Vahhabilerin Rasulullah (Sallahu Aleyhi Vesselam)’İn Şefaatini İnkar Etmeleri
Vahhabiler, Sure-i Bakara, âyet 107’de: ‘Bilmezmisin ki; göklerin ve yerin mülkü muhakkak Allah’u Teala’nındır. (Allah’u Teala’nm azabı indiğinde) sizi ondan kurtaracak ne bir dostunuz, ne de bir yardımcınız vardır.’ Sure-i Zümer, âyet 44 ‘de: ‘Şefaafin hepsi Allah’tandır,’ gibi bu ve buna benzer anlamdaki kafirlere şefaatin olmayacağına dair olan âyetleri çarptırıp, mü’minlere atfederek Peygamberlerin, alimlerin, şehidlerin vs. şefaatinin olamayacağını iddia ederler.
Bu hususta Suudi Arabistan da Vahhabilerin öne çıkan alimlerinden olan Abdullah bin Baz, “et-Tahkîk ve’l-îdah” adlı kitabının 95. Sayfasında açık bir şekilde:
“Ölülere gelince onlardan bir şey istenmez. Şefaat de istenmez, başka bir şey de istenmez. Bu ölüler ister peygamber olsun isterse olmasın bu böyledir. Çünkü bu konuda şeraitte bir şey yoktur/’1 diyerek hem peygamber-lerlerin ve büyük zatların kabirlerine gitmeyi ve hem de onları vesile ederek şefaat talebinde bulunmayı inkar ederek, bu husustaki bir çok Âyet-i Kerime’yi ve Hadis-i Şerifleri inkar etmektedirler.
Halbuki; bu Âyet-i Kerime ve bu anlamdaki diğer Âyet-i Kerime’lere bakıldığı zaman, açık bir şekilde bu âyetlerin kafirler ve müşrikler hakkında söylendiği görülmektedir. Bütün ehl-i sünnet uleması zaten şefaatm kafirlere olmayacağını ve sadece günahkar müslümanlar için olduğunu beyan etmektedirler. Eğer böyle olmasaydı, Allah’u Teala, “benim izin verdiğim kimseler şefaat eder/’ der miydi?
Vahhabiler, bir taraftan şefaatin olamayacağını söylerken bir taraftan da aynı kitabın içerisinde:
“Peygamberimiz hayatta iken veya kıyamet gününde ondan şefaat istenebilir. Çükü hayatta olan kişiden bir konuda yardım ve şefaat istenebilir… Kıyamet günündeki şefaate gelince o da ancak Allah’ın izninden sonra olur. Sure-i Bakara, Âyet 255’de: “Allah’u Teâlâ’ya karşı kimse kimseye şefaat edemez, Yalnız Allah’u Teâlâ’nm izin verdiği kimseler şefaat eder/’ diye geçtiği gibi.
Açık bir şekilde görülüyor ki vahhabiler, aslında Şefaat de bir nevi vesile olduğundan dolayı görüşlerine uymadığı için inkar etmeye çalışmışlardır. Ancak bu hususta da o kadar çok Hadis-i Şerif rivayet edilmektedir ki artık inkarı mümkün olmadığı için, kıvırarak kendi içlerinde çelişkiye düşmektedirler. Aslmda amaçları maneviyata olan inancı yok etmek olduğu için manaviyatı güçlendirici şefaati inkar etmek zorunda kalmışlardır.
Bütün ehl-i sünnet uleması, şefaatin hak olduğunu ve ahiretde mü’mirilere, Allah’u Teala’nm izin vermiş olduğu kimselerin şefaat edeceğini beyan etmişlerdir. Bu Hadis-i Şeriflerden bazıları şunlardır:
Yezîd el-Fakir anlatıyor:
“Hâricilerin görüşlerinden bir görüş, kalbime işlemişti. Haccetmek, sonra da insanların karşısına çıkıp haricilik propagandası yapmak için kalabalık bir grup içerisinde yola çıktık. Nihayet Medine’ye uğradık. Orada Câbir İbn-i Abdullah (Radiyaİiahu anhu)’ya rastladık. O, insanlara hadis rivayet ediyordu. Bir ara cehennemlikleri zikretti. Ben:
– “Ey Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’m arkadaşı! Bu söylediğin nedir? Halbuki Allah Teâla:
– “Ey Rabbimiz! Muhakkak sen kimi ateşe sokarsan onu hor ve hakir edersin. Fasık olanların barınacağı yer ise cehennemdir. Ne zaman oradan çıkmak isteseler geri içeri döndürülürler. Yalanladığınız o ateşin azabını tadın, denilir.2 buyurmaktadır,” dedim. Hz. Câbir (Radiyaİiahu anhu):
– “Sen Kur’ân-ı okuyor musun?” dedi. Ben de:
– “Evet! Okuyorum,” dedim. Bunun üzerine (yani bu âyetler kafirler hakkındadır, diyerek) şöyle söyledi:
– “Sen, Allah’ın Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem)’i dirilteceği Makam-ı Mahmud’u işittin mi?”
– “Evet! eleyince, dedi ki:
– “O, Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem)’e mahsus mahmûd olan bir makamdır ki, Allah’u Teâla, onun vasıtasıyla cehennemden çıkaracaklarını çıkarır!”
Sonra sıratın vaziyetini ve insanların sırat üzerinden geçişinin nasıl olduğunu anlattı. Bunları ezbere tutamaz olmaktan korkuyorum. Ancak şu kadar varki, o şunları söyledi:
– “Muhakkak ki, bir kavim cehennemde bulunmalarının ardından ateşten çıkarlar. Ama onlar simsim
çubukları gibi simsiyah çıkarlar. Akabinde cennet nehirlerinden bir nehre girerler. Orada yıkanırlar ve kağıt sayfaları gibi bembeyaz çıkarlar/’
Sonra Hacdan döndük ve yazık olsun size O Şeyh’in, Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) hakkında yalan söyleyebileceğini zanneder misiniz, dedik. Bunun üzerine Haricilikten vaz geçtik. Allah’u Teala’ya yemin ederim ki, bizden bir tek adamdan başka haricilikte kalan olmamıştır/’
Bu Hadis-i Şerifte geçen müşrikler hakkında inmiş ayetleri, müslümanlara mal etmeleri hususu şu anda vahhabilerin yaptıklarıyla birebir aynıdır.
Câbir bin Abdullah (Radiyallahu anhu)’dan Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu:
“Her kim ezanı işittiği zaman: “-Allahümme Rabbe hâzihi’d-da’veti’t-tâmmeti ve’s-salâti’1-kâimeti âti Muham-medeni’l-vesilete ve’1-fadîlete ve’b’ashü makâmen-mahmû-deni’llezî veadtehû. İnneke lâ tuhlifu’1-mfâd-” Mânâsı: Ey bu mükemmel davetin ve namaz kıyamı emrinin sahibi olan Allah’ım! Efendimiz Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem)’e vesileyi ve yüksek dereceleri ver. Ona, vaad ettiğin Makam-ı Mahmûd’u lütfeyle. Şüphesiz Sen sözünden dönmezsin” derse, kıyamet gününde benim şefaatim ona hak olur/’1
Makam-ı Mahmud, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’e has olarak mahşerde verilecek olan şefaat makamıdır. Buna dair, Sure-i İsra, Âyet 79:
“Geceleyin kalk, sana mahsus bir nafile olmak üzere gece namaz kıl. Böyle yaparsan Rabbinin seni bir Makam-ı Mahmud’a eriştireceğini umabilirsin.”
Âyet-i Kerime de, “Nafileten lek,” deyince bizim için nafile oluyor. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) için farz oluyor.
Sevgili Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) bazen namaz, bazen niyaz, bazen de istirahat ederdi. Bir gece mübarek gözleri kapandı. Kalbi uyamk idi. Yedinci kat gökten Cebrail (Aleyhis-selâm)’in kanadınm sesini işitip, kalkıp döşeğinin üzerinde oturdu. Cebrail (Aleyhis-selâm):
– Yâ Rasûlullah! Hakk Teâlâ sana selâm eder ve buyurur:
– Ey Habîb’im! Ben seni kullarımın affmı dilemek ve
şefaat etmek için yarattım. Bu iş yatmakta ve rahatlıkta
olmaz. Bütün ümmetinin günahlarım ve amellerini sana
bildireyim. Sen bunları bil ki rahat uyku uyuma. Sonra
Cebrail (Aleyhis-selâm), sevgili Peygamberimizin (Sallallahu
aleyhi vesellem) mübarek elini tuttu. Mekke’den dışarı çıktılar. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’e ümmetinin amellerini bir bir arz etti.
– Ey Habîbim! Makam-ı Mahmud’u istersen1 yemeği az ye ve uykuyu az uyu ki makam-ı şefaate erişesin. Sevgili Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in hatırına şu geldi:
– Şimdi bu ümmetin hangi hata ve kusurlarım Allah’u Teâlâ’dan isteyeyim? diye düşünürken hitab geldi:
– Ümmetinin günahlarının hepsinin affı, senin bütün geceyi, gecenin yansım veya üçte birini ibadet ile geçirmene bağlıdır.2
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in bütün geceyi, gece yarısından sonra veya gecenin üçte biri kalınca sabaha kadar ibadet ile geçirmesini, Allah’u Teâlâ emretmektedir. Bunun hikmeti de, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) için değil, ümmetinin günahlarının affı için oluyor.
İbn-i Abbas (Radiyallahu anhumâ) rivayet etmiştir ki: ResûluUah (Sallallahu aleyhi vesellem) bu makamın bir Hadis-i Kudsf de Cenâb-ı Hakk tarafından kendisine şöyle bildirildiğini haber vermiştir:
“O öyle bir makam ki, bu makamda öncekiler de, sonrakiler de sana teşekkür ederler, sana minnettar olurlar. Sen şerefçe bütün yaratılmışların üstünde olursun, istersin verilir, şefaat edersin şefaatin makbul olur. Senin sancağının altında olmadık hiç kimse kalmaz/’1
Ebu Hureyre (Radiyallâhu anhu)’dan Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
“Her peygamberin (Allah katında) kabul edilecek bir duası vardır. Her peygamber, o duayı yapmada acele etti. Ben ise, bu duamı kıyamet günün’de ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım”2
“Biz bir davette Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) ile beraberdik. Ona sofrada hayvanın ön budun dan bir parça ikram edildi. Etin bu kısmı onun hoşuna giderdi. Ondan bir parça ısırdı ve şöyle buyurdu:
– Ben Kıyamet günü bütün insanların efendisiyim! Bunun nedeni nedir biliyor musunuz? Çünkü Allah’u Teala o gün, öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükte toplar. Öyle bir düz bir alan ki, Orada bir çağırıcı seslenince herkese duyurur ve bakan bir kişi mahşer halkının hepsini görür. Güneş onlara öyle bir yaklaşacak ki, sıkıntı ve üzüntüleri insanların tahammül edemeyecekleri ve takat getiremeyecekleri dereceye ulaşır. Öyle ki insanlar:
– İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musunuz, sizlere şefaat edecek birini görmüyor musunuz? Rabbınıza delalet edecek bir şefaatçi bulmak çaresine niçin bakmazsınız? demeye başlarlar. Birbirlerine:
– Bunun üzerine mahşer halkının bazısı bazısına; Haydi, Âdem (Aleyhis-selam)’a gidiniz, der ve onlar Âdem (Aleyhis-selam)’a gelirler.
– Ey Âdem! Sen insanların babâşısın. Allah seni kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana üfledi. Meleklerine emretti, onlar da sana secde ettiler. Bizim için Rabbinden şefaat dile. Bizim şu müşkül durumumuzu ve başımıza gelen şu musibeti görmüyor musun? derler. Âdem (Aleyhis-selam) da:
– “Rabbim bugün celallenmiştir. O derece ki, ne bundan önce böyle gazaplanmıştır, ne de bundan sonra böyle gazap eder. Allah’u teala, beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa âsi oldum, (ben size şefaat edemem). Vay Nefsim! Nefsim! Siz benden başka şefaatçiye gidiniz, der ve onlar da Nuh Âdem (Aleyhis-selam)’a varırlar ve:
– Ey Nuh! Sen yeryüzünde Allah’tan başka şeylere tapan insanlara gönderilen Resullerin birincisisin. Allah’u Teala, Kur’an da seni; “çok şükreden bir kul/’1 diye isimlendirdi. Bizim için Rabbinden şefaat dile. Bizim şu müşkül durumumuzu ve başımıza gelen şu musibeti görmüyor musun? derler. Nuh (Aleyhis-selam) da:
– “Rabbim bugün celallenmiştir. O derece ki, , ne bundan önce böyle gazaplanmıştır, nede bundan sonra böyle gazap eder. Benim bir dua hakkım vardı. Ben onu kavmimin aleyhine (beddua olarak) kullandım. Vah Nefsim! Nefsim! Şimdi siz İbrahim (Aleyhis-selam)’a gidin, der ve onlarda İbrahim (Aleyhis-selam)’a gelirler ve:
– “Ey İbrahim! Sen yeryüzündeki insanların içinde, Allah’u Teala’nm peygamberi ve Halilisin. Bizim için Rabbinden şefaat dile. Bizim şu müşkül durumumuzu ve başımıza gelen şu musibeti görmüyor musun? derler. İbrahim (Aleyhis-selam) da:
– “Rabbim bugün celallenmiştir. O derece ki, , ne bundan önce böyle gazaplanmıştır, nede bundan sonra böyle gazap eder. “Ben üç kere yalan söyledim!” deyip, bu yalanlarını birer birer sayar.1 Sonra Vay Nefsim! Nefsim! Şimdi siz Musa (Aleyhis-selam)’a gidin, der ve onlar da Musa (Aleyhis-selam)’a gelirler ve:
– “Ey Musa! Sen Allah’u Teala’nın peygamberisin. Allah seni, risaletiyle ve seninle konuşmasıyla insanlar üzerine faziletli kıldı. Bizim için Rabbinden şefaat dile. Bizim şu müşkül durumumuzu ve başımıza gelen şu musibeti görmüyor musun? derler. Musa (Aleyhis-selam) da:
“Rabbim bugün celallenmiştir. O derece ki, , ne bundan önce böyle gazaplanmıştır, nede bundan sonra böyle gazap eder. Ben, öldürülmesi ile emrolunmadığım bir cana kıydım. Vay Nefsim! Nefsim! Şimdi siz İsa (Aleyhis-selam)’a gidin, der ve onlar da İsa (Aleyhis-selam)’a gelirler ve:
– “Ey İsa! Sen Allah’u Teala’nm Resulüsün ve Meryem (Aleyhis-selam)’a koyduğu bir kelime (mucize) ve aynı zamanda ondan bir ruhsun. Üstelik sen beşikte iken insanlara söz söyledin. Bizim için Rabbinden şefaat dile. Bizim şu müşkül durumumuzu ve başımıza gelen şu musibeti görmüyor musun? derler. İsa (Aleyhis-selam) da:
– “Rabbim bugün celallenmiştir. O derece ki, , ne bundan önce böyle gazaplanmıştır, nede bundan sonra böyle gazap eder. İsa (Aleyhis-selam), şahsıyla ilgili bir günah zikretmeksizin, Ah Nefsim! Nefsim! Siz Muhammed (Sallallahu aleyhi vesellem)’e gidin! der ve nihayet İnsanlar Bana gelirler ve:
– “Ey Muhammed! Sen Allah’ın Resulü ve bütün peygamberlerin sonuncusu ve baş tacısın.1 Allah’u Teala senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetti.2 Bizim için Rabbinden şefaat dile. Bizim şu müşkül durumumuzu ve başımıza gelen şu musibeti görmüyor musun? derler. Bunun üzerine ben Arş’ın altına vararak Rabbim için secdeye kapanırım. Sonra Allah’u Teala, bana, kendine yapılacak hamdlerden ve kendisini meth edecek en güzel senaları ilham eder ki, benden önce hiçbir peygambere ilham etmemiştir. Ben bu şekilde hamd ve sena ettikten sonra Allah’u Teala:
– “Ey Muhammed! Başını kaldır ve iste! İstediğin sana verilecek!3 Şefaat talep et! Şefaatin yerine getirilecek!” der. Ben de başımı kaldırıp: “Ya Rabbi, ümmetim, ümmetim! der ve şefaat ederim. Bunun üzerine:
– “Ey Muhammedi Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları cennet kapılarından sağdaki kapıdan içeri al! Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar/’ buyrulur.
– Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) sonra şöyle buyurdular: “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, cennet kapısının kanatlarından iki kanadının arasındaki mesafe Mekke ile Hecer arasındaki veya Mekke ile Busra arasındaki mesafe kadar geniştir/’1
Bu Hadis-i Şerifte de geçtiği üzere Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) razı oluncaya kadar kendisine şefaat etme izni verilecektir. Nitekim Sure-i Duha, âyet 5’te Allah’u Teala:
“Elbette Rabbin sana (şefaat ve dünya ve ahirette pek çok nimet)2 verecek ve sen de razı olacaksın,” buyurmuştur.
Kurrubi ve Razi Tefsirinde geçen bir rivayette, Hz. Ali (Radiyallahu anhu)’nun Irak’lılara şöyle dediği nakledilmiştir:
“Sizler Allah’u Teala’nın, kitabında en ümit verici Âyet-i Kerimenin:
– “De ki: Ey nefisleri aleyhine ileri giden kullarım! Allah’u Teala’nın rahmetinden ümit kesmeyiniz,” âyeti olduğunu söylüyorsunuz (öyle mi?)” Onlar:
– “Evet, biz böyle diyoruz,” dediler. Hz. Ali (Kerramal-lahu veçhe) dedi ki: “Bizler yani ehl-i beyt olarak Allah’u Teala’nın kitabındaki en ümit verici Âyet-i Kerime’nin:
– “Elbette Rabbin sana verecek, sen de razı olacaksın/’ âyeti olduğunu söylüyoruz. Bu Ayet-i Kerime nazil olunca, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz şöyle buyurdu:
“O halde Allah’a yemin ederim ki, ümmetimden tek bir fert dahi cehennemde kaldığı sürece ben de razı olmayacağım/’1
Enes ve Cabir (Radiyallahu anhuma)’dan Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:
“Şefaatim ümmetimden büyük günah işleyen kimselere olacaktır.”2
Ebu Musa el-Eş’ari (Radiyallahu anhu)’dan Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmaktadır:
“Ben, ümmetimin yarısının cennete girmesi yada şefaat etmem arasında muhayyer bırakıldım. Ben şefaati tercih ettim. Çünkü şefaat, daha kapsamlı ve ümmetimin hepsinin kurtuluşuna daha yeterlidir. Şefaati siz takva sahiplerine has mı biliyorsunuz? Hayır! O takva sahipleri için değil, günahkâr, hatalı ve pis işlere karışan müslümanlar içindir.”
Büreyde (Radiyallahu anhu)’dan Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
“Ashabımdan herhangi biri bir yerde ölürse, o kıyamette öldüğü yerin ehline şefaat edecektir./rl
Hz. Osman (Radiyallahu anhu)’dan Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu:
”Kıyamet gününde en evvel şefaat eden Peygamberlerdir, sonra ulemalardır, sonra şehidlerdir.”
Abdullah bin Şakik (Radiyallahu anhu)’dan rivayet edilmiştir. O dedi ki: bir gurupla beraber Kudüs’te idim. Bunlardan biri şöyle dedi: Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’in şöyle buyurduğunu işittim:
“Ümmetimden bir adamın şefaatiyle Temimoğulla-rından daha çok kişi cennete girecektir/’ Bunun üzerine:
– “Yâ Rasulallah! Sizin şefaatinizden başka mı?”
denilince, Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz:
– “Benim şefaatimden başka,” buyurdu. Bu Hadis-i
Şerifi rivayet eden zat kalkınca, bu kimdir? diye sordum.
Oradakiler: Bu zat, İbn-i Ebi’l-Cez’a (RadiyalUahu anhu)’dur dediler.1
Ebu Said (Radiyallahu anhu)’dan Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
“Ümmetim içinde, insanlardan büyük cemaatlere şefaat edecek kişiler vardır. Onlardan kimi bir kabileye, kimi bir zümreye, kimi de bir kişiye şefaat edecek ve neticede bunlar cennete gireceklerdir.”2
İbn-i Abbas (Radiyallahu anhumâ)’dan Resûlulah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
“Alim ve abidler sırat köprüsüne geldikleri zaman abide: Haydi yaptığın ibadetlerin karşılığı olarak cennete gir ve nimetleriyle nimetlen, denilir. Alime de denilir ki: Sen burada dur, sevdiğin kimselere şefaat et. (onlar senden dünya da iken şefaat umarlardı). Çünkü senin şefaatin büyüktür. Kime şefaat edersen şefaatin kabul edilecek ve bu şekilde onlar peygamber makamında olacaklardır/’3
Ebu Hüreyre (Radiyallahu Anhu) rivayeti ile Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu:
“Ümmetimde bazı kimseler var ki, bir adamın sefa ile Mûdir kabilesinin sayısınca adam cennete gider ve adam (bir mü’min), kendi ev ailesine şefaat eder ve ins ameli kadar şefaat eder.”
Enes İbn-i Malik (Radiyallahu anhu) rivayeti Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
“İhvanı çoğaltınız. Çünkü her mü’min için kıyan gününde şefaat etmek vardır/’
Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu anhu)’dan Resi Ekrem (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz Hazret] buyurdu ki:
“Şefaatim mü’min olan herkese olacaktır. An< Ashabıma buğuz edip kötü söyleyenlere şefaatim yoktu]
Zeyd İbn-i Erkam ve diğer bir çok Sahabe-i Kir (Radiyallahu anhum)’dan rivayet edildiğine göre Rasulul (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
“Kıyamet günü, şefaatim haktır (muhakkak gerçekleşecek). Kim şefaatimin hak olduğuna inanmazsa, şefaat edilecek kimselerden olmayacak/’
Vahhabiler de, Rasulullah (Sallalahu aleyhi vesem) Efendimizin şefaatini kabul etmedikleri ve kabrini ziyaret etmeyi dalıi şirk olarak gördükleri için, bu şefatten mahrum kalacaklarında hiç şüphe yoktur.
Hadis-i Kudsi’de Allah’u Teala, buyuruyor ki:
“Ben kulumun zannmdayım. İyi zanda bulunursa iyilikle muamele ederim, kötü zanda bulunursa da kötülükle muamele ederim/’