Ali Eren

İslâma Göre Örtünme / Tesettür-i Şer’î

Değerli okuyucular!

Bilhassa sıcak yaz aylarında, bazı Müslüman hanımlar tarafından İslâmî örtünmeye dikkat edilmediği bilinen bir şey. Onun için, tesettürle alâkalı ikaz ve hatırlatmaları bu aylarda yapmak isabetli olacaktır. Onun için geçen sayımızdaki makalemizde, Merhum İskilipli Atıf Hoca’nın Tesettür-i Şer’î / İslama Göre Örtünme risalesinin sadeleştirmesinin bir kısmını vermiş, bu risalenin tamamı bir makaleye uzun geleceğinden yarısını ikinci makalemize bırakmıştık. Bu makalemizde de Tesettür’i Şer’î’nin kalan kısmını arzediyoruz.

Merhum İskilipli Atıf Hoca, mezkür risalesinin devamında şu bilgileri veriyor:

TESETTÜRÜN İKİNCİ KISMI

“Mukaddes kitabımızda buyuruluyor ki:

“Evlerinizde oturun. İslamdan önceki câhiliye devrinde (kâfir kadınlarının) süslendiği gibi açılıp saçılıp kırıtmayın. (Süslenip sokağa çıkarak yabancı erkeklere karışarak ve onlara zinetlerinizi göstererek ve güzelliklerinizi arz etmek üzere salınarak gezmeyiniz) (Ahzab sûresi, âyet: 33)

Aynı sûrenin 53. âyetinde ise şöyle buyuruluyor:

“Resûlüllah’ın temiz zevcelerinden bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyiniz. İşte bu sizinle onların kalpleri için (şeytanın vesveseleri ve diğer fitnelerden) en iyi temizliktir.”

Bu mübârek âyetlerle, Müslüman kadınların yakınları olmayan erkekler ile beraber bulunmaları yasaklanarak tesettürün ikinci kısmı farz kılınmış ve İslam dini câhiliye âdetlerinden birisini daha yıkıp ortadan kaldırmıştır.

Böylece, İslamdan önceki günahlar icrâ edilerek câhiliye zamanında yaşanan kötü alışkanlıkları yeniden hayata taşıyarak tekrar bir câhiliyet devri meydana getirmenin yolu kapatılmış ve bu yol şiddetle yasak edilerek böyle bir kötülüğün önüne geçilmiştir.

Yukarıdaki âyet-i kerimedeki emir, zâhiren / görünüşte Peygamberimiz’in temiz zevcelerine mahsus gibi ise de, âyet-i kerimede hâssaten / özellikle onlar zikredilip âmmeten / genel olarak bütün Müslüman kadınlar kastedilmiştir. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’in bu hükmü, İslam dinini kabul eden her kadını bağlamaktadır.

Ahzâb sûresinin yukarıda meâlini okuduğunuz 53. ayet-i celîlesi nâzil olduğu zaman, kadınların baba ve oğul gibi yakınları olanerkekler Resûl-i Ekrem Efendimiz’e gelerek, “Yâ Resûlallah! Biz de kızlarımız, analarımız, kız kardeşlerimiz gibi yakınlarımız olan kadınlar ile perde arkasından mı konuşacağız?” diye sordular.

Onların bu suâllerine cevap olmak üzere Nur sûresinin 31. âyet-i kerimesi nâzil oldu.

Bu âyet-i kerime, kadınlara yabancı sayılmayan ve yakınları olan erkeklerin kimler olduğunu bildirmektedir. Âyet-i kerimenin beyanına göre, kadınlar aşağıda sayılan 13 sınıf erkekle bir yerde beraber bulunabilirler ve onların yanındayken yabancı erkeklere karşı örtündükleri gibi örtünmeyebilirler.

O erkekler şunlardır:

  1. Kocaları.
  2. Babaları.
  3. Kayın pederleri.
  4. Oğulları.
  5. Üvey oğulları.
  6. Kardeşleri.
  7. Erkek kardeşlerinin oğulları (Yeğenleri).
  8. Kız kardeşlerinin oğulları (Yeğenleri).
  9. Köleleri.
  10. Şehvetten kesilmiş ve erkekliği kalmamış olan ihtiyarlar.
  11. Henüz şehevî meseleleri bilmeyen ve büluğ çağına ermemiş olan çocuklar.
  12. Dayıları.
  13. Amcaları.

Kadınların işte bu 13 sınıf erkekle beraber bulunmalarında, görünen ve görünmeyen zînetlerini ve o zînetlerin takıldığı yerlerini onların yanında açık bulundurmalarına müsâade edilmiştir. Çünkü bu derece yakınları olan kimseler arasında karşılıklı ziyaretler, görüşüp konuşmak, hizmet ve daha başka işler için beraber ve bir arada bulunmak mecbûriyeti vardır. Bu durumlarda da kadınların zînet ve takılarının ve vücudun zînetlerin takıldığı kısımlarının devamlı olarak kapalı olması, açılmaması ve göstermekten korunması zor ve imkânsızdır.

İslam dininde, insanlar yapamayacakları ve zorlanacakları şeylerden mes’ul değillerdir. Dolaysısıyla yukarıda sayılan 13 kısım erkekler karşısında, kadınların görünen ve görünmeyen zînetlerinin açık olması helâl ve câiz olduğu gibi,  kadınların bu zînetlerine yukarıda sayılan 13 kısım erkekten 12’sinin şehvetsiz olarak bakması da helâl ve câiz kılınmıştır. Sadece birisinin yani sayılanların birincisinin şehvetle bakması câizdir; o da kocasıdır. Bunu söylemeye ise zaten lüzum da yoktur.

Erkeklerin, mahremleri olan (evlenmeleri yasak ve yakınları olan) kadınların yalnız yüzlerine, başlarına, kollarına, göğüslerine (yani gerdanlarına, memelerine değil)  bacak (baldır değil, diz kapaktan aşağı) ve ayaklarına bakmaları şer’an / dînen câiz olduğu gibi, bir ihtiyaç için bu organlarını üzerinde bir şey olmadan şehvet olmaksızın dokunmaları ve tutmaları da câiz ve helâldir. Zirâ bir erkek meselâ yolculuk sırasında yakını olan kadınları hayvana / vasıtaya bindirmeye ve indirmeye ihtiyaç duyabilir. Böyle durumlarda tutmadan yardım etmeleri zordur.

Yakınları olmayan kadınların görünen ve görünmeyen zînet yerlerine bakmanın ve dokunmanın haram kılınması, böylece zinanın sebebi olan şehvetin meydana gelmesine engel olmak içindir.

Erkeklerin yakını olan kadınlar için böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü yakını olan kadınların zînetlerinin bulunduğu yere bakmak ve dokunmak, şehvetten dolayı değil ekseriyetle şefkatten ve yakınlık sevgisinden dolayı olur.

Ancak, buna rağmen -umulmadık bir şekilde- şehvet olacağı kesinse veya böyle bir ihtimal varsa, bu durumda bir erkeğin kendi yakını olan bir kadına dokunması ve onun zînet yerlerine bakması da şer’an / dînen haram olur.

Çünkü şehvetle dokunmak ve bakmak bir nevi zinadır. Bunun,  birbirlerinin yakınları olan erkek ve kadınlar arasında meydana gelmesi ise daha fecîdir.

Onun içindir ki, İslam dini, kadınların sadece yukarıda sayılan 13 sınıf erkekle beraber ve bir arada bulunmalarına izin vermiştir. Gerek tenha, kimsenin bulunmadığı ve gerekse insanların bulunduğu yerlerde, kadınların bu 13 sınıftan başka erkekler ile bir arada bulunmaları şer’an / dînen yasak ve haramdır.

Şu kadar var ki, kadınların icabında şahitlik yapmaları gerektiği gibi, mecbûrî durumlarda ihtiyaç olduğu kadar, yabancı erkeklerin bulunduğu yerde bulunmalarına şer’an / dînen izin verilmiş, daha fazlası ise haram kılınmıştır.

Netice:

İslam dinini kabul ve ona iman etmiş olan genç kadınların, yabancı yani şer’an / dînen aralarında nikah câiz olan erkekler ile han, otel, apartman, mektep, dersane, hükümet dâireleri, bağ, bahçe, ziyafet sofraları, çarşı ve pazar gibi yerlerde, bir mecbûriyet olmadan bir arada bulunmaları şer’an / dînen haram ve yasaktır.

Kocasının vakti ve durumu müsait değilse, evin iç işleri evin hanımına ait ise de, evin dışındaki işler esasen kadının vazifesi değildir. Bununla beraber kıcasına bir yardım olarak veya ihtiyaçtan dolayı, kadınların kocalarına ve yakınları olan erkeklere evin / ailenin dış işlerinde hizmetlere ortak ve yardımcı olmalarına şer’an / dînen müsâade verilmiştir.

Kısaca söyleyecek olursak:

Ziraat işlerinde kadınların kocalarına ve yakını olan diğer erkeklere yardımcı olmalarında bir beis yoktur. Tesettüre dikkat etmek, fitne ve fesattan emin olmak şartıyla, kadınların nehirlerde çamaşır yıkamalarında, kuyudan, çeşmeden, nehirden su getirmelerinde, hayvanları merâya sürmelerinde, merâdaki hayvanları sağmalarında, bağ, bahçe, ve bostanlarında çalışmalarında ve oraları beklemelerinde de beis yoktur. Çünkü bu gibi işler dinen yasak değildir.

Şunu da arz edeyim ki, yakını olmayan erkeklerle bir arada bulunmamak şartıyla, genç kadınların kadınlara ait yerlerde kendileri gibi kadınlardan veya yakınları olan erkeklerden veya şehvetten kesilmiş ihtiyar ve şehvetten kesilmiş kimselerden ilim ve sanat öğrenmelerinde ve kendilerinin imalâthanelerinde sanatlarıyla ilgili iş yapmakta dînen bir yasak yoktur.

 

TESETTÜRÜN ŞER’Î / DİNÎ HİKMETİ

 

Sevgili Peygamberimiz’in temiz şeriatının hükümleri, insanlar arasında meydana gelmesi muhtemel olan her türlü şerleri, fesatları ve zararları mümkün olduğu kadar gidermek üzerine bina kılınmıştır.

Erkeklerle kadınların birbirleriyle aynı yerde bulunmaları ve her birinin diğerine çekinmeden bakmaları, aralarında aşk ve muhabbet meydana getirip, şehveti harekete geçirdiğinden, bu beraberlik çoğunlukla gayr-i meşrû sonuçlara sebep olduğu için, şer’î / dînî hikmet bu kapının kapanmasını ve bu işlere engel olunmasını gerektirmektedir. Onun için, mübârek İslam dini fuhşu yasakladığı gibi, insanı fuhşa götüren sebepleri de yasaklamış ve daha önce işaret edildiği gibi iki çeşit tesettürü ( vücudun kapatılmasını ve erkek-kadın bir arada bulunmamayı da) farz kılmıştır.

Şerefli İslam şeriatı tarafından, işlenilen fuhşun cezası olmak üzere,  hadler (cezalar) ve ta’zir cezaları konulduğu gibi, fuhşa götüren yolları kapatmak üzere de tesettür emrolunmuştur ki, bu vesileyle bu hükümler tamamen tatbik edilmek şartıyla Müslümanlar arasında fuhşun mümkün mertebe kaldırılması ve giderilmesi temin edilmiş olsun.

“İnsanlar arasında fuhşun olmamasının yolu, had ve ta’zir cezalarıyla ve tesettür ile değildir. Ancak ilim, terbiye ve ahlâkın düzeltilmesiyle olabilir” şeklindeki itiraza cevap olmak üzere deriz ki:

Fuhşa götüren ve sebep olan şeyleri, medeniyet icabı diyerek tasvip eden medeniyet denilen şimdiki hayatın doğurduğu ahlâk ve şimdiki genel terbiye, esâsen insanlardan fuhşun kaldırılmasını ve yok edilmesini değil, aksine yayılmasını ve genelleşmesini doğuruyor.

Çünkü insanın kalbine Allah korkusunu yerleştiremeyen her çeşit ilim ve terbiye, insanları her türlü şer ve kötülüklerden alıkoyacak güzel ahlâkı doğurmaz.

Evet… İnsanların kalbinde Allah korkusunun yerleşmesine sebep olan İslamî terbiye ve dinî ahlâk, insanlar arasında fuhşun yok olması ve kötülüklerin def edilmesi için yegâne âmil olabilir. Ama insanın yaratılışında bulunan gadap ve şehvet sıfatını herkesde normal hale getirip daima o vaziyette bulundurmanın imkânı yoktur. Onun için herkesin ahlâkını tamamen temizlemek mümkün değildir ki, yalnız bu yolla insanlar arasında fuhş ve kötülükler hepten yok edilebilsin.

Evet, ahlâkı düzeltmek de fuhşu yok etmek için bir yoldur. Fakat bu, herkes için değil sadece bu değere sahip olan nâdir kimseler için geçerlidir.

Târihî gerçekler bize gösteriyor ki, her asırda insanların pek azı güzel ahlâka sahip olup çoğu bu faziletten mahrum kalmıştır. Onun için geçen asırların hiçbir zaman fitne ve fesattan tamamen ve yüzde yüz temiz kaldığı görülmüş değildir.

İşte sadece ahlâkı düzeltmek yoluyla düzelmeyen insan topluluklarının çoğunu maddî vâsıtalarla doğru yola getirmek ve onları doğruluk yolunda zorlamak üzere, peygamberlerin şeriatları had ve ta’zir cezaları, akıl sahipleri de cezâ kanunları koymuşlardır.

İşte tesettür emri de mâddi vâsıtalardan ve fuhşu yok etmenin sebeplerinden bir sebeptir.

Şu demek oluyor:

Mübârek İslam dininde fuhşu yok etmek ve kötülükleri ortadan kaldırmak için hem ma’nevî hem mâddi vâsıtalar dikkate alınmıştır ki, her ikisinin yükselmesiyle maksat tam olarak temin edilmiş olur.

 

ŞER’ÎN / DİNİN EMRETTİĞİÎ TESETTÜRÜN FAYDALARI

 

İslamın emrettiği şekilde örtünmenin birçok fayda ve menfaatleri vardır. Bazıları şunlardır.

  1. Kadınları, asıl vazifeleri olan ev işleri ve çocuk terbiyesi ile meşgul olmaya mecbur etmek.
  2. Karı kocayı, iş ve vazife taksimine ve hayatta tutumluluğa ve tasarrufa mecbur etmek.
  3. İffetli ve namuslu bir erkek, karısının yabancı erkekler ile görüşüp konuşma ve sohbetini gördükçe sıkıntı, vehim ve şüpheye düşer, bu yüzden karısıyla aralarında nefret meydana gelir.

Tesettürün bir faydası da âile saâdetini yok edecek hallerin meydana gelmesine engel olmak.

  1. Ahlâksızlığın ve fuhşun çoğalmasına ve yayılmasına engel olup iffet ve namus dairesinde aile mutluluğunu temin etmek…

Bunca fayda ve güzellikleri getirdiği için daha önce anlatılan iki çeşit tesettür, kesin olan farzlardan ve İslamın alâmetlerinden olmuştur.

Onun için, ümmet içinden dinin emrettiği tesettüre dikkat etmeyenler ile söz, yazı ve hareketleriyle tesettürün yok olması için çalışanlara engel olmak ve onları cezalandırmak, insanları yönetmek durumunda olanların dinî vazifelerinin aslıdır.

Bu hususta gevşeklik gösterip vazifelerini ihmal eyleyenler, Allah indinde sorumlu olduklarından dinî vazifelerini yerine getirmedikleri için mânen cezalanırlar ve azâbı hak etmiş olurlar.

Müslüman kadınlarına fuhuş vesikası verilmesi, meyhane, kerhâne, barlar, dans mahalleri gibi, şer’an / dînen haram olan yerlere gitmelerine müsaâde edilmesi kesin haram olduğundan, milletin yönetimini üzerlerine almış olanlardan buna müsâade edenler veya bu hususta vurdumduymaz davrananlar, bu yolla işlenen bütün yasakların tamamının günahından Allah huzurunda sorumlu olup büyük bir azaba uğrayacaklardır.

İslamın direklerinden ve alâmetlerinden birinin kaldırılmasına ve yok edilmesine gayret edenlere karşılık vererek, emr-i ma’ruf ve nehy-i münker / iyilikleri emir ve tavsiye, kötülükleri yasak ve sakındırma vazifesini yerine getirmek, durumuna göre her müslümana vaciptir.

Bundan başka baba, anne, koca gibi özel yakınlıkları ve sözleri dinlenir durumda olan aile reisleri, kızlarının, karılarının ve diğer aile fertlerinin tavır ve hareketlerini devamlı olarak kontrol altında bulundurup, onları kötülüklere düşmelerine sebep olacak hallerden uzaklaştırmaları icap eder.

Özet olarak:

Onları yabancı kimseler ile beraber bulunmaktan, fuhuş ve ahlâksızlıklarıyla bilinen hayâsız ve namussuz kadınlar ile görüşüp konuşmaktan ve yabancı kimseler karşısında tesettürsüz bulunmaktan men etmek ve engel olmak farzdır.

Dolayısıyla, “Hepiniz çobansınız ve başında bulunduklarınızdan sorumlusunuz” hadis-i şerifi gereğince, evlat ve hanımlarına kötü terbiye veren veya bu konuda ihmalkârlık gösteren her şahıs, aile fertlerinin işlediği bütün fenalıktan sorumludur.

İlave olmak üzere şunu da arz etmek isterim:

İslâmî tesettür gibi dinî hükümler, esasen alçak medeniyet ve sefih yükselmeyi yıkmak ve yasaklamak üzere konulduğundan, onunla birleşmesi mümkün değilse de güzel ve faydalı medeniyete ve hakiki yükseliş ve gelişmeye hiçbir şekilde engel teşkil etmez.

Çünkü faydalı medeniyet; faydalı ilimler, eğitim, sanâyi ve ticaret ile dost olur. İslamın emri olan tesettür buna mâni değildir.

Resûl-i Ekrem Efendimiz Hazretleri, “İlim öğrenmenin farz olduğu gibi, kazanç için çalışmak da her müslüman erkek ve kadına farzdır” hadis-i şerifiyle, ilmihal derecesinde ilim öğrenmenin ve insanlara muhtaç ve onlara yük olmayacak derecede helâlinden rızık kazanmanın, her Müslüman erkek ve kadına farz olduğunu beyan buyurarak, herkesi şahsî çalışması ile geçinmeye mecbur etmiştir.

( Not: İslamda ev geçimini temin etmek kocanın vazifesidir. Kadının esas vazifesi evinin içindedir. Yani kadınların geçim için çalışmaları, bütün kadınlara emredilmiş değildir. Burada kastedilen, çalışmadığı takdirde başkalarına yük olacak durumda olan kadınların, onlara yük olmamak için edebe dikkat ederek çalışması gerektiğidir. Yani çalışmaları emredilen kadınlar, kimsesiz ve fakir kadınlardır. Ali Eren )

Bundan başka, mü’minlerin annesi Hazreti Âişe radıyallâhü anhâ, tesettüre ait izin ve ruhsatları dahi kullanmayıp azimetle amel ettiği yani tesettüre son derece dikkat ettiği halde, İslâmî ilimler ve şeriatla ilgili hükümler konusunda ictihâd derecesine ermiş olan sahâbî kadınlardan olduğu için, ashâb-ı kirâm hazretleri dinî meseleleri sormak için ona müracaat ederlerdi. O da perde gerisinden sorulara cevap verirdi.

Hicab ve tesettür gibi dinî hükümler, güzel ve faydalı medeniyete mâni olsaydı, kimsesiz ve fakir kadınların şahsî çalışmalarıyla geçinmeleri şer’an farz kılınmaz ve Hazreti Aişe gibi müslüman kadınların meşhurları, kazanmış oldukları üstünlük ve olgunluğa kavuşamazlardı.

Bu vesileyle İslam şeriatı nazarında kadınlar için edinilmesi meşrû olan ilim ve bilgilerden de bahsetmek isterim.

İslam şeriatı nazarında kadınların öğrenecekleri ilim ve bilgiler üç kısımdır:

1 – Vâcib,

2- Mendub,

3- Mübah.

a- Kendisine lâzım olacak kadar inançlarla, ibâdetlerle ve koca haklarıyla ilgili meseleleri öğrenmek, her Müslüman kadına vâciptir / farzdır.

b- Kocalarla nasıl iyi geçinileceği, ev işleri, çocuk terbiyesi, geçimde tutumluluk ve tasarruf gibi faydalı bilgiler ile terzilik, dokuyuculuk, örücülük, ip eğirmek ve bükmek, nakış ve aşçılık gibi, kadınların durumlarına uygun olan güzel işleri öğrenmek her Müslüman kadına mendubdur.

Böyle faydalı işler ile meşgul olan kadınlara, elde edecekleri dünyevî faydalardan başka, âhirete ait faydalar yani sevap da vadedilmektedir.

Çünkü Kadın rabbinin farz kıldığı ibâdeti yerine getirip kocasına itaat eder ve kirmeni ile terşisini (ip eğirilen şeyler) elinde hareket ettirirse, Cenab-ı Allah’ı devamlı tesbih etmiş gibi sevap kazanır. Kirmeni ve iğnesiyle işine devam ettikçe cemaatle namaz kılmış gibi sevap kazanır. Çocukları için yemek pişirdiği zaman küçük günahları dökülür” hadis-i şerifiyle Resûl-i Ekrem Efendimiz Hazretleri, üzerine farz olan ibâdetleri yerine getirip el işleri ile ve ev hizmetleri ile meşgul olan kadınlara sevap ve mükâfat vaat buyurmaktadır.

c- Koca haklarından herhangi bir hakkın yerine getirilmesine sebep olmamak şartıyla, şahsî ihtiyacını temin ettikten sonra, kadınların fazladan din ilmi, hesap, tıp, mühendislik, tarih, coğrafya gibi ilimleri öğrenmeleri mübahtır.

Fıkıh kitaplarının ana kaynaklarından Hidâye’de beyan olunduğu üzere, hemcinslerini tedavi için kadınlardan bazılarının tıb ilmini öğrenmeleri meşrûdur.

Sihir, tılsım, büyü gibi hem dinî ve dünyevî meselelerde fâydası olmayan hem de sahibine veya başkasına bir nevi zararı dokunan bilgiler ile erkeklerin de kadınların da meşgul olmaları dinen haram ve yasaktır.Zira İslam dinine göre insanlara gelecek olan zararlara engel olmak vaciptir.

Kısa akıllı ve zayıf fikirli kimselerin İslam inancına yanlış şeyler sokup karıştırmak, İslam terbiyesini ve güzel İslam ahlâkını bozmak, dinin alâmetlerini ihlal edecek her nevi bozuk fikirler ve kötü hareketler, yaşak fiilleri anlatan yazıları okumak ve onlarla meşgul olmak,  şer’an / dînen haram ve yasaktır.

İslamı kabul edip, onun hükümlerine inanan mümin erkek ve kadınlar için tesettür hakkında buraya kadar verilen ma’lûmât kâfî görüldüğünden bu risâleye son verilmiştir.

Bizim üzerimize düşen sadece tebliğdir / anlatmaktır.

Selam doğru yola uyanlara olsun.”

Değerli okuyucular!

Merhum İskilipli Atıf Hoca’nın Tesettür-i Şer’î resâlesi burada tamam oldu.

 

ÇARŞAF VE PEÇEYE DAİR

 

Yakın tarihte yaşayan yazarlarımızdan Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun, çarşaf giyen ve peçe kullanan kadınlarımıza hitaben kaleme aldığı ÇARŞAF VE PEÇEYE DAİRbaşlıklı güzel ve hisli yazısını da ehemmiyetine binâen siz değerli okuyucularımıza arz etmeyi uygun gördüm.

O yazı şöyle:

“Bu çirkin asrın ve çirkin muhitin (çevrenin) yegâne süsü, yegâne güzelliği sizin çarşafınız, sizin peçenizdir. Yalnız bunlardır ki, gözlere hâlâ bakmak tahammülünü, bakmak arzusunu veriyor. Niçin ondan müşteki (şikâyetçi) gibisiniz? O mazrufa (vücuda) bu zarftan (peçe ve çarşaftan) muvafık (uygun) ne olabilir?

Sizi böyle gördükçe, bu kadının başka türlü nasıl giyinebileceğini düşünüyorum ve çarşafsız, peçesiz bir kadın tahayyül edemiyorum(düşünemiyorum.

Siz bizim aşkımızın, hürmetimizin, siz bizim kıskançlığımızın mutî mahbûbeleri (itaatkâr sevgilileri) değil misiniz? Vücudunuzun şeklini alan bu dilfirib (gönül alan, çekici) mahpesi (korumayı) sizin etrafınıza, sizin yüzünüz üstüne biz ördük. Bizim ihtimamımız, bizim muhabbetimiz ördü. Sizi güneşten, havadan, sizi kem (kötü) nazardan sakındık da böyle yaptık.

Yazık değil mi ki o saçlara güneş vursun, o yüzü havalar, tozlar hırpalasın.

Yazık değil mi ki -maazallah- o gözlerin harimine (korunmuşluğuna, gizliliğine) kolayca, lâübâlî bir yabancı gözün kıvılcımı sıçrasın.

Düşündük ki belki bilmeyerek, belki farkına varmayarak birine gülüverirsiniz.

Nazarlarınız belki bilâihtiyar (istemeden) birinin üstünde fazlaca tevakkuf ediverir (durur).

Onun için yüzünüzü örttük. Zira tebessümlerinizin, bakışlarınızın kıymetini biz anlıyor, biz biliyorduk.

Gönlümüz onların öyle lüzumsuz yere heder (telef) olmasına acıdı da, bir ipek mahfaza (koruma) içinde muhafazalarına lüzum gördük.

Cemiyetlerin, medeniyetlerin esasını bir erkeğin kıskançlığı kurdu.

Memleketlerden, vatanlardan evvel ilk müdafaa edilen kadındı.

Bana inanınız; bütün bu evler, bu mâbedler ve bu şehirler sizin için yapıldı ve sizin açıldığınız ve sizin kıskançlık mahpesini yıktığınız yerlerde derhal evler yıkıldı, mabedler harap oldu, şehirler çöktü. Çünkü sizin mahpesleriniz (kapalı kaldığınız) o yerlerin surları idi, kaleleri idi.

Niçin başka cinsten kadınlara bakıp da başınızda garip mütalâalara (düşüncelere) meydan açıyorsunuz?

Onlardan size ne? Siz -başlı başınıza bir âlemsiniz. Ben o âleme girdiğim dakikadan itibaren hariçte başka mevcudiyet var mı, yok mu unuttum bile.

Siz niçin kendinizde herkesi unutmuyorsunuz?

Söze başlarken demiştim ki, bu çirkin asrın, bu çirkin muhitin yegâne güzelliği sizin çarşafınız, sizin peçenizdir.

Memnun ve müsterih yaşamak için bu kanaat size kifayet etmez mi?

Halbuki benim ruhumu sadece bu kanaat dolduruyor. Peçeniz ve çarşafınız.

Bunlardır ki insana muhabbet öğretiyor; hayata muhabbeti, aşka muhabbeti, memlekete muhabbeti öğretiyor; bâhusus (özellikle) memlekete muhabbeti. Zira sizin örtüleriniz, bu süsleriniz değil midir ki, minarelerden ve o al râyetten (bayraktan) sonra bu serseri ruha biraz âşinâ melce (tanıdık sığınak) ve bir emin mersa (emniyetli liman) saadeti veriyor.

Peçenizin kudsiyetini şuradan anlayınız ki, bir yabancı elin ona uzanması ihtimali bile gayz nedir, kin nedir hiç bilmeyen bu tembel ve yorgun ruhta beldeler yıkacak, burç ve barular (kaleler) devirtecek bir ateş alevliyor.

Gördünüz mü?

Peçenizden bahsederken haşin (sert) adımlarla surlar etrafında dolaşan eski bir kahraman gibi söz söylemeye başladım.

Belki bunların hiçbirini yapmayacağım; fakat emin olunuz ki, şu dakikada çok samimiyim. Size, sizin örtülerinize ve süslerinize doğru teveccüh edince (dönünce) kendimi her şeye kadir hissediyorum.

Tarih, menakıb-ı beşeriyeyi (insanlarla ilgili hikâyeleri) dolduran en büyük kahramanlık bana birer çocuk oyunu gibi geliyor.

Sakın onları çıkarmayınız, sakın onları atmayınız!

Bu çirkin muhitin (çevrenin) ortasında asalet ve zarafete yegâne dâl (işaret) olarak bunlar, sade bunlar kaldı. İnsanlar senelerden beri, insanlığı terzil (rezil etmek) için ve cemiyetlere manzaraların en fenasını vermek için sevimsiz bir cinnetle her şeyi devirdiler.

Bu güruha peyrev olmak (peşinden gitmek) size yakışır mı?

Ben sizi zamanların ve insanların fevkinde (üstünde), onların haricinde (dışında) biliyorum.

Siz mestur (kapalı) ruhlardan değil misiniz?

Dünya yüzünde tek başına kalan ulvî (yüksek) bir dinin İlâhı, sizi bu sıfatla sâir (diğer) mahlûkat arasında mümtaz (seçkin) kılmamış mıydı?

Siz onun halk ettiği cennetâsa (cennet gibi) âlemin meleklerisiniz.

O, kitabında sizin isminizi zikretti. O vakitten beri siz mukaddesat meydanına girdiniz.

Artık ne hale, ne maziye (geçmişe), ne âtiye (geleceğe) mensupsunuz.

Yalnız unutmayınız ki, sizi bu mertebeye bizim aşkımız, bizim hürmetimiz, bizim kıskançlığımız is’ad etti (yükseltti).”

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu