Şiilik ve Tahribatı – Kazım Albay
Şiilik: Bütün sapık kollar gibi Ehli Sünnet yoluna karşı bir tepki olarak doğmuş, Hazreti Aliyi sevmekte dinin hadlerinden aşırı gidip tarih boyunca nifak ve fesad unsuru olmuşlardır. Sahabiler arasındaki ihtilafı ve Hazreti Hüseyinin şehadetini alabildiğince istismar etmiştir. Başlıca sapıklılıkları:
Hazreti Ali’nin hakkını yedikleri iddiasıyla başta Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Muaviye olmak üzere sahabilerin büyüklerine küfrederler.
Tefsirlerinde Hazreti Ömer’in şeytan olduğuna işaret ederler. (1) Rahman suresinin tefsirlerinde de Hazreti Ebu Bekir ile Hazreti Ömere, “Muhammedi (S.A.V), Ali (R.A.)’yi mi yalanlıyorsunuz?” diye hitap edilir.(2)
Şii kaynak kitaplarının bazılarında Kuranı Kerim tahrip edildiği, bazı ayetlerin çıkarıldığı rivayetleri dahi vardır. (3)
Şii kaynak kitaplarından al-Kâfi, Nisa suresinin 51’nci ayetinin tefsirinde Nisa suresinden dört ayetin peygamberin vefatından sonra sahabinin takınacağı tavır hakkında nazil olduğunu, fakat sahabi ve ümmetin, Ali ve evladına hasetleri yüzünden bu ayetleri inkâr ettiklerini söylüyor.(4)
Endülüs’de İbn Hazm ile tartışan papazlar Kuranı Kerimin sıhhatine şüphe düşüren Rafizi’lerin sözleriyle delil getirmeye kalkmışlardır.
Kuranı Kerim’i çoğu Şii alimler kabul etmesine rağmen dinin ikinci kaynağı olan Hadis-i Şerifleri inkar etmekte bütün Şiiler müttefiktir. Ehli Sünnetin kabul ettiği hadis kitaplarını kabul etmezler. Böylece dinin ikinci büyük kaynağı olan hadisleri reddedip fesada yol açarlar. Sahabinin yarısını Hazreti Muaviye yanında yer aldıkları için o sahabilerden gelen hadisleri, ayrıca ilk üç halifeden, Hazreti Aişe’den, Hazreti Hureyre’den gelen Hadis’leri reddederler. Sahabilerin yarısı dinin yarısıdır. Onların rivayet ettikleri hadisleri reddetmek dinin yarısını reddetmektir. Dinin yarısını reddeden de o dini ifsad etmiş demektir.
Muta nikahını (muvakkat evlenmeyi) meşru görürler. Onun yasaklandığına dair hadisleri reddederler. Onlara göre Mut’a imanın rüknüdür. Bunu ömründe bir kere olsun uygulamayan kimse kâmil mümin olamaz. (5)
Ayaklarını yıkamayıp mesh ederler. Onlara göre de namaz 5 vakittir. Fakat bazı hadislere dayanarak öğle ile ikindiyi, akşamla yatsıyı beraber kılarlar.
Takıyye yaparlar. Takıyye, düşmanın şerrinden korunmak için asıl inancını gizlemektir. Harb hiledir hadisince küfre karşı olduğun gibi görünmemek zaten meşrudur. Bunlar takıyyeyi Ehli Sünnet Müslümanlarına karşı yaparlar. Kendilerini, takıyyeye sığınarak gizlerler ve zehirlerini daha tesirli kusarlar.
İmamiyye kolu, 12 imama uyarlar onların masum olduklarına inanırlar. 12. imamın çocuk yaşta kaybolduğunu ve ondan sonra gelen bütün idarelerin, halifelerin, sultanların zorba, zalim ve gayri meşru olduklarını iddia ederler. Yani kendi sakat imamiyye görüşüne uymayan idareler ve halifeler gayrimeşrudur. Yalnız İran’da şiilik iktidara gelince bu idarenin zalim olmaması için velayeti fakih kavramını sokarlar. Çocuk yaşta kaybolan 12. imam kıyamete yakın Mehdi olarak zuhur edeceğini bir iddiaya göre Allah’ın ilk iki halifeyi dirilteceğini ve bu 12. imamın onları sorgulayıp cezalandıracağına inanırlar.
İlerki bahislerde yer verdiğimiz Din Tahripçilerinden olan İbn-i Teymiyye, Ehli Sünnet yolundan sapmamışken yazdığı el Munteka (Şiilik ve mahhiyyet) adıyla Zehebi
Şiiliğin tavır olarak iki türlü olduğunu belirtelim. 1- Açık Şiiler. Şii olduğunu açıkça söyleyenler, İrandakiler gibi. 2- Gizli Şiiler. Çevrelerinden çekindikleri veya fikirlerini daha sinsice sokmak için bu yolu izleyip hatta takiyye yaparak Ehl-i Sünnetim dahi diyebilmektedirler. Fakat konuşmaları ve iddaları hep Ehl-i Sünnet’in kaynaklarını çürütmeye, fitne ve şüphe uyandırmaya yönelik olmaktadır. Buradan samimi olarak Ehl-i Sünnet yoluna tabi olmadıkları meydana çıkmakta.
Bir Hadis meali: “Sahabilerin üzerinde ortaya bir fikir atılınca bilenler hakikati belirtsin. Belirtmeyenlere Allah ve melekler lanet ederler.”
Yine bir Hadis: “Ben her günahın şefaatçisiyim; illâ sahabilerime sövenlere şefaat etmem.”
Hazreti Ali ve Hazreti Muaviye arasında içtihat farkından çıkan ihtilafı mezheplerinin temeli yaparlar. Peygamber efendimizin vahiy katibi olma şerefine eren Hazreti Muaviye’ye küfrederler. Hazreti Ali’ye karşı olan bütün sahabilere küfrederler. “Sahabilerime dil uzatan bana dil uzatmıştır” Hadis-i Şeriflerine rağmen nifakta devam etmişlerdir. Fıkıh âlimlerimize göre sahabeye küfretmek fasıklıktır. Hatta, Fetavayı Hindiyye de küfür olduğu belirtilmiştir.
Edille-i Erbaa- 4 Ana Kaynak olan Kuran- Sünnet- İcma- Kıyasdan Son ikisini redderler. Sünnetlerin de Ehli Beyt haricinde rivayet edilenleri redderler. Bunlarla bizim aramızda ortak bir Kuran-ı Kerim kalır bu kadar kaynağı reddettikten sonra bunların sapıklık ve küfürde olması normaldir. Çünkü bu kaynaklar olmazsa Kuran-ı Kerim yeterince anlaşılamaz.
Hazreti Ali gibi bir ilim ve kılıç kahramanının 30 seneye yakın bir zaman diliminde ilk üç halifeye kerhen biat ettiğini iddia ederler. Halbuki bu Hazreti Ali’ye haksızlık karşısında susan bir korkak iftirası demektir. Hazreti Ali böyle bir iftiradan madden ve manen uzaktır. Hz. Ali, faziletlerini kendi de takdir ettiği ilk üç halifeye kendi rızasıyla biat etmiştir.
Ehli Sünnete düşmanlık üzerine mezheplerini kurdukları için İslâm adına bir fetih yapıp yabancı topraklara ulaşamamışlardır. Sadece fırsat bulduklarında İslâm diyarlarını mesela Bağdat’ı işgal edip Sünnilere zulmetmişlerdir. Üç kıtada fetih yapan Osmanlıyı Batı ile uğraşırken arkadan vurup Doğuda fitne ve fesad çıkartmışlardır.
Günümüzdeki Şiiliğe gelince: İran’da Şii İmamiyye mezhebine bağlı olan Humeyni rehberliğinde 1979 yılında Şahı devirip iktidara gelmişlerdir. Fakat Humeyni yaptığı anayasasına Ehli Sünnetten devlet başkanı olamaz, diye madde koymuştur. Devlet idaresinin üst kademelerinde hiçbir Ehl-i Sünnete görev verilmemiştir. (İran İslam Cumhuriyeti AnayasasıMd. 12 ve 115)
Malesef Tahran’da Ehl-i Sünnet Müslümanlarının namaz kılacağı bir mescidin açılmasına müsaade edilmemektedir. Türkiyedeki laik-kemalist rejim dahi İstanbul’da vs. yerlerde Şii mescitler açılmasına müsaade ederken İran yönetiminin bu tutumu dikkat çekmektedir.
Adınız Ebu Bekir, Ömer, Osman olsa İranın herhangi bir köyüne rahat girip çıkamayacağımız İran yetkililerin kabul ettiği bir gerçek.
Hac için Mekke’ye gelen bir İranlı Ehli Sünnet Müslüman’ın ağlayarak “Hümeyni başa geldiğinden beri Şah rejiminden daha çok zulüm gördüğünü” anlattığını bizzat dinleyen arkadaş bize bildirmiştir.
Türkiye’de büyük yankı yapan ve İran sempatizanlığının artmasına sebep olan Tahran’daki Amerikan Büyükelçilik baskınını koyu solcuların Humeyni’ye karşı yaptığını, fakat Humeyni’nin usta bir siyasetle olayı Amerika’ya karşı yönelttiğini biliyor muydunuz? Diğer ülkelerdeki Ehli Sünnet karakterli İslami hareketlerin desteklemediği sadece Şii hareketlere yardım ettiği bilinmektedir.
Şiiliğin hulasası şudur ki: Hilafete kim daha layık olduğu, Hazret Ali- Hazreti Muaviye çatışması, Hazreti Hüseyinin Şehadeti…..vs. meseleler işin görünen sebepleri ve belki de bahaneleri olup asıl sebebi; Yahudi ve münafık soyunun Fars tarlasında yeşerttiği Allah ve Resulunun yoluna şüphe ve fesat örneğidir. Şiilik, kalbinde şüphe taşıyan fitne ve fesad ehline yataklık etmiş ve asırlarca da böyle gelmiş. Bunlara ne kadar şeri delil getirsen fayda etmez. Bir kere bunların kalbinde şüphe tereddüt ve münafıklık tohumları yer etmiştir. Onun için bu meseleye ihtilaflar olayı olarak değil pazarlıklı İman ile pazarlıksız iman farkı olarak bakmak gerek. Bunlarda fitne asıl, İman arızıdır. Tüm sapık kolların özelliği budur. İmanlarında bir ukde olup gerisi işin bahanesidir. Geçici olarak bunların bazı sahte cazibelerine kapılıp kandırılanlar müstesna. Bu sapık yolun yolcuları için yukarıda dediklerimiz geçerlidir kanaatimizce. Çünkü hakikat yolu apaçık ortadayken kıvırmanın, şart koşmanın başka manası yoktur. Hazret-i Ebu Bekir’in fazileti hakkında tevatür var. Sen buna inanmıyorsun. Bunun böyle olduğunu biliyorsun. Bu bir hakikat. Fakat senin kalbin buna inanmıyor. Sana ne kadar delil getirilse fayda yok. Çünkü bir kere kalbinde şüphe var. Bu şüphe senin şeriata tam inanmana mani oluyor. Yanlış olsa da bir sapık mezhebe uyuyorsun. Allah kalblerimizi sapık mezheplere kilitlenmekten korusun. Hak yoldan ayırmasın.
Necip Fazıl Kısakürek’e kulak verelim: “Son ve kat’i hüküm şudur ki, Hazret-i Ali ve Hazret-i Muaviye meselesi, iki sahabi arasında içtihad farkından başka bir mahiyet arzetmez; ve Hazret-i Ali “mutlaka haklı!” Hazret-i Muaviye ise “haksız değil” tarzında, küçük bir farkla ifade etmekten ileriye varmaz.” (6) Yine başka bir sayfada: Eğer Şiilik Hazret-i Ali’yi sevmek sanılıyorsa, tersinden, aldatıcı mantık oyunlarının en hain ve habisine kurban olunuyor demektir. Yaratıcı hakikatten yaratılmış hakikatlere kadar her şeyi inkâr edip hepsini birden Hazret-i Ali’ye bağlamak, onu, cımbızla etinin her zerresini kopararak öldürmeye kalkışmaktan farksızdır. Hazret-i Ali sevgisi “Sünnet ve Cemaat Ehli” ölçüsüne bağlıdır; ve tıpkı Musa ve İsâ Peygamberlerin gerçek kıymet ve hakikatlerini bulmak isteyenlerin, bunu Yahudilerde ve Hristiyanlarda bulmak yerine İslâm’da görmek mevkiinde olmaları gibi, topyekun Şii ve Alevilerin de hakiki Aleviliği, asli mezhepte gerçekleştirmeleri icap eder.(7)
1-BKZ. Tefsirul Kummî 1. 115 necef 1387
2-a.g.e II. 344
3-as-Sâfi. S.27. al- Kâfi I. 239
4-al-Kâfi. II. 158
5- As-Sâfî. S. 125; al-Vaşî’a. s. 127.
6-Doğru Yolun Sapık Kolları. Necip Fazıl Kısakürek sf. 53
7-a.g.e. sf. 77
Taraf Dergisi 5. Sayı – 1 Temmuz 1991