Fazlurrahman

Fazlurrahman

Fazlurrahman, 21 Eylül 1919’da Pakistan’ın Horoza şehrinde doğdu. 1940’ta Pencap Üniversitesi Arapça Bölümünü bitirdi. 1949’da Oxford Üniversitesinde doktora çalışmasını tamamladı. 1962’de Pakistan İslami Araştırmalar Enstütisine müdür oldu. 1969’da Chicago Üniversitesinde göreve başladı. 26 Temmuz 1988’de öldü. Eserleri, İslam, Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu vb.

Fazlurrahman, Kur’an’a tarihselci bakış açısı ile bakanların önderi olmuş durumundadır. O, Kur’an’daki hükümleri ikiye ayırır; cüz’i ve külli diye. Külli hükümleri zaman ve mekan üstü kabul ederken cüz’i hükümlere tarihselcilikle yaklaşır. Cüz’i hükümlerin uygulanamayacağını söyler. Buna örnek:

“Kur’an tarihseldir. Yani o günkü şartlara ve insan seviyesine göre hükümler koymuştur. Kur’an’ı o güne taşır, olayları tespit edersek, bugünün hükmünü biz istihsal ederiz. Mesela, kadın okuma yazma bilmezdi, o yüzden şahitliği “bir erkeğin yanında iki kadın” (Bakara resi, 282) olarak saptandı. Bugün kadın okumuştur, bir kadın yeter.”

Fazlurrahman Allah’ın Elçisi ve Mesajı adlı kitabında bakınız Miraç hadisesini nasıl değerlendiriyor: “Kur’an’ın bazı ayetleri(…) Peygamberin benliğinin genişleyip topyekun gerçeklikle birleştiği, bir seri ruhani deneyimden bahseder. İslam geleneği, bütün bunları, önemli bir deneyimde, Peygamberin göğe yükselmesi tecrübesinde birleştirmiştir ki; büyük ihtimalle bu, İsa’nın göğe yükselişine olan Hıristiyan inancı ile rekabetten dolayıdır.” Ayetleri dahi önemsemeyen Fazlurrahman böylece Miraç hadisesine inancını da gösterdi.

Ana Konularıyla Kur’an adlı kitabında Fazlurrahman diyor ki: “Eğer tebliğ kabul edilmese ve görev başarıya ulaşmazsa o zaman elçi görevini hakkıyla yerine getirememiştir demektir. Bu takdirde Allah başarısızlığa ulaşmış ve insanlık mahvolmuş demektir.” Şu sözleri hangi Müslüman söyleyebilir. Aklen ifrata gidenlerin, peşlerinden de masumları sürüklemeye çalıştıkları noktayı işte görüyoruz.

Allah’ın Elçisi ve Mesajı adlı kitabında Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e akıl almaz iftiralar atan Fazlurrahman şöyle diyor: “Mekkeliler uzlaşma önerilerini sunmadan önce, belli başlı akidelerde Peygamber ile müzakere yapmak istediler. Eğer Muhammed onların tanrılarını, insan ve tanrı arasında aracı olarak kabul ederse ve belki de tekrar dirilme fikrini kaldırabilirse, onlar da Müslüman olabileceklerdi. Tekrar diriliş konusunda uzlaşma olmadı. Aracı tanrılar için ise İslami gelenek şunları söylüyor: Habeşistan’a göç zamanında, oluşum halindeki Müslüman toplum büyük sıkıntılar içinde iken Peygamber bir kez bu tanrılar lehine konuşmuş, 53. reden uzlaşmaya işaret eden bazı ayetler zikretmiştir. Fakat bunlar çok kısa bir süre sonra feshedilmiş, şeytani ayetler olarak şiddetle tenkit edilmiş ve şu an Kur’an’da bulunan ayetler onların yerini almıştır.” “Birçok günümüz Müslümanı Muhammed’in bu tür sözler sarf ettiği rivayetini reddeder; fakat Kur’an’ın ışığında bakacak olursak bu pekâlâ mümkün de olabilir.” İşte bu sözleriyle Fazlurrahman dinden sıyrılmıştır. Hâlbuki Hz. Fahr-i Kâinat ve iki cihan güneşi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) zorluklara ve çektiği ızdıraplara karşı ve vaad edilen dünyalıklar karşısında: “Bir elime güneşi, öbür elime ayı verseler yine de davamdan vazgeçmem.” demedi mi? Ne demek taviz verdi. Bir insan Kur’an’ın ayetleri zamanla değişti derse herhâlde rahatlıkla Müslüman olmadığına kanaat getiririz.

İslamî Çağdaşlaşma adlı kitabında şunları söylemiştir: “İslami çağdaşçılığın bir anlamı varsa, o da kesinlikle şeriatın muhtevasının değişime, büyük ölçüde ve çok yönlü bir değişime tâbi tutulması gerektiğidir. Bu makalede belirtildiği şekilde değişim ilkesi kabul edilirse bu faaliyet hiçbir şeyle sınırlandırılamaz; hatta Kur’an’ın kanun koyan ayetleri dahi bu yeni yorumun kapsamı dışına itilemez. Bu ilkenin tek sınırı ve gerekli çerçevesi Kur’an’ın sosyal gayeleri, temel manevi ve ahlaki ilkeleridir.” Fazlurrahman Kur’an-ı Kerim’de dâhil olmak üzere dinimizi baştan aşağı yenilemek yani kendine göre yeni din ortaya çıkarmak istiyor.

Modernitenin İslam Üzerindeki Tesiri adlı makalesinde şunları söylüyor: “Kur’an’ın gerçekleştirmek istediği hususlar, günümüz bağlamına lâfzî olarak taşınamaz. Çünkü böyle yapmak, bizâtihî Kur’an’ın gayelerine muhalefet etmekle sonuçlanabilir.(…) Bugüne kadar yalnızca Peygamberin sünneti ve fıkhın değil, aynı zamanda Kur’an’ın dahi kesinlikle tarihsel tetkike tabi tutulmasını isteyen bu yaklaşım, sadece gelenekçiler değil, onların yanı sıra modernistlerin çoğu bile bunu kabulde tereddüd gösterdiler. Oysa bu, Kur’an’ın ve Peygamberin hedeflerini hakikaten gerçekleştirmek ve Müslümanların tarihsel performanslarını takdir edip değerlendirmek için tek dürüst yöntem olarak gözükmektedir.” (Kur’an’ın Tarihsel ve Evrensel Okunuşu adına neşredilen kitap içinde.) Fazlurrahman’ın açıkça bir isteği var: Kur’an dâhil tüm din yenilenmeli, modernizm süzgecinden geçirilmelidir. Fazlurrahman, Ana Konularıyla İslam adlı kitabında müfessirlerin ayetlerin manalarını sakladığını iddia etmiştir: “Müfessirlerin büyük çoğunluğu bu her iki ayette de apaçık olan anlamı kabul etmekten sakınmak için ellerinden gelen gayreti göstermişlerdir. Bu ayetlerin açık anlamı ise şudur: Hangi guruba ait olursa olsun Allah’a, ahiret gününe inanan ve iyi işler yapan her insan kurtulur.”

Allah’ın Elçisi ve Mesajı adlı kitabındaki şu beyanat belki de dinler arası diyalog faaliyetlerini savunanlara kaynak oluşturmuştur: “Dahası, Allah’a, ahiret gününe inanmaları ve iyi amel işlemeleri şartıyla bütün Müslümanlara, Yahudilere, Hıristiyanlara ve Sabiilere Allah’tan mükâfatlar vaad eden iki ayet vardır. Bu ayetlerde Hz. Muhammed’in elçi oluşundan dahi bahsedilmediğine göre, Kur’an’ın amacı iyi amelleri vurgulamaktır.” Yalnız şu ayet Fazlurrahman’ın bu görüşünü çürütmeye kâfidir: “Kendileri kâfir olmuş olan o Ehl-i Kitap ve müşrikler; gerçekten içerisinde ebedi kalıcılar olarak cehennem ateşindedirler! İşte sana! Onlar, yaratıkların en kötüsü ancak onlardır!”1

Bugün bu görüşü Gülen cemaati ve aynı düşünce ekseninde yürüyenler ile Diyanet teşkilatı bünyesine sızan Hıristiyan sevdalısı sözde din görevlileri benimsemiş ve dünya çapında kongrelerle fikirlerini yaymaya çalışmışlardır. Hâlbuki Kur’an-ı Kerim’de, Sünnet-i Nebevî’de ve 1400 yıllık ümmet icmâsında bu görüş asla dile getirilmemiş ve hatta şiddetle reddedilmiştir. Nitekim yüzyıllarca İslam âleminde Hıristiyanlara, Yahudilere ve bunların hala hak olduğunu söyleyenlere karşı binlerce cevap mâhiyetinde kitaplar yazılmıştır

İslam Geleneğinde Sağlık ve Tıp adlı eserinde: “Daha önceki bölümde gördüğümüz gibi, şayet bir erkek karısını “üç lak” usulüyle boşarsa, kadının önce başka biriyle evlenip, eşi onu boşamadıkça ya da ölmedikçe, birinci eşiyle uzlaşması ya da yeniden evlenmesinin mümkün olmayacağı şeklinde bir kuralı koyan yine Hz. Ömer’dir. Bütün bunlar Hz. Ömer’in yabancı kadınların olağanüstü çoğalmasından doğan cinsel karmaşayı kontrol altına alabilmek için giriştiği faaliyetin boyutlarını göstermektedir.” Fazlurrahman’ın, Hz. Ömer Efendimize (s.a.v.) mâl ettiği hüküm için Kur’an-ı Kerim’de Allahu Zülcelâl şöyle buyuruyor: “Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle tutmak, ya da güzellikle salıvermektir.(…) eğer erkek kadını (üçüncü defa) boşarsa, ondan sonra kadın bir başka erkekle evlenmedikçe (ilk kocanın) onu alması kendine helal olmaz. Eğer bu (ikinci) kişi de onu boşarsa, her iki tarafta (kadın ve ilk eşi) Allah’ın sınırlarını muhafaza edeceklerine inandıkları takdirde, yeniden evlenmelerinde bir beis yoktur. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Allah, bunları bilmek, öğrenmek isteyenler için açıklar.”2 Yani bu şartı Hz. Allah koymuştur. Bu ayeti bilmemesinin imkanı olmadığına göre Fazlurrahman farklı bir görüşe sahip. Ya Kur’an’ın tahrif olduğuna inanıyor ki, böyle olmadığını kendisi söylüyor. Yahut da Kur’an’ın bazı hükümlerinin artık geçerliliğini yitirdiğini savunuyor. Kuvvetle muhtemel olan ikinci görüştür. Zira daha önce de söylediğimiz gibi Kur’an’ı dahi yeniden gözden geçirmemizi söylüyor.

İslam ve Çağdaşlık adlı eserinde: “Çağdaşçılık öncesi “Yeniden dirilişçilik”in ve çağdaşçılığın itibar ve şerefi şuradadır ki, onlar bu bin yıllık kutsal ahmaklığı kökünden yıkıp…” diyerek Ehl-i Sünnet akidelerine ve binlerce yıllık İslam geleneğine saldırmıştır.

Fazlurrahman bütün modernizm tutkusuna sahip reformcular gibi mucizeleri inkâr etmektedir. Özellikle Peygamber Efendimizin (s.a.v.) mucizelerini inkâr etmek için elinden geleni yapmıştır. İslam Geleneğinde Sağlık ve Tıp adlı eserinde: “Dolaysıyla, her ne kadar, Allah, mucizeler yaratmaya kadir ise de artık modası geçmiş olması sebebiyle mucize olmayacaktır. Hz. Peygamber’in, sözde tabiatüstü mucizelerini hikâye eden birçok hadis, diğer toplumların kendi dini kurucuları ve önderleri hakkında beyan ettikleri hikâyelerle yarış için Müslümanlar tarafından icat edilmiş olmalıdır.” Yine başka satırlarda şöyle diyor: “Hz. Peygamber’in önceki peygamberler gibi tabiatüstü türünden mucizeler göstermemesinin bir sebebi de artık bu tip mucizelerin güncel olmamasıydı. Ama yine de Peygamber kendisine bu tip mucizeler verilmediğine üzüldü, onun için Kur’an bunu biraz da kesin bir şekilde eleştirmiştir.” “Daha önce de söylendiği gibi Kur’an harikulade dili ve başka dillere çevrilemeyişiyle Peygamberin tek mucizesidir.” Evet, Hz. Kur’an, Fahr-i Âlem Efendimizin (s.a.v.) en büyük ve en mükemmel mucizesidir. Lakin O’nun tek mucizesi Kur’an demek zaten Kur’an’a ters düşmektir. Zira Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ayı ikiye bölmesi hadisesi Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılıyor: “Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı. Onlar bir mucize görürlerse hemen yüz çevirirler ve eskiden beri devam edegelen bir büyüdür, derler. Yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. Halbuki her işin ulaşacağı yeri vardır.”3 Yine Bedir ve Hendek gazalarında Peygamber Efendimize (s.a.v.) ve İslam ordusuna meleklerin yardım ettiği Kur’an’da yazılıdır. “Andolsun, siz son derece güçsüz iken Allah size Bedir’de yardım etmişti. O halde Allah’a karşı gelmekten sakının şükretmiş olasınız. Hani sen Mü’minlere, “Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. Evet, sabrettiğiniz ve Allah’a karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder. Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Yardım ve zafer ancak mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah katındadır. Bu işte senin yapacağın bir şey yoktur. Allah, ya tövbelerini kabul edip onları affeder, ya da zalim olduklarından dolayı onlara azap eder.”4

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu