Kemal Özer
Gıybet ve insan fizyolojisi – Kemal Özer
Bir iletişim tekniği olarak ‘keramet’ ile ‘tayyimekân’ ve ‘tayyizaman’ gibi sıra dışılığı ifade eden kavramlar üzerinde de düşünmek gerekir. Zamanın durması ve mekânın ortadan kalmasına bugünün ses ve görüntü tekniği iyi bir örnek değil mi?
Konuştuğunuz anda on binlerce km uzaktaki bir kimse sizi duyuyor, görüyor ve tepki verebiliyorsa, manevi âlemde bunun imkânsızlığını düşlemek büyük bir tezat. Fizik kanunlarıyla izah edemediğimiz ruh ve melek gibi varlıkları ve bunların madde ötesi iletişimini anlamak dün için kolay olmasa da, bugün için mümkünlüğü ayan beyan ortada.
Kişilerin birbirleri hakkında duydukları, olumlu ve olumsuz hissiyatları belirleyen süreçlerin en önemli sebeplerinden biri de, birbirleri hakkında habersiz söyledikleri ve düşündükleridir. İyi olması için iyi şeyler, kötü olması içinse kötü şeyler söylemek yeter.
Bir kişinin gözünün içine bakmak veya göz göze gelmekten imtina etmek muhatap için mesaj niteliği taşır. Aynı şekilde bir tebessüm sevgiye, imalı bir söz veya davranış ise nefrete yol açar. Yani beden dili, kalbin dilidir. Çoğu kez sözden daha tesirlidir. Çünkü bu hallerde insan çevreye pozitif ya da negatif enerji yayar. Kişinin mutluluğu, stresi, kötü düşüncelere müptela olması gibi durumlarda çevresine yaydığı enerji boyutunun değiştiğini de biliyoruz artık. Maalesef gıybette bu tür negatif enerjiye yol açan kötü hasletlerden biri.
Aslın da gıybet, ‘nasıl bir Müslüman olmalıyız’ sorusundan bağımsız düşünülemez. İnsanlar arasında oldukça yaygın olan buğz ve haset, bencilliğin en büyük emarelerinden biri olup, taraflar arasındaki ilişkiyi olumsuz olarak etkiler. Bugün ‘egoizm’ olarak tanımlanan bencillik, tıbbî olmasa da bir hastalık olup, kişilik bozukluğunun bir göstergesi olarak kabul edilir.
İnsanın ruhu da, beyni de tıpkı vücudun bütünü gibi temiz ve sahih şeylerle beslenmeyi gerektirir. Sadece birini beslemek yetmez, hepsinin ihtiyacını karşılamak ‘kâmil insan’ olmak için değil, ‘insan’ olmak için de şart.
Bedenin terbiyesi gibi ruh ve tüm azalarında terbiye edilmesi şart. Dilin terbiyesi ise yalan, kötü söz ve gıybet açısından da ayrı bir öneme sahip. Dilini terbiye edemeyen kimsenin en büyük zararı yine kendinedir. Kötü söz, hangi devirde hangi işi çözmüş ki şimdi çözsün! Kötü söz, hangi kötü gidişatı değiştirmiş ki şimdi değiştirsin!
Gıybet; boş, hazımsız, kibirli ve cimri kimselerin sorunudur. Cimriler, bedenlerindeki gereksiz hatta zehirli atıkları bile çıkarmak istemedikleri için kendi kendilerini zehirlerler.
İman etmek, ilk ve önemli bir adım olmakla beraber yeterli değil. İnsan bedeninin temiz gıdalarla, ruhun hiçbir şüphe barındırmayan sahih bir imanla, bilincin ise tertemiz bir bilgi ile beslenmesi gerekir ki arzu edilen bir insan ortaya çıkabilsin.
İnsanı bireyleştirip bencilleştiren modernizm, insanların maddi ve manevi açıdan doğru şekilde beslenmesini engellemek için, hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyor. İnsanların sahih bilgiye, şüphe barındırmayan bir inanca ve doğru bilgiye erişmesini engellemek için her türlü mücadeleyi yürütüyor. Filmler, müzikler, reklamlar, belgeseller, romanlar, moda, ilaçlar, aşılar, tarım kimyasalları, katkı maddeleri, radyasyon, parfümler, deterjanlar gibi sayısız araçla bilinç ve bilinçaltına saldırıyor. Allah’ın varlığını tartışma hakkınızı tanıyor ama bilimi kutsallaştırıp, tabiri caizse Tanrılaştırıyor. Bilime yönelik yapılacak bir eleştiri, dışlanmanıza ve aşağılanmanıza yol açıyor.
Geçmişte tekke ve dergâhların, benlik duygusunu yenme yönündeki mücadelesinin aksine, NLP olarak adlandırılan yöntemlerle ‘benlik’ duygusu körükleniyor. Kadına bağımsızlaşma adıyla telkinde bulunulup, ailenin yapıtaşı olmak yerine, ‘özgür birey’ olma fikri dikte ediliyor. Zevcesiyle bir ve beraber olmaktan ziyade, aralarına iki yabancı gibi kalmalarını sağlamak için sözüm ona özgürleştirmeye çabalıyor. Cemiyet, aile, ebeveyn gibi bütünleştirici yapıların temelini dinamitliyor. Had algısı ve Allah’ın hadlerinin aşılması için nefisler alabildiğince şişkinleştiriliyor.
Karı koca arasındaki ünsiyet; bağımsız hesaplar ve ayrılma ihtimali üzerine kurgulanıyor Çocuk; Allah vergisi ve takdiri olarak değil, yapma zamanı, doğacağı gün ve yeri dâhi plan ve anlaşmanın birer parçasına dönüşüyor.
Gıybet materyalistleşip, doyumsuzlaşan modern insanın hayatını bir parçasına dönüştürülüyor. Sohbetlerin vazgeçilmesi ve adeta deşarj olma aracına dönüştürülüyor. Bütün bunlar ve insanlar arasındaki samimi ilişkiyi zayıflatıp, olumsuz yönde besleyen ve mutlaka geri dönülmesi gereken kötü bir gidişat.
Allah Azze ve Celle kulları arasındaki güçlü bağları koparan, kardeşlik ve dayanışma bağlarını yok eden bu kötü hâli, Hucurat Suresi’nin 12. Ayet-i Celilesi’nde şöyle tasvir ediyor: “Ey iman edenler! Birbiriniz hakkında gerçekliği kesin olmayan yargılarda bulunmaktan kaçının. Çünkü gerçekliği kesin olmayan yargıların bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın; birbirinizi arkadan çekiştirmeyin! Sizden birisi hiç ölmüş kardeşinin etini yemek ister mi? İğrendiniz değil mi? Allah’tan korkun, bunları yapmayın. Şayet yapmışsanız tövbe edin de, O sizi affetsin. Zira O, kullarının tövbelerini fazlasıyla kabul eder, onlara merhametle muamele eder.”
Yalan ve gıybetle beslenen modern dönem haberciliğine yönelik bir terbiye edici uyarı da, yine aynı surenin 6. Ayet-i Kerime’sinde şöyle geçiyor: “Ey İman edenler! Günah işlemeyi alışkanlık haline getirmiş birisi size bir haber getirdiği zaman onu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa zarar verirsiniz de, sonra böyle yaptığınıza çok pişman olursunuz.”
Kadı Beydâvî, ilk Ayet-i Kerime’nin birinci bölümündeki zikrolunan ve günah olan zannın, iyi kimselere yönelik ‘kötü düşünce’ olduğunu belirtir. Gıybetin ne olduğu sorulduğunda Efendimiz (s.a.v.)’in “Din kardeşini hoşlanmayacağı bir şekilde anmandır. Eğer o şey kendisinde mevcut ise onun gıybetini yapmış olursun, değilse iftira etmiş olursun” şeklinde buyurması, her şeyi tevile gerek bırakmayacak açıklıkta tarif etmekte.
Toplumsal huzuru dinamitleyen nedenleri saymaya kalksak, belki de en başa, dedikoduculuğu yani gıybeti yerleştirmeli. Allah’ın bu konuda “ölmüş kardeşinizin etini yeme” şeklindeki ağır tarifi de bu nedenle olsa gerek.
Bazen aklımızdan, yanımızda olmayan bir kişi hakkında sıcak duygular geçirdiğimizde veya bu şekilde rüyalar gördüğümüzde, o kişiden hemen bir haber veya telefon geldiğine çokça şahit olmuşuzdur. Bu aslında gönüllerin bedenden bağımsız iletişim halinde olduğunun en açık delili.
Gönlün sevdiği kişiye ister karşımızda olsun, isterse de çok uzaklarda bulunsun, bedeninde tebessüm ettiğini, hatta iliklerimize kadar mutluluk duyduğumuzu çok iyi biliriz. Bu nedenledir ki, bir hasta çok sevdiği bir kişinin ziyaretinden duyduğu memnuniyet sayesinde çok kısa bir sürede iyileşebilir. Çekilen EGK’lar, ölüme yakın bir kişinin yanında sevdiği bir kişinin bulunmasıyla büyük bir teselli bulduğu ve rahatladığı yönündedir.
Bazen kibir, bazen kendini beğenme, bazen kıskançlık, bazen iki yüzlülük, bazen de kişinin hatalarını yüzüne söyleyememe hali gibi nedenlerle tezahür eden gıybet, tarihte kavimlerin geleceğini ve tarihin akışını bile değiştirmiştir.
Unutulmamalıdır ki hazların yaşandığı ortam cehennemdir. İki insanın yanlarında olmayan diğer bir insan hakkında yapmaya başladıkları dedikodu yani gıybet de bir nevi tatmin olma biçimi olup hazcılıktır. Üstelik bu hazcılık, Ayet-i Kerime’ye göre ‘ölü eti yemek’ gibi yamyamlık emareleri de içerir. Bu davranışın sahipleri bedenlerini olmasa da ruhlarını kendi türüne ait maddelerle beslemiş oluyorlar.