Mehmet Âkif Ersoy
Mehmet Âkif Ersoy, 1873 senesinde İstanbul’da doğdu ve 1936 yılında vefat etmiştir. Mehmet Âkif çok büyük bir şair olmasına rağmen, maalesef bazı fikirleriyle Ehl-i Sünnet zaviyesinden dikkat çekmektedir. Hatta şiirlerinde, Allah u Teâlâ’ya karşı edep sınırlarını aşan satırlara rastlanmaktadır. İşte bu şiirlerinden bazı bölümler:
“Ya Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?
Mahşerde mi biçarelerin, yoksa felahı!
Nur istiyoruz… Sen bize yangın gönderiyorsun!
“Yandık!” diyoruz… Boğmaya kan gönderiyorsun!
Esmezse eğer bir ezelî nefha, yakında,
Ya Rab, o cehennemle bu tufan arasında,
Toprak kesilip, kum kesilip âlem-i İslam;
Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnam!
Bizar edecek, korkuyorum, Cedd-i Hüseyn’i.
En sonra, salib ormanı görmek Harameyn’i!
Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicaz’ın
Ateşli muhitindeki suzişli niyazın,
Emvacı hurûş–âver olurken melekûta;
Çan sesleri boğsun da, gömülsün mü sükûta?
Sönsün de, İlahi, şu yanan meş’al-i vahdet,
Teslis ile çöksün mü bütün âleme zulmet?
Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran iman
Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban?
Enfâs-ı habisiyle beş on ruh-i leîmin,
Solsun mu parlak yüzü Kur’an-ı Hâkim’in?
İslam ayak altında sürünsün mü nihayet?
Ya Rab, bu ne hüsrandır, İlahi, be ne zillet?
Mazlumu nedir ezmede, ezdirmede ma’na?
Zalimleri adlin, hani öldürmedi hâla!
Câni geziyor dipdiri… Can vermede ma’sum!
Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm?
La-yüs’el’e binlerce sual olsa da kurban;
İnsan bu muammalara dehşetle nigeh–bân!
…”1
Yine Allah’a sitem eden bir şiiri de şöyledir:
“Ey bunca zamandır bizi te’dib eden Allah;
Ey âlem-i İslam’ı ezen, inleten Allah!
Bizler ki senin vâ’di İlahine inandık;
Bizler ki bin üç yüz bu kadar yıl seni andık;
Bizler ki beşer bir sürü ma’buda taparken,
Yıktık o yaman şirki, devirdik ebediyen;
Bizler ki birer hamlede evhamı bitirdik,
Ma’bedlere Ma’bud-i Hakiki’yi getirdik;
Bizler ki senin ismini dünyaya tanıttık…
Gördükse mükâfatını, Ya Rab, yeter artık!
Çektirmediğin hangi elem, hangi ezadır!
Her anı hayatın bize bir ruz-i cezadır!
…”2
Mehmet Âkif, Sultan Abdülhamit Hân’a da haksız yere pek şiddetli kin duymakta, bunu da şiirlerine yansıtmaktadır:
“Ortalık şöyle fena böyle müzebzep işler,
Ah o Yıldızdaki baykuş ölüvermezse eğer”3
“Çoktan beridir vardı benim bir derdim,
Gideyim zalimi ikaz edeyim isterdim.
Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid,
Al-i Osmandan bu korkaklık edilmezdi ümid.”4
“Ah efendim o ne hayvan o nasıl merkepti.”5
“Ah efendim o herif yok mu kızıl kâfirdi.”6
“Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se,
Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e.”
Bir İslam halifesine mel’un diyene ne demeli? Şeytana rahmet okutmak tabiri de çok çirkindir. İslam halifesi için hakaret dolu yazıları daha çoktur. Hatta şu olay gayet mühimdir: Âkif, meşhur arkadaşı Babanzâde Ahmed Naîm ile birlikte, bir Cuma günü Sultan Abdülhamit Hân Hazretlerini selamlıkta görürler. Âkif, hemen arkasını dönerek istifrağa başlar. Babanzâde ne olduğunu sorunca, Âkif: “O’nun suratını görünce hep böyle oluyorum.” der. Bu kin ve nefretinden, hatta hakaretlerinden ölene dek vazgeçmemiştir. Ayrıca Âkif’te masonluğuyla ünlenmiş reformcuların da pek büyük te’siri mevcuttur. Asım isimli çok uzun bir şiirinin son kısmında diyor ki:
“Mısır’ın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh,
Konuşurken neye dairse Cemaleddinle,
Der ki tilmizine Afganlı,
Muhammed dinle,
İnkılâb istiyorum hem çabucak,
Öne bizler düşüp İslam’ı da kaldırmazsak,
Nazariye ile bir şeyler olur zannetme,
O berahini de artık yetişir dinletme.
İnkılab istiyorum ben de, fakat Abduh gibi.”
Cemaleddin Efgânî ve Muhammed Abduh’un nasıl kimseler olduklarını alakalı kısımlarda ifade etmiştik. Mehmet Âkif’i, tekfir etmek için değil, onun ifadelerinin İslam’a uygun olup olmadığını göstermek için eleştirdik. Ehl-i Sünnet ulemayı eleştiren ve onların da hatalarının mevcut olduğunu dile getiren bazı sahtekârlar, Mehmet Âkif gibiler eleştirilince ortalığı velveleye verirler. “O eleştirilir mi?” diye hesap sorarlar. Kendileri, utanmadan selef-i salihinimize dil uzatırlar, lâkin Âkif gibi bazı meşhur zevâtın yanlışlıkları ifade edilince, bağnazlıklarını ortaya koyarlar. Bu davranışları da reformcuların tenkitte âdil olmadıklarını gösterir.