Ahmet Gelişgen YazılarıDiyanet

Miraçta 50 Vakit Namaz Meselesi Ve Gök Katlarında Diğer Peygamberlerle Karşılaşma

Miraçta 50 Vakit Namaz Meselesi Ve Gök Katlarında Diğer Peygamberlerle Karşılaşma

Sevgili dostlar, miracın mütevatir hadislere dayandığını ve müsteşrikler tarafından inkar edildiğini, bu anlayışın da Fazlurrahman ve onun yolunu izleyenler tarafından bu günkü toplumumuza, iyimser yaklaşımlarla sinsice enjekte edilmek istendiğini önceki 6 sayfalık yazımızda bütün boyutlarıyla birlikte işlemiştik.

Dostlarımızdan, grup üyelerimizden Allah razı olsun, hepinize ve hepsine çok teşekkür ediyorum, hüsnü kabul gösterdiniz. Amacımız ve gayretimiz, temiz ruhlu, gönlünde iman cevheri yüklü mümin kardeşlerimizin iyi niyetle bilmeden düşebilecekleri, itikadi saptırma hareketlerine karşı uyarmak ve onlardaki iman cevherini parıldatarak bozuk itikadi anlayışlardan korumaktır.

Bu toplumun bizde hakkı hukuku vardır. Bu ülkenin ve devletin vesile olduğu Allah’ın ekmeğini yiyoruz. Canab-ı Hakk (c.c.), “iyilikte ve takvada yardımlaşın, günah ve düşmalıkta/tecavüz/haddi aşmada yardımlaşmayın” buyuruyor. Hepimiz ilmimizin, mesleğimizin zekatını karşılıksız vermek zorundayız. Bunlar bizim için yorgunluk sebebi değil, aksine sürur ve kazanç kaynağı olmalıdır. Rabbimizin, “o gün ne mallar ne de oğullar fayda verir; tertemiz/selim bir kalple gelenler müstesna” fermanını göz önüne alarak, insanlığın kurtuluşu için daima çalışmalıyız. Zalimin karşısında, mazlumun yanında olmalıyız. Selim kalp, malla, mülkle, saltanatla ve nüfuzla değil, ancak iman ve salih amelle elde edilir;  Dünyadaki bu emanetler, selim kalbi temin yolunda birer vasıta olmaktan öte değildir.

Bu yüzden, dayanışma içerisinde olmamız gereken şu toplumda, hepimiz birbirimize karşı vazifelerimizi yerine yetirmek zorundayız. Yoksa dünya üç günlüktür, ondan sonra hesap başlayacaktır. Hesabın başı imandır. İman sahih değilse, amel ne olursa olsun boşa gider. İman sahih olursa, ameldeki kusurlar, tevbe ile, salih amelle ya da yapılan güzel bir amel dolayısıyla Mevlamız tarafından re’sen affedilebilir. İmansızlığın sonucu, Allah korusun ebedi cehennemdir. İmanını muhafaza ederek dünyadan ayrılan kişi, doğrudan olmasa bile en sonunda bi-iznihi Teâlâ cennete girecektir.

Bunun için kendimizin, çoluk çocuğumuzun, sevdiklerimizin ve ulaşabildiğimiz tüm çevremizin imanını kurtarma gayretinde olmalıyız. Hz. Peygamber (s.a.v). Efendimiz, “Senin sayende bir kimsenin kurtuluşa ermesi, dünya ve içeresindekilerden (kızıl develeden) daha hayırlıdır” buyurmuştur. Doğruyu bilip de uyarmayanlardan da, ne surette olursa olsun yanlışa sevk edenlerden de Allah Teâla kıyamet gününde hesap soracaktır. Bilmeden veya ortamın bulanıklığı dolayısıyla yanlışa sapanlar ise, hesap gününde, hem onu bu kötülüğe sevk edenlerden hem de bilip de uyarmayanlardan, hatta o ortamı oluşturma imkan ve yetkisine sahip olup da oluşturmayanlardan şikayetçi olacaklardır. Ancak bu şikayet, sapan kimseyi kurtarmayacaktır. Belki onu batıla saptıranların azabını artırılacaktır.

Bu nedenle siz dostlarımızı aynı konunun detaylarından olan, miraçta 50 vakit namaz konusunda da bilgilendirmek istiyorum izninizle:

Miraçta 50 vakit namaz, Buhari ve Müslim başta olmak üzere, miracı anlatan aynı sahih hadislerin içerisinde yer almaktadır. Bu hadislerde anlatıldığına göre, miraç dönüşünde Rasül-ü Zişan Efendimizi Hz. Musa (a.s.)’la karşılaşır ve Musa (a.s). ona, “Rabbin sana ne görev verdi” diye sorar. Peygamber Efendimiz de, “50 vakit namaz” diye cevap verir. Bunun üzerine Musa a.s., “Rabbine geri dön ve bunun hafifletilmesi iste, zira ümmetin buna güç yetiremez, ben bunu denedim” der. Bundan sonra Peygamber Efendimiz döner ve namaz vakitlerinde Rabbinden tahfif ister. Allah-u Teâla da bunu kabul eder. Bu muhavereler bazı rivayetlerde detaylı bazı rivayetlerde ise tafsilatıyla zikredilir. (Bkz. Buhari, Salat 1, Hacc 76, Enbiya 5, Tevhid, 37, Menakıb 24; Müslim, İman 259, 263; Ve diğer kaynaklar).

Aynı hadislerde, Cebrail (a.s)’ın gök katlarına geldiğinde kapıyı açmak için izin istemesi gerçeği de vardır. Arapça tabiriyle hadislerde bu “istefteha” olarak geçer. Bazı çevirilerde bu tabir, kapıyı çalmak olarak ifade edilmiştir. Bunda da anlamca bir beis yoktur. Ancak bu çeviriden hareketle hadisleri inkar eden modernist/oryantalist anlayış, miracı reddetmenin yanı sıra, sahih hadislerde miraçta vuku bulduğu haber verilen olayları da istihza ederek inkar etmektedir. Bu tür yazılardan sküler dünya içerisinde bazı iyi niyetli kardeşlerimiz de etkilenebilmektedirler. Konu Allah’ın takdir ve kudretidir. Din ve imanın özü teslimiyettir. Müslüman Allah’ın her şeye güç yetirebileceğine inanmazsa imanı uçar gider, Allah muhafaza! Bunlar akıl dışıysa, o zaman çürümüş kemiklerden yeniden diriltmek de, bir damla sudan insanı yaratmak da akıl dışıdır hâşâ! Dinimizde metafizik alem, ibadetler ve Ahiret ahvali ancak nakille bilinebilir. Nakilden maksat sahih nasslardır. Sahih nasslar ise, Kur’an ve Sahih sünnettir. Bu alana akıl işlemez, beki hikmetini anlamaya çalışabilir. Yoksa terazi kırılır! Ne güzel demiş Ziya Paşa: “İdrak-i maali bu küçük akla gerekmez; zira bu terazi bu kadar sikleti çekmez!” Hz. Ali kv’’nin ifadesiyle, “din akıl olsaydı, mestin üstünü değil, altını meshederdik.”

Bilmiş olalım ki, Buhari ve Müslim’in birlikte rivayete ettikleri (müttefekun aleyh) hadisler, sahih hadis sıralamasında ilk dereceyi almaktadır. Buhari ve Müslim’in birlikte aynı sahabeden rivayet ettikleri hadislere “müttefekun aleyh” denilir. Müttefekun aleyh hadisler, bütün muhaddislerin ortak görüşüne göre, Kur’an’dan sonra gelen en sahih haberlerdir. Bu bakımdan, bazı âlimler, “Müttefekun aleyh olan hadisleri reddedenin, imanından şüphe ederiz” demişlerdir. Sıhhat bakımından Buhari hadisleri, Müslim hadislerinden daha güçlüdür. Buhari ve Müslim hadisleri aleyhine görüş ve eleştiriler, müsteşrikler tarafından ortaya atılmış, bazı yerli teologlar da onları takip etmiştir. Bunun yanında şunu da belirtelim ki, yalnız değerlendirildiğinde sahih hadis sıralamasında başta Buhârî, ondan sonra da Müslim hadisleri gelir. Bu iki kaynakta gelen hadislerin, özellikle Buhari hadislerinin inkarı mümkün değildir.

Zamanımız Müslümanı, dünyevi imkan ve yaşayışını en inceliklerine kadar daima güzelleştirmeyi hedeflerken, sıra din ve imana geldiğinde, akla uygunluk adı altında kolayı aramanın da sâikiyle maalesef pozitivist anlayışa yönelebilmektedir. Bunun sonucunda ayeti kerime ve makbul hadisi şeriflerde bildirilen hakikatler inkar edilmektedir. Allah korusun bu durum insanın imanını götürür. Zayıf hadisle bile gelse dini bir hadiseyi, “din” olduğu için alaya almak kişiyi küfre düşürürken, “acaba bu hadis sahih midir?” deyip öğrenme maksadıyla araştırmak veya sormak, övülen bir durum olur. Ama bu araştırma kafadan veya oryantalist ekolden değil, işin ehlinden ve hadis kaynaklarından olmak zorundadır.

Şunu iyi bilelim ki, internetten rastgele bilgiyle din öğrenilmez. Bu durum, pazardan gözü yumulu alışveriş yapmaya benzer. Gözü yumulu alışverişten eve döndüğümüzde, bir alay çürüğe boşuna para saydığımızı anlarız. Ahirette benzer bir mağduriyetle karşılaşmak istemiyorsak, dini bilgimizi kimden ve nereden aldığımıza bakmak zorundayız. Dolayısıyla dini bilgimizi, İslam alimlerinin muteber saydığı kaynaklardan veya güvenirliği salih çevrelerce onaylanmış kişilerden alma mecburiyetimiz vardır. Pazardan bir kilo soğan alıkken veya bir çift ayakkabı alırken bile gösterdiğimiz titizliği, dinimizi öğrenirken ve çocuklarımıza dinini öğretirken de göstermeksek, ciddi vebal altında kalır, istenmedik ziyanların kurbanı oluruz. Onun iççin ilmine müracaat edeceğimiz kimselerin yaşantısına, çevresine ve nerde oturup nerde kalktığına ve yüzüne dikkat edelim. Bu durumlar, ilim sahibi görünen kişi hakkında önemli ip uçları verebilir. Helal yiyen iyi niyetli bir mümin, firasetiyle de çok şeyi anlayabilir.

Canab-ı Hakk bizleri istikametten ayırmasın! Daima iyilerle karşılaştırsın! Kendi katında kabul edeceği imanı nasip ederek bize yolunu göstersin. Bilhassa ahir zamanın fitnesinden -ki bu tür saplantılar onun eseridir- cümlemizi korusun. Kötü ve maksatlı akidelerden bizi ve neslimizi, cümle sevdiklerimizi korusun! Kendisine güzelce ibadet etmekte yardımını esirgemesin! Amin!

Selam ve dua ile Allah’a emanet olunuz!

30 Nisan 2017

Dr. Ahmet GELİŞGEN

www.ahmetgelisgen.com

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu