DEVRİMLERLE ZATEN REFORMLAŞTIRILMIŞ İSLÂM’IN İLKELERİNİ DOĞRU ANLATMAK MÜMKÜN MÜDÜR?
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda düzenlediği basın toplantısında gündemdeki konulara ilişkin açıklama yaptı.
Devrimlerle zaten reformlaştırılmış İslâm’ın ilkelerini doğru anlatmak mümkün müdür?
“Dinin değişmez sabiteleri dışında kalan bazı fıkıh hükümlerini değişen şartlara göre gözden geçirmek, dinde reform anlamına gelmemektedir.” diyen Ali Erbaş’ın konuşmasından satır başları şöyle: “İslâm’ı ilimler fakültelerimiz bu konuda yetkin kurumlardır. İslâm elbette hiç bir kurumun tekelinde değildir. İslâm’ın ilkelerini yanlış anlatacak hatalı söz ve eylemlerden herkes kaçınmalıdır…Yasal görevi gereği toplumu din konusunda aydınlatma sorumluluğu ile Diyanet İşleri Başkanlığımız İslâm’ın hakikatlerini her şeyden önde tutmuş, sabitelerine ters düşen bir açıklama asla yapmamıştır.”
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Siyaset Akademisi’nin açılışında yaptığı konuşmayı kısaca hatırlayalım. İslâm’ın güncelleştirilmesi gerektiği yönündeki ifadelerine açıklık getiren Erdoğan, dinde reform aramak gibi niyetleri olmadığını ve güncel İslâmî konularla ilgili olarak Diyanet İşleri Başkanının bu alanı boş bırakmaması gerektiğini söyledi. Bunun üzerine Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, Diyanet İşleri Başkanlığı olarak dinin değişmez sabitelerine ters düşen reformist bir açıklamanın hiç yapılmamış olduğunu ifade etti.
Diyanet İşleri Başkanımız Prof. Dr. Ali Erbaş, dinin değiştirilmesi mümkün olmayan sabitelerinden bahsederken, elbette Kuran ve Sünneti kastetmektedir. Çünkü bu iki kaynak, İslâm’ın aslı unsurlarındandır. Kuran ve Sünneti yorumlama ve uygulama yöntemi/vasıtası olarak değerlendirilebileceğimiz İcma ve Kıyas ise esasa ait olmayan ikinci derecede delillerdir ki ilmin terakki etmesi ve(ya) sosyo-ekonomik hayatın değişmesine bağlı olarak gerektiğinde yeniden yorumlanabilir. Bu anlayış, İslâm’ı reforma (yeniden şekillendirmeye) tâbi tutmaktan ziyade kıyamete kadar en son vahiy dini özelliğini taşıyacak olan İslâm’ın mekân ve zaman üstü zenginliğini ve evrenselliğini yansıtan bir yaklaşımdır.
Peki, Diyanet İşleri Başkanlığının bu yaklaşımın dışında hiçbir zaman reformist açıklamalarda bulunmadığına dair Erbaş’ın tespiti ne derece doğrudur? Buna cevap verebilmek için, eski Diyanet İşleri Başkanlarının uygulamalarına yer vermek veya sözlerini aktarmak aslında yeterlidir. Biz burada sadece AK Parti iktidarı döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı koltuğuna oturmuş olan Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun (Görev Dönemi: 28.05.2003 – 11.11.2010)sözlerini kısaca değerlendireceğiz.
Eski Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu’nun Reformist Açıklamaları
– Müslümanlık kendi reformunu yaşayacak. Din sadece Kuran’dan ibaret değildir. Din üç şeyden ibarettir. Kuran, Peygamber’in açıklamaları ve İslâm toplumunun geleneği. (http://www.radikal.com.tr/…/bardakoglu-dinde-reformcu-671572; 01.06.2003).
İslâm’ın reforma ihtiyacı olduğunu iddia eden Bardakoğlu, acaba dinin üçüncü bir kaynağı veya ayağı olarak gördüğü İslâm toplumunun geleneğinden ne anlamaktadır? Bu sorumuza Bardakoğlu, bir başka konuşmasında açıklık getirmektedir:
– “Birinci ayak; dinin ana kaynağı Kuran ve Sünnettir. İkincisi; Cumhuriyetin temel ilkeleri, laiklik, Atatürkçülük, bizim hep göz önünde bulundurduğumuz toplumun ortak mutabakatıdır. Üçüncüsü; göz ardı edemeyeceğimiz realite olan çağdaş dünyanın birikimi, donanımıdır.” (http://www.milliyet.com.tr/…/…/04.05.2006/155837/default.htm).
Yanlış okumadınız. Bardakoğlu, dinimizde Edille-i Şer`iyye (Şer`î Deliller) olarak bildiğimiz İslâm hukukuna dair hüküm çıkarma kaynaklarından/yöntemlerinden Kuran ve Sünnetten sonra genel kabul görmüş İcma ve Kıyas yerine “Atatürkçülüğü” ile “Çağdaş Dünyanın Birikimini” sıralamaktadır. Çağdaş Türk toplumunun ulusal geleneği olarak takdim edilen Kemalist devrimler ile çağdaş dünyaya ait materyalist/pozitivist kazanımlar, bundan böyle İslâm’ın bir parçası olarak ele alınması gerektiğini savunan Bardakoğlu,Atatürk ilke ve inkılâplarından dinle en yakın ilişkisi olan laiklik umdesi hakkındaki da kesin görüşleri şu şekildedir:
– “Türkiye’de ‘laiklik olsun mu, olmasın mı, iyi mi kötü mü?’ tartışması artık sona erdi. Türkiye’de laiklik artık oturmuş ve benimsenmiştir. Şu andaki tartışmalar, laiklik nasıl yorumlanırsa insanımız daha mutlu olur tartışmasıdır. Cumhuriyet tarihimizde bu ilkeyle din adamlarının bir sorunu olmadı. Laiklik ilkesi ile sorunlu din görevlimiz yok…Biz bu uzlaşıda hemfikir olduk. Diyanet, laiklik ilkesi doğrultusunda İslâm dinini, inanç, ibadet ve ahlâk esaslarını anlatacak.”
Bardakoğlu, aslında bu sözleriyle sadece kendi şahsına ait reformist görüşlerini ortaya koymuyor aynı zamanda Diyanet İşleri Başkanlığı’na yüklenen İslâm’ı devlet eliyle kontrol altında tutma misyonu doğrultusunda bir Türkiye realitesini hiç gevelemeden dobra dobra gözler önüne seriyor. Türkiye ve Türk milleti bağlamında İslâm, aslında tek parti döneminde anti-demokratik yöntemlerle gerçekleştirilmiş olan devrimlerle birlikte zaten reforme edilmiş hâliyle Atatürkçülük/Kemalizm’dir. Nitekim “Dinimizde Reform Kemalizm” dergisinde Osman Nuri Çerman, bu gerçeği şu şekilde teyit ediyor (Aralık 1957): “Kemalizm, Müslümanlık dininin özü ve ışığıdır. Kemalizm’in prensipleri, Kuran’ı Türkçeleştirdiği, tasfiye ettiği, İslâm dininin esaslarını öz dilimizle açıkladığı için kutsaldır.”
Velhâsıl-ı Kelâm
Resmî makamları işgal eden günümüzün yöneticileri, her ne kadar teorik bazda ‘İslâm’da reform yok’ dese de aslında Türkiye’de Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte İslâm’ın çoktan reforme edilmiş olduğunu sanki (bilerek veya bilmeyerek) bizlerden gizlemek istemektedir. Türkiye’de birçok yönüyle zaten uygulan(a)mayan İslâm, bugünkü hâliyle çoktan asliyetini ve özünü kaybetmiştir. Çünkü Türkiye’de İslâm, ancak resmî devlet ideolojisinin sınırları içinde anlatılabilmekte ve yine bu sınırlı boyutuyla yaşanabilmektedir. Bu bağlamda Bardakoğlu’nun da ifade ettiği gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesine ters düşmemek şartıyla sadece inanç, ibadet ve ahlâk ile ilgili konulara temas edebilir.
Siz Diyanet İşleri Başkanlığı’nın İslâm’ın ekseriyetini teşkil eden sosyal, siyasî, idarî, hukukî, kültürel, iktisadî ve(ya) ticarî meseleleri ihtiva eden muamelata/uygulamaya ait tek bir somut görüş beyân ettiğini hiç duydunuz mu? Mesela İslâm’ın sosyal devlet düzenine dair bir çalışma yaptığından haberdar oldunuz mu? Mesela yoksullukla mücadele konsepti olarak çağımıza uygun bir zekât modeli geliştirip uygulaması için hükümete en azından bir tavsiyede bulunduğuna dair hiçbir bir haber okudunuz mu? Mesela faizli ekonomi/banka sistemine alternatif olabilecek alternatif çağdaş bir müdaraba projesi geliştirdiğini hiç şahit oldunuz mu?
Tabiî ki de duymadınız, haberdar olmadınız, okumadınız ve şahit olmadınız. Çünkü muamelata ait nazarî de olsa her bir İslâmî görüş, netice itibariyle mevcut sosyal/siyasî/iktisadî düzene aykırı gelecek ve hatta anayasal boyutuyla bir tehdit unsuruna dönüşecektir. Doğrusu laik Cumhuriyet, kendi tağutî düzenine aykırı gelebilecek bir İslâm anlayışı oluşsun ve gelişsin diye kurulmamıştır. Dolayısıyla Laik Cumhuriyet var olduğu sürece, Kemalist devrimlerle reformlaştırılmış İslâm da Müslüman Türk milletinin dini olmaya devam edecektir. Bu şartlar altında ne Diyanet, ne islâmî cemaatler, ne de İlahiyat fakülteleri, İslâm’ın dünya görüşüne dair ilkelerini doğru anlatabilir.
Prof. Dr. Ali SEYYAR-Mirathaber