki’nin İslam Dini.

***

İSKÂT-I SALÂT NASIL YAPILIR?

Vefat eden kimse erkekse yaşından 12, kadınsa 9 sene düşülür. Ömrü boyunca namazlarını tam kılmış olsa bile, bunları yerine getirirken noksanlıklar yapmış olacağı düşünülerek, ömrünün 12 veya 9 yaştan sonra kalan kısmının tamamı hesap edilip hepsi için fidye verilmesi tercih edilir.

Meselâ vefat eden bir erkek 62 sene yaşamış olsa, bundan 12 yaş düşülünce 50 sene kalır. Bu 50 senenin bütün namazları için birer fidye/fitre verilir.

Ölünün malı buna yetmediği takdirde devir yapılır.

Bir günde vitir namazıyla beraber 6 vakit namaz vardır. Böyle olunca bir aylık namaz 180 vakit eder. Bir fidye/ fitre 10 lira olsa, bir aylık namazın fidyesi 1800 lira olur.

Vefat eden kişinin 50 senelik ömründe kaç ay olduğu hesap edilir. Bir senede 12 ay olduğuna göre 50 senede 600 ay var demektir.

Iskât-ı salât yani devir şöyle yapılır:

Bir aylık namaz fidyesi bir veya birkaç fakire 600 defa verilir. Her defada bir aylık namaz fidyesi verilmiş ve bir aylık namaz borcu düşürülmüş olur. Bu verme işi 600 defa devredileceğinden vefat eden şahsın ömründe kılması gereken bütün namazlar için fidye verilmiş olur.

Bunun usulü de şöyledir:

Bir aylık namaz fidyesi olan 1800 lira bir şeye meselâ bir mendile sarılır. Ölünün vârisi veya velisi bunu eline alıp, fakire, gerçekten o fakirin malı olmak üzere “Falan oğlu falanın keffâret-i salâtı olmak üzere bunu al” diyerek fakire verir. Fakir de “Kabul ettim” diyerek alır. Bu şekilde, vefat eden kişinin bir aylık namaz fidyesi verilmiş olur. O meblağ artık o fakirin gerçek malıdır.

Fakat ölünün bütün namaz borçlarının fidyesi verilmesi için, bunu alan fakir aldığını kendi rızasıyla o kişiye tekrar vermelidir. O kişi de bunu alıp birincide olduğu gibi fakire tekrar verir. O da tekrar hibe eder.

Böylece, ölünün ömründe bulunan aylar adedince, yukarıdaki misale göre bu meblağ 600 defa aralarında alınıp verilir yani devredilir. Böylece ölünün namaz devri bitirilmiş olur

Bir aylık namaz karşılığı olan meblağ aralarında alınıp verilerek devredildiği için bu ameliyeye devir denmektedir.

Devirin tek fakirle olması şart değildir. 5-10 fakirle yapılırsa daha kolay olur.

Ancak bu meblağı aralarında alıp vermede acele etmemeli tam usulüne göre yapmalıdır.

Devir bittiğinde, fakirin o meblağı tekrar cenâze sahibine veya vârisine hibe etmesi yani bağışlaması, artık vefat etmiş olan bir din kardeşinin rahatı için bir fedakârlıktır.

Deviri ya ölünün velisi veya onun yapmasını istediği bir kimse yapmalıdır.

Namaz devrinden sonra, ölünün diğer borçları için de devir yapılır. Oruç, yemin, kurban, bozulup tekrar kılınmayan nâfile namazlar, yerine getirilmeyen adaklar için de bir miktar devir yapılır.

Bir defa bile bile orucunu bozduğu kabul edilerek onun keffâreti için 60 defa, meselâ yeminini bozduğu kabul edilerek bir yemine 10 defa olmak üzere beher yemin için 10 defa devir yapılır.

Diğerleri için de bir miktar devir yapılır.

Namaz fidyesinin hepsi bir defada bir fakire verilebilir. Fakat oruç ve yemin fidyesinin hepsi aynı günde tek fakire verilemez…

Bu hususta ilmihal kitaplarımızda geniş bilgiler mecuttur…

Fî emânillah…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu