Rafzancânî Bu Cânîliği Yapmış Ha!
Doğu komşumuz, ebedî, ezelî ve can-ciğer kuzu sarması dostumuz(!) İran.
Osmanlı dedelerimiz ne zaman Avrupa’yla, Hıristiyan tehlikesiyle uğraştılarsa, hemen Osmanlıyı arkadan vuran veya vurmaya çalışan dost(!) İran.
İran İslam Cumhuriyeti adıyla yani İslam kelimesiyle anılan İran.
Sadece İslam ismini almakla her şey oluverse tamam da, İslam denilmekle İslam olunmuyor işte.
Lafla peynir gemisi bile yürümüyor ki İslam denilmekle İslam olunsun…
İran İslam Cumhuriyeti deniliyor da acaba ne kadar İslam?
İsterseniz, ne kadar İslam olduğunu aşağıdaki satırları okuyarak görelim.
İran’ın şimdiki cumhurbaşkanı Hasan Rûhânî’dir. Ondan önceki Mahmud Ahmedinejat, ondan önceki Muhammed Hâtemî, ondan önceki de Hâşimî Rafzancânî idi.
Yalnız bu kelimeyi yani “Rafzancâni”yi yanlışlıkla lafzan cânî diye okumayın. Bu adam lafzan yani sözde cânî falan değil, aşağıda okuyacağınız hadiseyi gerçek kabul ettiğimiz takdirde, onun mânevi bir cânî, bir inanç cânîsi olduğunu kabul etmemiz zaruri gözüküyor.
İran’ın 4. cumhurbaşkanı olan Rafzancânî’nin cumhurbaşkanlığı, 3 ağustos 1989 ile 2 ağustos 1997 arasında 8 sene sürdü.
Siz değerli okuyuculara, Türk basınında yer almayıp sadece arap basınında, o da kısmen yer alan, Rafzancânî ile ilgili kan dondurucu bir haber sunacağım. Okuyup görelim bakalım cânî mişmiş değil miymiş, cânîyse ne kadar cânî imiş?
Haber şu:
Rafzancânî, cumhurbaşkanlığı zamanında beraberinde bir heyetle beraber Suûdî Arabistan’a gidiyor. Bir Cuma günü Suûdî Arabistan kralı ile beraber Medine’de Sevgili Peygamberimiz’in türbesini ziyaret ediyorlar.
Mâlum, Hazreti Ebûbekir ve Hazreti Ömer radıyallâhü anhümâ Efendilerimizin kabr-i şerifleri de Peygamberimiz’in yanında
Rafzancânî, Peygamberimiz’i ziyaret ediyor…
Sonra?
Sonra ne oluyor biliyor musunuz?
Rafzancânî, Hazreti Ebûbekir ve Hazreti Ömer Efendilerimizin kabirlerine doğru tükürüyor…
Bununla ilgili bazı linkler şunlar:
http://www.mubasheer.com/news.php?action=show&id=19517
http://www.mumsema.com/islam-ulkelerinden-haberler/83695-medinede-rafizi-sii-provakasyon.htm
Aşağıdaki linkte tükürdüğü söyleniyor:
http://www.muslimengineer.info/vb/showthread.php?t=15833
ABD’NİN EMRİ
Hadise bir Cuma günü cereyan ediyor.
Medine’de oldukları için Cuma namazını Mescid-i Nebevî’de kılıyorlar.
Mescid-i Nebevî’nin imamı Prof. Ali Huzeyfî Cuma namazında hutbe okumak için minbere çıkıyor. Peygamberimiz’in en değerli iki dostuna tükürülmesinin hırs ve kızgınlığıyla, Şiilik ve şiîler hakkında söylenmesi gerekenleri söylüyor. Tabiî ki bu sözler doğrudan doğruya Rafzancani’ye. Tabii ki muhatap o…
Hutbenin şia ile alakalı kısmına bu linkten ulaşılabilir:
http://www.dd-sunnah.net/forum/showthread.php?t=81642
Bu linkte hutbenin tamamı var:
http://www.hawamer.com/vb/showthread.php?t=1110192
***
Hutbe okunuyor ama hutbeden sonra ne olduğu mühim.
Hutbeden sonra, Sünnî İslam âleminin gözlerini fal taşı gibi açacak şey oluyor.
Basına yansımayan ve bizim özel olarak haber aldığımız bir şey oluyor. Amerika Birleşik Devletleri’nden, Suudî Arabistan’a derhal şöyle bir ültimatom geliyor:
“O imam, bizim korumamız altında olan Rafzancânî hakkında nasıl böyle şeyler söyler! Onu derhal cezalandırın.”
Akıl alacak bir şey değil ama, Prof. Ali Huzeyfî, Cuma namazı çıkışı tutuklanıyor.
ABD ağır bir şekilde cezalandırılmasını istemekte, “O imamın dilini kesin” demektedir.
Fakat Ali Huzeyfî hem halk tarafından, hem devlet üniversitesi hocaları tarafından son derece sevilen bir kişidir. Birçok profesör onun talebesidir. Kamuoyu üzerinde de büyük bir ağırlığı vardır. Ağır bir şekilde cezalandırılması durumunda, Suûdî Arabistan’da sıkıntılar yaşanabilir.
Bunu bilen Suûdî hükümeti, ABD’ye “Gereken cezanın verileceği” hakkında söz verir.
Dediği gibi de yapar, Ali Huzeyfî’yi, Mescid-i Nebevî imamlığından alıp Tâif’te bir mescide sürgün ederler. Orada 2 sene sürgün olarak kalır. Ortalık yatışıp ABD meseleyi unutur da Ali Huzeyfî hele şükür 2 sene sonra Mescid-i Nebevî’ye tekrar gelebilir.
Haberin, basında yer almayan kısımlarını Ali Huzeyfî’nin bir yakınından dinledik.
Mescid-i Nebevî’nin baş imamı Profesör Ali Huzeyfî, uyanık ve İslâmî meselelerde hassas bir zat. Hassasiyetini kısaca şöyle tarif edelim:
Bir hutbesinde, “Sünnetlere yapışmak çok mühimdir. İslam âleminin başına gelen sıkıntıların sebebi, namazların sünnetlerinin terk edilmesidir” demişti. Çok yerinde bir tespit.
Sünnetleri kılmama hastalığı Mısır’da çok yaygın. Başlarındaki sıkıntılar ise mâlum. Ali Huzeyfî’ye hak vermemek mümkün mü?
BU SÜRGÜN NE DEMEK?
Suûdî Arabistan’da en mühim iki imamlığın birisi, dünyanın merkezi Mekke’de Mescid-i Haram imamlığı, diğeri de kâinatın Efendisi’nin bulunduğu Medine’de Mescid-i Nebevî imamlığıdır. Bu iki yere sıradan kimseler imam olamazlar. Nitekim yukarıda da söyledik, halk üzerinde de büyük bir ağırlığı olan Profesör Ali Huzeyfî, üniversitedeki birçok profesörün de hocasıdır.
Onun sürgün cezasını Türkiye üzerinden düşünecek olursak nasıl izah edilebilir:
Bu ceza, Diyanet İşleri Başkanı’nın, dağ başındaki bir köy câmiine imam olarak sürülmesi demektir. Yani küçük bir ceza değildir bu. Bir aşağılama cezasıdır, rûhen sürüm-sürüm süründürme cezasıdır…
ABD’NİN KORUMASI NE DEMEK?
Meseleye ABD’nin (Amerika Birleşik Devletleri) müdahale meselesini unuttu zannetmeyin. Unutmadım anlatacağım.
Öyle ya canım…
İran cumhurbaşkanı, Suûdî Arabistan’da yanlış bir harekette bulunuyor ve bunun karşısında oradaki bir imam hutbede ona karşı bir çıkış yapıyorsa, bu Suûdî hükümetinin meselesidir. Amerika ile ne ilgisi var?
ABD’nin, İran cumhurbaşkanı hakkında “Bizim korumamız altında olan kişi” demesi de ne oluyor!
Görünüşte öyle de kazın ayağı hiç de öyle değil değerli okuyucular.
İran ile ABD görünüşte birbirlerinin can düşmanları değil miydi?
Hazreti Ebûbekir ve Hazreti Ömer Efendilerimiz’in türbesine tükürecek kadar kendini kaybeden İran Cumhurbaşkanı, demek ABD’nin koruması altında mışmış?
Onun için, siz siz olun, hiçbir zaman hadiseleri gözüken yüzü gibi kabul etmeyin. Etmeyin ve İran ile ABD’nin, İran ile İsrail’in birbirlerinin düşmanı olduğuna da inanmayın.
İyi ama ya birbirleri hakkında söyledikleri o ağır sözler neyin nesi?
Neyin nesi olacak, hepsi de kayıkçı dövüşü. Hepsi de biz Müslümanları kandırmaya yönelik cilalı sözler…
Bakın, biraz konu dışına çıkıp hepinizin bildiği, biraz da güleceğiniz enteresan bir meseleye dikkatinizi çekeyim:
Dünyada herhangi bir ülke düşünün. Meselâ bu ülkede bir parti kurulur. Bu partinin genel başkanı birkaç defa ABD’ye gidip gelir. Sonra seçim olur. Ne hikmetse, seçmenlerin çoğu o partiye oy verir ve o parti iktidara geliverir. Halk bunu niçin iktidara getirdiğini bilmez bile. Fark etmez bile.
Böyle olmuyor mu?
Neyse sadede gelelim. Demem o ki, birbirleri hakkında ne kadar atıp tutarlarsa tutsunlar, siz siz olun, İran’ın İsrail’e ve İran’ın ABD düşmanlığına İNANMAYIN…
Onlar bugün birbirlerine gerçekten düşman olsalar bile bu geçici bir düşmanlıktır, yarın yine dost olurlar.
Çünküüüüü… Hepsinin ortak oldukları bir nokta vardır, orada buluşurlar. O nokta nedir?
Sünnî İslam düşmanlığı…
İRAN’A ABD DESTEĞİ
ABD’nin İran’ı desteklediğinden bahsetsem, biliyorum birçok kimse “Yok daha neler!” diyecek.
Ama ne yapayım ki bu bir gerçek.
Bakın anlatayım:
Siz de biliyorsunuz ki, İslam âleminin büyük çoğunluğu sünnî, çok azı da şiîdir.
Şiîliğin en belirgin olduğu ülke de İran.
İran, İslam âlemi üzerinde söz sahibi olmak istiyor. Ama, Şiîlik azınlıkta kaldığı için böyle bir şansı yok. Çünkü arada büyük inanç farklılıkları var ve Sünnîler Şiîleri söz sahibi ve baş kabul etmezler/ etmiyorlar. İşte bu gerçek, şiî yöneticileri çıkmaza sokuyor.
Ne kadar takıyye (gerçek inançlarını gizlemek) yaparlarsa yapsınlar, sünnîleri bir türlü kendilerine inandıramıyorlar.
Yani bu konuda Şiîlerin önünde şu iki engel var:
- Sayı bakımından azdırlar.
- Sünnîlerle aralarındaki derin inanç farklılıkları vardır.
Durum böyle olsa da, takıyye yaparak Sünnîler üzerinde Şiîleştirme (teşeyyû’) faaliyetlerine devam etmekten hiç geri kalmıyor, şiî sayısını artırmaya çalışıyorlar.
Bu gayelerini, konuşarak ve ilim yoluyla gerçekleştiremedikleri yani Sünnîleri sözle şiîleştiremedikleri için başka taktikler uyguluyorlar. Bunlardan ikisi çok mühim:
1- Sözde bir nikâh olan mut’a.
2- Para…
“Mut’a” kelimesinin yanında “nikâh” kelimesi de olduğu için, o konuda zayıf olan bazı Sünnîler mut’a yoluyla Şiîleşebiliyorlar. Çünkü mut’a; bir kadınla, nikâhsız-mikahsız, belli bir para karşılığında, belli bir müddet için yapılan geçici bir anlaşmadır. Sözde kolay bir evillik(!)
İşte bu, belli tipteki bazı kimselere çekici geliyor.
Siz içinizden, “Bu yolla gelecek olan taraftar olmaz olsun” diyebilirsiniz, ama Şiîler öyle demiyor. Çünkü onlar için mut’a gayet normal, hatta İslâmî.
İKİNCİ YOL
İkinci yol para. Kesenin ağzı sonuna kadar açılırsa birçok şeyler kolaylaşır…
Çok affedersiniz, kadın düşkünü olduğu için sünnîliği bırakıp mut’a yolunda Şiîliğe koşan kimseler olduğu gibi, şöhret hastası olup da Sünnîliği bırakıp para uğruna şîliğe koşan Sünnî asıllı nice kimseler yok değil.
Bunlar nefsinin zebunu olan şöhret hastalarıdır.
Bunlar para uğruna çeşitli yollarla; hem dilleriyle, hem kitaplar basarak, hem radyo-televizyon yayınlarıyla Şiîlik propagandası yaparlar.
Ama kurnazdırlar. Şiî propagandası yaparlar ama şiî veya şiîlik kelimelerini asla ağızlarına almazlar.
Bu kelimelerin yerine ehl-i beyt mezhebi, ehl-i beyt okulu veya ehl-i beyt ekolu derler.
Bu kimseler Şiîlerin “Kur’an da tahrîfâta/ değişikliğe uğramıştır” demelerine sağırdırlar ve bu sözün sahiplerini inatla ve israrla Müslüman göstermeye çalışırlar.
Peki, şu anda elde bulunan Kur’an’ın Allah kelamı olmadığını söyleyen müslüman mıdır?
***
Ehl-i sünnet âleminde, teşeyyû’/ Şiîleştirme faaliyeti içinde üçüncü bir faaliyet de Sünnî gençleri İran’da okutarak Şiîleştirip kendi memleketlerine göndermektir. Bu planı şimdilik daha çok Endonezya ve Malezyalı gençler üzerinde görüyoruz.
Tekrar başa dönelim.
Dünyada işte böyle kesif bir şiîleştirme faaliyeti sürmektedir.
Şimdi esas söyleyeceğimiz sözü söyleyelim:
Bu şiîleştirme faaliyetini el altında destekleyen, A-ME-Rİ-KA-DIR.
Peki niçin?
Niçin olacak Müslümanları bölmek için?
Nasıl yani?
Şiîler çoğalsın, sünnîler azalsın ki Müslümanlar tam ortadan bölünsünler diye.
Şöyle:
Yukarıda da söylediğimiz gibi, İslam âleminde Sünnîler çoğunlukta, Şiîler azınlıktadır. Eğer Şiîler çoğalırsa, bu çoğalma sünnîliği bırakıp şiî olan kimselerle olacaktır. Yoksa Hıristiyanlar şiî olacak değiller hoş.
Yani ABD’nin gayesi, Sünnîleri Şiîleştirip Müslümanları iki büyük parçaya ayırmak…
***
Değerli okuyucular! Bu çalışmayı Şiîler yapıyor, ABD de onları el altından destekliyor.Bu da Şiîlerin işine geliyor…
ABD ile İran işte bu noktada birleşiyor ve bir hareket ediyorlar.
***
Kendi bildiğim bir şey anlatayım da buyurun bunu nasıl değerlendirecekseniz değerlendirin..
Fî tarihinde Türkiye’nin ABD’de ticârî ateşesi olarak bulunan bir tanıdığım var. Şimdi 70 küsur yaşlarında. 20 seneden beri, Türkiye’den İran’ın Kum şehrine talebeler gönderilmesi gerektiğini ve orada bu talebelerin müctehid olarak yetiştirilmesi icap ettiğini söylüyor. Kendisinin de tavizsiz bir ehl-i sünnet Müslüman olduğunda ısrar ederek. Buna rağmen şiddetle Hazreti Ömer Efendimiz’in aleyhinde konuşmaktan da geri durmuyor.
Şimdi buna ne diyeceğiz?
***
Dünya âlem biliyor ki, Amerika demek büyük İsrail demektir, İsrail demek de küçük Amerika demektir.
Eski İran Cumhurbaşkanı Rafzancânî’nin tavrını yukarıda okudunuz. Şimdiki İran cumhurbaşkanının tavrını da buyurun Yahudi Şalom Gazetesi’nin 12 Şubat 2014 tarihli bir haberinden okuyunuz:
İRAN´DAN YAHUDİ HASTANESİNE BAĞIŞ
“İran Cumhurbaşkanı Hasan Rûhânî, ülkedeki tek Yahudi hastanesine 400 bin dolarlık yardımda bulundu.
New York Times,perşembe günü Twitter’da, İslam Cumhuriyeti’nin yarı resmi haber ajansı Mehr’den alıntı yaparak, Rûhânî’nin İran’ın tek Yahudi hastanesi olan Dr. Sapir Hastanesi’ne 400 bin dolar yardımda bulunduğunu belirtti.
İran’ın resmi haber ajansı IRNA ise Yahudi olmayanların da kullandığı ve bir hayır kurumu olan hastaneye yapılan yardımın 170 bin dolar olduğunu bildirdi.
Günümüzde sayısı 30 binden az olan İran Yahudi Cemaati’nin nüfusu, 1979 İslam Devrimi’nden önce 100 bine yakındı. İran hâlâ İsrail’den sonra Ortadoğu’nun en büyük Yahudi Cemaatine sahip ülke konumunda.”
Bu haberi İran’ın resmi haber ajansı IRNAduyuruyor. Ruhani’nin yardım yaptığı, Tahran’daki hastane, Dr. Sapir adlı vakıf hastanesi imiş.
Ruhani’nin geçtiğimiz yıl da aynı hastaneye, aynı miktarda bir yardımda daha bulunduğu bildiriliyor.
Bu habere, 20-26 Şubat 2014 tarihli Baran dergisi şu yorumu yapıyor:
“İran ve İsrail arasında artık soğuk rüzgârlar esmiyor. Hoş eskiden de esmiyordu ama neyse.
Şimdilerde birbirlerine gülücükler göndermeyi ihmal etmiyorlar. Bu ise, bize ‘İslâm’a – Ehli Sünnet ve’l Cemaata karşı kimlerin hangi ittifakı planladıkları ve kimlerin kimlerle el ele kol kola Müslüman kıyımına gireceğini’ göstermekte.”
Değerli okuyucular, buna bendeniz de bir not ilave edeyim.
Yahudi hastanesine 400 bin dolarlık yardım yapılan İran’ın başkenti Tahran’da, Sünnîlerin Cuma namazı kılacakları bir câmiye bile izin verilmiyor.
İran’ın, Yahudilere karşı Cumhurbaşkanı seviyesindeki tavrı da, Sünnî Müslümanlara karşı tavrı da işte ortada.
***
İran’a giden bir arkadaşım anlatıyor. Tahran’da bir taksiye bindik. Taksi şoförü bizim Türkiyeli olduğumuzu öğrenince şunu sordu diyor:
“Müslüman mısınız, Sünnî misiniz?”
İSLAM BÜYÜKLERİNE HAKARET
Şiîlerin Hazreti Ebûbekir, Hazreti Ömer, Hazreti Âişe ve Hazreti Hafsa’ya lânetlerini görmek için şu adreslere bakılabilir:
http://www.youtube.com/watch?v=dtTMCYlKK78
http://www.youtube.com/watch?v=yJcfTFPY3lw
http://www.youtube.com/watch?v=Dftkx50gp28
http://www.youtube.com/watch?v=yEqgjKQ2wYY
http://www.youtube.com/watch?v=O3ZrZNVlhwo
***
Sayın Mustafa Özcan 09 Eylül 2013 tarihli yazısında İran hakkında şunları yazıyor:
“En önde safta Amerikan düşmanı kesilirler, bir de bakmışınız ki çıkarları gerektirdiğinde en önde Amerikan dostu haline gelivermişler!
İran’ın dostluğuna da düşmanlığına da güven olmaz.
İki de bir İsrail’in sırtını yere getireceklerini söylüyorlar. Tehdit üzerine tehdit yapıyorlar. Keşke dediklerini yapsalar da dünyayı bu gaileden kurtarsalar.
Lakin bunu yapmayacak kadar usta hesapçıdırlar. Nejad yalancı rüzgarlar estirdikten sonra sahneden çekildi.
Suriye rejimi bugüne kadar yüz binlerce Suriyeliyi öldürmesine rağmen öldürdüğü İsrail askeri sayısı veya İsrailli, yüzleri geçmiyor.
İran bir de bu rejimin direnişçi olduğunu savunuyor ve ikisi bir İsrail’e karşı cihat ilan ediyorlar!
Nerde?
Adamlar, bir Ehli beyt muhabbeti bir de İsrail düşmanlığını kullanıyorlar. Lakin şimdiye kadar öldürdükleri hep Müslümanlar!
Ya Iraklılar ya da Suriyeliler!”
***
Şu cümleler de Mustafa Özcan’ın 28 Ocak 2014 tarihli yazısından:
“…Batı, Saddam ve Humeyni’yi birbirlerini kırmaları için kollamış ve kefe’nin birisi zayıfladığında ona arka çıkmış, diğeri zayıfladığında onu takviye etmiştir. Yenişememeleri üzerine bir denge ve denklem kurmuştur. Mümkünse ikisinin de yenilmesini, mümkün değilse berabere kalmalarını yeğlemiştir.
…ABD İran sayesinde Suriye’de IŞİD ile Hizbullah arasında aynı oyunu oynuyor. Daha geniş ölçekte İsrail lehine, Şii – Sünni kapışması için Suriye’de çözümü tıkıyor. Malzemesi de İran.
ABD, hedeflerine İran mihverini araç kullanarak ulaşıyor. İşte Irak’taki ortaklıkları…
Gözümüze mi inanalım Hatemi’nin teranelerine mi?
ABD çifte kıskaç altına aldığı İran’ı halletmek yerine, İran’la birlikte Irak’ın işini bitirdi!
…Irak Kalkınma ve Demokrasi Enstitüsü Başkanı Iraklı Şii Gassan Atiye, Amerikalıların bölgede Şiileştirme politikasını şu ifadelerle anlatıyor: “Amerikalılar ülkeyi işgal ettiklerinde iyi bir yaklaşımda ve tasarrufta bulunmadılar, aksine sekterizmi ve mezhepçiliği (Şiiciliği) desteklediler.”
BİZİ DOĞRULAYAN İTİRAFLAR
İran ile İsrail birbirine düşman öyle mi?
Siz öyle sanın. Ama kendileri öyle demiyor.
1- İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak “İran, İsrail’in varlığına tehdit değildir” dedi. Kaynak: 16 Eylül 2009 tarihli Yahudi Şalom gazetesi.
2- İsrail Başbakanı “İran en iyi dostumuz” dedi. Bunu, Gültekin Avcı 24 Ekim 2013 tarihinde köşesine aktardı.
3- İsrail cumhurbaşkanı Şimon Peres de “İran İsrail’in düşmanı değil” dedi. Bu sözün tarihi de 2013 Aralık ilk haftası.
***
Sayın Faruk Köse, 10 Aralık 2013 tarihli yazısında şunları yazıyordu:
“…İran ile İsrail, düne kadar birbirini “en büyük düşman” görüyordu. İran İsrail’i haritadan sileceğini, İsrail ise İran’ı yerle bir edeceğini açıklayıp duruyordu.
Ancak şimdi İsrail Cumhurbaşkanı Peres, görüşmeye hazır olduklarını açıkladı. Bugüne kadar düşmanlıklarını açıkça ilân etmemişler gibi, Peres, “İran’ı düşman olarak görmüyoruz” dedi
Peres’in bu cümlesinden daha ilginç olanı ve aslında, bence hakikati, bu zamana kadar oynanan tiyatroyu ifşa eden ifadesi, “düşmanlığın kişisel bir mesele değil, politikanın bir konusu olduğu”na dair sözleridir.
Yani bu zamana kadar İran ile İsrail, birbirlerine “politika gereği düşmanlık” yapmışlar; daha doğrusu “politika gereği düşman gibi gözükmüşler.”
İran’la kucaklaşmaya kalkışan İsrail Cumhurbaşkanı, bunu izah için “barıştan yanayız ve nihai amacın düşmanları dostlara dönüştürmek olduğuna inanıyorum” dedi; ancak bunu dediği esnada İsrail, Filistin’de müslümanlara düşmanlığın “en ileri boyutları”nı tatbik ediyordu.
Bu yaklaşım, İran ile İsrail arasında, ABD’nin ağabeyliğinde biçimlendirilen “Yeni Ortadoğu Stratejisi”ne dair “kirli gelişmeler”e önemli bir ipucu veriyor…”
Evet, işte böyle değerli okuyucular..