Ali Eren

Üzüntü verici bir Cuma hutbesi…

Cuma hutbeleri önceleri merkezî olarak Diyanet tarafından hazırlanıyor bütün Türkiye’de aynı hutbe okunuyordu. Sonra bu usül değişti, hutbelerin mahalli olarak hazırlanması kararına varıldı. İsabetli de oldu. Çünkü her bölgenin vaziyet ve hassasiyetini en iyi o bölge de vazife yapan müftüler bilir.

Hutbe konusunda geniş düşünmek lâzım. Sâkinlerinin çoğunun okuma yazma bile bilmediği dağ başındaki bir köyde, hamâsî ifadelerle meselâ, bir zamanlar Viyana kapılarına kadar dayandığımızı anlatmak yerine, onların daha çok muhtaç oldukları meselelere öncelik vermek daha isabetli olur.

Ve meselâ İstanbul’un göbeğinde okunan bir hutbede, hayvanları çalıştırırken insaflı davranmak gerektiği, onlara fazla yük yüklenmemesi icap ettiği anlatılsa bunun tebessümlere vesile olacağı açıktır.

Yani, Cuma hutbeleri Müslümanları yakından ilgilendiren ve en fazla ihtiyaç duydukları meseleler düşünülerek hazırlanmalı, cemaati şüpheye düşürecek ifadelerden de son derece kaçınılmalıdır.

Bu mülâhazayla, 18 Nisanda İstanbul câmilerinde okunan ve son derece üzülmemize sebep olan  Peygamber Efendimiz’in Üstün Kişiliği başlıklı hutbeden bahsetmek istiyorum. Hutbede şöyle deniliyordu:

“Akıl, bilgi ve zekâ timsali olarak bildiğimiz Hz. Ali, Hicret sırasında kutlu Peygamber’in ölüm döşeğine girerken ne akılsızdı ne de baskı altındaydı. Sadece o fazilet âbidesini, uğrunda ölmeye değer bilmişti. Bugünkü İncillere göre, Hz. İsâ çarmıha asılmaya götürülürken, en yakın dostları olan Havârîler onu yalnız bırakmıştı; hatta biri de korkusundan onu ihbar etmişti. Bunu düşününce, Hz. Ali’nin ve nice defalar o ulu Peygamber’in uğruna baş koyduklarına ant içen Ashabın bu soylu bağlılığını ve büyüklüğünü daha iyi anlıyoruz.”

Kur’an, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmediğini bildiriyor. İncillerin söylediği ise Kur’an’a zıt. Hutbede ise cemaati bu hususta ikaz edecek ve varasa şüpheden kurtaracak tek kelime yok, adeta kendi haline bırakılmış…

Hem Kur’an-ı Kerim haber veriyor hem de bütün dünya biliyor ki, bugünkü İnciller tahrif edilmiş/bozulmuş ve Allah kelâmı olma vasfını kaybetmiştir. Güvenilir halde kalmadığı için de hiçbir meselede kaynak gösterilmeye değmez. Onun için, “Bugünkü İncillere göre” diyerek, incillerde verilen bir bilgi  esas alınarak İslâmî bir meseleyi izaha geçmek ilmen de dînen de doğru da değil câiz de değil.

Oysa, altı çizili yerlerde gördüğünüz gibi, hutbede önce “Bugünkü İncillere göre” diyerek İncillerden bilgi aktarılıp, arkasından, “Bunu düşününce…” diyerek  bu bilginin üzerinden meselenin izahına geçiliyor.

Bunu düşününce…”  diye ele aldığımız bilginin kaynağı baştan bozuk ve yanlış; neyi düşüneceğiz! Yanlış yerden alınan bilgi de elbette yanlış olur; zaten yanlıştır da.. TDV İslam Ansiklopedisi’nin “Havârîler” maddesine bakarsanız, İslâmî kaynakların Havârîler hakkında verdiği bilgilerle Hıristiyanların bilgilerinin uyuşmadığını göreceksiniz. Tefsirlerin ve İslâm tarihlerinin verdiği bilgiler de hırıstiyanlarınkiyle zıt…

Hem kaynağı geçersiz hem kendisi yanlış bir bilgiye dayanarak, Hazreti İsâ’ya inanan, yardım eden Havârîler suçlanıp, sonra da Hazreti Ali ve diğer ashab onlarla kıyaslansın ve bir hutbede yapılsın… Hayret!

Havârî, “Yardımcı” demek. İslamdaki Medineli ensar gibi, onlar da Hazret-i İsa’nın yardımcılarıydı…

Bahsettiğimiz hutbede, “Bugünkü İncillerin Allah tarafından gönderilen İnciller olmadığı” hatırlatılsa da “Bugünkü İncillerde şöyle şöyle yazıyor ama bu bilgilere güvelinmez. Fakat Hıristiyanların inancı böyle…”  dedikten sonra söylenecek şeyler söylenseydi o zaman diyeceğimiz bir şey olmazdı. Fakat tek kelimeyle bile olsa böyle bir  uyarı yok ve normal bir kitaptan bilgi aktarılıyor gibi yazılmış…

2004’te Hıristiyanlık propagandasının kanunen serbest hale getirilmesinden beri Hıristiyanlık propagandasının ayyuka çıktığını kim gizleyebilir? Ev kiliselerin sayısı habire artıyor, bazı mâlum çevreler hatta bazı ilâhiyat profesörleri Hıristiyanların da cennete gireceklerini açıkça söylüyor, söyleyebiliyor. Memlekette böyle bir vaziyet varken, böyle bir hutbenin Cuma namazı cemaatine niçin okunduğunu benim aklım almadı; üzüldüm. Eminim ki, şimdiye kadar bilmiyor idiyseniz, okuyunca siz de üzüldünüz…

Değerli okuyucular! Hocalarımızdan, hutbe hazırlamaları isteniyor ve beğenilen hutbe o bölgede Cuma namazlarında okunuyor. Yani dinlediğimiz hutbelerin her biri başka başka kimselerin kaleminden çıkıyor. Yukarıdan beri bahsettiğim hutbe de, İstanbul Müftümüz Profesör Dr. Sayın Mustafa Çağrıcı  tarafından hazırlanmış… Başka ne diyebilirim ki! Sadece üzülüyorum; bu hutbeyi müftümüz yazmış işte…

İstanbul… Adeta Türkiye’nin özü, ölçüsü… Resmî başşehir Ankara olsa da zihinlerde İstanbul ilk sırada. Yurt dışında, Türkiye’li olduğunuzu söylediğinizde, karşınızdaki adam, “İstanbul, İstanbul” diyor.

Ben de, bu hutbeyi yazanın bu güzel şehrin değerli müftüsü olduğunu söyleyip üzüntüyle susuyorum…

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu