Ali Eren

Türkçe Ezan ve Ezanın Tarihçesi

Muhammed Hamdi Yazır, Elmalı Tefsiri’nin ilk sahifelerinde, “Türkçe Kur’an” ifadesini kullananlara, “Türkçe Kur’an mı var be hey şaşkın!” diyerek tepkisini dile getiriyor. Onun için, ben de “Türkçe Ezan” başlığını koyarken, benzer bir tepkiyle karşılaşabileceğimi düşündüm. Ama ben mazurum. Mazeretim şu:

Memleketimizde, bir zamanlar ezanın orijinal şekli yasaklanmış ve ezan 18 sene boyunca“Türkçe Ezan” adıyla ve bazı Türkçe kelimelerle okutulmuştu. Buna şimdiye kadar hep “Türkçe Ezan” denilegeldiği için, ben de öyle dedim. Kabul buyrulursa mazeretim bu…

Esasen, Türkçe Ezan olmadığı gibi Türkçe Kur’an da yok. Arapça olarak gönderilen Kur’an çeşitli dillere çevrilmişse de ona Kur’an denilemediği gibi Kur’an tercümesi de denilmez. Ancak Kur’an Meali denilir; nitekim öyle deniliyor. Tercüme, bir dilden diğer dile aynen aktarmak, meal ise yaklaşık mana demektir. Kur’an ayetlerini başka dillere aynen aktarmak mümkün olamadığı için, Kur’an Meali deniliyor. O mealde, yani yaklaşık mana…

Kur’an, meallerle tam anlaşılamadığı ve anlaşılamayacağı içindir ki, 3 ciltten başlayıp 50 cilde kadar, hatta daha geniş Kur’an tefsirleri yazılmıştır.

Bunun iki ana sebebi var: a- Arapçanın geniş bir lisan olması, b- Kur’an’ın manasının  derin olması, üslubunun da fesahat ve belağatın erişilmez zirvesinde bulunması…

Kur’an öyle; peki Ezan nasıl?.. Mesela, ilk Türkçe ezan, 74 sene önce 29 Ocak 1932’de Fatih Camii’nde okutturulmuştu. Okutturulmuştu ama, okutturulan ile gerçek ezan arasında mana bakımından uçurumlar vardı. Ezanın asli kelimelerinin yerine, Türkçeden kelime bulup koymak mümkün olamazdı; olamamış da zaten…

Mesela Allahü Ekber yerine, ona mana bakımından fersah fersah uzak olan  Tanrı Uludur derseniz,  bilenler size gülerler…

Ama memleketimizde gülünmemiş/gülünememiş. Çünkü gülünecek vaziyet olmamış ki. 18 sene boyunca millet buna mecbur tutulduğu için, milletin gücü sadece ağlamaya yetmiş ve 18 sene boyunca ağlamış durmuş. Bu yanlıştır demeye kimsenin gücü yetmemiş ki yanlış desin/ diyebilsin…

Nihayet, 1950’de “Ezan, Arapça okunabilir” kararı çıkınca, millet sevinç göz yaşları içinde ezanın Arapça aslına dönmüş. Rahmetli annemin anlattığına göre, Allahü Ekber sadasını yeniden duyunca, kapı ve pencerelere doluşan halk, hüngür hüngür ağlaşmış…

Lütfen dikkat! 1950’de alınan karar, Türkçe ezan adıyla okunanı yasaklamıyor, sadece ezanın Arapça orijinal şekliyle okunmasına da izin veriyordu. Yani 18 senedir devam  eden şekilde de okunabilecekti. Ama bundan sonra hiçbir müslüman, o 18 senelik geçmişe dönmedi.

Neyse… O günler geride kaldı. Artık, her hangi bir siyasi şahsiyetin ağzından çıkan “Ezan Türkçe okunmalıdır” sözü, onun siyasi hayatının sona ermesine yetiyor.

Ezanı orijinal kelimelerinin dışında okumak zaten dinden cevaz alamaz da, Türkçesi de mümkün değil. Mesela, kaba manasıyla “Haydi kurtuluşa” demek olan  “Hayye alel felah”ın yerine ne dedirteceksiniz?.. Nitekim, 1932’lerde bir şey dedirtememişler. Bir kelime bulamamış “Haydin felaha” deyip işin içinden sıyrılmışlar. Yani Felah kelimesi olduğu gibi duruyor. Felah Türkçe değil. Türkçesi nerede? Yok…

Bu vazifeyi üzerlerine alanlar epey zorlanmış olmalılar. Aslında en yakın mana “Haydin kurtuluşa”olurdu. Ama öyle diyemezlerdi/ diyememişler de. Çünkü, “Haydin kurtuluşa” denilince ezana kulak verenlerin kurtulacağı söylenirken, diğerlerinin kurtulamadıkları, kurtulamayacakları, mahvolacakları söylenmiş olacaktı. E bunu nasıl yapsınlar!.. Anlaşılan o ki, “Hayye alel felah” ın manasında epey zorlanmışlar.

Her neyse. Biz dönelim saadet asrına, Ezanın tarihçesine…

Efendim, İslamda sünnet-i müekkede (kuvvetli sünnet) olan ezanın okunmaya başlanması, Hicretin ilk senesindedir.

Medine’de Mescid-i nebevi yapılmış, ashab-ı kiram namazlarını cemaatle orada kılmaya başlamıştı. Henüz ezan meşru olmadığı için, bazıları vakti geçirmeyeyim düşüncesiyle namaza bayağı erkenden gelip vakti beklemek mecburiyetinde kalıyor, dolayısıyla işinden gücünden oluyor, bazıları da daha vakit var zannederek geç geliyor ve cemaate yetişemiyordu. Bunun için bir çare düşünülmeye başlandı. Ashabtan bazıları, namaz vakti girince Hıristiyanlar gibi çan çalınmasını, bazıları Yahudiler gibi boru öttürülmesini, bazıları da Mecusiler gibi ateş yakılmasını teklif ettilerse de, Peygamberimiz, (s.a.v.) hepsi de ayrı bir kafir topluluğun adeti olduğu için hiç birini kabul etmedi. Bayrak asılması teklif edildiyse de, o da gece görülemeyeceği için uygun görülmedi. Hz. Ömer’in teklifi ve Peygamberimiz’in uygun görüp emir vermesi üzerine, Bilal-i Habeşi Hz. vakit gelince halkı, bir müddet “Namaza, namaza!” diye çağırdı. Fakat bu da uzak yerlerden duyulmuyordu…

İşte tam o günlerde, ashabtan Abdullah bin Zeyd, (r.a.) üç gece üst üste bir rüya gördü. Rüyasında, yeşil elbiseli bir zat mescidin üstüne çıkıp bildiğimiz şekilde ezan okudu…

Hz. Abdullah, sabah namazından önce gelip bu rüyayı Hz. Resulüllah’a anlattı. Peygamberimiz de, “Bunu Bilal’e öğret” buyurdu; o da öğretti.

Sesi çok güzel olan Bilal-i Habeşi Hz. yüksekçe bir evin üstüne çıkıp ilk ezanı okuyarak Medine ufuklarını çınlattı.

Bu sesi duyan Hz. Ömer (r.a.) elbisesinin yarısını giymiş yarısı elinde olduğu halde koşarak Peygamberimiz’e geldi. Hz. Bilal’in okuduğu kelimeleri rüyasında işittiğini söyledi. Meğer o da Hz. Abdullah’ın gördüğü rüyayı görmüşmüş. Daha sonra, sahabeden 7 veya 14 başka bir rivayete göre 20 kişinin aynı rüyayı gördüğü ortaya çıktı.

Daha sonra, ezan hususunda vahiy de geldi ve namaz vakitlerinin ezanla bildirilmesi kararlaştı. Böylece İslam dininde ezan sünnet olarak yerini almış oldu.

Peygamberimiz (s.a.v.) zamanında Bilal-i Habeşi Hz. gece teheccüd ezanını, Abdullah ibni Mektum da sabah ezanını okumaya başladı ve öyle devam etti. Zamanımızda da, Suudi Arabistan’da sabah ezanından önce teheccüd ezanı okunmaktadır.

Ezan, uzaktan da duyulması için yüksekçe bir yerden okunurdu. Sonra minareler yapıldı. (Kelimenin aslı menare’dir) İlk minare, Peygamberimiz’in vefatından 48 sene sonra, Hz. Muaviye’nin Mısır valisi Mesleme bin Muhalled zamanında Amr ibnil As Camii’nin yanına yapılmıştır. Bu minarede ilk ezanı okuyan, ashabtan Şurahbil b. Amir (r.a.) Hz.dir…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu