Kendi Kaynaklarından Alıntılarla Şîa
Şîa ve ehl-i sünnetin, birbirine yaklaşıtırılması mümkün müdür?
Şîa’nın programladığı bazı Sünnîlerin de desteklediği “et-Takrib Beyne’l-Mezahib” (mezhebleri birbirine yaklaştırma) projesi, gerçekte Şîa’nın yanlışlarını doğru olarak kabul ettirme amacına dayanan bir çalışmadır. Sünnî görünerek Ezher’de okuyan Hintli bir Şiî’nin yıllar sonra Zahidü’l-Kevseri Hazretleri’nin huzurunda yaptığı şu i’tirâf bu acı gerçeğin belgelerinden sadece biridir: “Şu mavi kubbenin altında Ebûbekir ve Ömer’in Müslüman olduğuna inanan İmâmiye’ye mensup hiçbir Şiî yoktur.”
İmâm Şa’bî’nin şöyle dediği rivâyet olunmuştur:
Râfizîler bir özellikleriyle Yahûdîler ve Hıristiyanlardan daha aşağıdır denmiştir. Çünkü Yahûdîlere soruldu ki: “Sizin dîninizin en hayırlıları kimlerdir?” Onlar da, “Mûsa (a.s.)’nın ashâbı” diye cevap verdiler. Aynı soru Hıristiyanlara da soruldu. Onlar da, “Îsâ (a.s.)’nın ashâbı” dediler. Râfizîlere de “Sizin dîninizin en kötüleri kimlerdir?” diye soruldu. Onlar da “Muhammed (s.a.v.)’in ashâbı” diye cevap verdiler. Râfizîlere, Peygamber (s.a.v.)’in ashâbı için, bağışlanma talebinde bulunun, diye emredildiği hâlde, onlar sahâbeye sövdüler.
KENDİ KAYNAKLARINA GÖRE ŞÎA
Eser Adı: El Envaru’l-Numaniye Müellif, Es Seyyid Nimetullah el Cezairi, c.1, Beyrut, Lübnan
Sayfa 85’te “Mehdi’nin çıkarak Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer’i yattıkları kabirlerinden çıkartarak onları asacağı ve yakacağı…” şeklinde uzun bir metin yer almaktadır.
İşte bu esere inanan ve bununla büyüyen Şiî zihniyetine sahip unsurlar, ne yazık ki Irak’ta ve diğer güçlü olduğu yerlerde sadece ismi Ebûbekir, Ömer, Osman diye binlerce Sünnî Müslümanı kaçırarak işkence etmiş ve katletmiştir.
Sahâbelere ve Sünnîlere karşı ne yazık ki kin, nefret ve haset taşıyan Şiîler (ve Caferiler) arasında yukardaki isimleri taşıyan tek bir şahıs bulmak mümkün değildir.
İsmi Ömer, Ebûbekir, Osman olan tek bir üst düzey bürokrat, diplomat, resmî yetkili veya İran devlet makamlarında çalışan veyahut Şiîler nezdinde muteber bir şahıs bulmak mümkün değildir.
“Hz. Ali (r.a.)’nin ilk halîfe olduğunu inkâr edenler kâfirlerdir.” (Envar-ı Nu’maniye, c. 3, s. 264)
“Bizler halîfesi Ebûbekir olan ne Allah (c.c.)’ı ne de Peygamberi kabul ederiz!” (Envâr-ı Nu’maniye, c. 2, s. 278)
“İmâm, Peygamberin (a.s.) sahip olduğundan daha fazlasına sahiptir.” (Usûl-u Kâfi, c. 1, s. 388)
“Şimdiki Kur’ân kısaltılmışken, Gerçek Kur’ân İmâm Mehdi tarafından muhafaza edilmektedir.” (Hazaar Tumhari Das Hamari, s. 553)
“Ebûbekir ve Ömer, Şeytan’dan daha fazla zorbaydılar.” (Hakkul Yakîn, s. 509)
“Tüm imâmlar makam ve mertebe olarak (Hz.) Muhammed (s.a.v.)’e denktir”. (Usûl-u Kâfi, c. 1, s. 270)
SAHÂBEYİ TEKFİR EDİŞLERİ
Şiilerin inançları; sahâbeye (r.a.e.) sövmek, hakâret etmek ve onları tekfir etmek üzere kuruludur. Bu husus, onların kendi temel eserlerinde açıkça görülür: Şiîlerin ‘Buhâri’si el-Kuleynî, Furûu’l-Kâfî’de der ki: “Cafer aleyhisselam (!) şöyle dedi: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemden sonra üç kişi dışında insanlar dinden döndüler.” “O üç kişi kimler?” denilince, şöyle dedi: “el-Mikdâd b. el-Esved, Ebû Zer el-Gıfârî ve Selmân el-Fârisî”
HZ. EBÛBEKİR, HZ. ÖMER VE HZ. ÂİŞE (R.A.E.)’YE DÜŞMANLIKLARI
Önde gelen Şîalardan el-Meclisî, Bihâru’l-Envâr’da zikreder: Ali b. el-Huseyn’in âzâdlısı dedi ki: “Onunla yalnız kaldığım bir sıra dedim ki: “Benim senin üzerinde hakkım vardır, bana şu iki kişi; Ebûbekir ve Ömer hakkında bilgi ver.” Dedi ki: “İkisi de kâfirdir. O ikisini seven de kâfirdir.” Ebû Hamza es-Sumalî’den: Ali b. el-Huseyn’e Ebûbekir ve Ömer hakkında sorunca: “O ikisi ve onları sevenler kâfirdir.” dedi.
El-Kummî, tefsirinde, “Çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar.” (Nahl 90) âyeti hakkında der ki: “Dediler ki çirkin işler (fahşa) Ebûbekir, fenalık (münker) Ömer ve azgınlık (bagy) da Osman’dır.”
El-Meclisî Bihâru’l Envâr’da der ki: “Ebûbekir ve Ömer’in kâfir olduğunu, onlara lânet etmenin sevâbını ve onlardan uzak olmanın sevâbını gösteren haberler bu veya bundan başka ciltlerde zikrettiklerimizden daha fazladır. Allah (c.c.)’ın sırat-ı mustakîme iletmeyi dilediği kimseler için bu kadarı yeter.” “Ebûbekir, Ömer, Osman ve Muâviye ateşten tabutlar içindedirler. Bundan Allah (c.c.)’a sığınırız.”
Onlardan El-Mer’aşî’nin İhkâku’l-Hak adlı kitaplarında geçtiğine göre şöyle derler: “Allah’ım Muhammed’e ve Muhammed’in âilesine salât et ve Kureyş’in iki putu, iki cibtine ve iki tâğutu ile onların kızlarına lânet et…” Kureyş’in iki putu ve kızları sözleriyle; Ebûbekir, Ömer, Âişe ve Hafsa Radıyallahu Anhumu kast ederler. El-Meclisî, El-Akâid adlı risalesinde şöyle diyor: “İmâmiyye dîninin gereklerinden bazıları da; mut’ayı (belli süreli nikâhı) helâl bilmek, temettu haccı, üç kişiden (Ebû Bekir, Ömer ve Osman’dan) uzak olmak, Muâviye, Yezid b. Muâviye ve mü’minlerin Emiri Ali’ye karşı savaşan herkesten uzak olmaktır.”
Şiîler yeni Müslüman olacak birine kameralar karşısında şöyle dedirtiyorlar -hâşâ- ”Ben şahadet ederim ki Ebûbekir, Ömer, Osman, Âişe ve Hafsa ateştedirler.”
Aşûre gününde, sahâbeden birinin ismini verdikleri bir köpek getirirler; sonra ona bastonlarla vurmaya başlarlar ve onu ölünceye kadar taşlayarak recm ederler. Sonra annelerimizden birinin ismini verdikleri bir oğlak getirirler, tüylerini yolmaya başlarlar ve ölünceye kadar döverler. Aynı şekilde onlar; Ömer el-Faruk b. el-Hattab’ın öldüğü günde düğün yaparlar ve onu öldüren Mecusî Ebû Lu’lu’ye, Baba Şucauddîn ismini verirler.
MUT’A NİKÂHI
Şiilere göre mut’anın (bir ay, bir hafta gibi belli bir zamanla sınırlı nikahın) fazîleti büyüktür. Bundan Allah (c.c.)’a sığınırız. Fethullah el-Kâşânî’nin Menhecu’s-Sâdıkîn adlı kitabında es-Sâdık’tan şöyle dediği nakledilir: “Şüphesiz mut’a benim ve babalarımın dînidir. Onunla amel edenler, dînimizle amel etmiş olur; onu inkâr edenler dînimizi inkâr etmiş ve bizden başkalarının dînine uymuş olur. Mut’a çocuğu, daimi nikâh çocuğundan fazîletlidir. Mut’ayı inkâr eden, dinden çıkmış kâfirdir.”
Hatta Râfızîlere göre kadına dübüründen (arkadan) yanaşmak da câiz görülür hâle gelmiştir. El-İstibsar adlı kitapta Ali b. el-Hakem’den şöyle dediği rivâyet edilir: “Safvan’ı şöyle derken işittim: “er-Rızâ’ya dedim ki: “Senin dostlarından biri, kendisi sormaktan çekindiği için sana o meseleyi sormamı emretti.” “Nedir o?” dedi. “Kişi kadının dübüründen yanaşabilir mi?” dedim. Dedi ki: “Evet, buna hakkı vardır.”
ŞÎA’YA GÖRE KERBELÂ
Bihâru’l-Envâr adlı kitapta Ebû Abdillah’ın şöyle dediği nakledilir: “Şüphesiz Allah (c.c.), Kâbe’ye buyurmuştur: “Kerbela toprağı olmasaydı seni fazîletli kılmazdım. Eğer sana Kerbela toprağından eklenmeseydi ne seni ne de iftihar ettiğim Kâbe’yi yaratırdım. Kerbela toprağına karşı büyüklenmeksizin yerinde dur; günahkâr, mütevazı, zelil ve alçak ol. Aksi hâlde, sana öfkelenirim ve seni cehennem ateşine atarım.”
TAKİYYE AKÎDESİ
İmâmların yaşadıkları dönemlerdeki halîfelerle olan ilişkileri, Şîa akidesine uygun olmadığı için, yâni Hz. Ali (r.a)’nin diğer halîfelerle iyi geçinmesini, Hz. Hasan (r.a.)’ın halîfeliği Muaviye (r.a.)’ye teslim etmesini, diğer imâmların çoğunun yönetime başkaldırmamasını kendi anlayışlarıyla uyumlu hale getirmek ve daha birçok şeyi kurtarmak için de takiyyeyi dînin bir esası olarak uygulamaya koymayı kurtuluş olarak görmüşlerdir. Takiyyeyi, îmânın olmazsa olmazı yâni îmânın bir şartı hâline getirmişler; bunu, uydurma hadîslerle kurumsallaştırmışlardır. Meselâ:
Şîa’nın temel kaynaklarından Usul-u Kâfi, s. 426 el-Kuleynî, Usûlu’l-Kâfî’de şöyle nakleder: “Ebû Abdillah dedi ki: “Ey Ebû Ömer! Dînin onda dokuzu takiyyedir. Takiyyesi olmayanın dîni de yoktur. Nebîz ve mestlere mesh dışında her şeyde takiyye vardır.” Yine el-Kuleynî, Ebû Abdillah’tan nakleder: “Dîniniz hakkında sakının ve onu takiyye ile perdeleyin. Zîra takiyyesi olmayanın îmânı yoktur.”
“… Eban b. Tağlip, Ebû Abdullah (Cafer Sâdık aleyhisselâm)’tan şöyle rivâyet etmiştir: “Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi), vefat edeceği sırada Ali (aleyhisselâm) eve girdi. Resûlullah, onun başını örtünün altına soktu, sonra: “Ey Ali!” dedi. “Ben, öldüğüm zaman beni yıka. Ve kefenimi sar. Sonra beni oturt. Ardından bana soru sor ve sözlerimi yaz.”
Humeynî şöyle der: “Namâzda kıyâmda iken elleri bağlamak namâzı bozan şeylerdendir. Takıyye ile olması müstesna.”
(Hak Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar, MİSVAK NEŞRİYAT, İstanbul, 2014)