İbni Teymiye’den Vehhabileri Rezil Eden İfadeler
İbni Teymiyye’nin kabir ziyaretleri, kabirdekilerle tevessül vs. konularda Ehl-i sünnete aykırı görüşleri olduğunu biliyoruz. Her ne kadar İbni Teymiyye ve talebesi İbni Kayyım’ın şazz görüşleri Vehhabiliğe kaynak teşkil etmiş bulunuyorsa da, Vehhabiler çok övdükleri bu iki alimden daha aşırı ve müfrit inançlara sahiptirler. Burada, İbni Teymiyye’nin doğru kabul ettiği bazı rivayetler ve gerçekler üzerinde duracağım. Bunu yaparken, İbni Teymiyye’nin bu rivayetleri ve gerçekleri nasıl yorumladığı veya te’vil ettiği üzerinde değil, bahsedilen bu rivayetleri ve hususları doğru kabul etmesi üzerinde durmak istiyorum. Aşağıda, Ebu Ammar’ın kitabından tercüme ettiğim bazı parçaları bulacaksınız.
İbni Teymiyye der ki:
Kuraklık olduğu zaman, birisi Peygamberimizin (aleyhisselam) kabrine geldi ve kuraklık hakkında şikayet etti. Daha sonra Peygamberimizi gördü. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) “Ömer’e git ve İstiska namazı kılmasını söyle” buyurdu. Buna benzeyen birçok doğru rivayet mevcuttur.
İktizâu’s-Sirati’l-Müstakim, s. 373; Ayrıca İmam-ı Buhari bundan Tarih el-Kebir kitabında, Mâlik ed-Dâr’ın hal tercümesinde bahsetmiştir. [Daha fazla bilgi için bkz. bu sitede “Mâlik ed-Dâr Hadîsi Sahîhtir” başlıklı yazı]
Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) mübarek kabrine birisi gelerek Peygamberimizden yiyecek istedi ve oturdu. Bir süre sonra Haşimilerden biri geldi. Yanında bir tepsi yiyecek vardı. Dedi ki: “Bu yiyecek peygamberimiz tarafından gönderildi ve bununla sana şu mesajı gönderdi: bunu ye ve buradan git, çünkü bizi seven bizden bu tür istekde bulunmaz.”
İktizâu’s-Sirati’l-Müstakim, s. 290.
Bazı insanlar Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) kabrine gelerek Peygamberimizden birşeyler istedi ve istekleri yerine geldi. Bunun gibi, salih zatlar da insanlara yardım edebilir. Biz bunu inkar etmiyoruz.
İktizâu’s-Sirati’l-Müstakim, s. 373.
İmam-ı Buhari, Hafız ibni Teymiyye ve Kadı Şevkani hepsi aynı soruyu sordular: “Birisinin ayağı uyuşursa, ne yapmalı?” Hepsinin tavsiyesi aynı idi ve cevapları ile beraber aşağıdaki hadis yazılı idi: Resulullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından bir süre sonra, Abdullah İbni Ömer Necd’de idi ve birgün ayağı uyuştu. Acısının geçmesi için birisi ona “En çok sevdiğini an!” dedi. Bunu duyan İbn Ömer “Ya Muhammed” deyince, ayağının uyuşukluğu hemen geçti.
İmam Buhari, İbni Teymiyye, ve ayrıca İmam-ı Nevevi
İbni Teymiyye der ki: Aynı şekilde Abdullah ibni Abbas’ın da ayağı uyuşmuştu. Ona da birisi en çok sevdiğini anmasını söyledi. Abdullah ibni Abbas “Ya Muhammed!” diye nida etti ve ayağının uyuşukluğu hemen geçti.
İbni Teymiyye, El-Kelim-el-Tayyib, Hadirat Ricluhu bölümünde
Konuyla alakalı olduğu için, şu iki pasajı da burada verelim:
Kadı Şevkani der ki: Birisinin başı dertte ise veya sıkıntıda ise, iki rekat nafile namaz kılmalı ve sonra gönülden yalvarmalı [Allahü teâlâya dua etmeli]. “Ya Muhammed” diye nida etmeliler ve Allahü teâlâ isteklerini verecektir ve problemleri çözülecektir. Muhaddisler bu hadisin sahih olduğunu bildirmişlerdir ve Tirmizi, Hakim, Nesai, İbni Mace ve Taberani onu kaydetmiştir.
Hafız ibni Kesir, İmam Taberi ve İmam İbni Esir hepsi dediler ki: Ebubekr-i Sıddik radıyallahü anh hilafeti zamanında Necd’li yalancı peygamber Museyleme’ye karşı bir savaş oldu. Savaş başladıkta müslümanlar pozisyonlarını kaybettikleri zaman Halid bin Velid radıyallahü anh ve arkadaşları “Ya Muhammed!” (sallallahü aleyhi ve sellem) diye seslendiler ve devamında savaşı kazandılar.
Kaynak: Traditional Scholarship and Modern Misunderstandings: Understanding The Ahl al-Sunna, by Abu Ammar. (Yukarıda naklettiğim son yedi pasaj bu kitapdan tercüme edilmiştir.)
Davud bin Süleyman rahmetullahi aleyh diyor ki:
Hicretin altmışbirinci senesinde (Harre) olayında Yezîdin adamları Medîne-i münevverede işkence yapdıkları gün, Saîd bin Müseyyib diyor ki, Mescid-i nebîde ezan okunamaz, namaz kılınamaz olunca, (Hucre-i nebeviyye)den ezan ve ikâmet sesi işitildi. Bunu, ibni Teymiyye de, (İktizâ-üs-Sırât-il-müstakîm) kitabında yazmakdadır. [Not: İbni Teymiyye’nin de yazdığı bu rivayet için bkz. Sünen-i Darimi, 15. Bab, No: 94. (Madve Yayınları, c.1, s. 198) ]
Ahmed ibni Teymiyye, (Kitâb-ül-intisâr-fil-imâm-ı Ahmed) kitabında diyor ki, Bedir’de çukura doldurulan kâfirlerin işitmelerine, hazret-i Âişenin inanmaması, onun için suç olmaz. Çünki O, hadîs-i şerîfi işitmemişdir. Fakat başkalarının inanmaması suç olur. Çünki, bu hadîs-i şerîf her tarafa yayıldı. Zaruri inanılması lâzım gelen bilgilerden oldu. İbni Teymiyye, ölülerin diriltilmesi üzerindeki fetvâlarında diyor ki, ölüler, kendilerini ziyâret edenleri bilirler mi? Tanıdıklarından veya tanımadıklarından biri kabre geldiği zaman, bunun geldiğini anlarlar mı? Cevabında, (Evet bilirler ve anlarlar) diyor. Ölülerin buluşduklarını ve soruşduklarını ve dirilerin yapdığı işlerin onlara gösterildiğini bildiren haberleri yazıyor.
Müellif merhum, bu gibi vesikaları yazdıktan sonra diyor ki:
Buraya kadar, Ahmed ibni Teymiyye-i Harrânînin kitâbındaki vesîkaları bildirdik. Vehhâbîler, ibni Teymiyyenin yolunda olduklarını söyliyorlar. Onun büyük âlim olduğunu bildiriyorlar. Kendisine Şeyh-ul-islâm diyorlar. Hâlbuki, onun kitâblarını ve fikrlerini kabûl etmiyorlar. O, bütün meyyitlerin, şehîdler gibi diri olduklarını ve şehîdler gibi rızklandırıldıklarını bildiriyor. Onun sözüne uymıyan ve onun sözüne uyanlara kâfir ve müşrik damgası basanların, onun yolunda olduklarına hiç inanılır mı? Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, işitmez ve ziyârete gelenleri, kendisine yalvaranları görmez, bilmez ve tanımaz diyen ahmaklar, ibni Teymiyyenin ve hiçbir kimsenin yolunda değildirler. Kendi nefsleri, keyfleri arkasındadırlar. Allahü teâlâ, bunlara akl versin ve doğru yolu göstersin. Âmîn!
Kaynak: Davud bin Süleyman, Minhat-ül-Vehbiyye fi Redd-il-Vehhabiyye
Yukarıda, Ebu Ammar’ın kitabından tercüme ederek İbni Teymiyye’nin İktizâu’s-Sirati’l-Müstakim isimli eserinden birkaç pasaj aktardım. İbni Teymiyye’nin bahis konusu kitabının Pınar Yayınevi tarafından neşredilmiş olan Türkçe tercümesinin 5. baskısından birkaç sayfanın taranmış kopyaları aşağıda verilmiştir.
Bu sayfalarda yazılı olanlar gösteriyor ki, İbni Teymiyye şunları doğru kabul etmektedir:
1. Peygamberimizin (aleyhisselam) ve bazı salih kişilerin mezarlarına (yani mezarda yatan salih zata) selam veren bazı kimseler, selamlarına cevap verildiğini işitmiştir.
2. Hicretin altmışbirinci senesinde (Harre) olayında Yezîdin adamları Medîne-i münevverede işkence yapdıkları gün, Saîd bin Müseyyib diyor ki, Mescid-i nebîde ezan okunamaz, namaz kılınamaz olunca, (Hucre-i nebeviyye)den ezan ve ikâmet sesi işitildi. [Not: İbni Teymiyye’nin de yazdığı bu rivayet için bkz. Sünen-i Darimi, 15. Bab, No: 94. (Madve Yayınları, c.1, s. 198) ]
3. Kuraklık olduğu zaman, birisi Peygamberimizin (aleyhisselam) kabrine geldi ve kuraklık hakkında şikayet etti. Daha sonra Peygamberimizi gördü. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) “Ömer’e git ve İstiska namazı kılmasını söyle” buyurdu. [90 nolu dipnotta, İbni Kesir’in bu haber hakkında “isnadı sahihtir”dediğini görüyoruz. Daha fazla bilgi için bkz. bu sitede “Mâlik ed-Dâr Hadîsi Sahîhtir” başlıklı yazı.]
4. “Bu tür tezahürler, Peygamberimizden daha alt düzeyde olan salih şahsiyetler tarafından da ortaya konabilmektedir” diyor ve ekliyor: “Ben şahsen bu türde bir çok olay biliyorum.”
5. Devamında, İbni Teymiyye (yapılan hareketi uygun görmemekle, karşı çıkmakla beraber) kabirdeki salih bir zatdan bir şey istenmesinin ve istenenin yerine getirilmesinin “çok görülen bir olay” olduğunu yazıyor!
6. Bir sonraki (494.) sayfanın ortasındaki paragrafta ve sayfa sonuyla bir sonraki sayfanın başında söyledikleri dikkatle okunursa, İbni Teymiyye “salih zatların kerametlerinin öldükten sonra da devam ettiğini” kabul ediyor. Çünkü bunlar için “gerçekler” diyor.
7. Sayfa 499’da da diyor ki: “Ölünün Kur’an okuma zikir ve dua seslerini işitebildiği doğrudur.”
Bu yazdıklarımdan, İbni Teymiyye’nin bu konularda tamamen Ehl-i sünnete uygun görüşlerde olduğu anlaşılmamalı. Nitekim, bazı aykırı görüşleri bu sitede çeşitli makaleler ile ortaya konmaktadır. Ayrıca, İbni Teymiyye’nin burada yazdıklarıyla başka yerlerde söylediklerinin tamamen tutarlı olup olmadığı da ayrı bir tahkik konusu olabilir. Fakat, burada yazdığı ve doğru olduğunu söylediği hususlar, “ölüler hissizdir, işitmez, cevap veremez, bir şey yapamaz” diyen Vehhabileri açık bir şekilde tekzib etmektedir.
Son bir iktibasla tamamlayalım. İlahiyatçı-yazar Ebubekir Sifil şu yorumu yapmış:
“Nitekim, gerek İbn Teymiyye’nin, gerekse talebesi İbni Kayyım’ın eserlerini neşreden bir kısım Selefilerin, bu iki alimin bazı meselelerdeki görüşlerine tahammül edemeyerek kendilerine itiraz ettikleri bilinen bir husustur. (Örnek olarak İbni Kayyım’ın Medaricü’s-Salikin’inin Daru’l-Hadis baskısına bakılabilir.)” (Dr. Ebubekir Sifil, İslam ve Modern Çağ, Kayıhan Yayınları, c.1, s. 82)
Derleme ve tercüme: Murat Yazıcı
İmam-ı Zehebî de Vehhabîleri Tekzib Ediyor
İmam Ahmed’in oğlu Abdullah, babasının, Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)’in saçıyla tevessülde bulunduğunu; onu öptüğünü ve içine daldırdığı kaptaki suyu şifa niyetiyle içtiğini söylemiştir. (ez-Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, XI, 212)
İmam et-Tebarânî ile –kendisi gibi birer Hadis imam olan– Ebû Bekr b. Mukrî ve Ebu’ş-Şeyh, Medine’de bulundukları zamanlardan birinde yiyecekleri tükenmiş, aç kalmışlardı. Açlık dayanılmaz bir hal alınca Ebû Bekr b. Mukrî, “kabr-i saadet”e giderek, “Ey Allah’ın Resulü! Açlık bizi perişan etti!” diye serzenişte bulunur. Medine’de oturanlardan birisi aynı günün akşamı kapılarını çalar ve “Bizi Hz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e şikâyet etmişsiniz. Rüyama geldi ve size yardım etmemi emir buyurdu” diyerek elindeki yiyecek dolu sepeti kendilerine verir… (Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, XVI, 400-1)
Kaynak: E. Sifil, Milli Gazete
http://www.ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=gazete&no=77
Bir Tel Saçı
Şimdi size Kainatın Gülü’nü koklama fırsatını kaçıran bir büyük gönül adamının Fahr-i Cihan Efendimize ait maddî bir hatıraya sahip olamayışının üzüntüsünden bahsetmek istiyorum. Bu zat büyük tabiîlerden fakih ve muhaddis Abîda b. Amr es-Selmanî’ dir (ö. 72/691). Aslen Yemen’li olan Abide, Efendimiz’in vefatından iki yıl kadar önce, Mekke fethi sıralarında müslüman oldu, fakat içinde bulunduğu şartlar sebebiyle Medine’ye gelip de Resulullah Efendimiz’i göremedi. Ancak Hz. Ömer devrinde Küfe’ye gelip yerleşti ve birçok fütühata katıldı. Fıkıh dediğimiz İslam Hukuku’nda öylesine büyük bir şöhret kazandı ki, Küfe’nin meşhur dört fakîhinin en üstünü olarak o gösterildi. Devrinin en büyük kadılarından biri olan Kadî Şüreyh bile içinden çıkamadığı meseleleri gelip ona danışırdı.
Kendisinden en çok faydalanan talebesi Enes İbni Malik’in azatlı kölesi olan şöhretli fıkıh alimi Muhammed İbni Şirin ile bir gün Efendimiz’e dair sohbet ediyorlardı. İbni Şîrîn, efendisi Enes İbni Malik sayesinde Resûlullah’ın bir tel saçına sahip olduğunu söyledi. Böyle bir devleti elden kaçıran Abide es-Selmanî üzüntüsünü şöyle dile getirdi:- Resûlullah’ın bir tel saçına sahip olmayı, yeryüzünün bütün altın ve gümüşlerine sahip olmaya tercih ederdim.
Abide es-Selmanî’nin gönül zenginliğini gösteren bu özlü sözler, büyük Türk alimi, şöhretli muhaddis ve tarihçi Zehebî’yi (ö. 748/1348) çok duygulandırmıştır. 23 ciltten meydana gelen Siyerü a’lami’n-nübela adlı eserinde (IV , 42-43) bu sözleri naklettikten sonra, büyük bir duygu seli halindeki hislerini şöyle dile getirmiştir:
”Resûlullah’ın bir tel saçını, insanların sahip olduğu bütün altın ve gümüşlere tercih eden Abîde’nin bu sözleri, doruk noktasındaki bir muhabbetin göstergesidir. O büyük alim, Hz. Peygamber’in vefatının üzerinden yalnızca elli sene geçmişken böyle söylerse, onun vusülünden yedi yüz sene sonra şayet güvenli bir şekilde onun bir tel saçını veya pabucunun kayışını, yahut kesip attığı bir tırnağını, hatta su içtiği toprak kabın bir parçasını elde edecek olsak, acaba bizim ne söylememiz gerekir! Şayet zengin bir adam servetinin büyük bir kısmını böyle bir şeyi elde etmek için sarf etse, sen ona saçıp savuran veya akılsızca para harcayan biri gözüyle mi bakarsın? Hayır, hayır. Resulullah’ın mübarek elleriyle yaptığı Mescid-i Nebevi’sini ziyaret edebilmek, onun aziz şehrinde Hücre-i saadet’inin yanı başında kendisine selam verebilmek için varını yoğunu harcamaktan çekinme! Medine’ye vardığında onun sevgili Uhud’una doya doya bak ve onu sen de sev! Çünkü Uhud’u senin Peygamber’in aleyhisselam da çok severdi. Onun ravzasına ve oturup kalktığı yerlere defalarca giderek ruhunu iyice doyurup kandırmaya gayret et! Zira Kainatın Efendisi olan o zatı canından, yavrundan, sahip olduğun her şeyden, kısacası bütün insanlardan, daha çok sevmedikçe mü’min olamazsın. Cennetten yeryüzüne inen o mübarek Hacerülesved’i öp! Kainatın Efendisi’nin öptüğü yeri öğrenerek oraya dudağını yapıştır! Cenab-ı Mevla’nın sana lütfettiği bu saadet sebebiyle haydi gözün aydın olsun. Dünyada bundan daha büyük bir bahtiyarlık yoktur. Şayet Resül-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in Hacerülesved’e doğru kaldırıp işaret ettiği, sonra da öptüğü bastonu bugün ele geçirmîş olsaydık, o bastonu görüp öpebilmek için bütün gayretimizi sarf etmemiz gerekirdi. Artık şunu kesin olarak biliyoruz ki, Hacerülesved’i öpmek, onun bastonunu ve pabucunu öpmekten daha değerli ve faziletlidir. Tabiî alimlerinden Sabit el-Bünani, Enes b. Malik’i görünce elini tutar ve “bu el, Resulullah’ın eline dokunmuş bir eldir” diye öperdi. … Şayet hacca gidememişsen, hacdan dönenlerden birini kucakla ve “bu ağız, sevgilim aleyhisselam’ın öptüğü taşı öpmüştür” diyerek sen de onun ağzını öp!”
Derleyen: Murat Yazıcı