Müfessirlerin Âdabı – Prof. Dr. Durmuş Ali Kayapınar
Allah’ın Kıtâbı’nı tefsir etmeye ehil ve yetkili olabilmesi için müfessir adayının bilmek zorunda olduğu bu ilimlerin yanında bir de onun bağlı kalması ve riâyette kusur etmemesi gereken bir takım âdâb kuralları vardır.
Bu kurallar, yukarıda sıraladığımız ilimlerden daha az önemli değildir. Bunlar: Sağlam bir inanca sâhib olmak, kötü niyetli olmamak, ahkâmla ilgili naslardan çıkarılan şer’î hükümleri ve selef ve halef müfessırlerinin kavillerini ıyı bilmek, her türlü taassub ve tarafgirlikten uzak durmak, ve yaptığı nakillerde aslına sadâkat ve doğru tesbît(zabt)’e dikkat etmek, üstün yetenekli, ihlâs ve teslimiyet sahibi olmak, işini Allah’a havale ile zühd-ü takvada kusur etmemek başlıkları altında toparlanabilir. Şimdi bu âdâb kurallarını özetlemeye çalışalım:
1)-Sağlam bir inanca sâhib olmak:
Sağlıklı bir inanca sâhib olmayan ve özellikle de kalbinde sapık fikirlere karşı herhangi bir meyi ya da tutku bulunan kimse, Allah Kelâmı’nı kendi saplantı ve tutkularına âlet etmeye çalışır. Kendisini, âyet-i kerîmeleri kendi sapık inanç ve fikirlerini doğrulama aracı yapmaya zorlar. İşte sapık mezheplerin yaptıkları budur. Onlar önce kendi saplantıları doğrultusunda Kur’ân dışı kurallarını koyarlar, sonra âyet-ı kerîmeleri bu kural, usûl ve prensiplere uydururlar. Sapık ya da sağlam; akidenin, sahibinin kişiliğinde büyük etkisi vardır. Sapık mezheplerle hak mezheb (Ehl-ı Sünnet)in arasındaki uçurum buradan kaynaklanır. Sünnî âlım, kurallarını Kur’ân’dan alır, bütün prensiplerini Kur’an temeline dayandırır. Ona göre, ilâhî nass en önde ve her şeyden önce; hüküm, kural, usûl, istınbât, ictihâcL.ise ondan sonra gelir ve bunlar, zerrece nassların sınırları dışına çıkmadan belirlenir Böylece beşer gücünün bu doğrultuda bütün imkân ve enerjisini harcaması suretiyle sonuca gidilir. Şî’a ya da Mu’tezıle gibi sapık mezheplere mensup müfessırler ise tam aksine, önce kendi saplantıları doğrultusunda mezheplerinin usûl ve prensiplerini belirler; sonra Allah’ın âyetlerini kendi yanlı prensiplerine uydurmak için ellerinden geleni yaparlar. Bu davranışın ise bir tür saptırma, Allah’ın Kelâmı’nı asıl amacı dışına çekmek suretiyle insanları gerçek dînden etmekten başka bir şey olmadığı ortadadır. Hiç kuşkusuz, hak ortadan kalkınca, yerine bâtıl gelir; mutlak gerçekler sahadan ayrıldıktan sonra yerlerini, yalan yanlış, sapıklık ve çarpıklıklar alır. İşte İslâm âleminin başına bütün bu felâketler hep, Kur’ân’ın, “metbû’: uyulan tek önder” olarak indirilmişken; “tabî: başkalarına uydurulan bir uydu” hâline getirilmiş bir metin muamelesi görmesinden sonra gelmiştir.
2)-Kötü niyetli olmamak:
Müfessirın sağlıklı bir maksat ve dürüst bir niyet sahibi olması gerekir.Yaptığı açıklamaların doğruyu tam tutturabilmesi, onun hüsn-ü niyet sahibi olmasına bağlıdır. Bütün çalışma ve gayretlerinde birinci planda dünyalık menfaat ve çıkarları değil, sâdece Allah’ın muradına tam isabet kaydederek O’nun rızâsını kazanmayı gaye edinmiş olması şarttır.
3)-Ahkâmla ilgili nasslardan çıkarılan şer’î hükümleri bilmek:
Müfessir, ahkâm âyetlerini sağlıklı bir şekilde tefsîr edebilmek için, ahkâmı düzenleyen âyet ve hadîslerden çıkarılmış olan şer’ı hükümleri sağlam ve şaibesiz kaynaklarından en doğru şekliyle öğrenmiş olmalıdır.
4)-Selef ve halef müfessirlerinin âyet-i kerîmeler hakkındaki kavillerini bilmek:
Müfessir, tefsîr ilminde sıvrilmiş mu’teber selef ve halef müfessirlerinin tümünün âyet-i kerîmelerin açıklamaları üzerindeki görüşlerinin tümünü toparlamış ve kavramış olmalıdır. Zira bu kaviller onun belirlemeye çalıştığı hedefi en iyi gösteren ve doğruya en yakın görüşler olacaktır.
5)- Her türlü taassub ve tarafgirlikten uzak durmak:
Müfessır hakkı; kendi arzu ve eğilimlerinden uzak olarak, bızâtıhî hak olduğu için ihkâk etmelidir. Aksi takdirde eninde sonunda hak gâlib gelecek ve onun yanlı tefsirinin gerçeği yansıtmadığı ortaya çıkacak, bu da Kur’ân-ı Kerîm’e olan güveni yıkacaktır. Çünkı gâlib olan hep haktır ve ehl-ı ınsâf hep haktan ve haklıdan yanadır.
6)-Yaptığı nakillerde hep doğruyu aramak:
Müfessirin naklettiği, rivayet ettiği ve söylediği her şeyin doğruluk ve sağlamlığına iyice emîn olmadan kesinlikle yazmaması şarttır. Zira çoğu müfessırler bu yüzden bir takım hatâlara düşmüşlerdir.
7)-Üstün yetenekli olmak:
Müfessir, sağlam ve güzel yaratılışlı, keskin zekâlı ve isabetli görüş gücüne sâhıp olmalıdır. Zira aptal kişi çoğu kez kendisine açıklanan şeyleri bile doğru dürüst anlayamaz ki, açıklanmayan mânâları anlasın ve müphem nasslardan hüküm çıkarabilsin…
8)-İhlâs, tevekkül ve teslimiyet sahibi olmak:
Müfessır, ihlâs, içtenlik, tevekkül, Allah’a teslimiyet ve tefvîz kapılarının neler olduğunu bilmeli, ilhamla vesveseyi, amelleri ıslâh eden ve ıfsâd eden şeyleri ayırd edebilmeli, nefis ve dünyanın afatını, nefsin ayıplarını ve bütün bunların kendisini ifsâd etmesinden korunma yollarını bilmeli ki, bu tür mânâları içeren âyetlerin tefsirinin hakkından gelebilsin.
9)-İşini Allah’a havale etmek:
Müfessir, kendisine rüşd ve tevfik ilham etmesi için O’na yalvarmalı, kendini beğenmek aklına ve yaratılışının mükemmelliğine güvenmekten hazer etmelidir. Çünkü kendini beğenen çoğu kez mahçûb ve sonuçta her zaman mağlûbtur.
10)-Zühd-ü takva sahibi olmak:
Müfessır, ehl-i zühd ve âhıret rağbetlisi olmalıdır. Çünkü her insan, düşkünlük gösterdiği ve gerçekleşmesini istediği şeylerle kuşatılmış durumdadır. Neye himmet ve rağbet ederse, bütün güç ve gayretini ona sarfeder. Bir âyeti tefsir ederken dile getirilmesi söz konusu olan yönlerden kendi kalbine en uygun olanını dile getirir. Böylece Allah’ın Kitâbı’nı kendi nefs-ü hevâsı yönünde kullanır ki bu, tefsîr bahanesiyle Kur’ân’in bir çeşit tahrifi’nden 645 başka bir şey değildir.
Yukarıda açıkladığımız ilimleri yeterince öğrenmiş, burada özetlediğimiz âdabı edinmiş ve İslâm âdabını kendisine şı’âr etmiş bir kimse Kur’ân’ı tefsîr etmeye ehil kimsedir. Onun re’y ile yaptığı tefsirler dahî makbuldür. Bu seviyeye ulaşamamış kimseler bu nitelikleri taşıyan müfessirın sözleriyle bağımlıdır. Kendi başına hareket etmek yerine, Kur’ân âyetlerini yetkili müfessirlerin eserlerine başvurarak anlamaya çalışmakla yükümlüdür. Ama söz konusu müfessir adayı mezkûr şart ve âdâbtan herhangi birinden yoksun olursa, onun ne Kur’ân’ı tefsîr etmeye hak ve yetkisi vardır ve ne de başkasının onun tefsîr diye yazdıklarını okuması doğru olur. Çünkü onun tefsîr adına söyledikleri doğru bile olsa safsata sayılır. Yaptığı açıklamalara menhî: yasaklanmış ve mezmûm: kötü tefsîr denir. Böyleleri, Rasûlüllâh (S.A.V.)ın: (o* jLi & CJlJl AJI^J jîjai u^l): “Kur’ân’ı kendi re’yiyle tefsîr eden kimse, isabet kaydetse bile hatâ etmiş olur. “646 hadîsinin muhatabı olurlar.
645 Ed-Dârimî, Mukaddime:56.
646 Sahıh-u Müslim, Münâfikûn 40. Ahmed b. Hanbel: 1/380. Tirmîzî, Kıyâme: 16.