Şeriatin Günümüz İhtiyaçlarına Cevap Vermediği İddiası
“…eski dönemlerin kendi şartlarının iz ve etkilerini taşıyan fıkhî görüşleri, tek İslâmî çözüm olarak takdim etmeleri, hem sorunların çözümüne bir katkı sağlamamakta hem de yaşanan olumsuzlukların İslâm’a mâl edilmesi gibi olumsuz bir sonuca yol açmaktadır.”
Fıkıh kitaplarının, dolayısıyla İslâm şerîatının târihsel olduğu ve günümüz şartlarına uygun olmadığı ve günlük olayları çözemediği iddiası doğru mudur?
İslâm şerîatı, hidâyet için en mükemmel, en şerefli ve en kapsamlı bir şerîattır. Allahü Teâlâ; onunla şerîatlarını tamamlamış ve onu sonsuz kılmıştır. Allah (c.c.) kıyâmete kadar İslâm şerîatına, geçerlilik hakkı tanımıştır.
Doğru İslâmî bakış açısına sahip olmayan dar görüşlü bazı kimseler; her zaman ve her yerde “İnsanların ihtiyacına cevap veremiyor.” diyerek İslâm şerîatını kusurlu bulmuşlar, İslâm şerîatını donmak ve sönmekle suçlayarak yalan ve iftirada bulunmuşlardır. Hem de bunları, Müslümân sıfatı ile söylemişlerdir. Hâlbuki dînimiz ve dîn önderlerimiz, târihteki sonsuz İslâm medeniyetine kale olmuşlardır. Dünyayı uykusundan ve cehaletinden kaldırmış ve medeniyet hareketine öncülük etmişlerdir.
Hiç kuşkusuz, İslâm’a mensup olduğunu söyleyen o kimseler; sömürgeci casusların en büyüklerinden ve İslâm toplumunu yok etmek için plan yapan komplocuların en tehlikelilerindendir. İslâm düşmanları bile, İslâm şeriatını, geniş ufuklulukla nitelerken, içimizdeki bazı modernistler İslâm’ı kötülüyorlar. Nitekim 1937 yılında, La Haye’de “Mukayeseli Kanun Kongresi” yapılmış, bu kongreye çeşitli dünya devletlerinden Batılı düşünürler ve araştırmacılar katılmıştır. Bu kongrede aşağıdaki kararlar alınmıştır:
1. İslâm şerîatı, genel teşri kaynaklarından biri kabul edilmiştir.
2. İslâm şerîatı, canlı bir şerîattır.
3. İslâm şeriatı, başkasından alınmış değil; kendi başına ayakta durabilen bir şerîat olarak kabul edilmiştir.
Şerîatımız, Allah (c.c.)’a hamd olsun her asırla beraber yürüyor, her nesle yetiyor ve hayat gerçekleri ile tamamen örtüşüyor.
İslâm Şerîatinin Bazı Özellikleri
Kur’an-ı Kerim’in getirdiği düzenin, koyduğu kânun ve kâidelerin, diğer beşeri sistemlerden daha güzel daha âdil, insanlığa daha uygun olduğuna kesin olarak îmân etmek şarttır. “Şu veya bu sistemi çağımız insanlarına daha uygundur veya Kur’an düzeni bir orta çağ düzenidir, bu bilim çağında geçerli olamaz, kanunları katıdır, bilimsel değildir, âdil ve insancıl değildir” demek veya öylece inanmak küfürdür. Kur’ân-ı Kerim, Allâhü Teâlâ’ya îmân etmeyi ve yalnız O (c.c.)’a îmân ettiği gibi, devlet kurmayı, Allâh (c.c.)’un emir ve yasaklarına uyduğu müddetçe bu devlete itaat etmeyi, bütün işlerde birbirine danışmayı, adâletle hükmetmeyi, ölçü, tartı, söz ve harekette doğru olmayı, dîni ve İslâm diyarını düşmanların saldırı ve istilâsından korumak için savunma gücünü arttırmayı ve ekonomik tedbirleri almayı emreder.
Yine İslam Şeriati, ilmi öncü, doğruluğu şiâr, cihâdı miğfer, sabrı zırh, her şeyde tedbîr alıp yüce Allâh’a tevekkül etmeyi dâima emir ve tavsiye eder.
Kur’an-ı Kerim’in gâyesi bütün insanların dünya ve âhiret saâdetine ermesidir. Bu hedefe erişebilmek için, şerîat olarak belirlediği ibâdetler ve ibâdetlere ait şartlar, şekil ve usûller, sosyal hayatla ilgili muameleler, cezalar, ferdî ve medenî haklar ve müeyyideler o kadar mükemmeldir ki, dünyanın bütün hukukçuları el ve fikir birliği yapsalar dahî, o mükemmeliyette bir kanun ve düzen meydana getiremezler, Kur’an’ın fiilen gerçekleştirdiği tam ve gerçek manada bir hukuk devletini ve sosyal adâleti kuramazlar. Çünkü Kur’an Allâh (c.c.)’nun kânunudur. Yüce Allâh’ın zâtı, eksiklerden uzak olduğu gibi, onun kurduğu kânun ve düzen de eksiksizdir. İnsan ise, zatında ve kişiliğinde olduğu gibi, bütün sıfatlarında, fiillerinde de eksiktir.
1 Muhammed Alevî Mâlikî, Kâmil İnsan, s. 291-306
2 Mehmed Çağlayan, Ehl-i Sünnet ve Âkâidi, 129-131.s
(Hak Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar, MİSVAK NEŞRİYAT, İstanbul, 2014)