Anasayfa SliderAnasayfa YazılarArşivReşid RızaSON EKLENENLERson-eklenenler

FAIZI MEŞRULAŞTIRMA ÇABALARI ! / Reşid Rıza Nazarında Faiz

Reşid Rıza Nazarında Faiz – Dr. Hasib es-Samarraî

Faiz, İslâm gelmeden önce Arap Yarımadasında yaygın bir hastalık halindeydi. Arap toplumu, geçim sıkıntısı ve iktisadî çöküntü içindeydi. Arazi çorak olduğu için ihtiyaç maddelerini dışarıdan; Yemen’den ve Şam’dan sağlıyorlardı. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm Allah’ın onlara nimetlerini tescil babında şöyle der:

1- (Bari) Kureyşî emn-ü selâmete,
2- Kış ve yaz kendilerini seyr ü seferde esenliğe (ve garantiye) kavuşturduğundan dolayı.”

İktisadi durumun kötülüğü, Arapları çoğu zaman mali hususlarda tahakküme ve mücadeleye itmiş, kötülük, kabalık, şahsî arzu ve enâniyet şüyu bulmuştur. Allah bilir ya, bütün bunların tek sorumlusu Medine’de yerleşmiş bulunan yahudilerdi. Bu hastalık onlardan yayılmıştı. Çünkü onlar faiz veriyorlar ve bunu yayıyorlardı. Nitekim, Kur’ân-ı Kerim onların bu halini bize şöyle haber verir:
“Cahil Arapların malını almakta bize günah ve sorumluluk yoktur.”

Yahudiler, Arapların maddi yoksulluğunu sömürdüler ve faizi arttırdılar, kat kat yaptılar ve bu veba, Araplar arasında yayıldı. Köklü, yerleşmiş bir âdet haline geldi. Bu hastalığı tedavi için Kur’ân-ı Kerim kesin bir ilaç tatbik etti, tabii bu, tedrici oldu. Araplar da Kur’ân’ın faizi haram kılan emrine, tedrici şekilde teslim oldular. Allah şöyle buyurur:

1- “İnsanların mallarında artış olsun diye faiz (cinsin)den verdiğiniz şey (nakdi mal, sadaka vesaire) Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekât ise, işte sevablarını kat kat artıranlar (onu verenleridir.”(225)

2- “Yahudilerden (taşan) bir zulüm, onların (insanlardan) bir çoğunu Allah yolundan alıkoymaları, (Tevrat’ta) nehy edilmelerine rağmen riba (faiz) almaları, hallan mallarını haksız yere yemeleri sebebleriyledir ki biz, (evvelce) kendileri için helâl kılman temiz ve güzel şeyleri üzerlerine haram ettik. İçlerinden kâfirlere pek acıklı bir azâb hazırladık”

3- “Ey İman edenler, ribayı (faizi) öyle kat kat artırılmış olarak yemeyin. Allah’tan korkun, Tâ ki, muradınıza eresiniz.”

4- “Ey iman edenler, (gerçek) mü’minler iseniz Allah’tan korkun, faizden (henüz alınmamış olup da) kalanı bırakın (almayın).

“İşte (böyle) yapmazsanız Allah’a ve Peygamberine karşı harb(e girmiş olduğunuzu) bilin. Eğer (tefeciliğe, murabahacılığa) tevbe ederseniz mallarınızın başları (sermayeleri) yine sizindir. (Bu suretle) ne haksızlık yapmış, ne de haksızlığa uğratılmış olmazsınız.”(228)

Bu âyet, faizin haram olduğunu ifade eden kesin bir delildir. Bu âyetten, faizin haramlığı hususunda şiddet gösterdiğini, hatta faiz yiyeni Allah ve Resûlüyle harb halinde kabul ettiğini, âlim, hâkim Allah’ın koyduğu, ResûluUah’ın açıkladığı nizâma savaşa girmiş saydığını görüyoruz.

Bunun içindir ki faiz konusu önemli, hassas bir mevzu olmuştur, büyük bir ehemmiyeti vardır. Maalesef zamanımızda, faizli muameleler artmış olup Allah’ın kendilerini koruduğu kimseler dışında bütün toplum kesimleri onunla iş görüyorlar, onun hükmü altında eziliyorlar.

Sanki insanlar faizin haram kılındığını ve faizli muamelenin yasak olduğunu bilmemektedirler. Benim bu konuya girmemin sebebi, okuduğum bir fetvadır ki, Seyyid Reşid Rıza, onu, Şeyh Muhammed Abduh’a nisbet ediyor. Meseleyi tahkik ettikten sonra anladım ki, Muhammed Abduh’un “fevaid”e helal dediğinin aslı yok
Her ne kadar ehli olmasam da, beni bu mevzuya temas etmeye iten neden, çağımız ve daha önceki yazarlara ait okuduğum çok sayıda kitap, risale, mecmua ve gazetede faiz konusuyla ilgili şeylerin çelişkili olmasıdır.

Evet, onların bir kısmı Hak ve hakikatten uzak, Şeriat-ı İslâmiyye’ye aykırı ve Avurapa iktisad kanunlarına meyleden fikirler taşıyorlardı. Sanki bunların hepsi de Şeyh Muhammed Abduh’un “Fevâid”in helâl olduğuna dair verdiği fetvaya dayanıyor. Bunları nakleden de Seyyid Muhammed Reşid ki, onları delil olarak kullanıyor, eserlerinde ve tefsirlerinde faizle ilgili bahislerde birçok defa onu zikrediyor. Sonra faiz hakkında bir risale telif eder. Ancak, birçok defalar va’dettiği halde neşir hayatına çıkarmaz. Vefatından sonra mukaddimesini ikmâl ettikten ve bir sonuç ekledikten sonra 1938 yılında Üstaz Mahmud Behçet el-Baytâr tarafından yayınlanır. Ayrıca Muhammed Reşid’in Darü’l-Ulûm’da faiz hakkında bir konferans verdiği, gizli yoldan onu müdafaa ettiğini görüyoruz. Gerçi bu konferansının baş tarafları güzel, parlak cümleler ve tabirler ihtiva ediyor. Fakat biraz sonra onun taksim yaptığına şahid oluyoruz ki, doğrudan uzak… Faizi İbn-i Kayyım’ın yaptığı gibi ikiye ayırır: Celî ve hafi.

Birinci nevi üzerinde ısrarla durur, ona haram der. ikinci nevi hakkındaysa birtakım şüpheler uyandırarak haram olmadığını söylemek ister. Sonra da âlimlerden onu yeniden düşünerek tahlilini ve onunla muamelenin durumu hakkında icmâ’a varmalarını ister. İşte bütün bunlar beni, faiz konusuna temas etmeye itti. Muvaffakiyet Allah’tandır.

FAİZİN LÜGAT VE ISTILAHI MANÂSI:

a) Lügat manâsı: Ziyâdelik, fazlalık demektir. İbn-i Manzur Lisanü’l-Arab’ta: “Rebü: Arttı, çoğaldı, erbâ, çoğalttı, arttırdı, demektir. Nitekim, Allahü Teâlâ’nın şu âyetinde bu manâyadır: O (Allah) sadakaları çoğaltır.”(230) der. El-Misbah’ta. da: “Riba’nın manâsı fazlalık ve ziyadeliktir. En meşhur manâsı budur. Tesniyesinde ribevânı ve tahfifle ribeyâni, nisbetinde de ribevîy denir. Bunu Ebu Ubeyde ve diğer bazıları söylemişlerdir.” deniliyor.

b) Istılahtaki manâsı: Fakihler, ribayı (faizi) farklı şekillerde tarif etmişlerdir. Bu farklılık kütüb-ü sitte’de mezkûr çeşitli hadislerdeki ribâyı haram kılan illetin istinbatından ileri gelmektedir.

Tariften maksad bilinen şeyden bir suret takdim etmektir. Binaenaleyh tarifleri doğruya en yakın şekliyle nakledecek, Reşid Rıza’nın bu tariflerinin dışında bir tarif seçmesine de kısaca temas edeceğim:


Hanefilere göre faiz: Bir cinsten olan iki bedelden birine yapılan karşılıksız ziyadedir.”

Şâfiîlere göre: “Misli gayri malum olmak üzere yapılan özel bir akiddir.”

Hanbelilere göre: Özel birtakım şeylerde fazlalıktır.”

Malikîlere göre: Bir nakid yahut hususî bir taam üzerine bedel akdidir ki fazlalık yahut da mutlak suretle te’hir iddiasıyla yapılır.”

İşte bunlar haram kılındığını ifade eden kesin nasslardır ve manâya delâletleri açıktır: “Ve ribâyı haram kıldı.” Bu, sarâhatla, Allahü Teâlâ’mn faizi haram kıldığını ifade etmekte ve haram oluşuna en açık bir şekilde delâlet etmektedir. Âyetler faiz yiyenle ilgili beş şey zikretmektedir. Onlar:

1- Dünyada yahut âhirette şeytan çarpmış kimse gibi kalkması. Bu, dünyada bozuk gidişlerinde görülür; mal toplama hırslarından dolayı cânî kimselerin yolunu takip ederler. Âhirette de, ayakları tahammül edemiyecek şekilde karnı şişirilir, her ayağa kalkmak isteyişlerinde düşer, kendisine şeytan çarpmış kimse gibi olur. Bu hususta birçok rivayetler gelmiştir.

2- “Cehennemde ebedi kalmak”, ebedi kalmak, ancak küfre yakın büyük bir günahtan dolayı olur. Öyle ki, sanki büyük günah küfür gibidir. Bu, korkunç bir korkutmadır.

3- Mahvetmek. “Allah ribâyı mahveder.” Bununla helak ve kökünden kazımak yahut bereketin yok olması kasdolunmaktadır. Malında hiçbir lezzet ve rahatlık hissetmez.

4- Küfr… “Eğer mü’min iseniz” sözünün zıt anlamından bu anlaşılıyor. “Allah ısrarla haram yiyen kâfirle, ziyade günahkâr hiçbir kimseyi sevmez.” Bu âyette faizde ısrar eden kimsenin kalbi mühürlenip imandan mahrum bırakılmasına bir işaret vardır.

5- Harfe. “Allah’a ve peygamberine karşı harbe girmişsiniz.”

Bu, ribânın Allah ve Resûlüyle muharebeyi gerektiren en büyük cürümlerden bir cürüm olduğunu haber vermektedir. Bütün dinlerde hasetten İslâm dininde ribâ haram kılınmıştır. Haram kılınmasının sebebi şudur: O, öyle bir iktisadî nizâm ortaya koyar ki, o nizamda, ana para hiçbir zarara uğramadan, hiçbir tehlike sözkonusu olmadan çalışır, kazanır. Temel ihtiyaçlarını sağlamak için ödünç paraya ihtiyacı olan zayıf bir kimseye şefkat duygusu bulunmaz bu düzende. Bunun için ribanın, câhiliyye döneminde, fakirlerden çok zenginler arasında yaygın olduğunu görmekteyiz. Bu, daha ziyade bir kısım insanların mal varlıklarını kötüye kullanma, sırf kendi çıkarlarına çalışma eğilimlerinden ileri gelmektedir.

Faizin Çeşitleri:

Faiz iki çeşittir:

1- Ziyâdelik geç ödemeden ileri geldiği zaman ona ribe’1-Câhiliyye, ribe’n-Nesîe denir. Bu nevî faizle ilgili Kur’ânda kesin nass vardır.

2- Ribe’1-Fadl, ribe’n-Nakd yahut ribe’1-buyû: Bu nevî faizin haram olması sünnet-i nebeviyye yoluyla sabit olmuştur. Sahih hadis kitaplarında Ebû Said el-Hudri’den rivayetle peygamberimizin şöyle buyurduğu sabit olmuştur:

“Altın altınla, gümüş gümüşle, buğday buğdayla, tuz tuzla, arpa arpa ile biribirine müsavi ve peşin olarak satılırlar, fazlası faizdir.”

Bu, ulemanın kabul edip kendisiyle amel ettiği ve delil getirdiği meşhur bir hadistir. Farklı lafızlarla Sahâbe-i Kiram’dan dört zattan; Ömer b. Hattâb, Ubâde b. Samit, Muâviye b. Ebi Süfyân ve Ebû Saîd el-Hudrî’den rivayet olunmuştur.

Bu nevi faizde ihtilâf vuku’ bulmuş, bunu kabul edenler bulunduğu gibi reddedenler de olmuştur. İbn-i Abbas, Usâme b. Zeyd ve İbn-i Ömer: “Nesîe’den başka ribâ yoktur.” demişlerdir. Buna göre, onlar nazarında peşin olduğu zaman bir dirhem karşılığında iki dirhem almak helâldir, fazlalık haram değildir. Fakat Reşid Rıza, tefsirinde İbn-i Abbas’la İbn-i Ömer’in, bu ictihadlarından Cumhurun görüşüne rücû’ ettiklerini söyler.

Ebû Zehra der ki, “Durum böyle olsa bile, tabiîn ve onlardan sonra gelen ulemâ, ribel-Fadl ve ribe’n-Ne-sie’nin haram olduğu hususunda ittifak halindedirler.”

Bu nev’e Reşid Rıza, Hafi (gizli) ribâ, birinci nev’e de Celî ribâ (açık faiz), demiştir: “Zararı olduğu için bizzat haram kılınan: Celî; başkası sebebiyle haram kılman: hafidir (ribe’1-Fadl) ki ribe’n-nesie’ye sebep olmaması için haram kılınmıştır, zaruret ve bir ihtiyaca binaen mubah kılınır. Basiret sahibi kimseler, bu ribâyı yemeğe mecbur mudur, muhtaç mıdır, vicdanen kendisi daha iyi bilir.”

O, faizi, celî ve hafi diye ikiye ayırırken İbn-i Kayyım’m tesirinde kalır. İbn-i Kayyım İ’lâmü’l-Muvakkıîn’de şöyle der:

“Riba iki çeşittir: Celî ve Hafi. Celî, kendisinde büyük zarar olduğu için haram kılınmış, hafi de celîye sebep olduğu için haram kılınmıştır. Birincisinin haram kılınması esas, ikincininki vesile olduğu içindir.” İbn-i Kayyım, Cenâb-ı Haklan ribe’1-fadlı bizzat değil de dolayısıyla haram kıldığını, dolayısıyla haram kılman şeyin de maslahata binaen mubah kılınabileceğini açıklar.

Reşid Rıza ve Abdülaziz Çavuş’un faizi bu şekilde taksime ve bu fikirlere teşvik eden işte, İbn-i Kayyım’m bu görüşüdür. Ve bu görüş ışığında birinci nev’e ait nass bulunduğunu, ikincisi hakkında ise şüphe ve ihtilâflar olduğunu, maslahat ve hacete göre haramlığın kalkacağını söylemişlerdir.

Nitekim Reşid Rıza, Darü’l-Ulûm’un Abdülaziz salonunda yaptığı konuşmada -tefsirinde fikirlerinden döndüklerini açıkladığı halde- İbn-i Abbas ve İbn-i Ömer’i şahid göstererek der ki: “Sahabe ve tabiînden ribe’l-fadl’ı mutlak olarak caiz görenler vardır: 1) Abdullah b. Ömer: Fakat onun bu içtihadından geri döndüğünü rivayet etmişlerdir. 2) İbn-i Abbas: Onun içtihadından geri dönüp dönmediği hususunda ise ihtilâf olunmuştur.”

Reşid Rıza daha önce, tefsirinde İbn-i Ömer ve İbn-i Abbas’ın ribe’l-fadl hakkındaki görüşlerinden döndüklerini açıkladığım unutmuş mudur yoksa, unutmuş mu görünmektedir?

Ribâ lafzı âmm’ mıdır? Ribâ’daki el harf-i tarifinin hakikati nedir? Ahd için midir, yoksa cins için midir?
Reşid Rıza bir masdardan nakilde bulunurken acaib bir ifade tarzı kulamyor. O, sözün bütün manâlarını nazar-ı itibara almadan sadece kendi görüşüne uygun olanları naklediyor… Belki o söz tercih edilmeyen söz de müellif onu reddetmek için zikretmiş… Belki de o görüşün teferruatı var da müfessirlerden biri onu zikretmiştir. Müfessirlerin çoğunlukla tefsirde takip ettiği metod, çeşitli görüşleri nakletmek, şahidler, kaideler ve delillerden kendi görüşünü te’yid edeni alarak diğerlerini terketmektedir. Fakat İsa (a.s.)’m göğe kaldırılışıyla ilgili âyetleri tefsir ederken; Reşid Rıza’nın nasıl nakilde bulunduğu geçen sahifelerde gösterildi. Ezcümle Teveffi. kelimesinin manâlarını naklederken kendi görüşüne muvafık olanları zikretmekle yetinmiş, söylenmesini istemediği diğer manâları nakletmemiştir. Bu meyanda müfessirlerden birtakım nasslar nakleder ki ilk anda, okuyucunun zihnine, onun müstakil bir görüş olup nihai hüküm olduğu fikri gelir. Ve Reşid Rıza, İbn-i Cerîr’den ve İmam-ı Razi’den, Ribâ kelimesindeki (el) harfi tarifinin ahd için olduğunu rivayet ederek, buradan, haram kılma zamanında bilinen ribâ’nın, ribe’n-nesîe olduğunu, onun haram kılındığını ri-be’1-fadl’ın ise bunun dışında bulunduğunu söyler.

Bu görüş tenkide maruz olup iki şeye muhaliftir:

1- İcmâ-ı ümmete,
2- Kaideye. “Başında (el) harf-i tarifi bulunan müfred bir kelime umum ifade etmekle cem’î gibidir.” Razi’den başka bu kaidenin dışına çıkan olmamıştır.

İstiğrak zihne ilk gelen manâdır, lafzı başka manâya değiştirmek hiç bir suretle mümkün değildir. Itlaktan anlaşılan budur. Çünkü dışarıda bir ahd bulunmamıştır. Burada olduğu gibi cüz’iyete delâlet eden bir karine yoktur. Ahd-i haricî yahut ahd-i zihnî için olsun.

Ribâ çeşitlerinden hepsi değil de hususî bir nev’î ile ahdin tahakkuk ettiğine bir karine bulunmadığı zaman istiğrak manâsı, ilk anlaşılan manâ olur.

Ayetteki ribâ lafzının başındaki “el” harf-i tarifi zikredilen ahd için olsa bile bunun hususa delâlet ettiğine dair bir delil yoktur. Aksine, manâsı mutlak olarak ziyâdeliktir. Ribâ lafzının âyette hass olduğunu kabul etmemize de imkân yoktur. Bilâkis âmm’dır. Nitekim âyet, delilin hariçte bıraktığı her türlü alışverişi helâl kıldığı gibi her türlü faizi de haram kılmıştır. Ri-be’1-fadl’da da ribe’n-nesîe’deki ziyâdelik vardır, hem de onda daha açıktır. Bunun için Resulullah (s.a.v.), hadisin sonunda, bunun riba olduğunu ifade buyurmuştur: “Her kim ziyâde verir veya ziyade alırsa, o, faiz muamelesi yapmıştır.” O takdirde bu da âyetin şümulü içine girer. Ribâ lafzının ribe’n-nesîe’ye has olduğu farzedilse bile, sünnet-i meşhûre, ribe’l-fadl’ı da ona ilhak etmiştir. Hadisi meşhur ahkâmda delil olarak kullanılır. Onun için hadisin âhâd olduğunu söyleyen İmam-ı Razî’nin sözüne itibar edilmez.

Evet. Ribâ âyetini okuyan, ribâdan sadece bir nev’in tahsisini anlar mı, onda böyle bir kanaat uyanır mı? Nazil olduğu vakit âyeti duyduğunda Araplar şüphe etmiş midir? Âyetten tek bir mefhum anlaşılıyor; Umumî bir manâ ifade etmesi… Yoksa bu mefhumun, aynı seviyede müşterek, müteaddit çeşitlerini mi anlamıştır? Hiçbir âlimin, mutlak lafzın, hariçte kaldığına delil olmadan bazı fertlerine şâmil olmadığını söylemesi caiz midir? Bazı çeşitleriyle hangi tahsis eden şey tahsis etmiştiı onu… ki o, vaktin te’hir edilmesi, mukabilindeki fazlalıktır, başka fazlalık değildir, denilsin…

Reşid Rıza ‘birçok yerde ribâ âyetinin mücmel olduğunu açıklamaktadır. Tuhaf olan şu ki bir de bunda ittifak olduğunu naklediyor!.. Halbuki ribâ âyetinin mücmel olduğuna kimler ittifak etmiş, bunu nakletmemektedir. Tam aksi naklolunmuştur. Müfessirlerin ve usulcülerin ifadeleri umumiyetini isbat eder…

İşte.

1- Âlûsî: “Şüphesiz ki -delilin tahsis ettiğinin dışında- âyetteki bey’ her türlü alış-verişe, ribâ da her türlü ribâya şâmildir.” der.
2- Kurtubî, Ebu Hayyân tefsirinden naklen: “Zahir olan manâ bey’ ve ribâ’nın her türlü bey’ ve her türlü ribâ’da umum ifade etmesidir.” der.
3- İbnü’l-Arabî (247): “Her türlü ribâyı haram kılma hususunda âmm mıdır, mücmel midir, ihtilâf etmişlerdir. Ayette ona ait açıklama yoktur”. Sahih olan onun âmm olmasıdır.” der.
4- Füsulü’l-Bedâyi’de: “Âyet zahirdir, mücmel değildir” demektedir.
5– Celâl Mahallî Cemü’l-Cevâmi (248) metnine yazdığı şerlide şöyle demektedir: “Ribâ âyeti umûm içindir. Çünkü başında (el) harf-i tarifi bulunan müfred kelime umûm ifâde eder.”
6- Murtaza ez-Zebîdî: “Şüphesiz, nassların zahirleri âyetin umûmî olmasına, yâni mücmel olmamasına hükmetmeyi gerektirir.” der.
7- İkna’ havaşîsinde şöyle denmektedir: “Mezkûr âyet hakkında üç kavil vardır: Âmm, mutlak ve mücmel olması. Tercih edilen görüş ise; âmm olmasıdır. Yani Allahü Zülcelâl her türlü alış-verişi helâl, her türlü ribâyı da haram kılmıştır. -Delille istisna edilen, bu hükmün dışındadır- Çünkü bey’de asi olan helâl olması, ribâda asi olan da haram olmasıdır. Üzere kalan bir şeyde tercih edilen, umûm ifâde etmesidir.”
8- Attâr, İmâm-ı Şafiî’den “Bu âyetin tahsis edilmiş âmm olduğunu…” hikâye etmiştir.

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu