Türkiye Diyanet Vakfı’nın Düzenlediği Sempozyumundan Kur’an Aleyhine Zırvalar.
1.Giriş
5-6 Haziran 2010 tarihinde, Türkiye Diyanet Vakfı tarafından, Ankara’da TDV Konferans salonunda “Kur’an ve Kadın” konulu bir sempozyum düzenlendi. Sempozyum yetkililerinin açılamasına göre, Diyanet de bu etkinliğe onay ve destek verdi. Sempozyumda, Diyanet’ten bazı üst düzey yetkililer ve Ankara İlahiyat ağırlıklı olmak üzere üniversitelerden Öğretim Üyeleri ve TDV’dan yetkililer sunum ve müzakerelerde bulundular. Zamanın Türkiye Diyanet Vakfı adına Kadın Kolları Başkanı Ayşe Sucu ve yine o zamanın TDV Yönetim Kurulu Üyesi ve II. Başkanı Şerafettin Gölcük Hoca kısa birer açılış konuşması yaptılar. Şerafettin Hoca konuşmasında, Kur’an’ın keyfi yorumlanmasının yanlış olduğunu ifade ettikten sonra, katılımcıların kendi alanlarında çok güzel bildiriler sunacaklarını ve sempozyumun çok faydalı geçeceğini ifade etti.
Emekli DİYK Üyesi ve zamanın TDV İLKSAY Kurulu Başkanı Saim Yeprem, beşinci oturumun başkanlığını yaptı. Sempozyum son oturum başkanı Fikret Karaman ve aynı oturumda konuşmacı olan Mehmet Görmez çekilmesiyle altıncı oturum başkanlığını da Saim Yeprem yürütmek zorunda kaldı.
Görmez, Özafşar ve Bünyamin Erul’un hocası ve Fazlurrahmancılığın baş temsilcisi denebilecek emektar Hadis Profesörü M. Said Hatipoğlu, sempozyumun ilk sunumunu yaptı. Hatipoğlu sunumunda, “nereden nereye geldik” sözleriyle sevincini dile getirdi.[1] Konuşmasının başından sonuna kadar somut örneklerle “gelenekçilik” dediği İslami kültürü eleştirdi Sahabi hanımların, Peygamberimizin saçını taramış olmalarına rağmen gelenekçi dinin, kadın-erkek ilişkilerindeki sınırlayıcı bakış açısını eleştirdi.[2] Aynı çerçevede, Rasulüllah (s.a.v.) zamanında kadınların erkelerle beraber oturup konuştuklarını,[3] umumi havuzlardan ve çeşmelerden kadın erkek beraber abdest aldıklarını anlattı.[4] “Ataerkil”[5] dedikleri dini literatüre işaretle, “niye bu kitapları erkekler yazmış da hanımlar yazmamış?” şeklinde serzenişte bulundu.[6] Yaptığı bazı isnatlarla, Gazzali’lerin ve Cüveyni’lerin yakın arkadaşı diye nitelediği Nizamülmülk’ü ve muhaddis Tirmizi’yi, sözde verdiği örneklerle eleştirdi.[7] İcat ve keşiflerin medreseler tarafından değil de hep gayri müslimler tarafından yapıldığını, bunların “salih amel” olduğunu ve bu gerçeğin reddedilemeyeceğini belirtti. Asıl itibariyle ise bunların Müslümanlar tarafından yapılması gerektiğine işaret etti.[8] Bugünün fizikçisinin, doktorunun da din adamı olduğunu savundu.[9] “Suların ahkamı” ile başlayan İlmihal kitapların içerisinde yer alan su ve kuyulara ilişkin hükümlerden hareketle, ilmihalleri eleştirdi.[10] Halbuki ilmühal kitaplarında suların temizliğine ilişkin verilen bilgilerin mutlak olmadığı ve şartlara bağlı olarak detaylı bir şekilde açıklandığı malumdur. Ayrıca bu bilgiler her yerde uygulanabilecek tecrübeye dayalı elde edilmiş basit ve pratik bilgilerdir. O suyu laboratuvarda tahlil yaptırmaya da kimse karşı çıkmaz.
Bundan başka Hatipoğlu, “Bir İbn Sina’yı, bir Farabi’yi benim medresem kendi alimi olarak görmemiştir” sözleriyle geçmişteki medreseleri eleştirdi.[11] Ebu Yusuf’u ise, kendisine isnad edilen “men talebe’l-ilme bi’l-kelâmi fekad tezandek/kim ilm-i kelam yoluyla, felsefe yoluyla ilim öğrenmeye kalkarsa zındık olur” sözüyle tenkit etti. Görüldüğü üzere Hatipoğlu, metinde olmadığı halde ibarenin tercümesine, “felsefe”yi de ekledi. Öncelikle Ebu Yusuf’a yapılan bu isnadın doğruluğu araştırılmalıdır. Siyeru E’lâmi’n-Nübelâ’da Bişr b. Velîd’den aktarılan bu iddianın aslı bu şekilde değil, “men talebe’d-dine bi’l-kelâmi fekad tezandeka / kim dini, kelâmî tartışmayla öğrenmeye çalışırsa” şeklindedir.[12] Bu ifadeden biz, dini tartışmaya boğarak öğrenmeye yeltenmenin veya dini tartışma konusu yaparak dini hükümleri akla vurmanın kişiyi zındık yapacağı anlamını çıkarıyoruz. Dolayısıyla bu sözdeki kelam ilminden maksat, Mutezile’nin nakli akılla mahkum eden kelam anlayışıdır ki o felsefedir. Felsefe, nakli akla mahkum edip akla uymayan nassı inkar cihetine gider. Buhari Müslim hadisleri gibi sahihliği bütün ulema tarafından tescillenmiş hadisleri kabul etmeyenlerin, terâcim kitaplarındaki kavillerle maksadı anlamadan koca imamları yaralama cihetine gitmeleri, kendi içlerinde büyük bir çelişkidir. Anlaşıldığı kadarıyla bu noktada tarihselci anlayış, bu ibareyi anlarken tarihselciliği bir kenara bırakarak, o günkü mevcut olanın ve kelamdan kastedilenin “Mutezile kelamı” olduğunu kabule yanaşmak istemiyor. Elbette din, tartışılacak meta değil, teslim olunup yaşanacak değerdir. Müslümanlar için Kelam ilmini öğrenmek farz-ı kifaye olacak kadar önemlidir. Kelam ilminin gayesi dini tartışmak değil, dine hücum edenlerin fasid görüşlerini çürütmek, böylece zihinlerde oluşabilecek şüpheleri bertaraf ederek mü’münlerin imanını korumaktır. Ayrıca Kelam ilmi felsefe gibi, nakli akla mahkum etmez, aksine, naklin doğrultusunda aklı kullanır. Hatipoğlu, yakın tarihte yazılan bir ilmihali de ağır eleştirdikten sonra tebliğine son verdi.[13]
Ankara İlahiyat Emekli Öğretim Üyesi Beyza BİLGİN, hayatının en neşeli sunumlarından birini icra ediyor görünümündeydi. Çünkü sempozyumda, günümüzde Kur’an’ın bitmez tükenmez bir hazine olmadığı ve hayatımızdaki her şeye delil olmayacağı, kadının tesettür zorunluluğunun olmadığı, dolayısıyla kadının saçını başını kolunu vs. göstermesinin meşru olduğu, erkeklerin içerisinde rahatlıkla abdest alabileceği gibi konular, bizzat Diyanet’in gözetimindeki bir kurum tarafından aşikâra savunuluyor, adeta “ataerkil din” (!) çökertiliyordu. Tebliğ sunan başörtülü hanımların, kollarını dirseklerine kadar kıvırmış olduklarından hareketle Beyza Bilgin, bugün kaydedilen gelişmenin memnuniyet verici olduğunu sırıtarak dile getirdi ve bu duruma şükretti.[14]
Dinleyicilere dağıtılan programa göre zamanın Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Görmez, son oturumda değerlendirme sunumu yapacaktı. Başkan Yardımcısı Fikret Karaman ise aynı oturumun başkanlığını yürütecekti. Bir sürü zırvanın açıkça savunulduğu bir sempozyumun Diyanet tarafından düzenlendiğini gölgelemek ve böyle bir ortama katılmanın daha da yıpratıcı olacağı düşüncesiyle olsa gerek ki, Görmez ve Karaman son anda oturuma çıkmadılar. Kanaatimizce özellikle Görmez, birkaç ay sonra üstleneceği “Başkanlık” emanetine zarar verebileceği endişesiyle sempozyumun icra edildiği TDV binasında bulunmasına rağmen, oturuma iştirak etmedi. Görmez’in yerini ise Saim Yeprem doldurdu. Saim Yeprem bu değişikliği oturumun başında dinleyicilere ilan etti. Pek tabii ki, sempozyumun basılan kitabında, bu değişiklikten söz edilmez.
Türkiye Diyanet Vakfı Kadın Kolları Üyeleri başta olmak üzere birçok akademisyen hanım, sunum ve müzakereleriyle sempozyumu renklendirdiler. Mehmet Görmez’in Eşi Hatice Hanım da TDV Kadın Kolları Üyesi olarak sempozyumu başından sonuna kadar izleyip aynı zamanda sunum yapanlardandı. Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi İbrahim Hilmi Karslı ve Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı Ülfet Görgülü de sempozyumda birer sunum yaptılar. Şu kadar var ki sunum veya müzakere yapan herkesin sakıncalı bilgiler savunduğunu söylemek mümkün değildir. Fakat konuşulanların ana teması Kur’an ve İslam kültürü aleyhine temalar olunca, böyle bir programı düzenlemek olsun, buna katkıda bulunmak veya onaylamak olsun, hatta tepkisini dile getirmeksizin seyretmenin bile, dini sorumluğu haiz olduğu aşikârdır.
Sempozyumun en renkli simaları ise, Prof. Dr. Halis Albayrak ve Doç. Dr. Mahmut Ay oldular. Ankara İlahiyat’ın tarihselci hocalarından olan Albayrak ve Ay, mevcut konjonktürü fırsat bilerek adeta “hodri meydan” deyip coştular.[15]
Sempozyumda ana temayı ortaya koyan müzakere ve sunumların bir kaçından bazı örnek hezeyanlar sunmak istiyoruz. Bu ifadeler sempozyumun kaydedildiği orijinal DVD’lerden alınmıştır. Bazı köşeleri kırılsa da aşağıda aldığımız ifade metinlerinin büyük kısmı (%90 denebilir), sempozyumun basılan kitabında da mevcuttur.
- Prof. Dr. Halis Albayrak’ın Hezeyanları[16]
“Kur’an’ın günümüzdeki işlevini gözden geçirmek zorundayız. Biz bir şarkı söylüyoruz. O şarkı şu: Kur’an tasavvurumuzu gözden geçirmek zorundayız. Kur’an teolojisi tartışması yapmak zorundayız. Biz bu tartışmayı yapıp Kur’an’ın kaynak olarak değerini bir şekilde irdelemedikten sonra, Kur’an’ın kaynak değerini, Kur’an yanında başka değerlerin de kaynak olabileceğini tartışmadıktan sonra biz neyi konuşacağız? İslam dünyası bu tartışmayı yapabilecek olgunluğa geldi mi? Diye sorduğumuzda, henüz gelmedik.
Bulunduğumuz zemin kaypak bir zemin. Bu kaypak zeminden kurtulmanın yegane yolu, Kur’an tasavvuru üzerinde tartışmayı başlatmaktır. Bu başlatılmış mıdır? Başlatılmıştır. Ama sonuçlanıyor mu? Yok. O zaman bu kelâmî tartışmayı cesaretle yapmamız gerekiyor. Ondan sonra kadın haklarından, kadının toplumdaki yeri hakkında konuşmaya sıra gelecek.
Onun için ben, kadının toplumdaki yeri hakkında, konuşmak istemiyorum. Neyi konuşacağım? Ne kadar konuşacağımı bilmiyorum ki konuşayım. Yani, kelâmî sorunları tartıştıktan sonra bu konuya gelebiliriz. Yoksa havanda su döveriz. Ve yıllardır öyle yapıyoruz.
Sanki Kur’an, kadın hakkında bütün çerçeveyi çizmiştir, zannediyoruz. Yok öyle bir şey. Kur’an nasıl hâsıl oldu? Kur’an içeriği nasıl oluştu? Yani onun içeriğinde Kur’an’ın muhataplarının dünyası yok mu? Algısı yok mu? Problemleri yok mu? Var! O zaman biz, Kur’an tasavvurumuzu bir şekilde tartışmalıyız.
Gelin o zaman şunu konuşalım tartışalım: Yahu ilahi olanla beşeri olan illa çatışsın mı? İlla çelişsin mi? İlla zıtlaşsın mı? Böyle bir kabulü biz nereden edindik? Böyle bir kabulü Allah mı bize öğretti? Yani, ‘ilahi olan rahmani, beşeri olan şeytanidir’ tarzındaki bir kabulü nereden aldık? Beşerî olanı elimizin tersi ile bir çırpıda itiyoruz. Böyle bir şey yok.
İnsanı kim yarattı? Allah. (İnsanı) Şeytan mı yarattı o zaman? O zaman insanı, nasıl oluyor da Tanrı’ya başkaldıran bir varlık olarak görüyoruz ki? Öyle değil. İnsan Allah’ı anlamaya çalışıyor. O zaman, beşerî olanla ilahi olanı çatıştırmayı bırakmamız dileğiyle hepinize saygılar sunuyorum.”
Sempozyumun TDV tarafından basılan kitabında, Halis Albayrak’ın konuşmasından, “problemleri yok mu?” cümlesinden sonraki kısmın makaslandığını gördük.[17] Elimizdeki orijinal DVD’de o kısımlar da mevcuttur.
Tefsir Profesörü Halis Albayrak’ın sarf ettiği bu sözlerden anladıklarımız:
“Kuran’ın ne olup olmadığını artık tartışmalıyız. Kur’an, hayatımızda konuda delil değildir. Her problemin çözümünü Kur’an’a götürmeyiz. Beşer kendisi de problemini çözebilir. Beşerin ortaya koyacağı hükümler lâdînî (dinsiz) değildir. Bu nedenle günümüz kadın problemlerinin çözümünü de Kur’an’da aramak yanlış olur. İnsan düşüncesinden mamul bilgiyle de problemlerimizi çözebiliriz. Öyleyse biz, Kur’an bağlamında kadın problemini tartışmayı bırakıp, önce Kur’an’ın delil olup olmayacağı hususunu konuşmalıyız. Buna karşı çıkmak yersizdir. Çünkü insanı Allah yaratmışsa, Allah’ın yarattığı insanın ortaya koyduğu hükümlere de saygı duymalı ve problemlerimizi onlarla çözebilmeliyiz. İnsan ürünü olan çözüm yollarını kabul etmezsek, Allah’la insanı çatıştırmış oluruz. Kaldı ki Kur’an’ın, tamamının Allah kelamı olup olamadığı da şüphelidir. Zira onun içeresine, günümüze kadar onu aktaran insan ve toplumların tasavvurları da girmiştir. Bu nedenle her şeyi Kur’an’a götürmek ve meselelere Kur’an’dan delil aramak yanlış bir tutumdur. Biz kendi aklımızla çağdaş yöntem ve verilerle problemlerimizi çözmeliyiz(!). “Hâşâ lillah! deriz bu anlayıştan dolayı.
- Doç. Dr. Mahmut Ay’ın Hezeyanları[18]
“Müslüman birey; geleneksel dini algılamada, hatta dinin kendisinde rahatsız eden bir meseleyle karşılaşıyorsa, burada eleştirel bir tutum sergilemesinden daha doğal ne olabilir ki? Mutezile’den Amr b. Ubeyd der ki:[19] “Sahabeden bir haber geliyorsa bunu reddederiz. Bu haber Peygamber’den geliyorsa bunun vahye uymadığını, hikmete uygun olmadığını söyleriz. Eğer bunu Allah söylemişse Allah’a deriz ki: (Parmağını sallayarak) ‘sen bizimle böyle misaklaşmadın!’
Şimdi bu Müslüman tipolojisiyle, geleneğe kutsallık atfeden tipoloji arasındaki değerlendirmeyi takdirlerinize sunuyorum. Kadın açısından Müslüman kültürün problemli olmadığı söylenebilir mi? Bu şekildeki bir değerlendirme kanımca, sorunu görmemekten başka bir şey değildir.
Kur’an ve Sünnet’in dokunulmazlığı ifadesiyle Kur’an’ın “korunmuşluğu” kastediliyorsa eyvallah! Peki, Sünnet’in korunmuşluğu nerden çıktı?[20] Artı, tarihi veriler de bunu göstermiyor.[21] Tarihi tecrübeye de aykırı bir durumdur, bu.
Kadın erkek eşitliğinin, gelenekte bir problem olmadığı iddiası? Aslında insanlık tarihi, kadının birey olma mücadelesidir. Bunun Müslüman kültürde ya da gelenekte problem olmadığını söylemek, Kur’an açısından da problemlidir. Çünkü Tanrı bunu kendisine bir sorun olarak görüyor.
(Müzakereye konu tebliğde) Çağdaş yaşamın, nassın ontolojik yapısını tahrif ettiği yer alıyor. Yanlış anladıysam düzeltsinler. … Bu Kur’an’ı tarih ve zaman üstü algılama ve tükenmez bir hazine olarak görme algısıdır ki bu çok tutarlı bir şey değildir. Yani Kur’an, zaman ve mekân üstü tükenmez bir hazine değildir (!).[22]
Geleneksel yoruma tutunmak da Kur’an’ı bir tahriftir. Yani geleneğin yorumu kutsal değildir. Dolayısıyla bunun eleştirisi de gayet doğaldır.”[23]
Mahmut Ay’ın bu ifadeleri, TDV tarafından kaydedilmiş orijinal DVD’den alınmıştır. Sempozyumun basıldığı kitapta, Mahmut Ay’ın bazı ifadelerinin rivayet tarzıyla yumuşatıldığını ve müzakerenin sonunda sarf ettiği doğrudan hüküm cümlelerine yer verilmediğini, aksine konuşmacının sözlerini rivayete dönüştüren ve yumuşatan bazı ifadelerin de eklendiğini gördük.[24] Elimizdeki orijinal DVD’de bu ifadelerin aslı mevcuttur.
- Dr. Hidayet Şefkatli Tuksal’ın Tarihselciliği Savunan Feminist İfadeleri[25]
Modernist ve tarihsel söylemleriyle bilinen Ankara Okulu müntesiplerinden ve Ankara Kadın Platformu’nun aktif üyesi Hidayet Şefkatli Tuksal da[26] sempozyumun “Değerlendirme” oturumunda bir konuşma yaptı. Tuksal konuşmasında, feminist ve tarihselci söylemlerini sitemli ve alaysı bir dille ortaya koydu.[27] Tuksal’ın konuşmasından bazı ifadeler şöyledir:
“Gerçekten bu kadar çok kadının ve biraz mecburen de erkeklerin bu konu (Kur’an-Kadın) üzerinde böyle, artık ince ince düşünmeye başlaması, tebliğler hazırlaması, konuşuyor olması beni gerçekten çok memnun ediyor. [28]
İlahiyat Fakültesindeki kız öğrencilerin sayısı arttı. Mecburen, erkekler gelmediği için. İlahiyat para getiren bir iş olsa, merak etmeyin kız öğrencilere yer kalmazdı. Bütün dünyada böyledir, statüsü düşen işlerde kadınlar yoğunlaşır, kadınların yoğunlaştığı işlerin statüsü düşer. [29]
Aydınlanmacılar, insan diye bir kavram icat ettiler ve bu kavram üzerinden insan hakları, doğal haklar teorisi filan geliştirildi. Fakat, o dönemin kadınları bir baktılar ki insanın içinde kendileri yoklar, sadece erkekler var. [30]
Kendi toplumumuza İslam’da Kadın kitapları tarihi kaç bakalım, kadınların dinle ilişkisine bakalım. Mesela, 30-40 sene önce yazılmış kitaplar var. Yani neden böyle bir kitap yazma ihtiyacı duydu bizim hocalarımız? Çünkü kadını… Yani erkek, insanı karşılıyor, onun için, erkek için özel bir kitap yazılmıyor İslam ve erkek diye. Fakat kadın cinsi, dini açıdan tam anlamıyla erkeği karşılamadığı için, birtakım farklılıkları olduğu için, İslam ve kadın diye ayrıca bir şey yazılması gerekiyordu ve yazdılar çünkü bakış açısı böyleydi. Bu farklılık anlayışı nereden kaynaklanıyordu? Kadın fıtratının erkek fıtratının farklı oluşu, bu nedenle toplumsal rollerimizin farklılığı ve dini hükümler açısından farklı farklı konumlarda olmamız. Yani kadınlar dinle tanışırken, … böyle yüksek bir duygusal bir şey içinden tanışmıyorlar dinle. Neyle tanışıyorlar, nasıl tanışıyorlar? Mesela cemaatle kılınan bir namaz görüyorlar, erkekler ön safta, imam her zaman erkek, kadınlar arka tarafta. İsterseniz erkek cemaatine biraz yanaşın, kıyamet kopar vallahi. Yani buradan başlıyor bizim şeyimiz. [31]
Hz. Fatıma’nın, Hz. Ebubekir’in halifeliğini tanımadığını tanımadan öldüğünü kaç kişi biliyor burada? …[32] Hz. Fatıma’nın siyasi kişiliği, sadece Şiilerin bildiği, işlediği bir konudur. Sünniler, Hz. Fatıma’nın … Yani tipik bir ezilmiş kadın figürüdür Hz. Fatıma. [33]
Son bir şey: Somut göstergeler… Mesela en önemli şey, ekonomik güç yani dünyadaki servetin %98’i -öyle söyleniyor- erkelerin elinde, %2’si bütün dünyadaki kadınların elinde. Bu bile çok somut bir gösterge değil mi? Yani kadınlar…”[34]
Yukarıdaki ifadelerde görüldüğü gibi H. Ş. Tuksal, bu şekilde dini, dünyevi ve fıtri yönler itibariyle kadınla erkeği çatıştırdıktan sonra, din ve dünyada kadının, “insan” terimi kapsamına alınmadan değerlendirildiğine işaret ediyor. Erkeklerin imam olmasını, cemaatin önünde yer almasını ve kadınların arka safta yer almasını da dini yanlış tanıtan bir manzara olarak yorumluyor.
Aşağıda yer alan ifadelerinde ise Tuksal, Asr-ı Saadet’te indirilen hükümleri, bugün bize söylenmiş gibi anlamanın yanlış olduğunu ifade ederek açıkça tarihselliği savunmaktadır. O ifadeler şöyledir:
“Ama biz bugün vahye bakarken, hep o insanlık durumunu görmeyip sadece söylenen şeyi, yani o günkü insanlara söylenen şeyi bize söylenmiş kabul ettiğimizde, ben yanlış yaptığımızı düşünüyorum. Bu durumu görmemiz gerekir.” [35]
Bu ifadelerinden Tuksal’ın sıkıntısının asıl nedeni anlaşılmış oluyor. O sıkıntı, bütün tarihselcilerde olduğu gibi, Peygamber Efendimiz’e indirilen dini hükümleri bugün itibariyle kabul etmemektir. Bu yüzden Tuksal’ın, dinin kadınla ilgili hükümlerini de kabul etmediği anlaşılıyor. Bu konuda da Said Hatipoğlu yönetiminde bir de doktora tezi hazırlıyor. (Kadın Karşıtı Söylemin İslam Geleneğindeki İzdüşümleri, Kitabiyât, Ankara, 2006).
SONUÇ
Türkiye Diyanet Vakfı (Kadın Kolları) tarafından Diyanet’in onay ve desteğiyle yapıldığı belirtilen sempozyumda Kuran-ı Kerim’in Allah kelamı olup olamadığı tartışmaya açılarak, Kur’an’ın dini delil olmayabileceği ve müminler için bağlayıcı özellikte olmayabileceği konuşuluyor. İslam’ın kadınla ilgili hükümleri de “gelenek” olarak nitelenip adeta alaya alınıyor. Sempozyumun sonunda Ayşe Sucu, katılımcılara ve emeği geçenlere teşekkür ediyor. Özellikle böyle bir sempozyuma imkân ve onay verdikleri için Diyanet ve Vakıf yetkililerine ayrıca şükranlarını sunuyor. “Kadın ve vahiy bağlamında Diyanet’in TDV çatısı altında bugüne kadar yaptığı en büyük sempozyumdu” sözleriyle sempozyumun önem ve ihtişamına işaret ediyor.[36]
Bilindiği gibi TDV, Diyanet yönetiminde bir vakıftır. Diyanet İşleri Başkanı TDV’nin Mütevelli Heyeti Başkanıdır. Dolayısıyla Yönetim Kurulu Diyanet tarafından oluşturulur ve Diyanet üst yönetiminden DİB Başkan’ın onayladığı kimseler bu kurulda yer alır. TDV Genel Müdürü ve altındaki diğer personel de yine Diyanet yönetimi tarafından tayin edilir. Sempozyum tarihinde Mehmet Görmez ve M. E. Özafşar, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı sıfatlarıyla hem Diyanet’in hem de Vakfın en etkin yetkilileri durumundadırlar. Kitabın yayınlandığı tarihte (2013) de ise Görmez, DİB Başkanıdır. Bu bakımdan, gerek Diyanet-TDV arasındaki bu organik bağ, gerekse Diyanet yetkililerinin sempozyumda bizzat görev üstlenmeleri olsun, destek ve onay vermeleri olsun, sempozyumun Diyanet’le sıkı bağını ve ilintisini ortaya koymaktadır. Bu itibarla, “bu faaliyeti TDV yapmıştır, Diyanet’in bunda sorumluluğu yoktur” demek mümkün değildir.
Kamuoyunda oluşan kanaatler, Diyanet tarafından doğrudan yapılması sakıncalı addedilen bazı icraatların, KURAMER[37] ve FRANKFURT İSLAM TEOLOJİ BÖLÜMÜ[38] gibi, TDV ve bu vakıfla ilintili birimler tarafından yürütüldüğü yönündedir. Medyada yer aldığına göre, Kur’an aleyhine daha vahim bir sempozyum, Prof. Dr. Ömer ÖZSOY yönetimindeki Frankfurt İslam Teoloji Bölümü tarafından icra edilmiştir. Diyanet İşleri Bakanlığı protokol duyuruları arasında yayınlanan yazıya göre Frankfurt İslam Teoloji Bölümü, Diyanet tarafından kurulmuş ve TDV ve Goothe Üniversitesi ile protokole bağlanmıştır. Kur’an aleyhine icra edilen Frankfurt sempozyumunun ve Ömer Özsoy’un Kur’an aleyhine söylemlerinin yayılması üzerine Diyanet, Frankfurt İslam Teoloji Bölümü’nün kendileriyle bir ilişkisinin olmadığını belirtse de hakikat gün gibi ortadadır. Daha sonra ise, Frankfurt’ta kurulan bu bölümün statüsünün değiştirildiği yönünde açıklamalar yapıldığını duyduk.
Temmuz/2013
Dr. Ahmet GELİŞGEN
[1] Türkiye Diyanet Vakfı, Kur’an ve Kadın Sempozyumu, 4-5 Haziran 2010, TDV Yayın Matbaacılık, 2013, Ankara, s. 22.
[2] TDV, a.g.e., s. 23.
[3] TDV, a.g.e., s. 24.
[4] TDV, a.g.e., s. 25.
[5] “Ataerkil din”, güya erkekler tarafından aktarılıp yazıldığı için, içerisinde kadın aleyhine hüküm ve metinler bulunan din demektir. Bu kavram son derece safsata bir sözdür. Zira bu isnadla, sahabe, tabiun, tebeü’t-tâbiîn ve diğer bütün İslam alimleri, kendi çıkarlarına rivayetleri bozmak ve din uydurmakla suçlanmış olmaktadırlar, Hâşâ lillah!
[6] TDV, a.g.e., s. 25.
[7] TDV, a.g.e., s. 26.
[8] TDV, a.g.e., s. 29.
[9] TDV, a.g.e., s. 29.
[10] TDV, a.g.e., s. 31.
[11] TDV, a.g.e., s. 29.
[12] Zehebî, Siyeru E’lâmi’n-Nübelâ, VI/578.
[13] TDV, a.g.e., s. 31.
[14] TDV, a.g.e., s. 367.
[15] Sempozyuma sunum ve müzakereleriyle katılan diğer akademisyenler de şunlardır: Doç. Dr. Mualla Kavuncu, Dr. Asife Ünal, Prof. Dr. Ömer Faruk Harman, Prof. Dr. Rıza Savaş, Dr. Sevim Can, Doç. Dr. Mustafa Sinanoğlu, Prof. Dr. Ramazan Altıntaş, Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün, Doç. Dr. Aliye Çınar, Mine Coral, Yrd. Doç. Dr. Zeynep Gemuhluoğlu, Prof. Dr. Yurdagül Mehmedoğlu, Doç. Dr. Hülya Alper, Remziye Ege, Doç Dr. Hatice Kelpetin Arpaguş, Prof. Dr. Aliye Mavili Aktaş, Doç. Dr. Ayşen Gürcan, Leyla Coşkun, Doç Dr. Kamile Oya Paker, Nebiye Konuk, Prof. Dr. Ali Osman Ateş, F. Asiye Şenat Kazancı, Bedriye Yılmaz, Prof. Dr. Yakın Ertürk. Sunucu ise Vildan Karabulut.
[16] Türkiye Diyanet Vakfı, Kur’an ve Kadın Sempozyumu 4-5 Haziran 2010, TDV Yayın Matbaacılık, 2013, Ankara, s. 183-185.
[17] Türkiye Diyanet Vakfı, Kur’an ve Kadın Sempozyumu 4-5 Haziran 2010, TDV Yayın Matbaacılık, 2013, Ankara, s. 183-185.
[18] İbrahim Hilmi Karslı’nın tebliğinin müzakeresi bağlamında konuştuklarından bazı cümleler. Bkz. TDV, a.g.e. s. 168-171.
[19] Müzakerede (orijinal DVD’de) yer almadığı halde, basılan kitapta, konuşmacının ifadesini yumuşatmak amacıyla, sözü rivayete dönüştüren “çeşitli kaynaklarda aktarılan bir rivayetle ilgili yaklaşımını şu şekilde aktarıyor” ifadesinin eklendiğini olduğunu gördük. Bkz. TDV, a.g.e., s. 168.
[20] Kur’an’ını ve Dinini korumayı vâd eden Allah (c.c.), Dini’nin ana kaynaklarından olan Sünnet’i de korumayı da vâd etmiş olur. Çünkü Sünnet olmadan Kur’an anlaşılamaz, İslam yaşanamaz. (A. Gelişgen).
[21] Yani, sünnet bozulmuş, hâşâ!
[22] Sempozyumun basılan kitabında ifade, “Kur’an’ı tarihsel, kültürel, sosyal koşullardan bağımsız olarak, tarihin sonu olarak, bitmez ve tükenmez bir hazine olarak görme eğilimidir” şeklindedir. Yukarıdaki ifade ise, orijinal DVD’den alınmıştır. Bkz.TDV, a.g.e., s. 170.
[23] Bu ifade, orijinal Dvd’de yer alan ifadedir. Kitapta değiştirilen ifade şöyledir: “Geleneksel dinsel algıda, hatta dinin veya metnin kendisinde onu rahatsız eden bir konuda eleştirel bir tutum benimsenmesinden daha doğal ne olabilir ki! …” TDV, a.g.e., s. 168.
[24] Bkz. TDV, a.g.e., s. 168-171.
[26] Bkz. Tuksal, Kadın Karşıtı Söylemin İslam Geleneğindeki İzdüşümleri, Kitabiyat, Ankara, 2006.
[27] Türkiye Diyanet Vakfı, Kur’an ve Kadın Sempozyumu 4-5 Haziran 2010, TDV Yayın Matbaacılık, 2013, Ankara, s. 354-357.
[31] TDV, a.g.e., s. 355, 356.
[32] Objektif İslam tarihi kaynaklarında böyle bir iddiaya rastlamak zor. Konuşmacı, bu iddianın Şii kaynaklarda olduğunu söylüyor zaten.
[37] TDV’na bağlı 29 Mayıs Üniversitesi’nin alt birimidir.
[38] Başlangıçta Diyanet ve TDV tarafından kurulumu sağlanmıştır.