REİS’TEN BİD’AT EHLİNE CEVAP
https://www.facebook.com/dintahripcileri/videos/1837136959639706/
“Kabirdekiler sizi asla duymaz” diyerek türbelerde Kur’ân-ı kerim okuyanlarla dalga geçen Mehmet Okuyan ve Mustafa İslamoğlu gibiler Cumhurbaşkanımızın bu tilaveti karşısında ne düşündüler acaba?
Miri Arab Türbesi’nde/Ahmet Şimşirgil
Ülkemizin gündemi o kadar yoğun ve o kadar değişken ki bazen yazmak istediğiniz güzellikler arada kaynayıp gidebiliyor. Hâlbuki bazı hadiselerin atlanmaması ve paylaşılması lazım diye düşünüyorum. Nitekim geçtiğimiz günlerde böyle bir olay yaşanmıştı!
1 Mayıs akşamı TV’yi açtığımda çok tatlı ve dokunaklı bir şekilde okunan Kur’ân-ı kerim okunduğunu duydum. Ne olduğuna dikkat edince Sayın Cumhurbaşkanımızın bir türbede huşu içinde Kur’ân-ı kerim okumakta olduğunu gördüm. O kadar güzel ve etkileyici bir tarzda okuyordu ki huzurda durduğu zatın bereketi demekten kendini alamıyordu insan.
Cumhurbaşkanımız İnfitar Sûresi’ni okuyordu. Sûrenin son âyetinin manası, okunan yer ve okuyan kişi ile o kadar anlamlıydı ki!
“O öyle bir gündür ki (Din günü/ceza günü) hiçbir kimse, hiçbir kimseye, hiçbir şeyle faide vermeye muktedir olamayacaktır. O gün buyruk, emir yalnız Allah’ındır.”
Miri Arab Medresesi’nin türbe bölümünde Şeybani hanlarından Ubeydullah Han ile Şeyh Abdullah Yemeni yatmaktadır. Şeyh Abdullah rivayete göre Yemenli bir şehzade idi. Hazreti Peygamberin on birinci kuşaktan torunu olduğu da belirtilmektedir. Peygamberimizin işareti üzerine, gelecekteki muhtemel hanlığını, tacını ve tahtını terk ederek Buhara’ya gelmiş, burada büyük velilerden aldığı derslerle tasavvuf yolunda ilerlemiş ve insanları irşat etmeye, eğitmeye başlamıştır. Buharalı Türkler çok sevdikleri Şeyh Abdullah’a Yemenli oluşu dolayısıyla Miri Arap adını vermişlerdir.
Buhara hâkimi Ubeydullah Han da kendisini tanıdığında ilmine, ahlakına ve vakarına hayran kalmıştı. Bizzat kendi parasıyla bu fevkalade güzel medreseyi onun ders vermesi için inşa ettirdi. Bu büyük zatın sohbetine katılmayı en büyük saadet addediyordu.
Sovyetler döneminde Orta Asya’da açık kalmasına izin verilen tek medrese olan Miri Arap Medresesi 1530-36 yılları arasında klasik Orta Asya mimarisine göre inşa edilmiştir. Kapalı avlulu olup iki katlıdır. Kur’ân-ı kerimdeki 114 sûreyi temsil etmek üzere 114 oda yapılmıştır. Medrese hâlen işler vaziyettedir.
Şeyh Abdullah Yemeni vefat ettiğinde medresenin büyük dershane odası türbeye çevrilerek buraya defnedildi.
Yavuz’un çağdaşı!
Ubeydullah Han ise Şeybani sülâlesinden gelen Buhara hükümdarlarının dördüncüsü idi. 1488 senesinde doğmuştu. Küçük yaştan itibaren mükemmel bir ilim ve devlet adamı olacak şekilde yetiştirildi. Buhara’da bulunan o zamanın meşhur Ehl-i sünnet âlimlerinden ilim öğrenmiş, Nakşibendiyye büyüklerinden feyz almıştır. Tefsir, hadis, fıkıh ilimlerinde âlim idi. Hattat ve nakkaş ve iyi bir şairdi. Arabî ve Fârisî’yi şiir yazacak kadar iyi biliyordu. Şiirlerinde ve yazdığı eserlerinde, Ehl-i sünnet itikadını en veciz bir şekilde anlatmıştır. Nakşibendi tarikatına mensup olan Ubeydullah Han bilhassa din âlimlerine büyük önem verirdi. Ahmed Yesevi’ye derin bir bağlılık duyardı. Şiirlerinde onun hikmetlerini kendisine örnek tutmuştur.
Bu arada önce Şeybani hükümdarlarına bağlı olarak Buhara’yı idare etti. 1533 yılında ise bütün Şeybani Devleti’ne hükümdar oldu. Böylece toplam olarak otuz sene kadar hükümdarlık yaptı.
Cesur ve güçlü bir hükümdardı. Büyük orduları çöllerden geçirerek, uzak yerlere sevk etmekte ve zaferler kazanmakta usta idi.
Döneminde Safevî Devleti hükümdarı Şah İsmail bölgeye Şiiliği yaymak için amansız bir mücadele veriyordu. Şeybani Han’ı büyük bir bozguna uğratarak Özbek ülkesinde büyük korku salmıştı. Ubeydullah Han ise Yavuz Sultan Selim gibi, İslam dünyası için büyük fitne olacak Şah İsmail tehlikesinin zamanında farkına varmıştı. Safeviler üzerine yedi sefer düzenleyerek onların Horasan’a müdahalesini engelledi. 1525’te Merv’i, 1529’da Herat’ı ele geçirdi. Ebu Said Han’ın ölümü üzerine de bütün Mâverâünnehir Şeybânîleri’nin başına geçti (1533). Buhara’yı başşehir yaptı. Tahtta kaldığı süre zarfında Safevilere karşı mücadeleye devam etti. Onları Maveraünnehir bölgesinden tamamen uzaklaştırdı. Horasan, Harizm ve İran’daki toprakları geri almak için seferler düzenledi.
Bu sayede Şiiliğin Orta Asya’da yayılmasının önüne set çekti. Bu arada Buhara hâkimliği döneminden başlayarak Osmanlı Devleti ile iyi münasebetler kurdu. Çağdaşı Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim Han ile dost olmuş, her iki sultan, birbirlerini Ehl-i sünnete muhalif olanlarla mücadelelerinde desteklemişlerdir. Ubeydullah Han, Yavuz Sultan Selim Han’la mektuplaştığı gibi Kanuni Sultan Süleyman’a da elçi gönderecektir…
Ne güzel buluşma!
Horasan bölgesindeki Herat ve Belh gibi şehirleri, Ehl-i sünnet muhaliflerinden temizleyen Ubeydullah Han, bunların Orta Asya’da ilerleyip yayılmasına kesin bir şekilde mâni olmuştu. Bütün bu muvaffakiyetlerin yanında ayrıca halkına hizmete ve imar faaliyetlerine de büyük önem verdi. Maveraünnehir’de su tesisleri, medreseler ve camiler inşa ettirdi. İlmin yayılmasına hizmet edip, âlimleri himaye etti. Buhara’yı bir ilim ve kültür merkezi hâline getirdi.
Ubeydullah Han 1539 yılında elli üç yaşında iken vefat etti. Vasiyeti üzerine vefat ettiğinde çok sevdiği şeyhi Abdullah Yemeni’nin ayak ucuna defnedildi.
Evet, Cumhurbaşkanımızın başında Kur’ân-ı kerim okuduğu zatlardan biri saltanatı terk ederek gönüller sultanı olmuş bir veli yani Miri Arab Şeyh Abdullah Yemeni; diğeri ise Şeybani Hanlığı hükümdarlarından Ubeydullah Han idi. Recep Tayyip Erdoğan Bey de şu an Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı. Kabirdekiler vefat edeli beş yüz seneye yaklaşmış durumdadır. İşte onların kabri başında okurken seçmiş olduğu sûre bu bakımdan anlamlıdır. Zira dünya saltanatlarının geçici olduğuna ve öyle bir gün gelecek ki orada sultanlığın hâkimliğin paranın servetin gücün hiçbir anlamı, önemi kalmadığına ve faydası olmayacağına vurgu yapmaktadır.
O gün tek hâkim vardır. Allahü tealadır. İşte bunun farkında olmak bunu okumak gerçekten son derece mühimdir. Zira genelde insanlar mevki makam sahibi olduklarında ebedi kendilerininmiş gibi davranırlar. Hiç ölmeyecekmiş veya o mevki hiç ellerinden gitmeyecekmiş gibi hareket ederler.
Diyanet suskun kalmamalı!
Sayın Cumhurbaşkanımız türbede Kur’ân-ı kerim okurken, yanında Türk ve Özbek yetkililerin yanı sıra Diyanet İşleri Başkanımız da bulunuyordu. Yine Özbekistan’da ziyaret ettikleri evliyanın önderlerinden Şah-ı Nakşibend Muhammed Buhari hazretlerinin huzurunda da Cumhurbaşkanımız dua ederken Diyanet İşleri Başkanımız da Kur’ân-ı kerim okumuştu.
Son yıllarda bilhassa ramazan aylarında TV programlarına sık sık çıkarak “Ölülere Kur’ân okunur mu?”, “Ölülere Kur’ân okumak trafik kurallarını onlara öğretmeye benzer”, “Kabirdekiler sizi asla duymaz” diyerek yıllardır türbelerde Kur’ân-ı kerim okuyanlarla dalga geçen Mehmet Okuyan ve Mustafa İslamoğlu gibi zevat Cumhurbaşkanımızın bu okuması karşısında ne düşündüler acaba? Bunların milletin inançlarıyla alay eden sözlerine karşı da Cumhurbaşkanımız mı cevap vermelidir? Aslında o, şu hareketi ile en güzel bir biçimde cevap vermiş oluyordu! Diyanet yetkililerinin ise bu hususta milletin inancı ile alay edenlere karşı suskun kalması manidar değil midir?