(İNANMASI GÜÇ OLSA DA) BU SATIRLAR MEHMET AKİF’E AİT!
Mehmet Akif, Asım isimli eserinin sonlarında, Sultan II. Abdülhamid’e alenen hakaret ediyor:
Düşürdün milletin en kahraman evlâdını ye’se…
Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun rûh-i İblis’e
…
“Sen de bir tekmede buldun mu, nihayet, yerini,
Ne kılıktaysa gelen, hepsi hüviyetlerini,
Aynı mâhiyette aktarma ederler çabucak.
Sana her gün sekiz on kerre söverler mutlak.
Hani dillerde gezen nâmın, o hiçten şerefin?
Ne de sağlammış, evet, anlasın aptal halefin.”
“Âh efendim, o ne hayvan, o nasıl merkepti!
En hayır-hâhı idik, bizleri hattâ tepti.
Bu hayâ der, bu edeb der, verir evhâma vücud;
Bilmez aptal ki değil hiçbiri zâten mevcud.
Din, vatan, âile, millet, ebediyyet, vicdan,
Sonra haysiyyet-i zâtiyye, şeref, şöhret, şan,
Daha bir hayli hurâfâta herîf olmuş esîr.
Sarmısak beynine etmez ki hakâik te´sîr.
Böyle ankâ gibi medlûlü yok esmâya kanar;
Adamın sabn tükenmek değil, esmâsı yanar.
Kız, kadın hepsi haremlerde bütün gün mahbûs,
Şu telâkkîye bakın, en kötü vahşet: Nâmûs!
Herifin sofrada şampanyası hâlâ: Ayran,
Bâri yirminci asırdan sıkıl artık hayvan!
…
Âh efendim, o herif yok mu, kızıl kâfırdi:
Çünkü bir şey tanımaz, her ne desen münkirdi.
Ne edeb der, ne hayâ der, ne fâzîlet, ne vakar;
Geyirir leş gibi, mu´tâdı değil istiğfar:
Aksırır sonra, fütûr etmiyerek burnumuza…
Yutarız, çare ne, mümkün mü ilişmek domuza
Savurur balgamı ta alnımızın ortasına,
Tükürürmüş gibi taşlıktaki tükrük tasına!
…
“Çoktan beridir vardı benim bir derdim:
Gideyim, zâlimi ikâz edeyim, isterdim.
O, bizim câmi uzaktır, gelemez, mani’ ne?
Giderim ben, diyerek, vardım onun cami’ine.
Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid,
Koca Şevketli! Hakîkat bunu etmezdim ümid.
…
“Ortalık şöyle fena, böyle müzebzeb işler,
Ah o Yıldız’daki baykuş ölüvermezse eğer