Hayrettin KaramanHüseyin Avni
Hayrettin Karaman’dan Bir Dîn Tahrîfi Ve Saptırması Daha…
اعُوذُ بِااللهِ مِنَ اَلشَّيْطَانِ اَلرَّجِيمِ بِسمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحيِم
اَلْحَمْدُ الِلّهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ وَأَلِه اَجْمَعِينَ
Sayın Hayrettin Karaman’ın (kendi ilim hayâtına göre eski olsa da gerçek ictihâdlara nisbetle) yepyeni bir ictihâdı daha… Daha doğrusu, bir ‘dîn ile oynaması’ daha… Sözlerini -imlâ ve cümle hatalarına varıncaya kadar- hiçbir değiştirme yapmadan kelimesi kelimesine naklederek ibret nazarlarınıza arz edeceğiz… Aslında yazısının tamâmını aktarmaya lüzûm yok idiyse de, bu nakli, sık sık yapageldiği ‘sözümü tahrîf ettiniz, bana iftira attınız’ gibi muğâlata ve kandırmacalarına meydan vermemek içün yaptık. Bir de ‘cevâb’ başlığı altında serdedeceğimiz bir takım kısa mülâhazalarımızla O’nun İslâm ile nasıl oynayabildiğini göstereceğiz:
Yabancı Kadınlarla Tokalaşmak
Karaman: ‘Hayrettin Karaman kadınlarla tokalaşmak helaldir demiş.’ Bir vâiz benim hakkımda bu cümleyi söylüyor, arkasından da ‘benim yamulduğumu, inhiraf ettiğimi’ekleyerek atıp tutuyor. (Bu vaaz internette, video kaydı olarak dolaşıyor.)
Cevâb: Sayın Karaman’ın sözünü ettiği kişinin kim olduğunu, ifâdelerinin tamâmını ve nasıl olduğunu bilmiyoruz…[1] Ancak O’nun kaynak verirken âlimlerden yaptığı nakillerde dehşetli tahrîfler yaptığına çok kere şâhid olduğumuz içün bu nakline de güvenmiyoruz. Her şeye rağmen şâyet buradaki nakli doğruysa, ‘internette, video kaydı olarak dolaşan’ ifâdelerde bir eksiklik bir de hatâ var:
Eksiklik: O’nun ‘helâldir’ sözü sınırsız olmayıp ‘şehvet duymama’ şartıyla(!) sınırlandırılmış iken burada mutlak gibi gösterilmiştir.
Hata: ‘Yamulmak’ ve ‘inhirâf etmek’, önceden ‘istikâmet üzere olmak’tan haber verir. Oysa bu –bildiğimiz kadarıyla- çok büyük bir hatâdır; O, işin başından beri böyleydi; sonradan yamulmadı ve inhirâf etmedi… Burada O’na haksızlık yapılmaktadır…
Karaman: Bu konuda bana sorulan sorular oldu ve birkaç defa cevap yazdım; bu cevaplardan ikisi aşağıdadır. Ne demiş isem onun arkasındayım, ama -vâize hatırlatıyorum- yalan söylemek, iftira etmek caiz değildir.
Cevâb:
Bir: Kişinin, sözünün arkasında olması, Arabların ‘Uçtuysa da keçidir meâlindeki ‘عنزة وان طارت’ meseli nev’inden değilse, şahsiyyet sağlamlığı îcâbıdır. Ancak ne var ki burada yapılan, tam tersi, inâd ve mükâbere mahsûlü olan bir sözün arkasında duruştur.
İki: Evet, ‘yalan söylemek, iftirâ etmek caiz değildir’; bu doğru… Lâkin ‘yalan söylemek’ ve ‘iftirâ etmek’ nedir? Bunun bilinmesi de mühimdir. Aksi halde olabilir ki, birilerine ‘yalan söylüyorsun, iftirâ ediyorsun’ yalanı söylenmiş ve iftirâsı atılmış olur.
Karaman: Aziz kardeşim, Allah seni güzel niyetin ve takvâ erdeminle daim eylesin!..
Cevâb: Arka planı hesaba katılmazsa -ki onu biz bilemeyiz- zâhirde güzel bir hitâb, hoş bir duâ… Âmîn… Allah bizi ve sizi, cümlemizi razı olacağı ‘güzel niyet ve takvâ erdemiyle daim eylesin…’
Karaman: ‘Allah Resulü (s.a.) kadınlarla musafaha yapılmasını haram kılmıştır. Ben bir bayanın elini tutmak zorunda kalırsam harama gireceğim’ diyorsun. Peygamberimiz’in bunu haram kıldığına dair hadis yoktur.
Cevâb:
Bir: Burada te’vîli olmayacak veya kılıfı bulunamayacak açıklıkta bir câhillikle veya yalanla karşı karşıyayız. Çünki, eğer bizzat ‘harâm kelimesi geçen bir hadîs mevcûd olmadığı’ kasd ediliyorsa, harâmlığın sübûtu içün hiçbir âlim böyle bir şart ileri sürmemiştir. Şâyet, ‘haramlık ifâde edecek sözlerin yer aldığı hadîslerin bulunmadığı’ iddiâ ediliyorsa, bu açık bir yalandır. Yok, eğer, delâlet yollarından bir kaçı veya biri ile ‘yasak veya kötü bir iş olduğuna delâlet eden hadîslerin bulunmadığı’ murâd edilmişse, bu da kezâ katmerli bir yalandır. Çünki bu mes’elede sadece bir değil, bir çok hadîs vardır.
İki: Bu husûsta gelen hadîslerden bir kaçı:
Birinci Hadîs: ‘O, bey’atta kadınlarla musâfahalaşmazdı.’[2]
İkinci Hadîs: ‘Âişe radıyallahu anha vâlidemiz şöyle dedi:
‘O’nun eli bey’atleşmekte -vallâhi- hiçbir kadının eline değmemiştir.’[3]
Üçüncü Hadîs: ‘Ben kesinlikle kadınlarla musâfahalaşmam.’[4]
Dördüncü Hadîs: ‘Elin zînâsı da (yabancı kadına) tutmaktır…’[5]
Beşinci Hadîs: ‘Sizden birinin başına demir bir iğne ile vurulması, onun içün kendine helâl olmayan bir kadına dokunmasından elbette daha hayırlıdır.’[6]
Evet, bunlardan ilk üç hadîsin haramlığa delâleti hüccet seviyesinde açık olmayıp ihtimâlli ise de, karîneler sebebiyle ikinci birinciden, üçüncü de ikinciden yasaklık bildirmekte daha açıktır. Dördüncü ve hele beşinci hadîsler bu harâmlık manasında artık iyice açıktırlar. Siz bunlara bir de bakmak yasağıyla alâkalı âyet ve hadîslerin delâlet-i nassları veya fehvâlarını ve bunlara da dayanan İcmâ-i Ümmet’i ilâve ederseniz, artık şu hadîslerin haramlığa delâleti kesinleşmiş olur ve hiçbir şeytânî vesveseye yer kalmaz; dînde gedik açmaya çalışan hiçbir zındığın elinde herhangi bir bahâne de bulunmaz.
Hem, îmân ve şahsiyet sâhibi kimselerde utanmak diye bir haslet olur. Müctehidleri, muhaddisleri ve müfessirleriyle Ümmet-i İslâm’ın âlimlerinin tamâmı söz birliği hâlinde bin dört yüz senedir bir şeye ‘var’ derken, yeni ortaya çıkan aklı evvel birilerinin ‘yok’ diyebilmeleri hangi arlanma ve hayâ hasletiyle te’lîf edilebilir?!… ‘Utanmıyorsan dilediğini yap(abilirsin).’ İster dînî, isterse fennî olsun, geçmiş bilgi müktesebâtına hangi aklı başında bir ilim adamı gözünü kapatabilir?!.. Hele bu müktesebât İcmâ’ mertebesine varmışsa, buna -âlim yahut câhil- hangi akıllı kimse cesâret edebilir?!…
Karaman: ‘Erkek, kendisiyle evlenmesi caiz olan bir kadınla tokalaşırsa, ahirette avucunun içine kızgın demir/civa eriyiği konarak cezalandırılacağı’nı ifade eden söz hadis değildir, uydurmadır.
Cevâb: Evet, hadîs âlimleri bu rivâyet içün ‘kaynağı bulunamamıştır’ manasında ‘ğarîbdir’ gibi ifâdeler kullanmış iseler de, el-Hidâye gibi eserlerde geçen bu rivâyet için -biraz olsun- edebli davranıp ihtiyâtlı ve tedbîrli konuşmak, bir ihtimâl bırakmak ilim adamı ciddiyeti îcâblarındandır. Nitekim, birçok hadîs âlimince derhal ‘uydurmadır’ denmeyip ‘aslını bulamadım’gibi ihtiyâtlı ifâdelerin sarf edildiğini, böylesi nice hadîslerin başka âlimlerce kaynaklarının gösterildiğini ilim adamları iyi bilirler. Meselâ, Nasbu’r-Râye’de bu nev’iden geçen birçok hadîsin kimler tarafından rivâyet edildiğini Aynî’nin eserlerinde, Kasim İbnü Kutlubuğâ’nın Minyetü’l-Elmaî’sinde, ve el-İhtiyâr hadîslerinin Tahrîci’nde, İbnü Hacer’in ed-Dirâye’sinde ‘bulamadım’ denilen nice rivâyetin, yine İbnü Kutlubuğâ’nın ona yazdığı Ta’lîkât’ında,[7] Irâkî’nin İhyâ Tahrîci’nde ‘bulamadım’ denilen bir nice rivâyetin kaynağını, ez-Zebîdî’nin el-İthâf’ında gösterdiğine ibretle bakılabilir.
Hem, bu husûsta gelen onca sahîh rivâyetin bırakılıp da sadece ‘garîb’ olduğu söylenen rivâyetin seçilmesi ve keseden ona bir de ‘uydurma’ vasfının eklenmesi ilim ciddiyeti ve iyi niyetle nasıl bağdaşır?!.. Doğrusu bunu bilemiyoruz…
Karaman: Peygamberimiz’in, kadınlarla -bey’at yaparken- el ele tutmadığı şeklinde bir bilgimiz var. Bu, haram kıldığını göstermez; O’nun her ‘terk’i; yani bir şeyi yapmaması nehiy (yasaklama) ma’nasına gelmez. Yasak ve haram olduğuna dair başka delillere ihtiyaç vardır.
Cevâb: Evet, ‘terk’ başlı başına bir ‘haramlık’ delîli değildir, bunun içün başka delîllere ihtiyâc vardır; bu doğrudur. Lâkin, ‘terk’te ‘yasaklığ’a dâir bir ihtimâl ve ipucu bulunmadığı da iddiâ edilemez. Hele, ‘ben kesinlikle kadınlarla musâfahalaşmam’ ifâdesi sadece bir terk de değildir. Bu ‘terk’ ve ilâve olarak sözle ‘yapmayacağını söylemek’, açık yasak delîlleriyle, delâlet-i nassla ve icmâ delîlleriyle yan yana gelirse ‘haramlığı’ gösterir. ‘O’nun her terki, yani bir şeyi yapmaması nehiy (yasaklama) mânasına gelmez. Yasak ve harâm olduğuna dair başka delîllere ihtiyaç vardır’şeklindeki usûl kâidesini bilmek ve bulmak iyi bir şey de, bunun yanında bilinmesi lüzûmlu diğer birçok şeyi bilmemek ve kaybetmek işi berbat ediyor.
Karaman: Peygamberimiz’in ve sahabenin yaşlı kadınlarla musafaha (tokalaşma) yaptıkları biliniyor (Kâsânî, Bedâyi’, Beyrut, 1997, C.V, s.495 vd.)
Cevâb: Burada da müdhiş bir samîmiyetsizlik veya sığlık sırıtmaktadır. Çünki, ‘Erkek, kendisiyle evlenmesi câiz olan bir kadınla tokalaşırsa, âhirette avucunun içine kızgın demir/civa eriyiği konarak cezalandırılacak’rivâyetinin ‘ğarîb’ olduğu söylenen yerde bu rivâyetin de ‘ğarîb’ olduğu söylenmektedir.[8] Hem, öncekinin aksine bu yaşlı kadınlarla musâfaha edilebileceğine dâir olan rivâyeti te’yîd eden başka sahîh, yâhud hasen veya zayıf bir rivâyet de bulunmamıştır. Böylesi bir çifte terâzili olmak ne ile îzâh edilebilir?!.. Bunu okuyucuların takdîrine bırakıyoruz.
Karaman: Fıkıhçılar kadınla erkeğin musafahası konusunu kıyas ile hükme bağlamışlar ve şöyle demişlerdir: ‘Kadınların el ve yüzleri avret değildir, bunlara şehvetsiz bakılabilir. Ama dokunmak şehvet celbi bakımından daha etkilidir, bu bakımdan avret yerine bakmaya ve dokunmaya benzer; bu sebeple dokunma caiz olmaz.’ (Kâsânî, s.489)
Cevâb:
Bir: Önce Kâsânî’nin Bedâyi’inden yapılan nakilde ma’nâyı altüst eden bir hıyânet var. Orada şöyle denmektedir:
واما حكم مس هذين العضوين فلا يحل مسهما لان حل النظر للصرورة التى ذكرناها ولا ضرورة الى المس مع ما ان المس فى بعث الشهوة و تحريكها فوق النظر و اباحة ادنى الفعلين لا يدل على اباحة اعليهما
‘Bu iki uzva (yüz ve avuçlara) dokunmanın hükmüne gelince… Bunlara dokunmak helâl olmaz; çünki, bu iki uzva bakmanın helâl olması sözünü ettiğimiz zarûretler sebebiyledir. Halbuki dokunmakta hiçbir zarûret yoktur. Bununla beraber dokunmak, şehveti uyandırmakta ve harekete geçirmekte bakmak fiilinin üstündedir. İki işten, aşağıda olanın mübâh olması yukarıda olanın da mübâh olmasına delâlet etmez.’[9]
Sayın Karaman’ın yaptığı tercümedeki cümlelerin kendi aralarındaki çelişkiyi ve Bedâyi’in asıl metni ile alâkasızlığını herhalde görmüşsünüzdür.
Aslında Bedâyi’de söylenen, bunların birbirine benzemediği ve kıyâs edilemeyeceği olmasına rağmen ma’nâ tersine çevrilmiş. Bu yapılan bilmeden yapıldıysa kötü; müctehidimiz(!)deki Arab diline vukûf ile söylenileni ve yazılanı idrâk edebilmek müşkilâtı kahredici… Bilerek yapıldıysa, çok daha kötü; dehşetinin buudunun anlatılması zor bir ilim sahtekârlığı…
İki: Orada yapılan bir kıyâs değil, başka bir yolla istinbâttır. Hattâ iddiâ edilenin tam aksine burada, kıyâsa gidilemeyeceği söylenmektedir. Daha açık bir ifâdeyle, avuçlara ve yüzlere, bazı husûsî zarûretler sebebiyle bakılabilirse de, tutulamaz; buralarda dokunmak işi bakmak işine kıyaslanamaz; çünki dokunmakta hiçbir zarûret yoktur. Zarûretsiz bakmaktaki haramlık nasslarla sâbittir. Bu haramlıkta illet veya menât olan ma’nâ, dokunmakta daha fazla vardır. Öyleyse delâlet-i nassla veya fehvâ ile aynı hüküm bakmayı yasaklayan nasslarda evlâ yolla vardır. Yani, ‘ebeveyninize üf demeyiniz’ âyeti ‘oşt demeyiniz’ veya ‘dayak atmayınız’ ma’nâlarını da evleviyetle bulundurur; çünki bunlarda ‘üzme’ ve ‘incitme’ ma’nâları daha fazla mevcûddur. Hâsılı, ‘oşt demeyiniz’ veya ‘dayak atmayınız’ ma’nâlarının ‘üf demeyiniz’ âyetinde bulunmadığını, aksine bunların kıyâs ile âyetin hükmüne dâhil edildiğini söylemek, kıyâsı da bilmemektir ve cehâlettir.
Üç: Üstelik kıyâs bulunsa bile bir hüküm, açık nasslarla ve İcmâ’ ile sâbit olduktan sonra kıyâsla da isbât edilse, bu kıyâs önceden sâbit olan hükmü te’yîd ve takviyeye yarar; Fıkıh kitâbları, husûsan Şerhu Meânî’l-Âsâr bunun misâlleriyle doludur. Bu husûstaki hilâfta, söylediğimiz râcih olup aksi îzâha ve te’vîle muhtâctır.
Karaman: Bu gerekçeye göre, âdeten (yaygınlaştığı ve alışıldığı için) şehvetin söz konusu olmadığı durumlarda ele dokunmak (musafaha) caiz olmalıdır.
Cevâb:
Bir: Âdetin değişmesiyle değişecek hükümler, nasslarla veya icmâ’ ile sâbit olan değil, başta âdetle sâbit olan hükümlerdir ki, bu da sonradan meydana gelen âdetin ‘nasslara ters düşmemesi’ şartına bağlıdır. Nasslarla, icmâ’ ile ve hattâ istinbâtlarla ve kıyaslarla sâbit olan hükümler hiçbir âdetle değişmez. Aksi bir kanaat, kişiyi insan olma mertebesinden bir gömlek daha aşağı itecek koyu bir câhillik veya mükellefiyetten düşürecek bir dîvânelik mahsûlü değilse, din düşmanlığından başka neyle îzâh edilebilir?!.. Kuşadası, Antalya ve Bodrum sâhillerinde, veya çıplaklar kampında yerleştirilen üryânlık âdeti, hangi İslâm düşmanı müctehide göre hangi sâbit Şer’î hükmü değiştirmeye yeter?..
İki: Bakmak tek taraflıdır. Dolayısıyla -zayıf bir ihtimâlle de olsa- kişi kendine âid olan bakmakla hâsıl olacak şehvetlenmeyi belki kontrolünde bulundurabilir, şehvetlenmeyebilir. Ancak musâfaha iki kişi ile olan bir iştir. Bunda cinsî hisleri ölmemiş bir kimsenin kendi şehvetini kontrol etmesi neredeyse imkânsızlık sınırında olan çok uzak bir ihtimâl ise de, farz-ı muhâl olarak bunu başardığı kabûl edilse bile, bu odun veya çaput hâline gelmiş kişi, karşısındakinin şehvetlenip şehvetlenmeyeceğini nereden bilip de ona göre hareket edecektir? İşi, ‘gel sen de şehvetlenme; ben de şehvetlenmeyeyim, öylece uslu uslu musâfahalaşalım’ şeklinde bir karşılıklı anlaşıp sözleşmekle mi çözecekler? Komedi sahnesi… Başka bir şey değil…
Üç: İki kişinin işi olan musâfahadaki dokunmakta bulunan şehvetlenmek ihtimâli bakmaktakinden çok daha fazladır. Hattâ dokunmakta şehvetlenmemek ihtimâli âdeten neredeyse imkânsızdır. Öyleyse dokunmak işi bakmak işine nasıl kıyâs edilebilir? Böylesi bir kıyaslama câhilliğin ta kendisi…
Karaman: Nitekim Ahmed Şerbâsî gibi bazı önemli alimler bu kanâati (gerekli durumlarda ve şehvet sözkonusu olmadığında musafahanın caiz olduğunu) ifade etmişlerdir. (Yes’elûne-kefi’d-dîni ve’l-hayât, Beyrut, 1980, C. V, s. 86).
Cevâb:
‘Bozacının şâhidi, şıracı’ derler ya… İşte o hesâb… Şerbâsî denilen şaklaban nereden ve ne zaman âlim olabildi de, ilâve olarak bir de ‘mühim’lik vasfını kazandı. Sözü edilen kitâb olmak iddiâsındaki (içinde yer alan âyet ve hadîs metinleri haric) paçavrası, sayılamayacak zındıklıkların galerisi olmanın ötesinde hangi müsbet vasfı nereden kazanmış?!… Sonra, O’nunla, âyetlerin, hadîslerin, icmâ’ın ve ictihâdların çizdiği kırmızı çizgileri ortadan kaldırarak ictihâdlar yapmakla meşhûr olan ve Ümmet’in cehenneme giden yolunu açan Karadavî’nin dışında böyle bir iddiâyı kim ileri sürmüştür?!… Hasbunellâh…
Karaman: Âdet, ihtiyaç ve bu mânada zaruretin de ‘bakma ve dokunmanın caiz olması’ konusundaki etkisini, yine fıkıhçıların, cariyelerin bulunduğu ve alınıp satıldığı zamanlara ait olan şu ictihadlarında görüyoruz: ‘Bir kimse, sahibi olmadığı cariyeye baktığında veya dokunduğunda cinsel tahrikten çekinirse (böyle bir ihtimal varsa) bakması ve dokunması caiz değildir. Ancak bu cariyeyi satın almak istiyor da bu sebeple bakıyor veya dokunuyorsa caiz olur; çünkü işine yarayıp yaramayacağını ancak böyle anlar ve buna ihtiyacı vardır; bu bakma, gerektiğinde hâkimin, şahidin, evlenmek isteyenin bakmasına benzer; yani ihtiyaç bulunduğu için bu durumlarda da -şehvet ihtimali bulunmasına rağmen- bakma caiz olur…’ (Kâsânî, 491)
Cevâb: Fıkıhçılara iftirâ ediliyor. Aksine onlar musâfahada hiçbir ihtiyâc ve zarûretin bulunmadığını açıkça söylüyorlar. Nitekim yukarıda geçmişti. Hâl böyleyken, onların mes’eleyle uzaktan yakından alâkası olmayan sözlerini mıncıklayıp bir yerlere varmaya çalışmak en mülâyim ta’bîrle câhillik veya işgüzarlık zavallılığıdır.
Karaman: Bu nakil ve yorumlardan sonra size şunu söyleyebilirim:Siz elbette göreve devam edeceksiniz ve anlattığınız durumlarda, mesela karşı tarafın imanına, din duyusuna zarar vermemek için musafaha da yapacaksınız. Gerekmediği yerlerde ve imkan bulup da anlattıktan sonra bunu yapmazsınız.
Cevâb: Allah korkusu olmayanlar, elbette her türlü şeytânî kıyâs vesveseleriyle mü’minleri yoldan çıkarmaktan çekinmezler, akıllarına geleni ‘söyleyebilirler’. Ümmetin her bakımdan yaptırım gücü olan bir emîrinin/başının olmamasından yüreklenerek ve cesâret alarak, hattâ sırtını zâlimlere dayayarak her nâneyi yiyebilirler. Hasbunellâhu ve ni’mel vekîl…
Karaman: Anlatırken de ‘şehvet duymak’ gerekçesinden söz etmemek gerekir; çünkü bu söylem, Müslüman erkeklerin şehvet düşkünü, hatta seks manyağı oldukları ithamına yol açıyor.
Cevâb: Bizim efendilik şampiyonu çelebilerimiz, Şer’î hassâsiyyet sâhiblerine ‘şehvet düşkünü’ ve ‘seks manyağı’ yakıştırması yapılmasına elbette ses çıkarmazlar. Ama biz yine de kabalığımızı yapalım:
Asıl ‘şehvet düşkünü’ ve seks manyağı olanlar, bu ve bu gibi husûslarda şehveti veya şehvet tahrîkini hesâba katmayanlardır; veyâhud avının üzerine sıçrayan yırtıcı gibi, şehveti körükleyecek işlere atılanlardır; ya da ‘ictihâd’larıyla bunun yolunu açanlardır; bu husûsta son derece dikkatli ve hassas olunmasını emreden -hâşâ ve kellâ- Allah celle celâlühû, Resûlü sallellâhu aleyhi ve sellem, müctehidler, âlimler ve ellerinden geldiğince bu emre uymaya çalışan mü’minler değil…
Karaman: Esasen Kur’an’da veya Sünnet kaynağında açıklanmış böyle bir gerekçenin bulunmadığını, bunu fıkıhçıların kendi ictihadlarına (yorumlarına) dayanarak söylediklerini yukarıda zikrettik..
Cevâb: İşte hastalık burada zaten… ‘İctihâd’ nedir? ‘Esasen Kur’ân’da veya Sünnet kaynağında açıklanmış bulunmayan’ noktalardaki ‘yorumlar’a ictihâd ismi verilirse, iş buralara gelir dayanır. Açıklama ne demektir ve mertebeleri nelerdir? Bunlar bilinmeden veya hesâba katılmadan sarf edilen bu gibi sözler Sünnet inkârcısı sünnetsizlerin önünü açmaktan başka ne işe yarar? Kur’ân’ın -mücmel, hafî, müşkil ve hattâ müteşâbih âyetleri de bulundurmasına rağmen- ‘her bir şeyi açıklamak içün’ gönderildiğinin söylenmesi neyi anlatır? Bu suâller doğru cevâblanmadıkça Turan Dursun’ların ekmeğine yağ sürülmüş olur. Dinsiz Abdullah Cevdet’ler ile Zındık Hüseyin Câhid’lerin ve Celâl Nûrî’lerin ‘ictihâd’anlayışları esâs alınıp ‘hadîsle amel ancak nazar (ictihâd) ile, nazar (ictihâd) ile amel de ancak hadîs ile doğru olur’[10] diyen İmâm Muhammedlerin ictihâd anlayışı bir tarafa fırlatılırsa, iş böyle bir hazîn noktaya gelir dayanır.
Nice hicâb âyetleri ve hadîsleri, onca ‘Allah’ın hudûduna yaklaşmayın’ ilâhî fermanları, musâfaha hakkında getirdiğimiz yukarıdaki hadîsler var… Bunlardan hiçbirinin açık olarak bulunmadığı farzedilse bile, ortada, böyle bir nassın bulunduğuna, hattâ yabancı kadınlarla musâfahanın meşrûluğuna dâir nass bulunsa bile, onun neshedildiğine dâir bir nassın mevcûd olduğuna delâlet eden İcmâ’-ı Ümmet bulunmaktadır. İslâm âlimleri yabancı bir kadın ile musâfaha etmenin harâmlığında sözbirliği hâlindedirler. Kaynak vermeye bile gerek yoktur. Mezheblerin tamâmının fıkıh kitâblarına bakılabilir. Zaten şunlarca en küçük bir zayıf fetvâ bulunabilseydi getirilip gözlere sokulurdu. Ama heyhât… Buna rağmen fıkıhçıların anlaşılamayan veya kasden tahrîf edilen sözleri ile zamane beyinsizlerinin desteksiz hezeyânlarını karıştırmak da neyin nesi?!… Hâsılı, fıkıhçıların yaptığı, ‘menât’ı tesbît yolarından biri veya birkaçı ile yapılan bir ‘menât’ ta’yîninden ibâret… Yeni müctehidlerimizin(!) yaptığı gibi gelişi güzel bir atış değil…
Karaman: Böyle bir âdetin (genç kadınla erkek arasında tokalaşmanın) bulunmadığı yer ve zamanlarda genç kadın ve erkeklerin birbirlerinin ellerini tutmalarının cinsel duyguyu harekete geçirme ihtimali elbette daha fazladır ve fıkıhçılar bu yönden haklı olabilirler. Bugün ise hem âdet yaygınlaşmıştır, tabîîleştiği için şehvetle ilişkisi zayıflamıştır, hem de sorunuzda ifade ettiğiniz şekilde bazen gerekli hale (ihtiyaç/zaruret haline) gelmektedir.
Cevâb: Bu mantığa göre, zinânın âdet hâline getirildiği asrî şehirlerde, bilumum çıplak kamplarında ve hattâ umumhânelerde ‘cinsel duygunun harekete geçme ihtimali elbette daha’ az olmalı(!)… Aman ya Rabbi!.. Aklımızı lütfunla zâyi’ etme… Hezeyânların ictihâd olarak pazarlandığı zaman ve zeminde bizi cinnet getirmekten ve şaşırmaktan sen muhâfaza et, Allahım!…
Karaman: Bu sebeple -açıklanan çerçeve ve mânadaki zaruret dışında bunu yapmak istemeyenlerin- uygun zamanda ve uygun bir üslup içinde, ‘bizim geleneğimizde yok, Peygamberimiz yapmamış, kadim fukahâ, ortada bir ihtiyaç ve zaruret bulunmadıkça caiz görmemiş, biz de yapmıyoruz’ demeleri yeterlidir.
Cevâb: Ne dersiniz, neresinden tutarsınız?!.. İş geleneğe dayandırılıyor!… Nasıl da bir tahrîf ve saptırma değil mi?!.. Sabır ve tahammülünüz elverirse yukarıları bir daha okuyunuz…
Karaman: Bir başka cevabım:Bayan eşiniz olmadıkça Müslüman olmasa da onunla ilişkileriniz sınırlı olacaktır; Müslüman olmayan bir bayanla da mesela öpüşemezsiniz.
Cevâb: Oh be… Cımbızla da olsa, kendi içinde bir doğru bulabildik.
Karaman: Bayanlarla el sıkışma meselesine gelince, günümüzde özellikle şehirlerde ve özel durumlar da kadınlarla erkekler de el sıkışıyorlar, bu âdet haline gelmiş durumda.
Cevâb: Zinâ da ediyorlar, o da âdet hâlini aldı. Mekteb ve işyerinin helâlarının lağımları sık sık tıkanmakta… Allah akıl ve îmân vere…
Karaman: Müslüman bir erkek henüz kendini anlatamadığı bir ortamda elini geri çekerse bundan -İslam’ın da istemediği- bir dizi problem çıkabiliyor.
Cevâb: Bu sözü edilen İslâm, Allah’ın gönderdiği ve Resûlünün getirdiği değil de beşer aklının, daha doğrusu akılsızlığının sınırlarını ve hudûtlarını tesbît ve ta’yîn ettiği ‘resmî’ İslâm olmalı. Yoksa Allah’ın İslâm’ını yaşamak problem çıkarmaz, aksine problemleri çözer…
Karaman: Bir Müslüman erkek, yukarıdaki şekilde gerekli hale gelmedikçe -müslüman olsun, gayr-i müslim olsun- bayanlarla el sıkışmaz. Ama bayanın elini sıkmadığında daha önemli bir zarar söz konusu olduğunda, beze dokunuyormuş gibi -böyle bir duygu içinde- kadının elini sıkabilir.
Cevâb: Ya ardından gelecek olanı, ötekini?… Değilse, neden?!… Fıtratı, nice hikmetlerle şehvet kuvvesini de bulunduracak şekilde yaratılan bir insan ‘bez’ gibi nasıl olabilir?… İhtiyârlık, hastalık veya belli bir yaşama ve terbiye ile ender olarak böyle olduğu var sayılsa bile bu istisnâî hâl herkese şâmil olacak bir kanun maddesi mesâbesindeki ictihâda nasıl mahal teşkil edecek? Farz-ı muhâl olduğu var sayılsa ve kendizi ‘bez’ olabilse bile karşıdakinin bez veya çaput olup olmadığını nasıl bilecek ve böyle devam etmesini neyle garanti edecek?!.. Akıl ne güzel bir nimet!… Sübhâne qâsimi’l-ukûl…
Galiba bizim yaptığımız, birilerinin saçmalamalarıyla ömrü tüketilen kurbanlık bir neslin, eli kolu bağlanmış halde boynuna bıçak çalınırken son ‘meee’lemelerini yükseltmesinin hazîn tablosunu sergilemekten ibâret… Hasbunellah…
Ortada aklî bir ârıza yoksa, şu yazılan saçmalamalardan belli ve açıktır ki, asıl maksad dîni tahrîbden başka bir şey değil… Allah celle celâlühû şerlilerin şerrinden Ümmet’i korusun…
و صلى الله تعالى عليه و على آله و سلم تسليما والحمد لله ربالعالمين
[1] Sonradan sorduk ve öğrendik.
[2] Müsned-i Ahmed (6997, Dâru’l-Hadîs-Kahire)
[3] Buhârî (4891)
[4] Muvatta’ (1893), Müsned-i Ahmed (26889), Tirmizî (1597), Nesâî (4192), İbnü Mâce (4874)
[5] Müslim, Sahîh (8/52)
[6] Taberânî, el-Kebîr (20/211-212 H:486-487) Münzîrî, et-Terğîb ve’t-Terhîb(3/66)de şöyle dedi: Bunu Taberânî ve Beyhakî rivâyet etti; Taberânî’nin râvîleri güvenilir kimseler olup Sahîh’in ricâlidir. Heysemî de Mecmâu’z-Zevâid’de ‘bunu Taberânî rivâyet etti; râvîleri Sahîh’in râvîleridir’dedi. (4/426 H:7718, D. K. İlmiye baskısı,1422)
[7] Nasbu’r-Râye (4. cildin sonu)
[8] Nasbur’r-Râye (4/240)
[9] Kâsânî, el-Bedâyi’ (6/495 İlmiyye, 1418)
[10] Usûl-i Serahsî (2/113, Kahraman yayınları, 1984)
darusselam.com’dan alınmıştır.