Dinlerarası Diyalog

Said Nursi Kuranın Risalei Nura İşaret Ettiğini Bizzat Söylüyor

Said-i Nursî, Risale-i Nur’un Kur’an-ı Kerim’de işaret buyrulduğunu söylemiştir. Kehf suresinin Hz. Musa (a.s.) ile Hızır (a.s.)’dan bahseden 65. ayetinin tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz anlamına gelen bölümü ebced hesabına tâbi tutularak yukarıdaki iddia delillendirilmek (!) istenmiş ve Said Nursî’ye verilen bu ilmin Resâili’n-Nûr olduğu belirtilmiştir.17

Sûre-i Bakara’nın 32. ayetinde geçen: “Senin bize öğrettiğinden başka bizim bilgimiz yoktur” kavl-i şerifini; Said-i Nursî bakın nasıl yorumlamıştır: “Ve yâ ‘ilme mulhemin min ledun Hakîmi’l-Hābîr” “Ey Hâkim ve Habir tarafından ilham edilmiş olan ilim (Risâletu’n-Nûr).”18

“O rü’yada mazhar olduğu bir hakikatı sonradan şöyle anladık ki: Molla Said, Hazret-i Peygamberden ilim talebinde bulunmasına karşılık; Hazret-i Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, ümmetinden sual sormamak şartiyle ilm-i Kur’an’ın tâlim edileceğini tebşir etmişler. Aynen bu hakikat hayatında tezahür etmiş. Daha sebavetinde iken bir allâme-i asır olarak tanınmış ve kat’iyyen kimseye sual sormamış, fakat sorulan bütün suallere mutlaka cevab vermiştir.”19
17 Tılsımlar Mecmûası, 189, Mâîdetü’l-Kur’an

18 Tılsımlar Mecmûası, 189, Mâîdetü’l-Kur’an

19 Tarihçe-i Hayat, s. 32, İlk Hayatı

Said-i Nursi, Kur’an’daki bazı ayetlerin kendi eserlerine işaret ettiğini söyler. Ebced ve cifr hesabıyla ayetlerden kendi eserleri lehine yorum çıkarmak aslında büyük bir tehlikeye işarettir. ‘Hz. Kur’an-ı Azimüşşan, sanki indirilen son kitap değil de, başka bir kitabı müjdeleyecektir.’ manası çıkmaktadır. İşte birkaç misal:

“Bizi doğru yola ilet. Nimet verdiğin kimselerin yoluna (…)”29

“Ve müteaddit âyat-ı Kur’âniyede Sırât-ı Müstakîm kelimesi, bir mâna-yı remziyle Risalet-in-Nur’a mânaca ve cifirce îma etmesi remze yakın bir îma ile Risalet-in-Nur şâkirdlerinin

tâifesi, âhirzamanda o tâife-i kübra-i a’zamın ahirlerinde bir hizb-i makbul olacağını işaret eder diye def’aten birden ihtar edildi.”30

“Elif, lâm, mîm. İşte bu Kitap, kendisinde şüphe yoktur; Allah’tan sakınanlar için bir rehberdir.”31

“el-Kitâbu lâ raybe fîhi huden lilmuttekīn = Risale-i Nur’un mebde-i intişarı 1922-1921”32

“(Melekler de) demişlerdi ki: ‘(Rabbimiz!) Seni tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz (her şeyi) bilen, hâkim olan ancak sensin.” (Sure-i Bakara/32)

“Lâ ‘ilme lenâ illâ mâ ‘allemtenâ = 974 Risâletu’n-Nûr = Aslı ile, yani lam-ı tarifle 976”33

“Rabbimiz, onlara kendi içlerinden, senin ayetlerini kendilerine okuyacak, onlara Kitabı ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir elçi gönder! Her zaman üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin, sen!”34

“Meâl-i icmalîsi der ki: “Kur’an ve hikmet-i kudsiyeyi size bildiriyor. Sizi mânevî kirlerden temizlendiriyor.” Bu âyetin küllî ve umumî mânasında Risale-in-Nur kasdî bir surette dahil olduğuna iki kuvvetli emâre var. (…) Âyetin makam-ı cifrîsi bin üçyüz iki ederek Risale-i Nur müellifinin Kur’an dersini aldığı tarihe tam tamına tevafuk ile remzen Kur’anın bâhir bir bürhanı olan Resâilin-Nur’a bakar.”35

“Nitekim kendi içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size Kitabı ve hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir Elçi gönderdik.”36

“Bu âyetin külli ve umumî mânasında Risale-i Nur kasdî bir surette dâhil olduğuna iki kuvvetli emâre var. (…)”37

“Kemâ erselnâ fîkum rasûlen minkum = 998-948 Risâletu’n-Nûr = 998-948”38

“Dinde zorlama yoktur. Hak yol, batıl yoldan ayrılmıştır. Tağutu inkâr eden ve Allah’a inanan, kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuş olur. Allah işitendir, bilendir.”39

Başta “lâ ikrâhe fi’d-dîni kad tebeyyene’r-rüşdü” cümlesi, makam-ı cifrî ve ebcedî ile bin üçyüz elli (1350) tarihine parmak basar ve mânâ-yı işârî ile der: Gerçi o tarihte, dini dünyadan tefrik ile dinde ikraha ve icbara ve mücâhede-i dîniyeye ve din için silâhla cihada muarız olan hürriyet-i vicdan, hükümetlerde bir kanun-u esasî, bir düstur-u siyasî oluyor ve hükümet, “Lâik Cumhuriyet”e döner. Fakat ona mukabil mânevî bir cihad-ı dinî, îman-ı tahkikî kılıncıyla olacak. Çünki, dindeki rüşd-ü irşad ve hak ve hakikatı gözlere gösterecek derecede kuvvetli bürhanları izhar edip tebyîn ve tebeyyün eden bir nur Kur’an’dan çıkacak diye haber verip bir lem’a-i i’caz gösterir.

Hem, tâ “hâlidûn” kelimesine kadar Risale-i Nur’daki bütün muvazenelerin aslı, menbaı olarak aynen o muvazeneler gibi bir emâredir ki, o tarihte bulunan cihad-ı mânevî mübarezesinde büyük bir kahraman; Nur namında Risale-i Nur’dur ki, dinde bulunan yüzer tılsımları keşfeden onun mânevî elmas kılıncı, maddî kılınçlara ihtiyaç bırakmıyor.40

30 Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 120; Kastamonu Lâhikası,

31 32 31 Sûre-i Bakara/2 32 Tılsımlar Mecmûası, 184

33 Tılsımlar Mecmûası, 189

34 Sûre-i Bakara/129

35 Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 87

36 Sûre-i Bakara/151

37 Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 87-88

38 Tılsımlar Mecmûası, 187

39 Sûre-i Bakara/256

40 Şuâlar, 235, Onbirinci Şua/Meyve Risalesi/On birinci Mes’elenin Haşiyesinin Bir Lahikasıdır.

“Ey Risale-i Nur! Senin, hakkın dili, hakkın ilhamı olup O’nun izni ile yazıldığına şüphe yok. “Ben, kimsenin malı değilim. Ben hiçbir kitabdan alınmadım, hiçbir eserden çalınmadım. Ben Rabbânî ve Kur’ânîyim. Bir lâyemut’un eserinden fışkıran kerametli bir Nûr’um.” ( Müdâfaalar, 347, Benzer ifadeler için bak. Şuâlar, 141, 523, 535, 545, 590; Mektubat, 361, 362; Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 68, 74; Kastamonu Lâhikası, s.14, 179, 212; Âsâ-yı Mûsa, s. 118; Tarihçe-i Hayat, s. 579)
Said-i Nursi, Risale-i Nur’un asırlar evvel müjdelendiğini(!) şu cümleleriyle anlatıyor: “… Hattâ, evliyanın bir kısmı, keramet-i gaybiyelerinde Risale-i Nur’u aynı o âhir zamanın hidâyet edicisi olduğu, bu tahkikatla teville anlaşılır diyorlar.”11

“… Evet Hazret-i Ali Radıyallahü Anh, “Kaside-i Celcelûtiye”de iki suretle Risâle-i Nur’dan haber verdiği gibi…”12

Denizli Müdafaası adlı eserinde Said-i Nursî, kendisinin Hz. Ali (r.a.) tarafından müjdelendiğini yazar: “Hz. Ali’nin kasidesinde ebced hesabıyla, “bin üç yüz ellide Said-i Kürdî gelecektir” çıkıyor. Hülâgû’dan ve Latin hurufundan ve İslâm deccalından ve bir kısım ulemâların yanlışlarından kat’i haber veren İmam-ı Ali o cümle ile biçare Said’e diyor: “Sen o zamana yetişeceksin. Cenab-ı Hak’tan muhafazanı niyaz eyle.”

“Birden bir ihtar-ı gaybî gibi kalbime denildi: İmam-ı Ali Radıyallahü anhü Risale-i Nur ile çok meşguldür. Mecmuundan haber verdiği gibi kıymetdâr risalelerine de işaret derecesinde remzedip îma ediyor. Eğer sarîh bir surette gaybdan haber vermek (çok zararları bulunduğundan hikmete münafi olduğu cihetle) hikmet-i İlâhiye tarafından yasak olmasa idi tasrih edecekti.”13

Said-i Nursî’nin bu müjdeleme iddiasını en yoğun olarak “Keramet-i Gavsiye” adıyla takdim edilen Şeyh Abdülkadir Geylânî’nin haberleridir. Sikke-i Tasdiki Gaybi Sekizinci Lemada geçen: “On dördüncü asırda “El-Kürdî” lâkabiyle yâdedilen Molla Said, benim müridimdir. O fitne ve belâ asrının her şer ve fitnesinden, Allah’ın izniyle ve havl-i kuvvetiyle onun muhafızıyım.”

“…Bundaki hüccet ise matbu’ Âyetü’l-Kübra Risalesidir. O emsalsiz hüccetin harikalığı içindir ki; İmam-ı Ali (r.a.), Nur’un eczalarından haber verdiği sırada وبالآية الكبرى أمني من الفجت (Ayetül Kübrâ hakkı için beni ani ölümden koru) deyip o Âyetü’l-Kübra’yı şefaatçı yaparak…”14

11 Şuâlar, On Dördüncü Şuâ

12 Siracü’n-Nûr

13 Sekizinci Şua

14 Şuâlar, On Beşinci Şuâ’da Birinci Kelime

“Risale-i Nur, hakaik-ı İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor, başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor. Kat’î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, îmanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risale-i Nur’dadır. Evet onbeş sene yerine, onbeş haftada Risale-i Nur o yolu kestirir, îman-ı hakikîye îsal eder.

Bu fakir kardeşiniz yirmi seneden evvel, kesret-i mütalâa ile bazan bir günde bir cild kitabı anlayarak mütalâa ederken, yirmi seneye yakındır ki, Kur’an ve Kur’an’dan gelen Resâil-in-Nur bana kâfi geliyorlardı. Bir tek kitaba muhtaç olmadım, başka kitabları yanımda bulundurmadım. Risale-i Nur, çok mütenevvi’ hakâika dair olduğu halde, te’lifi zamanında, yirmi seneden beri ben muhtaç olmadım. Elbette lâzım gelir.”( Kastamonu Lâhikası, s.73; Tarihçe-i Hayat, s. 279)

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu