İçimizdeki Fransızlar!
Şuna emin olunuz ki, o 300 Fransız’ın arasında Türk aydınları ve akademisyenleri yoksa bu Sayın Cumhurbaşkanımızın 2010 yılından itibaren verdiği büyük mücadelenin eseridir. Yoksa başta Mehmet Aydın olmak üzere yüzlerce sözde Türk ilim adamının adını o listede Sarkozy’nin yanında hayretle ibretle izliyor olacaktık.
Prof.Dr.Ahmet Şimşirgil- Türkiye Gazetesi
Geçen hafta Fransa’da aralarında Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, üç eski başbakan, Yahudi ve Hristiyan cemaati temsilcileriyle yazarların da bulunduğu 300 kişi, “şiddet ve Yahudi karşıtı fikirler yaymaktadır” diyerek Kur’ân-ı kerimden bazı âyetlerin çıkarılması yönünde bir bildiri yayımladılar.
Başta çeşitli illerde teşkilatlanmış TÜGVA’lı gençler olmak üzere pek çok STK temsilcileri bu bildiriyi lanetlediler. AK Parti sözcüsü Mahir Ünal Bey de sert ifadelerle bildiriyi kınarken özetle şöyle söyledi:
“Fransa’da 300 sözde aydının, kutsal kitabımız Kur’ân-ı kerimden bazı âyetlerin çıkarılmasını talep eden bir bildiri yayınlaması en hafif tabirle bağnazlıktır. Siyasetin ve akademinin arkasına saklanarak İslam düşmanlığı yapmak, kutsal kitaba dil uzatmak ve Müslümanlara hakaret etmek Avrupa’nın içinde bulunduğu ruh hâliyle ilgilidir. Bu ‘modern haçlı zihniyeti’nin temsilcilerini ve imza attıkları utanç vesikasını lanetliyorum. Yüce dinimiz İslam ve kutsal kitabımız Kur’ân-ı kerim, kıyamete kadar değişmeyecek, insanlığa ışık tutmaya devam edecektir.”
Şimdi de bir 15 sene öncesine gidelim… AK Parti’nin iktidara geldiği ilk dönemde Prof. Dr. Mehmed S. Aydın, Diyanet’ten Sorumlu Devlet Bakanı idi. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde dekanlık da yapmış bulunan bu zat bilhassa dinler arası diyalog ve misyoner toplantılarının vazgeçilmez ismiydi.
Her fırsatta ilahiyat bilgisini daha çok Vatikan’a ve Hıristiyan oryantalistlere borçlu olduğunu övünerek anlatırdı.
Çek Cumhurbaşkanı V. Havel’in ev sahipliğinde Prag Şatosu’nda düzenlenen ve ABD eski Başkanı Bill Clinton‘un eşi Hillary Clinton ile ABD eski Dışişleri Bakanlarından H. Kissinger’in de katıldığı “Forum 2000”e Türkiye’den davet edilen tek ilahiyatçı olması ününden ziyade misyonunu göstermesi bakımından büyük önem arz ediyordu.
Zira bu zat hocası İngiliz Profesör W. M. Watt’tan aldığı ilhamla, Kur’ân-ı kerimin tarihselliğini ve zamana göre yeniden uyarlanması gerektiğini öteden beri her platformda savunmaktaydı. Nitekim bu zihniyetin ürünü olarak “Kur’ân-ı kerimin yüzde kırkı atılmalıdır. Zira Kur’ân-ı kerimde Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili âyetler o günün (Hazreti Peygamber Devri) Yahudileri ve Hıristiyanları ile ilgilidir, bugünün değil” diyerek zırvalamıştı.
Bu sözler samimi Müslümanları derinden yaralamıştı. Ancak o günlerde Türkiye Cumhuriyeti, devrinin en bunalımlı yıllarını yaşamaktaydı. Karanlık dış mihraklar, 28 Şubat aktörleri eliyle ülkeyi sarmış millet tarafından göreve getirilmiş Refahyol hükûmetini bitirip ülkeyi korkunç bir kaos ortamı içerisine atmışlardı. Bu kaos ortamından her kesim payına düşeni fazlasıyla alırken tek istifade eden FETÖ hareketi olacaktı. Pensilvanya’ya yerleştirilen örgütün lideri ise “Hocaefendi” sıfatıyla ülkenin sanki görünmez başkanı konumunda idi. Onu bir adam bir cemaat lideri olarak görüp dudak bükenler tarihinin hatasını yapmaktaydı. Zira asıl güç İslam’ı yok etmeye azmetmiş Batılı haçlı devlet ve organizasyonları idi…
Bu projeye aşinayız!
İşte bu güçlerin destek ve arzusuyla Mehmet S. Aydın, Diyanet’ten Sorumlu Devlet Bakanlığına getirildi. Diyanet’in önemli merkezlerini zaten FETÖ’cüler ele geçirmiş bulunuyorlardı. Nitekim Prof. Dr. Mehmet S. Aydın yıllardır kurguladığı korkunç senaryoyu bu sayede kolaylıkla ve pervasızca vizyona koyacaktı. Dinler arası diyaloğun prensiplerini o belirliyor, FETÖ’cü militanlar uyguluyordu. “Abant Toplantıları”nda İslam’ı yeniden modernize etmeye yönelik ifadeleri basın tarafından cilalanıyor, servis ediliyordu. Yurt içi ve yurt dışında hahamlar, papazlar ve müftülerle bir araya gelerek, İslam’ın temiz suyunu bulandırmak değil sanki tamamen bozmak ve ortadan kaldırmak için seferber olmuş bulunuyorlardı.
Evet, o günlerde Başbakanlık görevinde bulunan Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Bey, Kur’ân-ı kerimi bozmaya azmetmiş bu din bezirgânını, ilk seçimde elemek suretiyle siyasi hayatını bitirecek yıkıcı faaliyetlerine nihayet verecekti.
Şuna emin olunuz ki, o 300 Fransız’ın arasında Türk aydınları ve akademisyenleri yoksa bu Sayın Cumhurbaşkanımızın 2010 yılından itibaren verdiği büyük mücadelenin eseridir. Yoksa başta Mehmet Aydın olmak üzere yüzlerce sözde Türk ilim adamının adını o listede Sarkozy’nin yanında hayretle ibretle izliyor olacaktık. “Abant Toplantıları”nda boy gösterenlerin kahir ekseriyeti şu an Sarkozy’nin yanında arzı endam edeceklerdi.
Nitekim biz bu sözlere aşina değil miydik? Mehmet S. Aydın ve FETÖ avanesinden bu sözleri daha evvelce duymamış mıydık?
Haşa Peygamber efendimizi bir postacı yerine koyup, dini sadece kendilerinin anladığını savunmuyor muydu bunlar? Mehmet S. Aydın, “Avrupa Birliği ile ilişkilerde bazı esneklikler göstermemiz lazım. Avrupa Birliğine gireceksek ona göre düzenlemeler yapmamız şart” dedikten sonra Kur’ân-ı kerimin Hıristiyanlara hoş gelmeyecek âyetlerini tartışmaya açmamış mıydı? “Akılla vahiy çelişirse akıl tercih edilir” diyerek açtığı fasit yolun kılıfını da hazırlamamış mıydı?
Ben Abdülhamid Han devrinin FETÖ’sü İngiliz kuklası Afgani ile, Abduh ve Reşit Rıza gibi çömezlerinin hatalarını ifade ettiğim için bunalıma giren Hayrettin Karaman Bey, Abant Toplantılarında yenilen bu herzelere karşı en ufak bir tepki koymuş muydu acaba?
Fransız’ın bayraktarları!
Bakınız net bir hüküm vereyim: Sadece 300 Fransız değil üç milyon Fransız, İngiliz, Amerikalı ve Yahudi aydın denilen adamları da bir araya gelse İslam’a ve Kur’ân’a zarar veremezler. Nitekim bugün bütün Türkiye bu Fransız şarlatanlarını tel’in etme yarışına girmedi mi? Hatta böyle durumlar dinimize daha sıkı sarılmaya da sebep olabilir. Peki ya yıllardır devşirilmiş ve kendilerine benzetilmiş Türk aydınları da bunlarla beraber hareket ederse… İşte bu takdirde mücadele güçleşir.
Nitekim şu mübarek ramazan günlerinde Fransız bildirisine imza atmasa da TV’lerde onlardan beter yıkım ekibi gibi çalışanlara ne demelidir?
Son günlerde, neye ve kime hizmet ettiği belli olmayan TV8’de, dinimiz üzerinde yine milletimizi rencide edecek programlar yaptırılmaya başlandı. Akademisyenlerimizden Bayraktar Bayraklı ve avanesi ramazan ayını, kurbanı ve haccı sabitleyelim diyerek eski söylemleri yeniden vizyona sürdü. Dönemin Diyanetçileri ve FETÖ’cülerin tesiriyle Mevlid-i Şerif Kandili’ni Kutlu Doğum Haftası adıyla sabitledikleri zaman Yaşar Nuri Öztürk de, “artık ramazan ve kurban da sabitlenmeli” diyerek gelecekte yapmak istediklerinin işaretini vermişti.
Evet, Fransızlara cevabı verdik! Fakat TV8’de ibretle izlediğimiz Bayraktar Bayraklı, Mehmet Okuyan, Abdülaziz Bayındır ve Caner Taslaman gibi onlarca ilahiyatçı aynı görüş ve fikirlerle gençlerimizi zehirlemeye devam etmekteler. Marmara İlahiyat’ın Dekanı Ali Köse, biz Bid’at fikirli ilahiyat akademisyenlerine söz söylediğimizde pek efelenmişti! Acaba Bayraktar’ın bu fikrine ne demektedir? Üç maymunu mu oynamaktadır!
Diğer taraftan siyasilerimiz ve STK’larımız Fransız aydınlarına gerekli cevabı şiddetle verdiler. Fakat ben bu konuda Diyanet’in fazlaca kabadayılık taslamasına açıkçası bir anlam veremedim. Diyanet bence Fransız ve Papalık misyonunun bu ülkedeki mankurtlarına, maşalarına ve piyonlarına cevap vermelidir. Zira üzerimize tankla yürüyen benim evlatlarımı İngiliz, Fransız, Yahudi akademisyenler kapmadı. FETÖ ve yandaşları eliyle devşirdiler. Lütfen uyanalım artık! Diyanet de milletimizin dinini, inancını, akaidini, ahlakını, ibadetini bozanlara dur demelidir!
TEFEKKÜR
Eskiler yenilenir hep yeni âdetler gelir
Şer-i pâke uymayan bin türlü bid’atler gelir
Biz yakın olduğumuz müddetçe diyar-ı küfre
Türlü zahmetler doğar türlü nedametler gelir