Reddiyenin önemi!
Günümüzde bid’at sahiplerini deşifre etmek ve bozuk fikirlerini belirterek insanların dikkatini çekmek ne hazindir ki bazılarının hiç hoşuna gitmiyor. “Tek doğru siz misiniz?” diyerek derhâl itiraza ve hatta akılalmaz hakarete başlıyorlar…
Yine, sanki dinde yapılan bid’atlerle mücadele bugün ortaya çıkmış gibi bir hava meydana getiriyorlar. Bunların başında da yıllarca o kişilerin kitapları ile fikir dünyası şekillenen insanlar geliyor. Zira övdüğü, beğendiği ve fikirleri ile beslendiği insanların bozuk bir itikada sahip olduklarını düşünemiyor veya kabul etmek istemiyorlar.
Şunu net ifade edelim ki, “tek doğru biziz” diye bir iddiamız hiç olmadı ve olamaz da. Biz 1400 yıldır İslam’ı Ehl-i Sünnet akidesi içerisinde anlatan ve nakleden âlimlerin izini takip ediyor ve onları referans alıyoruz. Kim bunlar diye soranlara da, binlerce âlim ve veliyi örnek olarak gösterebilirim. Hangisine uysa doğru Ehl-i Sünnet itikadına sahip olur. Hiç kimse de bugüne kadar benim ifadelerimin Ehl-i Sünnete uymadığı hakkında bir iddiada bulunmadı. Hata ile söyledimse ondan da rücu etmeyi bilirim.
Ancak kargadan başka kuş, bid’at ehlinden gayrı âlim tanımayanlar bozuk itikatlarına misal olarak binlerce Ehl-i Sünnet âliminden bir kişi dahi gösterememektedir.
Bunlardan biri ile yaptığım münazarada, “Siz Ehl-i Sünnet misiniz?” diye sormuştum. “Evet” dedi. “Peki, hocanızın şu görüşünü paylaşan bir âlim söyleyiniz” dedim, sustu kaldı. “1400 senedir hiçbir Ehl-i Sünnet âlimi söylemedi de sadece senin hocan mı bildi” dedim. Cevabı yine sükût oldu.
İkincisi ise bid’atle mücadele bugün yapılmıyor. Küfür ve nifak ehli her zaman vardı ve kıyamete kadar da var olacaktır.
Hanefi mezhebinin önderi İmam-ı Azam hazretlerinin “Fıkh-ı Ekber” dışında bütün eserleri neredeyse bidat ehline yaptığı reddiye üzerinedir. Mutezile, Müşebbihe, Kaderiyye, Cebriyye, Mürcie ve Şîa’nın farklı yollara saparak birer itikadî mezhep olarak teşekkül etmeye başladığı bir dönemde yetişen İmam-ı Azam hazretleri, Ehl-i Sünnet akidesi üzere onlara cevaplar vermiştir. Onun bu bozuk mezhep sahipleri ile münazaraları ve onlara verdiği cevaplar meşhurdur. Kendisi doğru itikadî ilkeleri ortaya koymuş ve bunları Kur’ân-ı kerim ve hadis-i şeriflerle delillendirmiştir.
Keza yine büyük âlim İmam-ı Gazali hazretleri Ehl-i Sünnetin dışına taşan “İslam filozofları”na cevaplar vermiş ve Müslümanları bunların bozuk itikatlarına karşı ikaz etmiştir. İmam-ı Rabbani hazretleri de devrindeki bid’at ehli ile kıyasıya mücadele ederken bid’at sahiplerini aslandan daha tehlikeli olarak nitelendirmiştir. Zira aslan kişinin canına, bid’at ehli ise imanına kasteder. Dolayısıyla bütün Ehl-i Sünnet büyükleri zamanındaki bozuk itikat ehline reddiyeler yapmışlar ve nerelerde hata ettiklerini yazmışlardır… Misal olarak İbni Teymiye’ye reddiye olarak yazılan eserleri yazsam bu satırlara sığmaz.
Bu durumda siz mezhepsizliğin neden yaygınlaştırılmak istendiğini, İmam-ı Gazali ve İmam-ı Rabbani hazretlerine karşı düşmanlığın temellerini buradan anlayınız. Sinsi bir manevra ile arada onları da mezhepsizlerle ve bidat ehli ile birlikte anarak güya hepsine bağlı olduğunu söyleyen şarlatanlara karşı da uyanık olunuz.
Mason din adamlarının kuklaları!
Gençlerimiz bu durumun son iki asırdır devam eden bir proje olduğunu anlayabilseler meseleyi kolaylıkla çözeceklerdir.
İngilizler İslam’ın hamisi yüce Osmanlı Devleti’ni bölmek, parçalamak ve nihayet yıkmak için hangi usullerle çalıştılar? Bilhassa bu konuda dini nasıl kullandılar? Vehhabiliği nasıl ortaya çıkardılar ve nasıl destekleyip güçlendirdiler? Ehl-i Sünnet İslam dünyasında da bazılarını parlatarak bilhassa II. Abdülhamid Han döneminde padişahına nasıl asi bir hâle getirdiler, iyi bilmek gerek!
Cumhuriyet döneminde ise tarih kitaplarımıza nasıl etki ettiler? İnönü gitmeden önce Ankara İlahiyat Fakültesi’ni hangi maksatla kurdurdu, nasıl bir müfredat oluşturdu ve bunun tesirleri neler oldu, araştırmak gerek.
Bütün bunlar yürütülürken bize ise padişahların içkisini, evliliğini, Abdülhamid Han “Ulu Hakan mı, Kızıl Sultan mı?” tartışması ile yıllar geçirttirdiler.
II. Abdülhamid Han’ı öven insanlar bile, onun en büyük hasmı mason Efgani, Abduh, Reşid Rıza ve bunların çömezlerinin fikir dünyasının tesiri altında kaldığını anlayamadı. Bunu duyduğu anda ise geri dönülemez bir yola varmış bulunuyordu. Artık mazereti de hazırdı: “II. Abdülhamid Han’ın hataları olamaz mıydı? O da hataya düşemez miydi? Ne vardı bunda?!.”
Anlaşılıyor ki birileri Müslüman mahallesinde tezgâhını tam kurmuş, malını (fikriyatını) iyi pazarlamış ve Britanya’ya çekilmiş purosunu tüttürüyor. Nitekim Osmanlıya husumet duyan Rum’a ve Yunanlıya dost ABD’ye köle oluyor. Mezhepleri tanımayan, kafasına göre fetvalar uyduran mason din adamlarının oyuncağı ve bid’at sahiplerinin kuzucuğu olup Ehl-i Sünnetten taşra çıkıyor.
Bardak dolu ise ona ilave su koymanız imkânsız olur. Bu itibarla önce onu boşaltmak gerekir. Türk milletini de inancından, tarihinden, edebinden, ahlakından uzaklaştırabilmek için önce kökleri ile bağlarını kestiler. Böylece tarihî, edebî ve dinî hafızasını resetlediler. Ardından bardağı boşaltıp tekrar doldurmak gibi yeni fikirlerle donattılar. Parlak cümlelerle cüceleri kahraman, gençlerimizi de onların peşine kuyruk yaptılar.
İşte Tanzimat’tan beri İngiliz aklıyla hareket eden nice din ve siyaset adamları Osmanlı Devleti’nin gerileme ve sonrasında yıkılmasını İslam’a veya dindeki geleneksel İslam (Ehl-i Sünnet akidesi) anlayışına bağladı. İslam’da reform yapacağız diyerek kolları sıvadılar. “Hurafeleri atacağız, sonradan dine katılan düşünceleri yok edeceğiz, İslam’ı Asr-ı saadet dönemine döndüreceğiz” gibi parlak ifadeler elbette toplumda da karşılığını buluyordu.
İhanet çemberini kır!
Ehl-i Sünnet itikadını ve birtakım bid’at ehlini kaleme aldığım “Mızraklı Hakikat” kitabımın ön sözünü yazarken okurlara şöyle seslenmiştim:
“Sevdiği bir kimsenin hatasını belirttiğimizde, hiç düşünmeden, araştırmadan İslami ölçü ve prensiplere vurmadan, ‘hadi canım sen de’, diyecek olanlar bu kitabı okumasınlar!
Sorgulama nedir bilmeyenler bu kitabı okumasınlar!
Putları olanlar da bu kitabı okumasınlar!
Sevdiği adamı hatasız bilenler ona sanki vahiy geldiğini düşünenler de okumasınlar!
Zira bunlar her an mankurt olmaya, kullanılmaya namzet adamlardır.
Gerçeklerin üstünün kapatılması için son iki asırdır bu ülkede çok kahramanlar çıkarıldı. Hatasız kahramanlar(!), Peygamber yerine geçen hocalar(!) ve Peygamber efendimizi -hâşâ- postacı gibi gören düzenbazlar bu millete yutturuldu. Bu millet sahte kahramanlardan çok çekti. Onlar her yerde yaldızlı ifadelerle övüldüler! Toz kondurulmadılar.
Bu ülkede peygamberler tartışmaya açıldı, fakat onlara dokunulamadı!
Bu itibarla millet, üzerinde oynanan oyunları bir türlü sezemedi. Oysa hatasıyla sevabıyla normal olarak değerlendirebilseydi belki nice hatalar tekrar tekrar işlenmeyecekti.
Kaldı ki bu hata insanı dinden, imandan vatandan edecekse, yine mi susmak lazımdı?
İşte bu noktada sevdiklerinin hatalarının söylenmesine tahammül edemeyenler her zaman uşak kalmaya namzettirler.
Elinizdeki eser, bu yönüyle bir uyarı kitabıdır.
Batılıların son iki asırda İslam dünyası üzerindeki büyük oyunlarına, projelerine dikkat çekmektedir.
Müslümanların bu hile ve tuzaklara kolaylıkla nasıl düştüklerini göstermesi yanında vahim sonuçlarını işaret etmektedir.
Teberri olmadan tevelli olmaz. İslam düşmanlarından uzaklaşmadıkça Hakk’a hakikate kavuşulamaz.”
Dünyanın en yüce ve kudretli devletlerini kurmuş ve asırlarca bu üstünlüğünü devam ettirmiş bulunan Türk milletinin asil evlatları artık üzerine oynanan oyunları görmeli hakikatler ile yüzleşmelidir. Aksi hâlde yerli devşirilmişlerin zehirli fikirlerinden kurtulamayacak, etrafında örülü ihanet çemberinden dışarı çıkamayacaktır.
Öyleyse ey millet! 38 derecelik ateşe maruz kalmış gibi değil, elektrik cereyanına kapılmış gibi titre ve özüne dön!.. Abdülkerim Satuk Buğra Han’dan II. Abdülhamid Han’a kadar tarihini, ecdadını ve onların şanlı Peygamber efendimize, O’nun temiz âline ve Eshabına ve onların yolunda giden Ehl-i Sünnet büyüklerine bağlılığını, nihayet bid’at sahiplerine karşı tutumunu öğrendiğinde her şeyi anlayacaksın!
Vakit geç olmasın!
TEFEKKÜR
Mezhepsizin sözün koyma kulağa
Layık değil hem-dem olmak kelâğa
Lâ edri
(Bidat ehlinin sözüne kulak verme.
Yaban kargası ile arkadaşlık uygun değildir.)
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
07.10.2022
Türkiye Gazetesi