Kur’an’dan Başka Bir de Fâtıma Mushafı Mı Var?
Evet, birilerine göre varmış…
İyi ama, Kur’an-ı Kerim ortadayken, birileri çıkıp Kur’an’dan başka bir kitap daha var derse buna kim inanır ki?
Ehl-i sünnetten hiç kimse inanmaz ama inanacak olanlar var.
Şiîler inanır desem ne dersiniz?
Meseleyi bilenler beni tasdik ederler de Şiî-severler iftira ediyorsun derler.
Ne gülünç ki, onlar iftira deseler de Şiîlerin kendileri bir şey demezler, diyemezler, diyemiyorlar. Çünkü şiî inancına göre Kur’an’dan başka bir de Fâtıma Mushafı var.
Bu konuda, Şiîlerin en çok değer verdiği Usûl-ü Kâfî’ isimli kitapta şöyle bir soru soruluyor:
“Fâtıma’nın mushafı nedir?
Cevabı da şöyle veriliyor:
“Sizin şu Kur’an’ınızın üç misli bilgi kapsayan bir mushaftır. Allah’a yemin ederim ki, sizin şu Kur’an’ınızdan bir tek harf yer almaz o mushafta.” (Usûl-ü Kâfî Tercümesi, c: 1, sa: 419)
Bununla ilgili ilave bilgi şöyle:
“Resûlüllah (sallallâhü aleyhi ve âlihî) vefat edince, Fâtıma, Allah Azze ve Celle’den başka hiç kimsenin bilmediği bir üzüntüye kapıldı. Allah, kederini dindirip, teselli etmek ve onunla konuşmak üzere bir melek gönderdi. Fâtıma ( selâmüllâhi aleyhâ) bu olayı Emirül Müminîn (aleyhisselam)a şikayet etti.
Emirü’l-mü’minîn (Ali b. Ebû Talib aleyhisselam) dedi ki:
“Meleğin geldiğini hissettiğin, sesini duyduğun zaman, bana haber ver.”
“Fâtıma meleğin gelişini Emirül Mü’minin’e haber verdi, o da duyduklarının tümünü yazdı. Sonunda bu sözlerden bir mushaf meydana geldi. Bu mushafta helâl ve harama ilişkin her hangi bir şey yoktu. Sadece ileride olacaklara ilişkin bilgiler vardı.” (a.g.e. sa: 420)
BAHSE KONU KİTAP, ŞİÎ İMAMLAR HAKKINDA NELER SÖYLÜYOR?
Şimdi de Şiîlerin baş kitabı Usûl-u Kâfî’denbazı konu başlıkları verelim:
“İmamlar (şiî imamları) ne zaman öleceklerini bilirler ve ancak kendi istekleriyle ölürler…” (a.g.e. sa: 450)
“İmamlar(şiî imamları) olanları ve olacakları bilirler, hiçbir şey onlara gizli kalmaz.” (a.g.e. sa: 454)
“İmam kendinden sonraki imamı bilir ve “Allah size, emanetleri ehline vermenizi emreder” (Nisâ, 58) âyeti imamlarla ilgilidir.” (a.g.e. sa: 478)
Habib es-Sicistânî, Ebû Cafer (Muhammed Bâkır aleyhisselam) ‘dan şöyle rivâyet etmiştir: “Allah buyurmuştur ki: …İslamda Allah tarafından yetki verilen bütün âdil imamların(şiî imamların)velâyeti altında ibâdet eden bütün grupları, kesinlikle affedeceğim. Bunlar kişisel olarak zulmeden, kötülük işleyen kimseler olsalar da.” (a.g.e. sa: 693)
“Ölen (şiî)imamı ancak bir diğer imam yıkar.” (a.g.e. sa: 708)
“İnsanların görevi, hac menasikinden (hac yaptıktan)sonra (şiî)imama gelmek, dinlerinin alâmetlerini öğrenmek, dostluklarını ve sevgilerini onlara bildirmektir.” (a.g.e. sa: 720)
“Melekler imamların evlerine gelir, sergilerine ayak basar ve onlara haberler getirirler.” (a.g.e. sa: 722)
“Cinler imamlara gelip giderler, onlara dinlerinin alâmetlerini sorarlar ve işlerini onlara arzederler.” (a.g.e. sa: 723)
“İnsanların elinde olan bir şey imamlardan kaynaklanmıyorsa hak değildir ve imamların yanından gelmeyen her şey bâtıldır.” (a.g.e. sa: 731)
“Yeryüzünün tamamı imamındır.” (a.g.e. sa: 744)
Bu kadarını kâfi görüyor ve şiî inancıyla alâkalı bu cümleleri,bir tv kanalında işi-gücü şiî propagandası yapmak olan Sayın Bilmem Kimve hempâlarının nazarlarına arz ediyoruz…
***
Şimdi, Muhterem Mehmet Şevket Eygi’nin, şiî gözüken yazar Ali Şeraitî hakkındaki bir yazısına geçmek istiyorum. Eygi yazısında şöyle diyor:
“Bundan yirmi beş sene kadar önce Şeriatî’nin meşhur ve hacimli kitabı İslam Şinasî’nin Türkçe tercümesini okurken, bir sayfasında gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Yazar aynen şöyle diyordu:
“Allah gerçek bir Janus’tur…”
Janus’un mânası nedir? Ansiklopedilere bakınca, bunun iki çehreli bir Roma putunun adı olduğunu öğreniyordunuz. Bir Müslüman Yüce Allah’ı nasıl olur da bir puta benzetebilirdi? Üstelik de “gerçek Janus” diyor.
Yani tevili mevili yok”
Mehmet Şevket Eygi, Ali Şeriatî hakkında bilgi vermeye devam ediyor:
Allahü Teâlâ’yı puta benzeten Ali Şeriatî
“Konu: İranlı sosyolog, İslamcı, sözde mücahit, bazılarının öve öve bitiremedikleri, göklere çıkarttıkları Dr. Ali Şeriati’nin bir kitabındaki çok vahim bir yanlış hakkındadır.
Kitabın ismi, “Muhammed’i Tanıyalım” (İslâm Nedir-III) Ankara 1988.
Kitabın Farsça orijinalinin adı “İslam Şinasi Meşhed-III”
Yukarıda adı verilen kitabın 151’inci sayfasının 2’nci paragrafını aynen aşağıya alıyorum:
“Allah gerçek bir “Janus” (78). İki çehreli Allah!
Yahova çehresi, Teus çehresi, iki seçkin ve çelişik sıfatı! “Kahhar” ve “Rahman”.
Yahova gibi “müntegım” (intikamcı), “müstebit”, cebbar, mütekebbir ve “şedidül-ikab”,
“Kibriya arşı”na yaslanmış, melekût örtüleriyle örtülü, yeri, “ötede ve her şeyin üzerinde”, alttaysa mutlak saltanatı söz konusudur.
Aynı halde Teus gibi “Rahman”, “Rahim”, “Rauf”, “Gafur” (79)dur.
Yeryüzüne inerek insanla, topraktan olan “Halifesi, akrabası”yla dostluk bağı kuruyor. Onu “kendi yüzüne benzer” bir yüzle gösteriyor. Onu kendine benzer yaratacağı müjdesiyle müjdeliyor. Öylesine insanla samimi ve dost oluyor ki ona “şah damarından daha yakın olduğunu açıklıyor…”
“Not:(78) Janus, Yunanın iki çehreli tanrısıdır. Geçmiş ve geleceği bilen.”
***
Şevket Eygi’nin yazısı devam ediyor:
“Ali Şeriatî“Allah gerçek bir Janus…” diyor. Yani kemal sıfatlarla sıfatlı, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allahü Teâlâ’yı iki çehresi olan bir Roma putuna benzetiyor.
Öyle bir benzetiş ki, başına “gerçek” sıfatını ilave ediyor. Yani mecâzî manada bir benzetiş değil, te’vili yok…
Ehl-i Sünnete göre, Allahü Teâlâ’nın on dört sıfatından biri “Muhâlefetün lilhavadis”tir. Yani Allahü Teâlâ yaratılmışlardan, kendisi dışındaki varlıklardan hiçbirine benzemez.
Allahü Teâlâ’nın benzeri, eşi, ortağı, nazîri(benzeri), oğlu, kızı yoktur.
Ali Şeriati’nin yukarıya aldığım paragrafındaki, Allahü Teâlâ’yı bir puta benzetme zındıklığını Tevhide (Allah’ın birliğine) inanan hiçbir Müslüman kabul etmez. Ehl-i Sünnetten olsun, Şîa’dan olsun, başka bir mezhepten olsun…
Allahü Teala’yı bir puta benzetmek, bir Müslümanın yapacağı iş değildir.
Ali Şeriatî’nin “İslam Şinasi” kitabı yayınlandığı vakit, İran’daki ve Irak’taki Şii ulemadan nicesi onun bu gibi bozuk fikirlerine karşı çıkmıştı.
Türkiye’deki bazı İslamcılar, Ali Şeriatî’yi neredeyse kutsal bir mücahit, örnek alınacak ve idealize edilecek büyük bir model haline getirmişlerdir.
Ortada gerçekten üzücü, şaşırtıcı, kahredici bir durum vardır. Adam Allahü Teâlâ’yı bir puta benzetiyor, benzetirken de “gerçek” sıfatını kullanarak parmağını gözümüze sokuyor ve birtakım Müslüman kardeşlerimiz, onu büyük ve örnek bir Müslüman, bir mücahit, bir aydınlatıcı, peşinden gidilecek bir fikir önderi olarak görüyor ve gösteriyor.
Ali Şeriati’nin Türkçeye tercüme edilen kitaplarında (abartmıyorum) binlerce dinî hata bulunmaktadır. Bunların bir kısmı tercüme edilirken çıkartılmaktadır, yukarıda aldığım paragrafı herhalde sakıncalı görmediler ki, çıkartmamışlar.
Ortada hem Ehl-i Sünnet ve hem de Şia açısından utanç ve hacalet verici bir manzara vardır:
- Ehl-i Sünnet, İslamcı literatürdeki bu gibi fahiş, küfre götürücü yanlışları görmüyor. Bunları red, cerh ve tekzip etmiyor.
- Bir kısım Şia ise, Allahü Teala Hazretleri’ni bir puta benzeten bu eserleri İslamî yayın diye sergiliyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kontrolü altındaki büyük yayınevlerinde Ali Şeriatî’nin kitapları peynir ekmek gibi satılıyor. Ortada iki şık var:
- Ya Diyanet sattığı kitapları kontrol etmiyor,
- Yahut Ali Şeriatî’yi İslamcı bir yazar kabul ediyor ve kitaplarını satmakta bir sakınca görmüyor.
Ali Şeriatî konusunda son derece müsamahakâr olan Diyanet, Hâtemü’l-fukaha ve Fahrü’l-muhaddisîn merhum Ahmed Davutoğlu Hoca’nın “Din Tahripçileri” adlı kitabını raflarında bulundurup satmıyor. Çünkü bu kitapta, kendisini müctehid ilan etmiş Prof. Hayrettin Karaman’a yöneltilmiş çok haklı ve uyarıcı tenkitler vardır.
“Allah gerçek bir Janus…” ibaresi acaba kitabın Farsça orijinalinde yok da, Türkçe tercümesinde mi sokuşturuldu, sorusuna şu cevabı veririm:
Bendenizde kitabın Farsça orijinalinin o sayfası var, “Allah yek Canus-i hakîkî est! Hüdai ba du çehre…” diyor.
Ali Şeriati’nin hayranları, bu gibi tenkitleri insaf ve adaletle karşılamıyor, yöneltenlere hakaret ediyorlar.
“O bir mücahittir… O bir şehittir…” diyorlar.
Yahu mücahit ve şehit olmak, İslam’ın sahih Tevhid akidesine aykırı küfür sözleri söylemeye hak kazandırır mı?..
Diyanet İşleri Başkanlığı Fetva Heyeti, Ali Şeriatî’nin “İslam Şinasi=Muhammed’i Tanıyalım” kitabının Türkçe tercümesinin 1988 tarihli baskısının 151’inci sayfasındaki “Allah gerçek bir Janus…” sözü hakkında Türkiye Müslümanlarını aydınlatmalıdır.
Bir Müslüman, bir muvahhid böyle bir söz söyleyebilir mi? Söylerse ona ne lâzım gelir?
Bu söz bir küfür sözü değil midir? Hiçbir şeye benzemeyen Allahü TeâlâHazretlerini bir Roma putuna benzetmek büyük bir sapıklık değil midir?
Müslümanların böyle kitapları okumaları caiz midir?
İmkânım olsa, Caferî ulemasına da bu konuda (saygıda kusur etmeksizin) sorular yöneltmek isterim.
Şiî-Caferî mezhebine göre, Allahü Teala’ya “gerçek bir Janus” demek caiz midir?..
Sanırım ki, onlar da kesinlikle caiz olmadığını beyan edeceklerdir.
Diyanet İşleri Başkanlığı, acaba tenezzül buyurup soruma cevap lütfedecek midir? Ederlerse bu sütunlarda yayınlayarak halkımıza duyuracağım.
“Muhammed’i Tanıyalım” kitabının bir özelliği de şu:
Kitapta Resulüllah Efendimizin ismi yüzlerce defa geçiyor, bir keresinde bile başına “Hazret-i” konmamış, yine bir kere bile salât u selam getirilmemiştir. Resulüllah Efendimiz’e salât ve selam getirmek farzdır. Zamanımızda nice inançsızlar bile, Efendimiz’in ismini yalın olarak kullanmıyorlar, başına Hazret koyuyorlar.”
(Teşekkür: Ali Şeriati’nin İslam Şinasi adlı kitabının, içinde yukarıda bahis konusu edilen vahim ve fahiş yanlış bulunan sayfasının fotokopisini lütf edip gönderen Dr. Rashaad bey dostumuza teşekkür ediyorum…)
14 / Şubat / 2011 Milli Gazete
Mehmet Şevket Eygi’nin yazısı böyle.
Değerli okuyucu!
Ali Şeriati zeki, ağzı laf yapan, kendi mesleğinde yetişmiş, kültürlü bir sosyal bilimci olmakla beraber, din âlimi değildi. Dolayısıyla dinî konularda kendisinden istifade edilebilecek bir kimse olamazdı.
Sadece o değil, diğer bütün Şiîler de biz ehl-i sünnet Müslümanların istifade edeceğimiz kimseler değillerdir. Çünkü onlar şiî biz sünnîyiz. Onlardan İslâm’a dair bizim öğreneceğimiz hiçbir şey yoktur.
Ali Şeriatî’nin dinler tarihi ile ilgili kitabına bakanlar, Şeriatî’nin şiîliği bir tarafa, Fars milliyetçiliğinin etkisinden kurtulamamış olduğu anlaşılmaktadır.
Hazreti Allah hakkında, -benzetme yapmak bile câiz değilken- benzetme dahi yapmadan doğrudan “Allah gerçek bir janustur” demesi, onda Şiîlikten daha çok Zerdüştlük etkisinin olduğunu göstermektedir.
DİKKAT, ÇOK MÜHİM!..
Ancak, şu noktanın altını çizmemiz gerekiyor:
Türkiye’de, Selefîlik/Vehhâbîlik, daha çok mantıkî gözüken aldatıcı sözlerin câzibesine kapılanlar tarafından benimsenirken, Şiîlik ya şu anda insanları heyecana getiren Filistin meselesi veya ABD düşmanlığı üzerinden yayılıyor.
Türkiye’de, Şiîlikten daha çok, Selefîlik adıyla faaliyet gösteren Vehhâbîlik tehlikesine dikkat çekilmektedir. Oysa Şiîlik meselesi vehhâbîlikten daha mühimdir. İkisi arasında fark şudur:
İran, işgal ettiği Sünnî bölgelerde cami düşmanlığı yapmakta, sünnî camileri yıkmakta, başşehir Tahran’da bile Sünnîlere câmi yapma imkânı vermemekte ve İran sınırları içinde Sünnîlere hiçbir resmî yüksek makam vermeyerek adeta göz açtırmamaktadır. Vehhabilik ise kabir ve tekke yıkıcılığıyla meşhurdur. Fakat Selefîliğe/Vehhâbîliğe göre, daha organize olan Şiîlik, günümüzde tehlike bakımından daha ağır basmaktadır. Şöyle ki:
Selefîler, Müslümanları tekfirde (kâfir kabul etmekte) çok cüretkâr davrandıklarından, onların etkileme imkanları daha az oluyor. Şiîler ise takiyye yapmakta yani gerçek inançlarını maskelemekte, gizlemekte ve Sünnî kitleleri bu üslupla kandırabilmektedirler.
Şiîler, ehl-i beyt ve tasavvuf konularında Sünnîlere daha kolay yaklaştıkları gibi Kerbelâ ve Âşûre konularını kullanarak da Sünnîlere Vehhâbîlerden daha kolay yanaşabilmektedirler.
YİNE EYGİ’DEN…
Söz Şiîlikten açılmışken, Mehmet Şevket Eygi’nin bu konuyla alâkalı başka bir yazısını iktibas etmek istedik. O yazı şöyle:
“İran’da Safevî Şiîliğine dayalı bir devlet (İran İslam Cumhuriyeti) kurulduğu zaman, Türkiye’de Sünnî kökenli bir kısım İslamcılar, radikal ve aktivist Müslümanlar bayram etmişlerdi.
Humeynî’nin Türkiye temsilcisi Mehdi Pur adlı şiî hocasına, büyük sinema salonları kiralayarak konferanslar verdirtmişler, çılgınca alkışlayıp tezahürat yapmışlardı.
Sonra, Mehdi Pur İran’daki iktidara ters düşmüş, ülkeye geri çağırılmış ve duyduğuma göre ev hapsine alınmıştı.
Son yirmi yıl içinde ülkemizde yüzlerce yeni Şiî camii yapıldı, ibadete açıldı.
Türkiye Alevîlerini Safevî Şiî-Caferî mezhebine sokmak için yoğun propagandalar yapıldı, büyük paralar harcandı.
Türkiye’de Şiîleştirme faaliyetleri hız kazanırken, İran’da yirmi milyonu aşkın Sünnî Müslüman ağır baskılar altında yaşıyordu.
Tahran’da en az 500 bin İranlı Sünnî yaşamasına rağmen, Cuma ve bayram namazlarını kılacak bir tek camileri yoktur ve yapılmasına da izin verilmemektedir.
Allah gerçek bir Janus’tur (Hoda Janus-i hakikî est) diyerek Yüce Allahı iki çehreli bir Roma putuna benzeten İranlı yazar (Ali Şerâitî), Türkiye İslamcıları tarafından baş tacı edilmiştir.
***
Bazı Sünnî gençler, Ehl-i Sünnet’in haram kabul ettiği mut’a nikahıyla birleşip yaşamıştır.
Bugün Türkiye’nin nice Sünnî kodamanı, siyasetçisi ve bürokratı, günlük beş vakit namazı, Caferî mezhebine uyarak üç vakitte cem’ ederek kılmaktadır. Bu geçersiz fetvayı da, akıl hocaları bir ilahiyatçı profesörün verdiği söylenmektedir.
Maalesef Sünnîlik ve Şiîlik arasında usûlde, temellerde, esasta büyük ve vahim ihtilaflar, anlaşmazlıklar mevcuttur.
Bendeniz Türkiye ile İran’ın alabildiğine ticaret, turizm, (dinî olmamak şartıyla) kültür ve sanat faaliyetleri yapmasını, barış içinde yaşamalarını, hatta iki ülke vatandaşlarının pasaportsuz ve vizesiz seyahat etmelerini, Türkiye ile İran arasında bir saldırmazlık paktı imzalanmasını isterim (bu konuda birkaç yazım yayınlanmıştır) ama ülkemin ve halkımın Şiîleştirilmesini istemem.
Türkiye’de yeni Şiî camileri yapılacaksa, bunun karşılığında İran’da ve bilhassa Tahran’da da Sünnî camiler yapılmalı, Sünnî medreseler açılmalı, İran Sünnîlerine din, ibadet ve eğitim hürriyeti verilmelidir..
Son Suriye hadiselerinde (2012) İran kayıtsız şartsız zalim Beşşar Esed rejimini desteklemiştir.
Şu anda (2012) Suriye meselesi yüzünden Türkiye ile İran münasebetleri son derece gergindir. Bu gerginliğin kökenleri yeni değildir, beş yüz seneliktir.
Sünnîlikle Şiîlik arasındaki ihtilafları bilmeyen, yeterli din kültürüne sahip olmayan siyasetçilerin hatâları Türkiye’ye çok pahalıya mal olabilir. Caferî mezhebinde taqiyye ve kitman nedir bilmeyen kişilerin İran siyasetinin, başarılı olması mümkün değildir.
İran’ın büyük liderlerinden birinin Türkçeye de çevrilmiş bir kitabında “Şah’ın zulmü Ömer’in (Hazreti Ömer) zulmünü geçmişti…” cümlesinin yer aldığını biliyor musunuz?
Sünnilikle Şiilik arasındaki ihtilafları öğrenmek istiyorsanız, İbn Hacer el-Heytemî’nin Es-Savâiku’l-muhrika=Yakıcı Yıldırımlar adlı büyük kitabının Türkçe tercümesini okumanızı tavsiye ederim. (Bedir Yayınevi. Tel: 0216/ 519 36 18)
Olup bitenlerin iç yüzü hakkında bilgi edinmek istiyorsanız, /İran Analiz/ internet sitesini takip ediniz.
Tekrar ediyorum:
İki komşu ülke barış içinde yaşasın, hattâ pasaport ve vize kaldırılsın ama mezhep propagandası ve savaşı yapılmasın.
Allah iki ülkeyi ve halkı savaş felaketinden korusun.
İran vaktiyle ABD’nin, İsrail’in oyununa gelmiş, tuzaklarına düşmüş ve Irakla sekiz sene boyunca nafile bir savaş yapmış, korkunç kayıplara uğramıştı. İnşaallah aynı hatâyı tekrar etmezler, hem kendilerini, hem de bizi yakmazlar.”
- Şevket Eygi / Milli Gazete – 19/9/2012
Değerli okuyucu!
Şiî yayılmacılık hakkında, Malezya’da üniversitede öğretim görevlisi olan Serdar Demirel, şunları yazıyor:
“…Kum medreselerini ziyaretimde dînî eğitim almak üzere orada bulunan birçok Maley öğrenciyi bizzat kendim görmüş ve çok şaşırmıştım. Şiîleşmiş Maley gençler, buralarda molla olup geçiş yaptıkları yeni fırkanın (Şiîliğin) doktrinlerini yaymak üzere geri dönmekteler.”
yeni akit 9/12/2012
Serdar Demirel, ilaveten şunları yazıyor:
“Şiîlik, sahip olduğu mesajı kendi dışındaki kitlelere ulaştırmanın zarûretine inanan bir fırkadır. Bu yüzden de tek hakikat olarak belledikleri kurumlaşmış ve sistemleşmiş Caferîliği, Müslümanlığın kâhir ekseriyetini teşkil eden Sünnîlere aktarırken, dînî bir vâcibeyi yerine getirdiklerine inanırlar.
…Şia için inanç ve amel hürriyetini savunan İran, ülkenin aslî sahiplerinden olan Sünnî vatandaşlarına aynı hakları vermiyor meselâ..
Kaldı ki, Maley dünyasındaki Şiî yapılanma, İran’daki Sünnîlikle eşdeğer tutulamaz. Zira Şiîler o coğrafyada İran Devrimi sonrası yayılmaya çalışırken, İran’daki Sünnîler Hz. Ömer döneminden beri burada mukîmdirler. 500 yıl öncesine kadar İran, Safevîler eliyle zorla Şiîleştirilene kadar, Sünnîliğin merkez bölgelerindendi. Bugün 1 milyon Sünnînin yaşadığı Tahran’daresmi olarak bir Sünnî câminin açılmasına bile izin vermeyenlerin inanç ve amel hürriyetine vurgu yapmaları ne kadar inandırıcıdır?
Halbuki Maley dünyasına yayılan Şiî’liğin bu coğrafyada 30 yıllık bir geçmişi vardır. Yani Şiîlik, Sünnîliğin İran’da olduğu gibi, bu bölgenin tarihî bir realitesi değildir ve ne yazık ki Malezya’da bir bölen işlevi görmektedir.”.”
yeni akit 13/12/2012
EBÛ LÜ’LÜ’ün TÜRBESİ
Biraz da Hazreti Ömer’in katili Ebû Lü’lü’nün türbesi ile alâkalı bilgi vermek istiyorum.
Hazreti Ömer radıyallâhü anh Efendimiz’i İranlı Mecûsî bir köle olan Ebû Lü’lü hançerlemiş ve Hazreti Ömer (r.a.) o yara ile şehid olmuştu.
İran’daki bahse
konu türbe
Şiiler tarafından Ebû Lü’lü adına İran’da bir türbe yapılmış olup onu ziyaret edip dua ediyorlar. Takrîben 2000 senelerinde bu mesele gündeme geldi ve pek çok İslâmî haber sitelerinde “İslam Dünyası’ndan İran’a çağrı: Hz. Ömer’in katilinin türbesini yık!” başlığıyla haberler yapıldı.
İHVAN-ı MÜSLİMîN/Müslüman Kardeşler Cemaati’nin Ürdün’deki siyasi kolu, İslâmî Çalışma Cephesi Partisi, Âyetullah Ali Hamaney’e bir mektup göndererek Ebu Lü’lü’ türbesinin yıkılmasını istedi.
İran’da, Sünnîlerin cami yapmaları yasak olduğu için, mektupta, başta başkent Tahran olmak üzere Sünnîlerin kendi camilerini yapmalarına izin verilmesi de isteniyordu. Bazı Şii kanallarında sahabeye hakaret edildiğine de ayrıca işaret ediliyordu. Şiîlerin birçoklarınca Kur’an’ın tahrif edildiği söylendiği için, Müslüman Kardeşler Cemaati’nin Ürdün’deki lideri, ”Tek bir Kur’an olduğunun ve onun da tahriften korunduğunun” açıkça ilan edilmesini de istiyordu.
Söz konusuEbû Lü’lü türbesi, Sünnî dünyadan gelen yoğun tepkilere dayanılamayarak, o seneler -yıkılmak yerine- kapatılmıştı. Bunun haberini, Uluslararası Müslüman Âlimler Birliği’ne bildiren İslâmî Mezhepleri Yaklaştırma Kurumu (Takrib) Başkanı Âyetullah Muhammed Ali Teshîrî, “Fitnenin kapısını kapattık” demişti.
Ama ne var ki, 2007 senesinde bu türbe ziyarete tekrar açıldı ve aynı yerde ashabın büyüklerine lânet ediliyor.
İran’lı yetkililer, şimdi de bu türbenin Hz. Ömer’in katili olan Ebû Lü’lü’ye değil İranlı sûfi bir şahsiyete ait olduğunu söylüyorlar. O mekanda ashaba lânet edildikten sonra, o türbe başkasına ait olsa ne değişir değerli okuyucular!…