İRAN’IN EN YENİ ACEM OYUNU
Gazeteyi, radyoyu bulan batılı adam, sinemayı da kendi uygarlığını İslâm coğrafyasına ya da “öteki” dediği insanların dünyasına taşımanın vasıtası, emperyalizmanın aracı olarak kullandı. Ne varki Müslümanlar Batı’nın, içerisinde ahlaksızlık olan sanat rüzgarı karşısında alimleri, mütefekkirleri ve siyaset adamlarıyla bir sanat seddi inşa edemedi. Bu yüzden Batılılar, İslam yurdunda emperyalist hedefler doğrultusunda diledikleri gibi senaryolar hazırlayıp oynamaya devam etti. Ulemanın inisiyatif almadığı bu süreçte her mümin kendi başına bir çıkış yolu aradığından dolayı, Ümmet hakikati anlatmanın en müessir vasıtalarından biri olan sinemadan ya hiç istifade edemedi ya da İslam, İslam’a aykırı ölçüler müvacehesinde anlatıldığından tamir davası adı altında büyük tahribat yapıldı. Bu yüzdendir ki İslam coğrafyasında sinema, haramla helalin birleştiği durumlarda haramın asıl kabul edilerek helalin yasaklanması gerektiği bir vasatta kaldı. Mevcutların en güzeli denilecek dizilerde dahi mahremiyet ve tesettür cinayetleri işlendi.
Mevzusuna ve kullanıcısına göre en etkili emperyalist vasıta olabilen sinema, uleması “Mehdi var mı Yok mu?” tartışmalarına boğulan Türkiye’de İranlı yönetmen Mecîd Mecîdî’nin Allah Rasulü’yle alakalı filmiyle İslam’a karşı işlenen bir suikast suretinde tezahür etti.
Allah Rasulü’nün hayatı beyaz perdeye taşınabilir mi? sorusunun cevabını fukaha zamanında sinema olmadığından –doğrudan- fıkıh kitaplarımızda bulamazsınız. Lakin hadiseye Kur’an’-ı Kerîm’in tayin ettiği çerçevede bakıldığında şunları söylemek mümkündür:
Peygamberler yaşarken de, vefat ettiklerinde de insanları irşad ederler. Bu yüzden Hz. İbrahim (a.s) Allah Azze ve Celle’ye şöyle dua eder:
“وَاجْعَلْ لي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْاٰخِرينَ
(Ya Rabbi) Bana sonraki kuşaklar için güzel bir gelecek/ âkıbet bırak (Beni hep övgüyle ansınlar.)”Şuarâ, 36/84. Hz. İbrahim (a.s) sonraki kuşakların onu hayırla yâd etmesini niçin niyaz eder? Çünkü Peygamberler insanların Allah’a ulaşmalarına vasıtadır. Allah Azze ve Celle’nin buyruklarını insanlar peygamberler vasıtasıyla öğrenir. Eğer peygamberlerin masumiyeti inkar edilir, onlar sıradanlaştırılır, aşağılanır, -yarın başka bir filmde oynayacak- oyuncularla özdeşleştirirse, zihinler o oyuncunun her hatasından peygamberlere bir pay çıkarır. Onlar üzerinden davaları itibarsızlaştırılır, sözleri gücünü kaybeder. Bu yüzden Hz. İbrahim, Allah Teala’dan insanların onu övgüyle anmasını niyaz eder. Her namazda “tahiyyât”tan sonra okunan ve Hz. İbrahim’in de yâd edildiği “salli-bârik” duaları, İbrahim (a.s)’ın yakarışının, hayırla yâd edilmeyi murat edişinin bir neticesidir. Yalnız başına bir Ümmet olan, Nemrud’a karşı duran, ateşlerde yanmayan Hz. İbrahim hayırla yâd edildikçe gençler çağdaş Nemrudlara karşı İbrahîmî bir duruş alırken Ona bakacaklardır. Kumandanımız, tek başına bir Ümmet olan Hz. İbrahim diyecekler. Peygamberlere karşı işlenen sözlü suikastler hep ademe mahkum olsun diye Kuran-ı Hakîm onların saygınlığına vurgu yapar; Müslümanları sonuna kadar onlara ihtiramda bulunmaya çağırır, her birini -yaşadığı çağda- İslam davasının “baş kumandanı” olarak zikreder:
“وَرَفَعْنَاهُ مَكَاناً عَلِياًّ وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِدْرسَ اِنَّهُ كَانَ صِدّيقاً نَبِياًّ
Kitap’ta İdris’i de an. Şüphesiz o doğru sözlü bir kimse, bir nebi idi. Onu yüce bir makama yükselttik.”Meryem, 19/56-57. Müminler onları suretleriyle kendi aralarında, sîretleriyle ise en yüksek makamlarda tahayyül ederler.
Allah Azze ve Celle, En’âm Sûresi’nde önce Peygamberleri zikreder sonra da onları bütün mevcudata karşı yücelttiğini ve bu çerçevede anlaşılmaları gerektiğini ihtar eder:
“وَكُلاًّ فَضَّلْنَا عَلَى الْعَالَمينَ
Her birini âlemlere üstün kılmıştık.”En’âm, 6/87. Müslümanlar Peygamberlerin sâir bütün insanlara olan rüchaniyetini koruyacak ki, insanlar daraldıklarında kuyudaki Hz. Yusuf’u, balığın karnındaki Hz. Yusuf’u düşünüp ayakta kalsınlar. Birileri kalkar sanat adına peygamberleri bir takım suretlere taşır, nurlarla beyaz perdeye aktarırsa Allah’a ve Rasulu’ne ezâ etmiş olurlar.
“ اِنَّ الَّذينَ يُؤْذُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَاَعَدَّ لَهُمْ عَذَاباً مُهيناً
Şüphesiz Allah ve Resülünü incitenlere, Allah dünya ve ahirette lanet etmiş ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır.”Ahzâb, 33/57. Peygamberi kim herhangi bir oyuncuyla sahneye taşır, o muazzez hayatı sıradanlaştırır, insanların onu farklı anlamasına vasıta olursa, Ona eza eder. Sessiz kalan müminler de sukutlarıyla bu cinayet şebekesine cesaret verdiklerinden dolayı eza suçuna ortak olurlar. Allah Teala canilerle, cinayete sessiz kalanlara dünya ve ahirette lanet eder. Bu yüzden filmde Allah Rasulü’nü canlandırmak haramdır.
Allah Rasulü’ne film ya da başka bir vasıtayla eza edildiğinde Müslümanların ne yapmaları gerektiğini -bir ayet öncesinde- Kur’an-ı Kerîm şöyle kıymetlendiriyor:
“اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيّ يَٓا اَيُّهَا الَّذينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْليماً
Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selam edin.”Ahzâb, 33/56. “Ne demek salât ve selam etmek?” Selam herkesin malumu… Salât’ın manalarından biri de Peygamber’i ve davasını teyit etmektir. Allah ve melekleri Onun davasına sahip çıkıyor; O’nu teyid ediyorlar. Kur’an-ı Kerîm, Müslümanlara Efendimiz’e salât etmelerini emrederek sanki şunu söylüyor: “Siz de Ona salât ve selâm edin ey ehli iman! Bunu hem dilinizle söyleyin, hem de birileri bir takım filmlerle, senaryolarla Onun davasını insanlar nazarında küçük düşürdüğünde iman ve sanat cinayetine seyirci kalmayın! Hukuki yollara baş vurarak, ‘sanat adına Efendimiz’e hakaret edilemeyeceğini’ ilan edin.” Bunun içindir ki muasır fakihler Allah Rasulü’nün sinemada oynatılamayacağı noktasında icma etmişlerdir. Hiçbir aktör Allah Rasulü’nü canlandıramaz. Bu, kesinlikle haramdır.
Sahabe’nin hayatını oynamak da haramdır. Hz. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali (r.anhum), Aşere-i Mübeşşere de temsil edilemez. Efendimiz’in Ehl-i Beyt’ini (Hz. Hasan, Hüseyin ) oynamak da caiz değildir. Bunların dışındaki sahabileri canlandırma noktasında ise ulema ihtilaf etmiş, lakin cumhura göre bu da haramdır. “Neden haramdır?” sorusunu Bilal-i Habeşî üzerinden cevaplayalım. “Bilal-i Habeşî’yi kim ve nasıl canlandıracak?” Mekke müşriklerinin ona hakaret cümlelerini adı Bilal-i Habeşî (r.a) olan öğrenciye kim söyleyecek, kim günah cümelelerini kuracak? Oyuncunun sövgü ifadelerini ya da Mekke müşrikleri tarafından söylenen inkar cümlelerini olduğu gibi tekrar etmesine cevaz var mı?…
“دفع المفاسد أولى من جلب المصالح
Mefâsidi (kötülükleri) bertaraf etmek, maslahat kazanmaktan evladır.” Hiçbir şey gibi bu film de bütünüyle mefsedet değildir. Doğru… Ölü bir hayvanın dişlerinde, merkebin gözlerinde dahi tarifi imkansız bir güzellik vardır. Fakat müminler öncelikli olarak mefsedeti (kötülüğü) ortadan kaldırmakla mükelleftir. Eğer filmler sahabeyi de aşağılayacaksa, o zaman sahabenin de sinemalarda oynatılması caiz değildir.
Bu film ve devamıyla “İslam Cumhuriyeti” yalanıyla kazandığı, Irak ve Suriye’deki katliamlarla kaybettiği yürek mevzilerini geri almak, bunu yaparsa “İran yapar” dedirtmek, okumayan bir Ümmet’e Peygamber’i sahabesiz anlatmak, İslam’ın ne olduğunu bilmeyen çocukların zihnine rafizilik marazını bulaştırmak, yetimlerin hamisi bir peygamberin izinden gittiğini iddia ederek Irak’ı, Suriye’yi yetimhaneye dönüştürmek İran’ın temel hedeflerindendir.
Bu durumda ne yapmalı? Batılı yazarların Allah Rasulü’ne saldırdığı bir zamanda Şifa-i Şerif bastırıp dağıtan Sultan II. Abdulhamid gibi, devlet de bizzat devreye girmeli, Allah Rasulü okullarda –sadece- savaşlarıyla değil ahlakıyla anlatılmalı. Osmanlı gibi evlerde, okullarda, camilerde ders halkaları oluşturup Şifa-i Şerif gibi Onu anlatan eserler okutulmalı. Ebeveyn birlikte evi İslam okulu yapacak adımlar atmalı. Her akşam bir ayet ve Riyazussalihîn’den de bir hadisi şerhiyle birlikte okuyup ailece üzerinde konuşmalı. Müslüman sanatçılar Allah Rasulü’nün canlandırılmadığı filmler üzerinde çalışmalı.
ihsansenocak.com’dan alınmıştır.