Ahmet Gelişgen YazılarıAnasayfa SliderAnasayfa YazılarArşivSON EKLENENLERson-eklenenler

ALLAH KATINDA İMANIN SAHİH VE KABÜLE ŞAYAN OLMASI İÇİN ŞARTLAR / Dr. Ahmet Gelişgen

İman ettim” diyen bir mümin, kendi canının istediği şekilde değil, Allah ve Rasulü’nün ortaya koyduğu ölçülerde iman etmek zorundadır. Yoksa, Allah katında iman kabul edilmez. Allah katında imanın sahih kabul edilebilmesi için şu şartlar gerekir:

1)Zarûrât-ı diniyye”ye inanmak, bunları inkâr anlamına gelebilecek söz, fiil ve davranışlardan uzak olmak,

2) Dini hükümlerin her birinin güzel ve hikmetli olduğuna, yerli yerinde konulduğuna inanmak, bunlara riayet konusunda inat, gurur ve kibir göstermemek, bunlara alamet olabilecek fiil ve davranışta bulunamamak,

3)Sekarât-ı mevt” (ölüm döşeği) gibi ümitsiz bir hale düşmeden önce, serbest iradeyle iman etmiş olmak. (Bkz. Mümin, 40/85). Yeis halinde imanın ve tövbenin kabul edilmemesi konusunda Maturidi kaynaklarda da Eşarilerin bu görüşü tercih edilmiştir).

 “ZARÛRÂT-I DÎNİYYE” NEDİR? 

Zarûrât-ı dîniyye”, bir Müslüman tarafından bilinmesi ve inanılması zorunlu esaslar anlamına gelir. Bunları kabul ve tasdik etmek her mü’min için farzdır. Bunlardan herhangi birinden şüphe etmek, onları hafife almak veya alaya almak, Allah korusun, mü’mini imandan uzaklaştırır.

Zarûrât-ı diniyye”, Kur’an’da ve mütevatir hadisle birlikte meşhur hadiste bildirilen her şeydir (2). Bu bağlamda Kur’an-ı Kerim’ki her bir ayet-i kerimeye ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den sadır olduğu kesin olan her bir hadise iman etmek, inanılması zorunlu olan “zarurat-ı diniyye” kapsamındandır. Bunun yanında, Kur’an-ı Kerim’de manaya delaleti açık olan her bir hükme o şekliyle inanmak imanın gereği olduğu gibi, Peygamberimiz (s.a.v.)’den sabit olduğu kesin olan ve manası da açık olan hadislerdeki hükümlere inanmak da farzdır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’i, dini bir unsuru veya dini sembolleri küçümsemek, alaya almak, teklifi yönden farz ve vacip olmayan “sünnet” bir hüküm bile olsa küçümseyip alaya almak, -Allah korusun- kişiyi imandan uzaklaştırır. Meselenin delil değerini araştırmak ise, bunun dışındadır.

Hanefi alimlere göre “icmâ” ya inanmak da imanın gereğidir. Bir başka deyişle, icmâ’yı inkâr küfürdür. (Molla Hüsrev, Mirâtü’l-Usul, s. 320; Hukukı İslamiyye Kamusu , I/167; Selkînî, el-Müyesser s. 101, 102; Zeydan, el-Veciz, s. 182).

Şafiilerden İmam Gazali, icmâ’ya uymanın, nebevi sünnet’e uymaktan daha kuvvetli olduğunu belirtmiştir (Gazzâlî, Mustasfâ, I/329).  İmam Şâtıbî ise, icmâ’ya karşı çıkanın mübtedî (bidat ehli) olduğunu, bidat ehlinin ise “Sevâd-ı Âzam” dışında yer aldığını bildirmektedir (Şâtıbî, el-İ’timâd, s. 479). Sevâd-ı Âzam (Fırka-i Nâciye=Kurtuluşa erenlerin yolu), Rasulüllah (s.a.v.) ve sahabenin üzerinde olduğu yoldur. Dolayısıyla müminlerin çoğunluğunun yoludur. Bu yola, “Ehl-i Sünnet” yolu da denmiştir. (Bkz. Nisa, 4/69, 115; Şâtıbî, el-İ’tisam, s. 476, 478, 483; İSAM Ansiklopedisi, XXXVI/578).

Ömer Nasuhi Bilmen, Rafizilerin/Şia’nın ekserisinin icma’yı inkar ettiklerini bildirmektedir. (Hukukı İslamiyye Kamusu, I/167).

Dinimizdeki iman esasları, Kur’an ve mütevatir ve meşhur sünnette bildirilen haberlerle birlikte geçmiş kavim ve peygamberlerden verilen haberler, sübutu ve delaleti kat’î (kesin) olan dini emir ve yasakların tamamı “zarûrât-ı diniyye” kapsamındadır. Bunlara inanıp kabul eden kişi mü’min olur. Bunlardan herhangi birini inkâr eden, hafife alan ve bunlara inanmada şüphesi olan kişinin Allah katında imanı kabul edilmez. Dolayısıyla bu kişi Allah korusun, küfre düşmüş olur.

Örneğin, Kuran-ı Kerim’in Allah kelamı olduğuna, tevâtüren, değişmeden ve noksansız olarak bize kadar geldiğine, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in son peygamber ve ona indirilen İslam Dini’nin “son din” olduğuna inanmak zorunludur. Keza, namaz, oruç, zekât, hac ve cihad gibi dini emirlerle; zina, içki, kumar, hırsızlık ve faiz/ribâ gibi haramlara inanmak da zorunludur. Bu ve benzeri hükümlerden birini inkâr eden kimse, dinden çıkar ve “kâfir” olur (Bakara, 2/85; Nisa, 4/150, 151¸Talak, 65/1; vd.). Bu hükümleri inkâr etmeden nefsine yenilip de gereğini ifa edemeyen mümin ise sadece günahkâr olur.  İmanını muhafaza ederek dünyadan ayrılan bir kul, tövbe etmeden ölür de dünyada işlediği herhangi değerli bir amelinden dolayı Allah tarafından re’sen affedilmezse, cehennemde günahını çektikten sonra eninde sonunda cennete kavuşur. Kafirler ise ebediyen cehennemde kalacaklar ve azap olunacaklardır. (Bkz. Bakara, 2/39; Ali İmran, 3/12, 87, 88; Maide, 5/10; Araf, 7/40; Fetih, 48/13; vd.). Bu bakımdan günahkâr olsa bile bir müminin imanını muhafaza edebilmesi son derece önemlidir.

Allah’ın gönderdiği son peygamber olan Hz. Muhammed (s.a.v.)’e ve ona indirilen son din “İslam”a inanmayan aklı başında bütün insanlar da Kur’an ve sünnet’te, “kâfir” olarak nitelenmişlerdir. İman etmediklerinden dolayı kafirlerin dünyada iyi ameller işleseler bile, tamamı boşa gidecektir. (Bkz. Ali İmran, 3/12, 22; Kehf, 18/105; vd.). Nitekim, Rasülüllah Efendimiz’in gönderilmesi ve Kur’an’ın indirilmesiyle önceki bütün dinler Cenâb-ı Hakk tarafından neshedilmiş, iman ve hidayet, sadece son din İslam’a bağlanmıştır (3).

Kısaca, “sem’iyyat” denilen nakille gelen bütün naslara (ayet, hadis) ve bunların açık şekilde ortaya koyduğu hükümlere inanmak, mümin olabilmek için zorunludur. (Bkz. Sabûnî, Bidâye, s. 183).

İslam inancında iman, “Kelime-i Tevhîd” dediğimiz, “Lâ ilâhe illallah Muhamedürrasulülah / Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur, Muhammed (s.a.v.) O’nun rasulüdür)” sözü ile özetlenir. Bunun bir başka ifadesi olan kelime-i şehadet, (Allah’tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim)” terkibi de imanın bir özetidir (Pezdevi, Usulü’d-Din, s. 150, 154). Bu terkip, yukarıda belirttiğimiz gibi, Kur’an-ı Kerim ve Rasulüllah (s.a.v.)’den sadır olan söz, fiil ve takrirlerde bildirilen her şeyi kapsar.

O halde, Kur’an-ı Kerim’in bütün ayet, hüküm ve haberlerine iman, Allah’a iman olarak kelime-i tevhid’in birinci bölümünde (La ilahe illallah) ifade edilmiştir., Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’den sabit olan hadisi şeriflere, bunlarda belirtilen hükümlere ve verilen haberlere iman ise, kelime-i tevhidin ikinci bölümünde (Muhammedürrasulüllah) ifade edilmiştir. Öyleyse, sadece Kur’an’a inanıp da hadislere inanmayan bir kimsenin “mümin” olması mümkün değildir.

Hanefilere göre, meşhur hadisler de bildirilen hüküm ve haberler de itikadi konularda delil olduğundan “zarûrât-ı diniyye”dendir. Başka bir ifadeyle, Hanefilere göre meşhur hadis, hükmünün bağlayıcılığı yönünden mütevâtir haber gibidir. Dolayısıyla, meşhur sünnet de itikadi konularda delildir. (Bkz. Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, s. 23. Şerafettin Gölcük-Süleyman Toprak, Kelam, s. 65; Abdülkerim Zeydan, el-Vecîz, s. 170, 171). Buna göre, meşhur haberle bildirilen haber ve hükümlere inanmak da imanın sahih olması için gerekli bir esas haline gelmektedir.

İmam Maturidi, Kur’an’da kapalı bir şekilde işaret edilen itikadi konularda, sahih olan ahad haberlerle istidlal olunabileceğini de belirtmiştir. (Yusuf Şevki Yavuz, “Maturidi”, TDV İslam Ansiklopedisi, XXVIII/168. ((Kitabu’t-Tevhid, s. 15; Nesefi, Tabsıra, I/131, 279, II/803-804; Beyâzızade Ahmed Efendi, s. 46, 47, 239’dan naklen).

Hadis-i şeriflerin, ehli tarafından “hadis usulü” ilminin esasları doğrultusunda incelenerek, bir rivayetin Hz. Peygamber (s.a.v.)’e aidiyeti konusunda iyi niyetli olarak görüş belirtmek, ilmi bir faaliyet olarak meşru olur. Ancak -yukarıda belirtildiği üzere- Hz. Peygamber (s.a.v.)’i veya dini bir unsuru küçümsemek amacıyla, teklifi yönden, farz ve vacip olmayan “sünnet” bir hükmü bile küçümsemek ve alaya almak, Allah korusun, kişiyi imandan uzaklaştırır. Dolayısıyla zayıf hadise dayalı hükümleri de dine ait bir değer olduğu cihetle küçümsemek ve alaya almak, kişiyi dinden çıkarır.

O halde İslam itikadına göre, Kur’an’ın her bir ayeti ve yukarıda niteliğini belirttiğimiz hadis-i şeriflerin her biri, “zarûrât-ı diniyyedendir, inkârı küfre götürür. (Bkz. Bakara, 2/85, 145, 146, 285; Al-i İmran, 3/19, 20; A’raf, 7/157-158; Fetih, 48/13; Nisa, 4/65, 136, 150; Ahzab, 33/36).

İşlenen günahlarda “zarurat-ı diniyye”yi bilmemenin de mazeret olmayacağı belirtilmiştir (Bağdâdî, Usulid’Din, s. 290). Zira, kişinin imanını ve amelini sağlayacak kadar dinde bilgi sahibi olması farz-ı ayındır. İştigal edilen meslekle ilgili dini hükümler de bu bağlamda değerlendirilir.

İMAN VE İSLAM’IN ŞARTLARI KONULARINDAKİ ÇARPITMA!

İman esasları, “Cibril Hadisi”nde belirtildiği üzere Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere yani, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna iman etmek olarak sıralanır. Hz. Ömer’den nakledilen bu mütevatir hadiste iman bu şekilde tarif edilmektedir. (Buharî, İmân, 37; Müslim, İmân, 1; vd). Hadisi şerifte yapılan “iman”ın tanımından ve ayetlerden (Bakara, 2/4, 177, 285; Nisa, 4/136; Araf, 7/45; Neml, 27/3; vd.) hareketle bazı ilmihal ve akaid kitaplarımızda öğretimde kolaylık amacıyla, imanın şartının “6” olduğu belirtilerek hadiste geçen maddeler bu başlık altında sayılmıştır. Burada, “İmanın şartı altıdır” ifadesinden kastedilen, imanın ana esaslarıdır. Diğer esaslar bunların kapsamında yer almaktadır. Dolayısıyla bu ifadeden, imanın bunlardan ibaret olduğu anlamı çıkmaz.

Aynı kaynaklarda, hadisi şerifteki “İslam”ın tanımından hareketle, yine öğretim kolaylığı amacıyla, İslam’ın şartlarının “5” olduğu zikredilerek, hadiste geçen maddeler bu başlık altında sayılmıştır. (Kelime-i şehâdet, namaz, zekât, oruç ve hac). Buradaki “İslam’ın şartı beştir” ifadesinden kastedilen de dindeki en temel ibadetlerdir. Dolayısıyla bu ifadeden de ibadetlerin bunlardan ibaret olduğu ve başka ibadet olmadığı anlamı çıkmaz. Kelime-i şehadet ise, bilindiği üzere imanla alakalıdır.

Örneğin; bir binanın direkleri kirişleri vardır, ama bina sadece bunlardan ibaret değildir. Zira, binanın duvarları da vardır, ara kirişleri de vardır. Bunun yanında bu binanın kapıları, pencereleri vs. de vardır. Bunlar olmaksızın, faydalı bir binadan söz edemeyiz. O zaman bina eksik olur, o da bizi sıcaktan, soğuktan, yağmurdan ve fırtınadan korumaz, mahremiyetimizi örtmez.

Dolayısıyla, “imanın 6 şartı veya İslam’ın beş şartı arasında, ahlaktan ibadetten, adaletten, dürüstlükten ve doğru sözlülükten bahseden bir madde bile yok” gibi yaklaşımlar, “Cibril Hadisi” denilen söz konusu mütevatir hadiste bahsedilen esasları tezyif ve tahfife yönelik olarak, müsteşrik zihniyet tarafından üretilen ve mantıklı gibi sunulan batıl bir yaklaşımdır. Zira, hiçbir hadisi şerif veya ayeti kerime tek başına dini esasları ve ibadetleri yansıtmaz. Farklı ayet ve hadislerde farklı hükümler gelerek dini hükümler tamamlanır. Cibril hadisinde de imanın tanımı olarak ele alınan imanın ana esaslarıdır. İslam’ın tanımı olarak yer alan 5 esas ise, dindeki temel ibadetlerdir. Ahlak, adalet ve içtimai alandaki diğer emir ve yasaklar, başka nasslarda ve başka konu başlıkları altında ayrıca ifade edilmiştir.

Özetle, iman ve İslam’da kişiye görelik olmaz. Allah katında imanın sahih ve kabule şayan olması için, irade serbestisi içerisinde, “zarûrât-ı diniyye”ye gönülden teslim olmak ve bu hükümlerin yerli yerinde konulduğuna, güzel ve hikmetli olduğuna inanmak gerekir.

24.03.2017

Dr. Ahmet Gelişgen

——————————————-

DİPNOTLAR

 (1)Serahsi, Bulûğu’s-Sûl fi’l-Usûl, I/73; Bağdâdî, Usulid’Din, Daru’l-Kütibi’l-Ilmiyye, Lübnan, 2002, s. 290; Bağdadi, el-Fark beyne’l-Fırak, Mektebetü Daru’t-Türas, Kahire, tarihsiz, s. 323, 345, 347, Sâbûnî, Ebu Abdullah Abdullah b. Mahmud, el-Bidaye fî Usûli’d-Dîn, Menşûratü’l-Cemel, Beyrut 2011, s. 183; Teftâzânî, Şerhu’l-Akâid, Dâru’t-Tıbâi’l-Âmire, Tarihsiz, İstanbul, s. 153; Aliyyyülkâri, Şerhu’l-Fıkhi’l-Ekber, Daru’n-Nefâis, Dimeşk, 2009, s. 46; Molla Hüsrev, Mirâtü’l-Usûl, Daru Sadır, Beyrut, 2011, s. 321; İbn Hacer el-Mekki, Zevâcir, Dâru’l-Hadis, Kahira, 2004, I/243; Ebu’l-Izz Ali b. Ali, Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye, Dâru’r-Risâle, Dımeşk, 2012, I/403, II/529, 552; Ömer Nasuhi Bilmen, Muvazzah İlm-i Kelam, Ravza Yayınları, 2013, İstanbul, s. 102, 103; Ali Arslan Aydın, İslam’da İman Esasları, Otağ Matbaası, İstanbul, 1975, s. 38; Ahmet Hamdi Akseki, İslam Dini, Gaye Matbaası, Ankara, Tarihsiz, s. 56; Şerafettin Gölcük, Süleyman Toprak, Kelâm, Selçuk Ünv. Basımevi, Konya, 1988, s. 103. Ayet-i kerimeler için bakınız: Bakara, 2/85, 145, 146; Al-i İmran, 3/19, 20; A’raf, 7/157-158; Fetih, 48/13; Nisa, 4/65, 150; Ahzab, 33/36.

(2) Mütevatir hadis”, yalan söylemek üzere anlaşmaları aklen ve âdeten imkansız olan topluluğun, haberin kaynağından itibaren her nesilde, kesinlik ifade eden rivayet lafızlarıyla kendileri gibi bir topluluktan rivayet ettikleri hadistir.

(3) (Bkz. Bakara, 2/75, 79, 120, 145, 146; Ali İmran, 3/19, 20, 85; Nisa, 4/46; Maide, 5/13, 14, 30, 41, 72, 73; A’raf, 7/157-158; Tevbe, 9/30; Fetih, 48/13; Saff, 61/6, 7; vd. ; Ebu Davud, İlim, 2; Ahmed, III/470, 471; vd.; Taberi, Câmiu’l-Beyân, 2015, I/446; Celâleddin Suyûtî-Mahallî, Tefsîru’l-Celâleyn -Kur’ân-ı Kerim Hâmişinde-, s. 10; Kurtubi, el- Câmi’, I/301; İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’’âni’l-Azim, I, 103; Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, I/63; Elmalı’lı; Hak Dini Kur’an Dili, I/372).

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu