Kadının Mirastaki Hakkı
Miras meselesinde Allah (c.c.)’ın kadınlar için takdiri belliyken günümüzde şu fikirler yayılmaktadır:
“Erkeklerin, İslâm miras hukukunun ilke ve hükümlerine göre terikeden pay alıp, buna karşılık o fazla payın verilmesine sebep teşkil eden sorumluluk ve yükümlülükleri yerine getirmemesi; bu konuda ihmalkâr hatta kayıtsız kalması ise korunmaya çalışılan dengeyi altüst ettiğinden kızların açık bir mağduriyetine yol açmakta ve onların haklı serzenişlerine sebep olmaktadır. Hâlbuki İslâm miras hukukunda yakın hısımlara terikeden verilen pay ve hakları, ancak İslâm’ın öngördüğü sorumluluk ve yükümlülüklerle birlikte bir anlam ve değer ifade etmektedir. Böyle olunca tek taraflı ve çıkarcı bir yaklaşımla mirastan pay almanın; fakat gereken yükümlülüklerden kaçınmanın bu dengeyi bozacağı, kul hakkı ihlâline yol açacağı ve uhrevî sorumluluk doğuracağı açıktır…” (Diyanet İlmihali)
Kadının mirastaki hissesi meselesinin İslâmî Hükmü nedir?
Kadının mirasta, erkeğin yarısı kadar pay alması, Kur’an ve sünnetle sabit bir husustur. Bunu, yerine getirmek değil; yerine getirmemek uhrevî sorumluluk doğurur. Miras taksimi başka şeylere bağlı olarak geçerli olan bir kanun değildir. Diğer hususlarda ödevlerini yerine getirmeyenler, yaptıklarının ve yapmadıklarının vebali ile karşı karşıyadırlar.
Hz. Ali (r.a.)’nin dediği gibi “Eğer her şey bizim şu mantığımızla olsaydı, mestlerin üstüne değil; altına meshetmemiz gerekirdi.” Bazı şeylerin hikmeti vardır, akla ters değildir; ama akıl, onun hikmetini kavrayamayabilir…
Büyük Müfessir Fahruddin er Râzî; kadının mirasta, erkeğin hissesinin yarısı olmasının hikmetini şöyle izah etmektedir: Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Şüphesiz, birkaç yönden kadının kudreti, erkeğe nazaran daha azdır. Böylece acziyeti sabit olunca (erkeğe nazaran aciz olması) mirastan hissesi de fazla olması veya en azından eşit olması gerekir. Bu durumda Allah (c.c.)’ın, kadının hissesini erkeğinkinin yarısı kılmasının hikmeti nedir?
Bunun cevabı birkaç yönden verilir. Birincisi, kadının harcaması daha azdır. Çünkü kocası, ona nafaka (yiyecek ve giyecek) vermekle ve barınmasını temin etmekle mükelleftir. Ayrıca ana babası ve bekâr veya dul kız kardeşine, fakirler ise, bakmakla mükelleftir. Harcaması daha fazla olanın, mala olan ihtiyacı da tabiatıyla daha fazladır. İkincisi, erkek; yaradılışta, akılda ve dînî mevkide kadından daha kâmildir. Meselâ; imamete, devlet başkanlığına ve hâkim olmaya tam olarak salahiyetlidir, kadının şahidliği, erkeğinkinin yarısıdır (2 kadın şâhîd, 1 erkek şahid yerine geçer.). Mevkii bu şekilde olana da yapılacak ihsanın, daha fazla olması icab eder. Üçüncüsü, kadının hissiyâtı ve nefsî isteği fazladır; bir de buna fazla mal eklenince fesad da daha büyük olur. Dördüncüsü, erkek; aklının kâmil olması sebebiyle malı, şerîatta güzel olan yerlere (dünyada övgüye, âhirette de sevaba vesile olacak yerlere) harcar. Kervansaraylar yapmak, çaresizlere yardım etmek, yetîm ve dullara infakta bulunmak gibi. Çünkü erkek, insanlarla daha çok bir arada olması dolayısıyla bu gibi hâllere (cemiyetin ihtiyaçlarına, yoksullara, yardıma muhtaçlara) daha fazla vâkıf olabilir. Kadın ise fıtratı gereği evde oturması emredilmiş olduğundan böyle değildir.
Allahü Teâlâ şöyle buyuruyor. “Allah’ın, bir kısmınızı bir kısmınıza onunla faziletli kıldığı şeyi temenni etmeyin…” (Nisa s. 32) Allahü Teâlâ, herkesin Allah (c.c.)’ın kısmetine (taksimine) râzı olmasını emrediyor; aksi hâlde kişi, hasede düşmüş olur.
Bu âyetin iniş sebebi olarak zikredilenlerden biri de şudur: Allah (c.c.), mîrasta kadının hissesini erkeğinkinin yarısı kılınca kadınlar, “Biz daha muhtacız, çünkü zayıfız; hâlbuki erkekler, hayatını kazanmaya bizden daha fazla kudret sahibidirler.” İkinci olarak zikredilen de şudur: Ümmü Seleme (r. anhâ) dedi ki: “Ey Allah’ın Resûlü! Erkekler cihada gidiyor, biz gitmiyoruz. Hâl böyle iken mirasda, onlara bizim iki katımız veriliyor.” Bunun üzerine bu âyet nâzil oldu. Daha sonra da şu âyet nazil oldu. “Erkekler, kadınlar üzerinde kavvamdırlar (kadınların işlerini mübalağa ile görenlerdir). Bu da, Allah (c.c.)’ın bir kısmınızı bir kısmınız üzerinde faziletli kılması ve erkeklerin mallarından infak etmeleri sebebiyledir. Artık sâliha kadınlar da, Allah (c.c.)’a itaatkâr olanlar (Allah (c.c.)’ın hükümlerine cân-ı gönülden razı olanlardır ki miras hukuku da bunlardan biridir.), Allah (c.c.)’ın; kadınların, kocalar üzerindeki haklarını korumasına mukabil, kocalarının haklarını gıyabında da koruyanlardır…” (Nisa s. 34)
Miras âyetinden sonra şu ayetin gelmesi dikkat çekicidir: “İşte bunlar hudûdullahdır (Allah’ın çizdiği sınırlardır) Kim ki Allah ve Resûlü’ne itaat ederse; onları, altlarından nehirler akan cennetlere koyar. Onlar orada ebedîdirler, işte bu büyük bir saadettir (kazançtır). Kim de Allah ve Resûlü’ne âsî olur (koyduğu bu hükümlere muhalefet ederse) ve O’nun hududuna tecavüz ederse (geçerse), onu orada ebedî olduğu hâlde cehenneme koyar ve onun için çok büyük (azîm) bir azâb vardır.“ (Nisâ s. 13-14)
(Hak Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar, MİSVAK NEŞRİYAT, İstanbul, 2014)